Emperyalist Kapışmadan Filistin Halkının Payına Düşen: Soykırım!
Gülhan Dildar, 7 Haziran 2024

Gazze’den paylaşılan görüntüler, Filistin halkının bu dünyada diri diri cehenneme gömüldüğünü gösteriyor. Yapay zekâ dâhil en modern silahlarla dünyanın gözü önünde bir halkın yok edilmesi, tarihsel sınırlarına gelip varoluşsal bir krize giren kapitalist sistemin insanlığın başına ne çoraplar ördüğünün de göstergesidir. Emperyalist ve kapitalist güçleri, savaşı ve İsrail’i durdurmaya zorlayacak tek güç işçilerin, emekçilerin, gençlerin birlikte güçlü bir karşı duruşu örgütlemeleriyle mümkün olacaktır. ABD ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere dünya genelinde giderek yükselen ve büyüyen emekçilerin savaş karşıtı mücadelesi umut veriyor.

On yıllardır Filistin halkına gün yüzü göstermeyen İsrail devleti, sınır tanımayan bir gaddarlıkla Filistin’i yakıp yıkarak dünyanın gözü önünde bir halkı katlediyor, soykırım gerçekleştiriyor. Hamas’ın 7 Ekimde gerçekleştirdiği saldırıyı bahane eden Siyonist İsrail devleti, “terörü temizleme operasyonu” adı altında tarihin gördüğü en vahşi devlet terörünü uyguluyor. Gazze’yi işgal eden İsrail; savaş uçakları, helikopterler, SİHA’lar ve tanklarla karadan ve havadan tüm yerleşim yerlerini, tüm kentleri, tüm hastaneleri ve okulları bombaladı, yok etti, enkaz yığınına çevirdi. Şu ana kadar saldırılarda en az 15 bini çocuk ve 10 bini kadın olmak üzere 36 bini aşkın sivil hunharca katledildi, 100 bine yakın insan ise yaralandı. Sayıların dili soğuktur… Her geçen gün artan bu sayılar yaşanmakta olan korkunç acıları tarif etmeye yetmiyor. Gazze’den paylaşılan görüntüler, Filistin halkının bu dünyada diri diri cehenneme gömüldüğünü gösteriyor. Yapay zekâ dâhil en modern silahlarla dünyanın gözü önünde bir halkın yok edilmesi, tarihsel sınırlarına gelip varoluşsal bir krize giren kapitalist sistemin insanlığın başına ne çoraplar ördüğünün de göstergesidir.

Ortadoğu’da emperyalist kapışma sürüyor, Filistin halkı soykırıma uğruyor

ABD ve İngiliz emperyalizminin desteğiyle 1948’de kuruluşunu ilan eden İsrail devleti, yıllar içerisinde gerçekleştirdiği işgallerle büyüdü. Filistinlileri bin yıllardır yaşadıkları topraklardan sürüp yerlerine aşırı dinci, milliyetçi Yahudi grupları yerleştirdi, her saldırıda yeni Yahudi yerleşim yerleri kurdu. Evlerini, yurtlarını terk etmeyen Filistinliler ise yıllardır toprak bütünlüğü olmayan iki ayrı bölgede Gazze ve Batı Şeria’da dar bir alanda esaret altında tutuluyor. İsrail’in uyguladığı sistematik baskı altında keyfi gerekçelerle zindanlara atılıp katledilen ve geleceksiz bırakılan Filistin halkı, bugün topyekûn bir yok olma ile karşı karşıyadır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında şekillenen uluslararası siyasal konjonktürden yararlanan ABD ve İngiliz emperyalizmi, onların Ortadoğu’da silahlı gücü işlevi görecek terörist bir devlet yarattılar. Siyonist ideoloji temellinde kurulan bu devlet, bölgenin demografik ve coğrafi-siyasi yapısını zorbalıkla değiştirirdi. Bunu yaparken, uyguladığı sınırsız devlet terörünü ve zorbalığını Nazilerin Yahudilere uyguladığı soykırım üzerinden meşrulaştırmaya çalıştı. Her ne kadar 1993’te ABD öncülüğünde Oslo “Barış Antlaşması” imzalandıysa da, İsrail asla katliamlardan ve işgallerden vazgeçmedi. Bu anlaşma, Filistin Kurtuluş Örgütünün (FKÖ) İsrail’i tanımasını, Batı Şeria ve Gazze’yi içine alan bir “devletçik” ve onu yönetmek üzere Yaser Arafat liderliğinde Filistin Ulusal Yönetimi kurulmasını öngörüyordu. Ancak bu anlaşmanın tam olarak hayata geçirilmesi mümkün olmadığı gibi, Filistin sorunun çözülmesi ve halkın gün yüzü görmesi anlamına da gelmiyordu.

