Yükselen Milliyetçilik ve Solun Zaaflı Tutumu
Utku Kızılok, 2 Mayıs 2005

Ulusal ‘onur’a değil, enternasyonalist bilincimize sahip çıkalım!

Mersin’deki Newroz gösterilerinde yere vurulan Türk bayrağını bahane eden Genelkurmay’ın başlattığı milliyetçi kampanyanın etkisi hâlâ sürüyor. Sivil-asker bürokrasinin başını çektiği bu kampanyanın gerisinde yatan şey, işçi ve emekçi yığınların bilincini şovenizm zehriyle bulandırarak Türk ve Kürt emekçileri birbirine düşman etmekti. Bilindiği gibi, devletçi-faşist güçlerin topyekûn harekete geçtiği ve MHP-Ülkü Ocaklıların sahne önünde göründüğü bu şovenist kampanya sonucunda Trabzon, Samsun, Sakarya ve Sivas’ta devrimcilere dönük linç girişimleri baş göstermişti. Sağlı sollu burjuva düzen partileri de devletçi-gerici güçlerin bu şoven harekâtını destekleyerek alkış tutmuşlardı.

Ne var ki, bu süreçte milliyetçiliği yükselten ve bayrak çığırtkanlığı yapanlar sadece devletçi-faşist güçlerle sınırlı kalmadı. Türk solunun ezeli zaafı olan milliyetçiliğin, yaşanan bu son olaylarda da bir kez daha nüksettiğini gördük. İrili ufaklı sol grup ve partiler, yükseltilen şovenizme karşı ‘yurtseverlik’, ‘vatanseverlik’, ‘ulusalcılık’ bayrağı altında milliyetçiliği soldan desteklemeye ve bilinçleri karartmaya giriştiler. Milliyetçiliğin böylesine yükseltildiği bir ortamda işçi sınıfının enternasyonalist siyasetine çok daha fazlasıyla çubuğu bükmek gerekiyor.

Komünist Manifesto‘da denildiği gibi, işçi sınıfının kendisine ait bir vatanı yoktur. İşçi sınıfı enternasyonal bir sınıftır; onun vatanı tüm dünyadır! Yurt-vatan-memleket denilen toprak parçalarını ise sermaye sınıfı çoktan kendi mülküne dönüştürmüş bulunmaktadır. Bu basit gerçeği işçi sınıfına taşımak gerekirken, bizim ulusalcı sosyalist ve komünistlerimiz, vatanı burjuvaziden daha fazla sevdiklerini ispatlama yarışına giriştiler.

Üst üste yayınlanan bildirilerde kimileri ‘Türk halk onurunu yükselt!’ derken, kimileri de ‘solcuların ülkemizin bayrağıyla hiçbir sorunu olmadığını’ ve hatta ‘bu bayrağı bir bağımsızlık sembolü olarak taşıdıklarını’ söyleyerek, ‘gerçek ülke sevgisi’nin kendilerinde olduğunu iddia ettiler. Kimileri ise burjuvazinin ‘bayrağı yere düşüren, ulusal onurumuzu ve bağımsızlığımızı hiçe sayan’ uygulamalarından dem vurdu. Bazıları da faşist MHP’ye, ‘bu mu sizin milliyetçiliğiniz’ diyerek ‘gerçek vatanseverler’in kendileri olduğunu kanıtlamaya çalıştı.

Tüm bu bayrak tantanasının orta yerinde liberal aydınlar da bir bildiri yayınladılar. Onlara göre ‘Türk ve Kürt aşırı milliyetçiliğinin kışkırtmalarıyla’ ortam gerilmekteydi; gereken sağduyuydu! Oysa son olayların faili Kürt halkı değil, yıllardır Kürt halkını ezen ve Kürt halkı üzerindeki tahakkümü sürdürmek amacıyla şovenizmi yükselten TC’nin statükocu-devletçi burjuva güçleridir. Ortada bir eşitlik olmadığına göre, ezilen Kürt halkı ile ezen TC’nin aynı kefeye kona-rak eleştirilmesi, sözümona milliyetçiliğe karşı duruyormuş gibi görünüp gerçekte ise büyük Türk şovenizmine ses çıkarmamaktır.

