Trump’ın Gazze Planı, Barış Şovu ve Ortadoğu’da Kalıcı Denge Arayışı

Trump’ın Gazze Planı, Barış Şovu ve Ortadoğu’da Kalıcı Denge Arayışı

Yağmayı, cinayeti ve hırsızlığı “yönetmek” diye adlandırıyorlar; yıkım yaratıyorlar ve buna barış diyorlar (Tacitus).

Eylül ayında New York’ta düzenlenen BM Genel Kurulu toplantılarının ana gündemini İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü sınır tanımayan saldırganlığı ve Filistin halkına uyguladığı soykırım oluşturmuştu. Dünya genelinde ama özellikle Avrupa’da emekçi kitlelerin Filistin halkıyla dayanışmayı büyütmesinin ve enternasyonal dayanışma ağlarını genişletmesinin de etkisiyle pek çok devlet İsrail’i daha açıktan kınamak zorunda kaldı. İspanya ve solcu yönetimlerin iktidarda olduğu Kolombiya gibi Latin Amerika ülkeleri, İsrail ile ilişkilerini kestiklerini açıkladılar. Aralarında Fransa ve İngiltere’nin de olduğu kimi ülkeler ise Filistin’i bir devlet olarak tanımak zorunda kaldılar. Filistin’i tanıyan ülkeler arasına, Ortadoğu’yu suni bir şekilde bölüp şekillendiren ve Filistin sorununu doğurup düğüm haline gelmesini sağlayan İngiltere’nin katılması ayrıca manidardı. Kuşku yok ki bu adımların atılmasında, dünya meydanlarında “Özgür Filistin” sloganları haykıran milyonların büyük etkisi var. Bu tanımayla, İngiliz ve Fransız emperyalizminin amacı aynı zamanda ellerindeki kanı yıkamak, yapabildikleri ölçüde hem tarihi hem de güncel suçlarının üzerini örtmektir.

Gazze’deki soykırım ikinci yılını doldururken, Siyonist İsrail’e karşı öfke sel olup dünya meydanlarına akıyordu ve nitekim BM zirvesinin yapıldığı New York’taki binanın önünde de kitlesel gösteriler düzenlendi. Bu zirve sırasında ABD Başkanı Trump, Türkiye’nin de aralarında olduğu pek çok devlet başkanıyla Gazze konulu toplantılar gerçekleştirdi. 29 Eylülde ise İsrail başbakanı faşist Netanyahu ile yaptığı görüşmenin ardından, 20 maddelik “Gazze Barış Planı”nı duyurdu. Türkiye, Katar, Mısır, Ürdün gibi ülkelerin baskı altına aldığı Hamas, İsrail’le uzlaşmaya ve Trump’ın “Barış Planı”nın devreye sokulmasına ikna edildi. Hamas ve İsrail’in 10 Ekimde vardıkları anlaşmanın ardından planın ilk aşaması yürürlüğe girdi, karşılıklı ateşkes ilan edildi. İsrail askerleri, Gazze Şeridi’nin yüzde 53’ünde işgali sürdürecek şekilde “sarı hat” olarak tanımlanan noktaya çekildi. Hamas elindeki İsrailli rehineleri teslim ettikten sonra, İsrail de hapishanelerinde tuttuğu, müebbet hapis cezası verdiği 250 Filistinli tutsağın yanı sıra Gazze’de esir aldığı 1718 kişiyi serbest bıraktı. Ancak İsrail, Hamas’ın serbest bırakılması için sunduğu tutuklu listesinde yer alan, 2002’den bu yana hapiste tuttuğu El Fetih liderlerinden Mervan Barguti gibi Filistin halkına öncülük edebilecek isimleri serbest bırakmadı.

ABD'nin Gazze planı-gelecekbizim.net

7 Ekim 2023’ten ateşkes ilanına kadar geçen sürede İsrail’in sınır tanımayan vahşeti sonucu Gazze Şeridi’nde 68 bin insan hayatını kaybetti, 170 binden fazla insan ise yaralandı. Moloz yığınına dönmüş binaların altındaki insanların cansız bedenlerinin çıkartılmasıyla bu sayının katlanacağı açıktır. Nitekim BM Filistin Özel Raportörü Francesca Albanese’ye göre, gerçekte 380 bini çocuk olmak üzere 680 bin kişi yaşamını kaybetmiştir. İki yıl içinde Gazze Şeridi’ndeki tüm kent ve yerleşim yerleri yıkıldı ve hatta kimileri haritadan silindi. 2 milyon Filistinli, İsrail savaş makinesinden kaçmak için Gazze Şeridi’nin bir ucundan öteki ucuna göç edip durdu. Sanki ortada bir soykırım yokmuş, sanki bunca zulüm ve acı yaşanmamış gibi, ABD emperyalizminin başkanı Trump “barış şovu” yapıyor. Trump, 13 Ekimde Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde topladığı zirveye bölgedeki Arap ve Müslüman ülkelerin liderlerinin yanı sıra, Avrupa ülkelerinin devlet başkanlarının katılmasını da sağlayarak şov yaptı. Gazze’de bir sömürge veya manda yönetimi kurulması anlamına gelen planı, “barış ve diyalog için bir fırsat” olarak sundu.