Çünkü “Filistin meselesi daha önceleri de yazdığımız üzere sıradan bir ezilen ulus sorunu çerçevesini aşarak genelleşmiş ve emperyalist hegemonya savaşının içine yerleşmiştir. Bu bakımdan Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkı Ortadoğu’daki diğer sorunlarla iç içe geçerek Ortadoğu’yu kapsayan bir meseleye dönüşmüştür. Bunun böyle olması Ortadoğu’nun emperyalistler tarafından bir paylaşım alanına çevrilmiş olmasındandır. Ortadoğu, emperyalist ülkelerin hiç durmaksızın kapıştıkları bir alandır. Ne Ortadoğu Filistin sorunundan ne de Filistin Ortadoğu’daki emperyalist paylaşımdan bağımsızdır. (…) Filistin meselesi Filistin’le sınırlı bir sorun değildir. Ortadoğu’da nüfuz alanları için kavga eden emperyalist güçler, Filistin sorununu kendi çıkarları çerçevesinde ele almaktan geri durmayacaklardır. Denge kimin lehine sağlanırsa sağlansın, Filistin toprakları Ortadoğu’nun özgünlüğünden dolayı emperyalistlerin kapışma alanı olmaktan çıkmayacaktır. Emperyalist dengelerle şekillenecek bir Filistin devleti, dengeler bozulduğunda yeniden sorun olmaya devam edeceğinden, asla kalıcı ve adil bir çözüm sağlanamayacaktır.”[1] Bu satırların yazıldığı 2005’ten bu tarafa geçen sürede Ortadoğu’da savaş daha da kızışmış, daha girift bir hâl almış, hegemonya krizi ve kendine özgü biçimler alan üçüncü dünya savaşı genişlemiştir.[2] Yalnızca Suriye, Yemen ve Ukrayna’yı hatırlamak yeterlidir.

İşgal ederek, halkı evlerinden sürerek, zorla göç ettirerek Filistin topraklarını sürece yayarak tümden yok etme planı güden İsrail, emperyalist ve bölgesel güçler arasındaki çatışma ve çelişkileri bu temelde kullanmıştır, kullanmaya da devam etmektedir. Faşist İsrail egemenlerine göre, Filistin’in bir devlet olarak tanınması ve yıllarca tartışılan “iki devletli çözüm” söz konusu değildir. İşgalci İsrail devleti için Filistin sorununun çözümü kitlesel katliam ve soykırımdır. Filistinlilerin başka ülkelere sürülmesi, bölgedeki Suriye, Lübnan gibi çevre ülkelerin sindirilip mevcut durumun kabul ettirilmesi koşuluyla İsrailli egemenler, “güvenli” topraklara kavuşmayı arzuluyorlar. Ancak Siyonist devlet uyguladığı soykırımla dünya halklarının gözünde gayrimeşru hale gelirken, uluslararası siyasal alanda da giderek yalnızlaşıyor. Geçtiğimiz günlerde İspanya, Norveç ve İrlanda’nın Filistin devletini resmen tanımaları, bu açıdan yeni bir adım olmuştur. Filistin devletinin uluslararası meşruiyetini güçlendirmeyi ve İsrail’e basınç bindirmeyi amaçlayan bu tanımanın ne kadar etki yaratacağını göreceğiz. Filistin halkının kanıyla yıkanan İsrailli egemenler, sanki dünyanın gözü önünde soykırım uygulamıyorlarmış gibi, bu savaşa karşı çıkan herkesi Yahudi düşmanı ve anti-semitist ilan ediyorlar.  İsrail Dışişleri Bakanı’nın, İspanya hükümetini Filistin devletini tanıdığı için “Yahudilere karşı soykırımı ve savaş suçlarını kışkırtmada suç ortağı” olmakla suçlaması buna örnektir. Siyonist devlet, mazlum Filistin halkının yanında yer alan herkesi ve Filistin’i tanıyan devletleri “Yahudi düşmanı ve Hamas destekçisi” ilan ederek suçlarının üzerini örtmeye çalışıyor.