Bugün sağlı sollu yükseltilen milliyetçiliğin renk tonları farklı olsa da, özünde aynı şey savunulmaktadır. Böyle bir ortamda enternasyonalist mevzileri daha büyük bir kararlılıkla savunmak, işçi sınıfının enternasyonalist bayrağının ulusalcı-milliyetçi bayraklarla karışmasına izin vermemek gerekiyor. Sahip çıkılması ve işçi sınıfına taşınması gereken, ‘ulusal onur’ bayrağı değil, proletarya enternasyonalizminin onurlu kızıl bayrağıdır!

Milliyetçilik işçi sınıfının göz bağıdır

Son dönemde milliyetçiliğin yükseltilmesinin ve işçi sınıfına şovenizm zehrinin bulaştırılabilmesinin birçok nedeni var kuşkusuz. Ama bu konuda en büyük etmen, işçi sınıfının örgütsüz ve dağınık oluşudur. Örgütsüz ve devrimci önderlikten yoksun işçi hareketi, burjuvazi tarafından rahatlıkla maniple edilip yönlendirilebilmektedir.

Milliyetçiliğin, şovenizmin körüklenmesi yalnızca Türkiye’ye özgü bir olay değil; genel olarak dünyada böyle bir gidişat var. Çoktandır Avrupa ülkelerinde ‘aşırı sağ’ denilen partilerin oy oranları yükseliyor. Fransa, Hollanda, Avusturya gibi ülkelerde Nazi artığı faşist partiler yabancı düşmanlığı yaparak, diğer ülkelerden gelen işçilere karşı ırkçı saldırılar düzenliyorlar.

Her ülke burjuvazisi, işçi-emekçi kitlelerin yaşadığı işsizlik, açlık ve yoksulluğun gerçek sebebi olan çürümüş ve siyaseten kokuşmuş kapitalist düzeni gözlerden ırak tutmak amacıyla milliyetçiliğe sarılıyor. Böylelikle tüm sorunların kaynağı ‘dışarıdan gelenler’ olarak algılatılıyor ve sınıf çelişkisi gölgelenerek, esas çelişki ulusal çelişkiymiş gibi gösterilmek isteniyor. Kapitalist düzen altında inletilen işçi-emekçi kitleler, işsizlik ve yoksulluklarının gerçek sebebini diğer uluslardan işçiler olarak görüyorlar. Örgütsüzlüğün ve bilinçsizliğin hâkim olduğu böyle bir ortamda ırkçı-milliyetçi eğilimler güçleniyor.

Emperyalist hegemonya savaşının kızışmasıyla birlikte milliyetçilikteki yükseliş hız kazanmıştır. ABD emperyalizmi 11 Eylül saldırılarını bahane ederek içeride anti-demokratik yasalar çıkartmakla kalmadı, faşizan uygulamaları da devreye sokarak emekçi yığınların bilincini çarpıtmaya girişti. ‘Terörizm’ sopasını bilinçsiz kitleler üzerinde kullanan tekelci Amerikan burjuvazisi, Müslüman Asya halklarını düşman ilan ederek toplumu korkutmak, sindirmek, baskı altına almak istiyor. ABD emperyalizmi ülke içinde milliyetçiliği, şovenizmi yükselterek, Afganistan’da, Irak’ta giriştiği katliamları, işlediği insanlık suçunu Amerika’nın örgütsüz ve bilinçsiz emekçi yığınlarına onaylatmaya çalışıyor.

Genel olarak milliyetçilik zehri emekçileri uyutmak üzere bünyeye zerk edilirken, Türkiye özgülünde konu, aynı zamanda burjuvazinin kendi içinde yürüyen çatışmadan da bağımsız düşünülemez. Türkiye burjuvazisi çoktandır bir bölünmüşlük yaşıyor. Ayrı çıkarlara sahip burjuva kesimlerin politik yönelimleri de haliyle farklı oluyor. AB’ye girerek Avrupa sermayesi ile entegrasyonu derinleştirme perspektifi üzerinden başlayan tartışma, Türk burjuvazisinin iktidar bloğunu tepeden çatlatmış bulunuyor. Böylece burjuvazi içinde süre giden çatışma, siyaset arenasına çeşitli konular üzerinden yansıyıveriyor. Kürt ve Kıbrıs sorunu, Ermeni meselesi, devlet cihazının reorganize edilmesi konuları burjuvazi içindeki tepişmenin dışa vurmasına vesile oluyor.