Sahtekârlık ve ikiyüzlülük, egemen sınıfların temel özelliğidir ama kapitalizm altında burjuvaziyle birlikte gerçek niteliğine/anlamına kavuşur. Trump ise, burjuva sahtekârlığının ve riyakârlığının cisimleşmiş halidir. Bu açıdan sözde barış için toplanan zirve, kelimenin gerçek anlamıyla bir ikiyüzlülük zirvesine dönüşmüştür. Kendilerini mazlum Filistin halkının dostu ve hamisi olarak pazarlayan işbirlikçi Arap ve Müslüman ülkelerin liderleri dâhil tüm burjuva liderler Trump’a yalakalıkta yarıştılar. Toplantıya katılan yirmiden fazla burjuva devlet başkanı, Trump’ın yalanlarına, içi boş lümpence konuşmalarına, anlamsız ve çoğu zaman aşağılayıcı esprilerine alkış tuttular. Trump’ın sirk soytarısı gibi ülke liderleriyle tek tek fotoğraf verdiği ve kimi zaman aşağılayıcı şakalar yaptığı bu zirve, bir müsamereden başka bir şey değildir. Nereden bakarsak bakalım, zirve, hem İsrail katliamlarının üzerini kapatmak hem de takıntı derecesinde Nobel Barış Ödülünü almak isteyen Trump’ın emeline ulaşması için düzenlenmiştir. Öyle ki Trump, kendi adıyla deklere ettiği sözde barış anlaşmasının yapılabilmesi noktasına 3 bin yılda ancak gelinebildiğini söyledi. Yani o denli tarihi bir sorunu çözmüş, “Ortadoğu’nun barış kahramanı” bir kişiye barış ödülünün verilmesi artık bir zorunluluk!

Trump, Şarm el-Şeyh zirvesinde “barış şovu” yapmadan önce İsrail parlamentosunda (Knesset) konuştu ve şova ilk olarak orada başladı. Kendisini yeni bir Mesih olarak gören Trump’ın konuşmasındaki içerik ve ton da bununla uyumluydu: “Ve yıllarca süren bitip tükenmeyen savaşlardan ve sonsuz tehlikelerden sonra, bugün gökler sakin, silahlar suskun, sirenler durdu ve nihayet barış içinde olan kutsal bir toprakta güneş doğuyor. Tanrı dilerse ebediyen barış içinde yaşayacak bir ülke ve bölge. Bu yalnızca bir savaşın sonu değil; bu bir korku ve ölüm çağının sonu, iman ve umut, tanrı çağının başlangıcıdır.”[1] İnsan, kutsallık halesiyle örülmeye çalışılan bu sahtekârlığı görünce, “kapitalizmde şeyler baş aşağı durur” diyen Marx’ı anmadan edemiyor. Çünkü Trump, Amerikan egemen sınıfı içinde savaşı her türlü yolla sürdürmek isteyen politik bir çizginin temsilcisidir. Ya faşist Netanyahu’nun Trump’a altından barış güvercini heykeli hediye etmesine ne demeli?! Aralarında yüzlerce gazetecinin, doktorun, çocuğun, kadının bulunduğu on binlerce sivilin katledildiği, tarifi mümkün olmayan acıların yaşandığı Gazze soykırımının üzerine tüy dikmek değil de nedir bu? Elleri kanlı soykırımcı katillerin büyük bir yüzsüzlükle barıştan söz etmesi insanın aklına, her şeyin gerçek üstü bir hâl aldığı, karşıtıyla tarif edildiği George Orwell’in 1984 distopik romanını getiriyor. Romanda “Barış Bakanlığı” savaşlardan sorumludur. “Gerçek Bakanlığı” yalan üretir, “Sevgi Bakanlığı” işkenceden sorumludur. “Bolluk Bakanlığı” ise yoksulluk ve açlığı temsil eder.