Küresel hegemonya savaşının ana cephelerinden biri olan Ortadoğu’da Filistin halkı İsrail tarafından yok edilirken; ABD’den Çin’e, Rusya’dan İngiltere’ye emperyalist ve kapitalist devletler kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyorlar. Rusya ve Çin, hegemonya savaşında mevzi kazanmak, rakip güçleri geriletmek amacıyla çeşitli hamleler yaparken, Filistin halkına yönelik soykırımı durdurmak için somut bir adım atmıyorlar. Buna karşılık emperyalist Batı kampı açık bir biçimde İsrail’i her alanda destekliyor, silah sevkiyatı yapmayı sürdürüyor. Müslüman ve Arap nüfusun ağırlıkta olduğu Ortadoğu’da İsrail’in güçlü bir konumda yerini sağlamlaştırması, emperyalist hegemonya mücadelesinde Batılı emperyalist güçlerin çıkarınadır. Çok açık ki emperyalist Batı kampı İsrail ile birlikte Filistin’deki soykırımda suç ortağıdır. Başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist güçlerin dünya kamuoyunun basıncıyla zaman zaman göstermelik barış ve itidal çağrıları yapmaları, onların soykırımda suç ortağı oldukları gerçeğinin üzerini örtmeye yetmez!

Filistin halkının yok edilişini seyreden işbirlikçi Arap ülkelerini saymaya bile gerek yoktur. Filistin halkının hamisi rolünü oynayan İran’ın ise asıl derdi, Ortadoğu’da yürüyen güç mücadelesinden üstün çıkmaktır. Bu doğrultuda, Rusya ve Çin’in de desteğini alarak Hamas ve Hizbullah üzerinden İsrail ile dolaylı bir savaş yürütmektedir. Bu noktada Türkiye’nin sergilediği ibretlik tutuma dikkat çekmek önemlidir. AKP ve rejim, toplumun muhalif kesimlerinden “İsrail ile ticari ilişkileri sonlandırın” çağrılarını duymazdan gelirken, kimi AKP sözcüleri “eyvallah katliamları kınıyoruz ama ticaret başka…” minvalinde pişkinlikte sınır tanımayan konuşmalar yaptılar. İsrail sınır tanımadan soykırım yürütürken, onlar ticari ilişkileri sürdürüp ceplerini doldurdular ve esasında doldurmaya da devam ediyorlar. Rejim, sadece her şeyin alabildiğine aleni ve utanmazca yapılmasını sınırlayarak toplumdaki tepkileri yumuşatmaya çalışıyor. Türkiye’nin İsrail’le olan ilişkilerini sürdürmesinin toplumun vicdanında derin yaralar açtığını ve kendisine yönelen tepkinin arttığını, taban desteğinin eridiğini fark eden AKP/rejim, Mayıs ayı başında İsrail’le ticareti durduğunu açıklamak zorunda kaldı. Lakin bu ikiyüzlüce açıklamaların gerçekte hiçbir karşılığı yoktur. İsrail’le ticareti formaliteden durduran Türkiyeli şirketler; Mısır, Yunanistan gibi ülkelerde kurdukları başka şirketler üzerinden dolaylı yollarla İsrail’e sevkiyat yapmayı sürdürüyorlar. Örneğin İsrail’in petrol ihtiyacının yüzde 40’ını karşılayan Azerbaycan petrolü Türkiye üzerinden İsrail’e ulaşmaya, Türkiyeli sermayedarlar ise varil başına 80 cent pay almaya devam ediyorlar. Gazze’ye insani yardımların ulaştırılmasını engelleyen İsrail’e savaş için gerekli teçhizatlar, petrol, gıda her türlü mal teslimatı sürmektedir.