Sağlı-sollu statükocu-devletçi güçler bu çatışma temelinde bir araya gelerek bir ‘kızıl elma’ koalisyonu oluşturmuş bulunuyorlar. Sivil ve askeri bürokrasi, ulusalcı geçinen burjuva kesimler, faşist MHP-BBP, gerici DYP, Zubatovcu İP, Kemalist ‘Türk Solu’ dergisi, Kemalist CHP, entelijensiyanın bir kesimi vb. aynı safta toplanmışlardır. Elbette bu kesimlerin sözcülüğünü askeri bürokrasi yapmaktadır; sağlı sollu diğer kesimler ise askeri bürokrasinin destekçiliğine soyunmuşlardır. Kürt sorununa inkârcı ve imhacı yaklaşan, Ermeni katliamını haklı gösteren, Kıbrıs’ın işgalini savunan tüm bu kesimlerin gerçekte savundukları, kendi çıkarlarına denk düştüğüne inandıkları eski statükodur.

AB uyum sürecinde tekelci burjuvazinin attığı adımlar, uluslararası gelişmelerle de birleşerek statükocu kesimleri bir hayli sıkıştırmış ve onların mevzi kaybetmesine neden olmuştur. Milliyetçilik zemini üzerinden başlatılan şoven harekâtın esas nedeni, işte bu statükocu güçlerin mevzilerini tamamen kaybetme korkusudur. Nitekim bayrak olayı üzerine bir bildiri yayınlayarak şoven harekâtın başını çeken Genelkurmay, son olarak Harp Akademilerinde Özkök’ün yaptığı konuşmayla statükocu-devletçi burjuva güçlerin hâlâ diri olduğunu ve iktidar mevzilerini terk etmeyeceklerini hatırlatmak istemiştir.

Talabani’nin Irak Devlet Başkanı olması, Irak Kürdistanında bir Kürt federe devletinin kurulma olasılığı, Öcalan’ın yeniden yargılanma ihtimali, Kıbrıs’ta Denktaş kliğinin gerilemesi ve seçimleri kaybetmesi statükocu güçleri fevri davranmaya itiyor. Bu güçler toplumu Türk milliyetçiliği temelinde politize etmeye ve arkalarına bir kitle desteği alarak iktidardaki mevzilerini korumaya çalışıyorlar.

İşte tam da böyle bir süreçte, bir taraftan da statükocu-devletçi burjuva güçlerin kalemşorları toplumdaki milliyetçi duyguyu yükseltmek amacıyla kıyamet senaryoları yazmaya koyulmuşlardır. Genel olarak Batı karşıtı ve şoven bir ideolojiden hareket eden bu kesimin yazar-çizer takımı, anti-Amerikancı, anti-Avrupacı söylemleri öne çıkartıyor. Diğer bir yandan da Yahudi düşmanlığı anti-Sabetaycılık adı altında pompalanıyor. ABD ve AB’nin TC’yi bölmek istediği ve hatta ABD’nin Türkiye’yi işgal edeceği senaryolarını içeren kitaplar kitapçıların raflarını süslüyor, gazeteler bu tip yazılarla dolup taşıyor.

Statükocu-devletçi kesim kendi çıkarlarını milliyetçilik zehri biçiminde emekçilere zerk ederek meşrulaştırmaya, toplum katında destek bulmaya çabalamaktadır. Aslında bu açıdan yeni bir şey yok. Lakin burjuvazinin statükocu kanadı bunu yaparken, emperyalizme karşı sözümona ‘bağımsız Türkiye’ sloganını paravan olarak kullanıyor. Bu kesim anti-Amerikancılığı anti-emperyalizm olarak sunma gayretindedir. Emekçi kitlelerde biriken anti-Amerikancı duyguyu ise Türk milliyetçiliğini yükseltmek üzere kullanmaktadır. Ve ne acıdır ki bu burjuva kesimler ile Türk solunun büyük bir bölümü aynı noktada birleşmektedir. Oysa anti-kapitalizmden bağımsız bir anti-emperyalizmin olamayacağı çok açıktır.

Türk solunun ezeli zaafı olarak milliyetçilik

Her zaman vurguladığımız üzere, Türk solunun daha baştan milliyetçilik ile malûl olması onun tüm yaklaşımlarına da sirayet etmektedir. Son yaşanan olaylar karşısında alınan tutumlar gösteriyor ki, Türk solunun ezeli zaafı milliyetçilik derinleşerek devam ediyor. Solun milliyetçiliğindeki hareketlenme sadece son günlerin olayı değildir. Türk solu içinde var olan Stalinist milliyetçi damar çoktandır güçlenmekteydi. Yapılan açıklamalar ve alınan tutumlar gerçekten de ibretliktir.