Her yanından kibir fışkıran “dünya lideri” ve “barış adamı” pozları kesen faşist Trump ve Netanyahu gibilerinin barıştan söz etmesi, emekçiler için tehlike çanlarının çalması anlamına gelmelidir. Ömrünü işçi sınıfının toplumsal kurtuluşu mücadelesine adayan Berthold Brecht’in dediği gibi “Liderler barıştan söz ettiklerinde, halk bilir ki savaş yaklaşmaktadır.” Trump, aynı konuşmasında, planını överken şöyle diyordu: “Bu yeni Ortadoğu’nun tarihi şafağıdır.” Oysa Trump’ın bu tür açıklamaları hiç de yeni değil. Mesela ilk başkanlık döneminde, Beyaz Saray’ın bahçesinde şöyle konuşuyordu: “Tarihin akışını değiştirmek için buradayız. Onlarca yıllık bölünme ve çatışmanın ardından, yeni bir Ortadoğu’nun doğuşunu kutluyoruz.” Böyle konuşmasının nedeni, İsrail’in Arap devletleri tarafından tanınmasını ifade eden İbrahim Anlaşmaları kapsamında İsrail Başbakanı Netanyahu, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn Dışişleri Bakanlarının bir araya gelerek o anlaşmaya imza atmasıydı. Trump o zaman da bolca barıştan söz etmiş ve kendilerine katılacak olanlara “Esselamu aleykum” demişti.

Fakat aradan geçen sürede barış gelmedi, tersine Üçüncü Dünya Savaşının merkezine dönüşmüş olan Ortadoğu’daki savaş, yeni bir çılgınlık evresine girdi. Siyonist İsrail Gazze’de tam gaz soykırıma girişirken, Lübnan’ı yakıp yıktı, Yemen’e saldırdı, Suriye’deki Esad rejimi yıkıldı ve ardından da İran’la 12 gün savaşı yaşandı. Uluslararası siyaseti şekillendiren, dünya ekonomisini ve halkları derinden etkileyen Üçündü Dünya Savaşının sayısız cephesi var. Afrika’nın derinliklerinden Ukrayna’ya kadar her alanda savaş, çatışma, askeri darbeler, ticaret savaşları biçimini alan bu savaş durmadığı gibi, giderek genişleme eğilimindedir. Ortadoğu’da “barış güneşi” doğuran Trump, aynı anda Latin Amerika’da Çin ve Rusya’nın müttefiki olan Maduro yönetimindeki Venezuela’yı kuşatmış durumda. Savaşın Ukrayna’da nasıl sonuçlanacağı, Asya Pasifik’te toplanan kara bulutların ne zaman fırtınaya dönüşeceği ise belirsizdir.

Ortadoğu’da kalıcı denge kurma ve sermayeye alan açma arayışları

ABD, Katar, Mısır ve Türkiye, adına “Kalıcı Barış ve Refah için Trump Deklarasyonu” verdikleri sömürge yönetimi kurma planının imzacıları oldular. Bu planın amacı, bir taraftan iki yıldır moloz yığınına çevirdiği halde Gazze’de stratejik hedeflerine tam olarak ulaşamayan soykırımcı İsrail’in önünü açmak, öte taraftan ise ABD emperyalizminin hegemonyası altında Ortadoğu’da bir denge kurmak, sermayeye kârlı alanlar yaratmaktır. ABD-İsrail-İngiltere blokunun şekillendirdiği planın imzacıları ve ortakları olan egemenlerin gerçekte ne barış ne de Filistin halkının hakları umurlarındadır. Faşist İsrail devleti ve ABD, bu planla hem Filistin devletini ve hem de iki devletli çözümü yok saymaktadır. Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme doğrultusunda ellerini güçlendirmeyi, Hamas ve diğer direniş örgütlerinin tasfiyesini hedeflemektedirler.

ABD-İsrail-İngiltere bloku, Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinde Çin-Rusya-İran ekseni karşısında büyük bir üstünlük ve fırsat yakalamıştır. Trump, İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana buldozer görevi üstlenerek yarattığı avantajı ve fırsatı kullanarak Ortadoğu’da belirli bir denge kurmak, zamanla bunu kalıcılaştırmak istiyor. Bu dengenin kurulabilmesi için İran’ın Ortadoğu’daki nüfuzunun kırılması ve Rusya’nın etkisinin sınırlandırılması gerekiyordu ki bu yapıldı. Lübnan’daki Hizbullah lider kadrolarının öldürülmesi ve örgüte ağır darbe vurulması, Gazze’de Hamas’ın zayıflatılması (şimdi tasfiye planının devreye sokulması) ve Suriye’de Esad rejiminin devrilmesiyle İran’ın bölgedeki etkisi kırıldı. Suriye’deki Esad rejiminin düşmesi, Tahran-Bağdat-Şam-Beyrut’u kesintisiz olarak birbirine bağlayan ve Şii Hilali olarak adlandırılan eksenin dağılması İran için bir yenilgi anlamına gelmektedir. Kuşkusuz İran henüz Ortadoğu’daki nüfuz mücadelesinden tümüyle çekilmiş değildir ama ağır bir darbe almıştır. Trump, Time dergisine verdiği röportajda şöyle diyor: “Eğer İran orada güçlü ve zorba bir şekilde dursaydı, böyle bir anlaşma yapmak imkânsız olurdu.”[2]