Lafa gelince Müslümanların birliğinden dem vuran Türkiye ya da Arap ülkelerinin ibretlik tutumu ortadayken, İsrail aleyhine Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) dava açan ülke Güney Afrika Cumhuriyeti oldu. İsrail’in Gazze’deki saldırılarıyla “1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni ihlal ettiği”nden hareketle 29 Aralıkta UAD’a soykırımı durdurmak için tedbirler alınmasını talep etti. Süreç ilerledikçe ek tedbirler alınması için uluslararası kamuoyu nezdinde divana basınç bindirmeyi sürdürdü. Aylardır soykırımı seyreden UAD, İsrail’in Mayıs ayında Refah’a girmesinin ardından ancak 24 Mayıs’ta “Refah’a yönelik İsrail saldırılarının devamı durumunda insani durumun felaket düzeyinde kötüleşeceği ve İsrail’in Gazze’nin Refah kentindeki askeri operasyonlarını, saldırılarını ve diğer faaliyetlerini acilen durdurması gerektiği” kararını açıkladı. İsrail, 26 ve 28 Mayısta Refah’ta sivillerin kaldığı çadır kampları füzelerle vurarak ve katliama devam ederek UAD’ın bu kararını tanımadığını göstermiş oldu. Dünyanın gözleri önünde gerçekleştirilen füze saldırılarıyla çıkan yangınlarda kadın çocuk onlarca Filistinli diri diri yakılıp küle çevrildi.

Geçerken şu hususun da altını çizmekte fayda var: Kurulduğu günden bu tarafa Yahudi soykırımının ekmeğini yiyen, tüm haydutluklarının ve katliamlarının üzerini bu soykırımla örtmeye çalışan Siyonist İsrail devletinin soykırımcı olarak sanık sandalyesine oturtulması ve dünya halkları gözünde de böyle görülmeye başlanması tarihi bir gelişmedir.

Katliam ve soykırım Refah’ta devam ediyor

Aylardır Gazze’de hastaneler, kiliseler, eğitim kurumları, ambulanslar dahi İsrail saldırılarının hedefi oluyor; yerleşim yerleri enkaza çevriliyor, altyapı yerle bir ediliyor. Ekim ayından bu yana İsrail’in saldırılarından kaçıp Mısır sınırındaki Refah kentine sığınan 1 milyonu aşkın Filistinli, çadırlarda yaşam savaşı veriyor. Soykırımcı İsrail’in, Mısır’a açılan Refah sınır kapısının Filistin tarafının kontrolünü ele geçirmesiyle birlikte Gazze’nin dış dünyayla olan iletişimi kesildi. Bu durum yaşanmakta olan insani krizi daha da derinleştirdi. Yerlerinden edilenlerle birlikte nüfusu 1,5 milyona çıkan Refah’ta Filistinliler gıda, ilaç, su gibi temel insani ihtiyaçların kendilerine ulaştırılmasını bekliyor. Ne var ki İsrail devleti haydutlukta sınır tanımıyor, Filistinlileri sürmek için açlık, hastalık ve susuzluğu da silah olarak kullanıyor.