Kuşkusuz emperyalist ve kapitalist güçlerin nihai amacı yalnızca yıkmak değildir. Yıktıklarını daha sonra, inşa ve medeniyetin can bulması söylemiyle, sermayeye ivme verecek bir pazar alanına dönüştürmek isterler. Nitekim açgözlü bir kapitalist ve üstelik de bir emlakçı olan Trump, Ortadoğu’da bir denge kurup istikrar sağlayarak, başta Amerikan tekelleri olmak üzere sermayeye muazzam kârlı alanlar yaratmayı amaçlıyor. Bu alanda ABD emperyalizminin elde edeceği üstünlük, hem Çin’le olan rekabetinde ona avantaj kazandıracak hem de Asya Pasifik’e yoğunlaşmasını kolaylaştıracaktır. Bunun olabilmesi için İsrail’in dizginlenmesi ama aynı zamanda İbrahim Anlaşmaları kapsamında Arap ve Müslüman ülkelerin de onu tanıyarak ABD hegemonyasına mutlak biat etmeleri gerekiyor. Bu yeni düzende İsrail, Türkiye, Mısır ve Suudi Arabistan’ın ABD hegemonyası altında belirleyici güçler olması öngörülüyor.

Ancak bu noktada Trump ve Netanyahu arasında tam bir örtüşme olduğu söylenemez. Netanyahu ve faşist koalisyon ortakları, mevcut sınırlarda durmak ve geri çekilmek istemiyorlar. Fırsatını yakalamışken Gazze’yi tamamen işgal etmek ve onunla birlikte Batı Şeria’nın ilhak sürecini başlatmak, Suriye’de işgal edilen önemli noktaları kalıcılaştırmak, ABD’nin Türkiye’nin bölgede çok daha belirleyici bir güç olacak şekilde önünü açmasını durdurmak istiyorlar. Fakat Gazze’nin tamamen işgal edildiği ve Batı Şeria’nın ilhakının gündemde olduğu koşullarda, hem işbirlikçi Arap devletleri hem de Erdoğan yönetimi, Filistin davası umurlarında olmamasına rağmen Trump’ın planlarına açıktan destek veremezler. İşte bu yüzden Trump, aralıksız şekilde Batı Şeria’nın ilhakının söz konusu olamayacağını (en azından hâlihazırda) açıklıyor ve Netanyahu’ya “seni ben kurtardım, daha fazla ileri gitme” mesajı veriyor: “Bibi’ye dedim ki «Bibi, dünyanın tamamıyla savaşamazsın. Bireysel savaşlar verebilirsin ama dünya sana karşı. İsrail dünya ile kıyaslandığında çok küçük bir ülke.»”

Aslında Trump, Knesset’teki konuşmasında da ABD olmadan İsrail’in tek başına bir şey yapamayacağı ve verili durumda elde edilen avantajı heba etmemesi gerektiği mesajını verdi. “ABD, şu an dünya tarihinin en büyük ve en güçlü ordusuna sahip. Size söyleyeyim, hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği silahlara sahibiz. (…) Dünyanın en iyi silahlarını üretiyoruz ve çok fazlasına sahibiz. Ve açıkça söyleyeyim, birçok silahı İsrail’e verdik. Yani, Bibi (Netanyahu) bana defalarca telefon etti: «Bana şu silahı sağlayabilir misin, şu silahı gönderebilir misin?» (…) İsrail, bizim desteğimizle, silah gücüyle kazanabileceği her şeyi kazandı. Kazandınız. Yani gerçekten kazandınız. Şimdi, savaş alanında teröristlere karşı elde ettiğiniz bu zaferleri Ortadoğu’nun tamamı için barış ve refah gibi nihai bir ödüle dönüştürme zamanıdır. Artık emeklerinizin meyvelerinin tadını çıkarma zamanı geldi.” Geçerken belirtelim: Bu satırlar, yalnızca İsrail ve Netanyahu’nun soykırımcı olmadığını, onun kadar Trump ve ABD yönetimlerinin de Filistin halkının katliamından sorumlu olduğunu gözler önüne seriyor. Aynı şekilde, Netanyahu’ya soykırımcı, Trump’a ise “dostum” diyenlerin ikiyüzlülüğünü belgeliyor.

Trump ve ABD’nin Gazze’de oynadığı rol hayatidir. Nitekim Netanyahu, “Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve büyükelçiliğini buraya taşıması”, “İsrail’in Golan tepelerindeki ilhakını tanıması” ve “İran’la nükleer işbirliği anlaşmasından çekilerek İsrail’in askeri operasyonlarını desteklemesi” nedeniyle Trump’a teşekkür etti ve “hiçbir Amerikan başkanının İsrail için daha fazlasını yapmadığını” belirtti. Kuşkusuz faşist Netanyahu, özellikle iktidarını sürdürmek ve yolsuzluktan yargılanmamak için Trump’a özel olarak şirin gözükmeye çalışıyor, onu yağlayıp yıkıyor. Yoksa Biden yönetimi de İsrail’in bir istediğini iki etmedi. Belirtmek gerekiyor ki ABD egemen sınıfı ile İsrail egemen sınıfı büyük ölçüde iç içe geçmiştir. ABD ile İsrail egemen sınıfları arasında ortaya çıkan sorunlar, aynı ülkenin egemen sınıfı içindeki çatlak, çelişki ve çatışmadan farklı değildir. Bu yüzden ABD’de yönetimde Demokratların veya Cumhuriyetçilerin olması çok fark etmiyor; politik yaklaşımlarında, söylemlerinde vb. kimi farklılıklar olsa da İsrail’in arkasında sonuna kadar durmaya devam ediyorlar.[3]

Netanyahu, Türkiye’nin Gazze Planı çerçevesinde bölgede rol oynamasına karşı çıkıyor ama Hamas’ın kendi sonunu getirecek bir anlaşmaya imza atmasını sağlayan ana güçlerden birisi Türkiye’dir. Trump, Şarm el-Şeyh’teki zirvede “çetin ama Amerikan başkanının her istediğini yapan biri” olarak tanımladığı Erdoğan’ı, esasında Hamas üzerinde bir baskı aracı olarak kullandığını açıkça söylemiş oldu. Yıllarca desteklediği Müslüman Kardeşlerin Filistin örgütü olan Hamas’ın tasfiyesinin hedeflendiği plana imza atan Erdoğan, Trump’tan “hak ettiği” övgüyü almakla kalmadı, öncesinde Beyaz Saray’da ağırlanarak “meşruiyet” de verildi. Yandaş medya, “Gazze’de savaşı bitiren dünya lideri” propagandasıyla içerde kitleleri aldatmaya çalışıyor. Gerçekte Erdoğan, Filistin direniş örgütlerinin tabutuna çivi çakan, Filistin halkının haklarını yok sayan, topraklarının işgalini kalıcılaştırıp ranta açan plana ortak olmuştur. Ama ikiyüzlü burjuva siyasetinin sıradan siyasi ve ekonomik al-ver ilişkisi “barış” kılıfına sokulmak isteniyor. Oysa zirveye katılan diğer ülke liderleri gibi Erdoğan da, uluslararası sermayeye peşkeş çekilen Gazze’de inşaat projelerini ve doların yeşilini görmektedir. ABD planlarına neredeyse tümüyle angaje olan Türkiye, emperyal emelleri doğrultusunda Ortadoğu’da kendisine alan açılmasını bekliyor. Erdoğan, Trump’ın Ortadoğu’da bir denge kurup sermayeye kârlı alanlar yaratmasını destekliyor çünkü bundan kendisinin de yararlanacağının, Gazze’den Suriye’ye inşaat projeleriyle ekonomiye can suyu sağlayabileceğinin ve iktidarını güçlendirebileceğinin hesabını yapıyor.

Trump’ın Gazze planı: Sömürge ve rant projesi

İşgal ve uluslararası rant projesi niteliği taşıyan “Trump’ın Gazze planı”yla; Hamas’ın tasfiyesi, tüm direniş güçlerinin silahsızlandırılması, İsrail’in saldırılarına karşı inşa edilmiş olan savunma ve saldırı altyapısının yok edilmesi ve Batı’nın çıkarlarıyla uyumlu teknokratlardan oluşan bir sivil yönetimin oluşturulması hedefleniyor. Gazze yönetiminin, Bush ile birlikte Irak’a savaş başlatan İngiltere eski başbakanı Tony Blair liderliğindeki uluslararası bir komisyona devredilmesi planlanıyor. Bu, modern bir manda yönetimi kurmaktan ve Gazze’nin sömürge valisi tarafından denetim altında tutulmasından başka bir anlama gelmiyor. Bu doğrultuda Gazze’ye ABD koordinasyonunda uluslararası güç konuşlandırılacak. Nitekim ABD sürecin takibi için çok uluslu bir gücü koordine etmek üzere Ortadoğu’daki 200 kadar askerini İsrail’e göndereceğini açıkladı. Bahsi geçen bu gücün içerisinde Türkiye, Mısır, Katar ve BAE’nden de birliklerin yer alacağı söyleniyor.