Pervasızlıkta sınır tanımayan faşist Netanyahu 26 Mayısta Refah’taki çadırlara yapılan acımasız saldırıyı “trajik aksilik” olarak nitelendirmişti. Sıradanlaştırılmaya çalışılan korkunç soykırım politikası, Netanyahu’nun ya da İsrailli egemenlerin “çılgınlığı”nın bir sonucu olarak hayata geçirilmiyor. 2023 Ekiminden bu yana yürütülen soykırım politikası bilinçli, planlı bir biçimde yürütülmektedir. Öteden beri Filistin halkını yaşadıkları topraklardan temizleme ve tehcir hedeflenmekteydi. Bu düşünce, Siyonist ideolojiyi en uç noktaya taşıyan İsrailli egemenlerin bir kesimine derinden nüfuz etmiştir. Nitekim uzun süredir beklenen Filistinlilerden “kurtulma” fırsatı, bugünkü küresel emperyalist savaş konjonktüründe yakalandı. Netanyahu liderliğinde, aralarında ırkçı-faşist partilerin de bulunduğu İsrail tarihinin en sağcı/faşist koalisyon hükümeti, Hamas’ın saldırısını bahane ederek Filistinlilerden “kurtulma” hayalini uygulamaya koydu. Faşist Netanyahu ve ortakları bu süreçte aynı zamanda toplumda milliyetçi-şoven duyguları yükseltmeye çalışarak ekonomik krizin faturasını ödemeyi reddeden, yolsuzluklara karşı öfkelerini kitlesel mitinglerle ortaya koyan İsrailli emekçileri tepkisizleştirmeye, iktidarlarını sağlamlaştırmaya çalıştılar, çalışıyorlar. Ancak tarihin akışı faşist zorbaların istediği gibi tek taraflı ilerlemiyor ve beraberinde karşıtını da doğuruyor. Nitekim yüzbinlerce İsrailli emekçi meydanlara inerek kitlesel mitinglerle Netanyahu hükümetini istifaya çağırıyor; soykırımcı Siyonist politikaları protesto ediyor, ateşkes imzalanarak Hamas’ın elindeki rehinelerin geri getirilmesini istiyor.

Emperyalist Batı devletleri ve özellikle ABD, Ortadoğu’da hegemonyasını korumak ve güçlendirmek için arka çıktığı İsrail’in işlediği insanlık suçlarının üzerini örtmekte hiçbir beis görmemektedir. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik sözcüsü, İsrail tanklarının Refah kent merkezine kadar ilerlemesini bile “tankların kentin dış çeperlerini Hamas’ın bağlantılarını kesmek için çevrelediği” yalanıyla örtbas etmeye çalışıyor. Pervasızlıkta, ikiyüzlülükte sınır tanımayan ABD sözcüleri, sivillerin yönlendirildiği “genişletilmiş insani bölgelere” İsrail’in gerçekleştirdiği saldırıları, “kırmızı çizgilerin aşılması” açısından henüz yeterli bulmuyor. Hiçbir sınır tanımayan, insanlık dışı saldırıların durdurulması için daha kaç bin canın vahşice katledilmesi gerekiyor acaba? Kuşku yok ki dünya emekçileri kitlesel eylemlerle, grevlerle emperyalist güçlere yeterli basınç bindirmediği sürece, ABD ve Batı ülkeleri İsrail’i durdurmak için kıllarını dahi kıpırdatmayacaklardır.

Emperyalist ve kapitalist güçleri, savaşı ve İsrail’i durdurmaya zorlayacak tek güç işçilerin, emekçilerin, gençlerin birlikte güçlü bir karşı duruşu örgütlemeleriyle mümkün olacaktır. Bugün ABD’den İngiltere’ye, Kanada’dan Fransa’ya, Meksika’dan İspanya’ya dünyanın dört bir yanında din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin Gazze ile dayanışma eylemleri büyümeye devam ediyor. Bu eylemlerle egemenlerin yüreğine korku salan yine emekçilerdir, işçi sınıfının gençleridir, çocuklarıdır. Korkunç baskıya, polis şiddetine, burjuva medyanın karalama kampanyalarına rağmen ABD’de başlayıp Avrupa ülkelerindeki üniversite kampüslerine yayılan öğrenci protestoları bunun en somut, dinamik ve umut verici örneklerindendir. Keza ABD’de üniversite çalışanlarının grevi, İtalya ve İspanya’da tren istasyonlarının işgali, Belçika’da üniversite öğrencilerinin polisin sert müdahalesine rağmen İsrail büyükelçiliği önünde toplanması, Meksika’da İsrail büyükelçiliğinin protestolar sırasında ateşe verilmesi gibi pek çok yerde Filistin’le dayanışma eylemleri hız kesmeden devam ediyor. ABD ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere dünya genelinde giderek yükselen ve büyüyen emekçilerin savaş karşıtı mücadelesi umut veriyor.


[1] Bkz: Akın Erensoy, https://gelecekbizim.net/ortadoguda-filistin-filistinde-ortadogu/

[2] Bkz: Akın Erensoy, Bugünkü Savaşın Farkını Kavramak, https://gelecekbizim.net/1005-2/

İlgili yazılar