Planda ne Filistin devletinin tanınması, ne iki devletli çözüm ne de 1967 sınırlarına bir atıf söz konusudur. Kaldı ki İsrail, Gazze’de işgal ettiği alanlardan tam anlamıyla çekilmeyecek, hiçbir şey 7 Ekim 2023 öncesi gibi olmayacaktır. Gerek Trump gerekse Erdoğan, Filistin devletinin nasıl kurulacağına değil esas olarak Gazze’nin yeniden inşasına odaklandıklarını söylüyorlar. Şarm-el Şeyh toplantısının ardından konuşan Trump, “Bir devlet, çift devlet ya da iki devlet hakkında konuşmuyorum. Gazze’nin yeniden inşası hakkında konuşuyoruz” derken, Mısır’dan dönerken kendisine askeri güç gönderilip gönderilmeyeceği sorulan Erdoğan da aynı cümleyi yeniliyordu: “Daha önemli işler var; Gazze’nin yeniden inşası ve ihyası gibi…” Emlak burjuvası Trump, nice zamandır Gazze’ye dair “riviera” düşleri kurmaktaydı. Bu doğrultuda küresel sermayenin bir an önce yeniden inşa sürecini başlatmasını arzu etmektedir. Gazze planıyla aynı zamanda Gazze açıklarındaki gaz yataklarının da uluslararası sermayeye peşkeş çekilmesi hedeflenmektedir.

Gazze Planıyla birlikte, Türkiye dâhil birçok ülke, soykırımcı İsrail’den hesap sorulması ve Netanyahu’nun yargılanması gerektiği söylemini geri çekmiştir. Soykırıma ve zulme uğrayan Filistin halkının haklarının yok sayılması karşılığında, emperyalist ve kapitalist güçlere kârlı pastadan paylarını alma fırsatı sunulmuştur. Gazze’yi cehenneme çeviren İsrail devletinin Maliye Bakanı 18 Eylülde yaptığı bir konuşmada “Gazze Şeridi gerçek bir emlak cennetine dönüşüyor”, bölgenin geleceğine ilişkin plan “şimdiden Başkan Trump’ın masasının üzerinde” duruyor demişti. Bir halkı etnik olarak bölgeden temizleyip atmak üzere başlatılan bir savaş, utanmazca “Bir kentsel dönüşüm projesi” gibi sunuluyor. Aynı faşist bakan şöyle diyor: “Bir kentsel dönüşüm projesinde yıkım aşaması her zaman ilk adımdır. O kısmı zaten tamamladık; şimdi inşa etmeye başlama zamanı. … İsrail, bu bölge için bir kalkınma planı hazırlamak üzere ABD ile görüşmelere başladı. Bu savaş için çok para harcadık; şimdi Gazze’deki toprakların yüzde kaçının nasıl paylaşılacağına karar vermemiz gerekiyor.”

Bu rant ve işgal planı, dünya kamuoyu nezdinde katliamların duracağı, insani yardıma izin verilmesi üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Dünya emekçilerinin tepkisi yatıştırılmak, eylemlerin önü kesilmek isteniyor. Ancak ateşkes ilanına rağmen Siyonist İsrail devleti çeşitli bahanelerle Filistinlileri katletmeye devam ediyor, saldırganlıkta sınır tanımıyor. Sadece 20 Ekimde 44 Filistinli İsrail tarafından katledildi. Hamas’ın ateşkesi ihlal ettiğini ileri süren Netanyahu, “Gazze Şeridi’nin dört bir yanındaki onlarca hedefi 153 ton bombayla vurduk” diyerek ateşkesi keyfi bir şekilde deldiklerini pişkince itiraf etti.

Ateşkesle birlikte yüzbinlerce Filistinli Gazze Şeridi’nde sel olup kuzeye evlerinin bulunduğu bölgelere aktı. Gittikleri bölgelerde ayakta duran tek bir yapı olmadığını bildikleri halde, açlıktan susuzluktan bitap düşmelerine, kimisi evladını kimisi anasını, babasını, kardeşini kaybettiği, nice travmalar yaşadıkları halde yola koyuldular. Gri moloz yığınına dönen yerleşim yerlerinde evlerini bulamayıp çadır da kursalar, orada yaşamak istiyorlar. İsrail’in tüm baskılarına, havadan, karadan bombardımanına, açlığa, susuzluğa rağmen Filistinliler Gazze’yi terk etmediler. Filistin halkının sergilediği bu direngen tutum ve Gazze sahil şeridinden kuzeye ilerleyişi resmeden fotoğraf dünya emekçilerinin hafızasına kazındı. Bu da gösteriyor ki Filistin halkı kendi topraklarında yaşamakta direndikçe, Filistin davası dünya gündeminde kalmaya devam edecektir.

Emekçilerin soykırıma karşı ayağa kalkması: Gerçek barış sosyalist devrimle mümkün!

Trump’ın Gazze planı gerçek ve kalıcı barışı temin etmeye dönük hiçbir perspektif içermemektedir. Eşitsizliğe, rekabete dayalı kapitalizm varlığını sürdürdüğü sürece savaş olgusu, var olmaya devam edecektir. Kapitalizmin tarihsel sınırlarına ulaştığı ve Üçüncü Dünya Savaşının genişlediği koşullarda, emperyalist hegemonya krizi daha da derinleşmiş ve dünyanın pek çok bölgesi bu savaşın alanı haline gelmiştir. Daha önce de belirttiğimiz üzere, Filistin meselesi sıradan bir ezilen ulus sorunu çerçevesini aşarak genelleşmiş ve emperyalist hegemonya savaşının içine yerleşmiştir.[4] “İşgal ederek, halkı evlerinden sürerek, zorla göç ettirerek Filistin topraklarını sürece yayarak tümden yok etme planı güden İsrail, emperyalist ve bölgesel güçler arasındaki çatışma ve çelişkileri bu temelde kullanmıştır, kullanmaya da devam etmektedir. Faşist İsrail egemenlerine göre, Filistin’in bir devlet olarak tanınması ve yıllarca tartışılan «iki devletli çözüm» söz konusu değildir. İşgalci İsrail devleti için Filistin sorununun çözümü kitlesel katliam ve soykırımdır. Filistinlilerin başka ülkelere sürülmesi, bölgedeki Suriye, Lübnan gibi çevre ülkelerin sindirilip mevcut durumun kabul ettirilmesi koşuluyla İsrailli egemenler, «güvenli» topraklara kavuşmayı arzuluyorlar.”[5]

İsrail’in sınır tanımaz saldırganlığı dünya emekçilerinin vicdanında mahkûm olmuş ve Siyonist devlet nicedir meşruiyetini kaybetmiştir. Trump’ın topladığı zirvede İsrail’e meşruiyet kazandırmaya çalışılması boşunadır. Barış ise zirvelerde akbabalar gibi paylaşım pazarlıkları yürüten bu saray soytarılarının imza attığı anlaşmalarla gelmeyecektir. Gazze’ye kapitalizm sınırlarında bile “barış”ın gelmesi için Ortadoğu’da savaşın son bulması, dolayısıyla emperyalist sistemin hegemon gücünün yeniden belirlenmesi gerekmektedir. Ne var ki hegemonya savaşı bitmek bir yana, daha fazla genişlemektedir. İşçi sınıfının mücadele tarihi de göstermektedir ki savaşı sonlandıracak olan devrimci işçi sınıfının gerçekleştireceği sosyalist devrimlerdir. Bunun somut örneği, yıldönümüne yaklaştığımız şanlı 1917 Ekim Devrimidir. Emperyalist savaşı sonlandıran Rusya’daki işçi iktidarı, dünya emekçileri için muazzam bir deneyimdir ve bugün de bir pusuladır.

Keza günümüzde de örgütlü işçi sınıfının ne kadar büyük bir etkiye ve güce sahip olduğunu görmekteyiz. Gazze’de soykırımın ikinci yıl dönümünde Latin Amerika ülkelerinden Avustralya’ya, ABD’den Avrupa’ya dünya meydanlarında kitlelerin soykırımcı İsrail devletini ve onun işbirlikçilerini protesto ettiği eylemler son derece etkili oldu. İşçi sınıfının örgütlü kesimlerinin yani mücadeleci sendikaların, sosyalist ve devrimci hareketin, insan hakları örgütlerinin öncülüğünde dünya meydanları soykırımcı İsrail’e karşı dolup taştı. Emperyalist ve kapitalist güçler, soykırım karşısında sınır tanımaz bir ikiyüzlülükle hareket edip barış şovları yaparken, insanlığın vicdanını temsil eden örgütlü işçi sınıfı ve sosyalist hareket her yerde ayağa kalktı ve devletleri Gazze’de savaşın durdurulması için harekete geçmeye zorladı. Belirtmek lazım ki İtalya, İspanya, Yunanistan, Fransa, Hollanda, Danimarka, İrlanda, İngiltere, Almanya, Arjantin, Avustralya ve daha pek çok ülkede meydanları dolduran emekçiler olmasaydı, dünyanın ikiyüzlü burjuva liderleri ne Filistin’i bir devlet olarak tanıyacak, ne de göstermelik de olsa İsrail’i kınayan konuşmalar yapacaklardı.

Bugüne kadar soykırıma karşı eylemlerin başını çoğunlukla  sosyalistler, devrimci örgütler/partiler, mücadeleci sendikalar ve tüm bunların bir parçasını oluşturan öğrenci hareketleri çekti. Ancak özellikle İtalya’da işçi sınıfının 22 Eylül ve 3 Ekimde genel greve çıkması ve hayatı durdurup meydanlara akması, tren garlarını işgal edip limanlara girişi engellemesi Filistin’le dayanışma eylemlerinin çok daha militan ve sınıfsal bir karakter kazanmasını sağladı. “Gördüğümüz üzere, sendikaların doğrudan devreye girmesi ve işçi sınıfının soykırımın durdurulması için bir ülkede grev düzenlemesi, uluslararası siyasete müdahale etmesi muazzam bir örnek oluşturuyor. Vietnam Savaşından bu tarafa, emperyalist savaş ve işgale karşı bu düzeyde kitlesel ve sınıf karakterli eylemler olmamıştı. İtalyan işçi sınıfının soykırımcı İsrail’e karşı Filistin halkıyla dayanışma grevi, emperyalist savaşın nasıl ve gerçekte kim tarafından durdurulabileceğini bir kez daha gözler önüne serdi.”[6]

İtalya’da gördüğümüz üzere işçi sınıfının soykırıma karşı ilk kez üretimden gelen gücünü kullanması ve soykırımcı İsrail’e karşı mücadelede sınıfsal bir tutum sergilemesi burjuvaziyi tedirgin etmiştir. Trump’ın “Bibi dünya sana karşı” demesi, burjuva devletler Filistin’i bir devlet olarak tanıdığı için değil, dünya emekçileri meydanları doldurduğu içindir. Kuşku yok ki Gazze Planının başlıca amaçlarından biri, “Özgür Filistin” ve “İki Devletli Çözüm” sloganlarını atan milyonları sokaktan çekip evlerine göndermekti. Bu amaca şimdilik ulaşmış gözüküyorlar. Fakat saldırganlıkta ve vahşette sınır tanımayan İsrail’i durduracak, Filistin halkının haklarına kavuşmasını sağlayacak olan uluslararası işçi sınıfının mücadelesidir.

Emperyalist Hegomanya Krizi ve Üçüncü Dünya Savaşı

[1] https://www.timesofisrael.com/full-text-of-trumps-knesset-speech-youve-won-you-cant-beat-the-world-its-time-for-peace

[2] https://harici.com.tr/trump-time-dergisine-mulakat-verdi-irana-saldiri-ortadoguda-barisi-mumkun-kildi

[3] Faşist Netanyahu’nun, 22 Ekimde İsrail’i ziyaret eden ABD Başkan Yardımcısı Vance ile basın açıklamasında öne atılıp şunları söylemesi şaşırtıcı değil: “Bir hafta, ‘İsrail ABD’yi kontrol ediyor’ diyorlar. Ertesi hafta, ‘ABD İsrail’i kontrol ediyor’ diyorlar. Bu tam anlamıyla saçmalık. Biz ortak değerlere ve ortak hedeflere sahip müttefik bir ortaklık kurduk. Elbette zaman zaman bazı konularda tartışmalarımız, anlaşmazlıklarımız olabilir, ama genel olarak şunu söylemeliyim ki geçtiğimiz yıl boyunca hedefler konusunda –hatta bu hedeflere nasıl ulaşacağımız konusunda bile– tam bir mutabakat içindeydik.” https://www.timesofisrael.com/netanyahu-vance-reject-idea-israel-is-us-client-state-vow-partnership-on-tough-gaza-plan

[4] https://gelecekbizim.net/kitaplar/emperyalist-hegemonya-krizi-ve-ucuncu-dunya-savasi/?bolum=1#filistin-ulusal-sorunu-ve-emperyalist-hegemonya-mucadelesi

[5] https://gelecekbizim.net/emperyalist-kapismadan-filistin-halkinin-payina-dusen-soykirim

[6] https://gelecekbizim.net/gazze-soykirimin-ikinci-yilinda-siyonist-israile-ofke-buyuyor