İşçi sınıfının vatanı olmadığını, onun uluslararası çıkarlara sahip tek bir sınıf olduğunu komünizmin kurucuları daha bir buçuk asır önce Komünist Manifesto‘da yazmışlardı. II. Enternasyonal oportünizmi Marksizme ve komünist görüşlere ihanet ederek burjuvazinin safına geçtiğinde, Lenin, Troçki, Luxemburg ve yoldaşları işçi sınıfının enternasyonalist kızıl bayrağının yere düşmesine izin vermediler. Ve işçi sınıfı içindeki sol görünümlü burjuva ajanlara karşı amansız bir savaş yürüttüler. Bugün de en tehlikeli olan şey, milliyetçiliğin üzerine sol sosunu dökerek işçi sınıfının gözünü boyamak ve onun bilincini burjuvazinin ideolojik zehriyle doldurmaktır.

TC’nin bayrağını bağımsızlık sembolü olarak kutsayan TKP, onu emperyalizme karşı mücadelenin de simgesi haline getiriyor. TKP’ye göre bugün Kürt halkı da ‘Türk yurtseverliğini’ kuşanarak TC’nin bayrağını kendisine mücadele sembolü yapmalıdır.

Ulusal bayraklar birer semboldür kuşkusuz. Ancak soyut birer sembol değil, somut bir devletin sembolüdürler. Bayrakları devletten ve devleti de egemen sınıftan kopuk ele alan bir yaklaşımın Marksizm ile bir ilgisi olamaz. Sömürgeciliğe karşı bir mücadeleyle kurulmuş her ulus-devletin bayrağı kuşkusuz o devletin bağımsızlığının bir sembolüdür. Ne var ki, geçmişte bağımsızlık için mücadele eden burjuvazinin belli bir dönem boyunca taşıdığı göreli ilerici politik konumu ve sembolleri ile, bağımsızlığını kazandıktan sonra kapitalistleşme yolunda merhaleler kat etmiş ve gericileşmiş bir burjuvazinin sembollerini birbirine karıştırmak siyasal dolandırıcılık değildir de nedir?

Öylesine bir kafa karışıklığı yaratılmış bulunuyor ki, ileri sürülen perspektifin işçi sınıfının enternasyonalist mücadele ve çıkarlarıyla doğrudan veya dolaylı hiçbir alâkası yok! İşçi sınıfına ‘ulusal onur’ propagandası yapanlar kimin ulusal onurundan söz ediyorlar? Bilinmelidir ki, milliyetçiliğin işçi sınıfına soldan taşınması ve yaratılan bilinç bulanıklığı bugün ve gelecekte mücadeleye atılacak genç kuşakları daha baştan zehirlemekle kalmayacak, yükselen işçi hareketine de zarar verecektir. Ayrıca da, kitlelerin geri bilinç düzeyine hitap edip yükselen milliyetçi dalganın üzerine binerek kitleselleşme gayretinde olanların sonu hezimettir.

‘Ulusal onur’, ‘vatan hainliği’, ‘yurtseverlik’, ‘vatanseverlik’, ‘ulusal bağımsızlık’ ve ‘ulusal bayrak’ gibi kavramlar burjuva ideolojisine aittirler. Burjuvazi kendi çıkarlarının ifadesi olan ideolojik argümanları emekçilerin bilincinde meşrulaştırmakla kalmıyor, bu argümanları bir toplumsal baskı unsuru haline dönüştürerek kitleleri bu çizgiye göre tavır almaya da zorluyor. Milliyetçiliğin üzerine sözümona ‘bağımsızlık’, ‘ulusal onur’, ’emekçi yurtseverliği’ cilâsı çekerek emekçi yığınlara yutturmaya çalışanlar bilmelidirler ki, işçi sınıfına karşı suç işlemekteler.

Düzenin bindirdiği ideolojik basınca direnemeyenler, burjuva ideolojik çizgiye kaymakta ve siyasi söylemlerini burjuvazinin cephanesinden alarak sözümona savaşa girmekteler. Nitekim Türk solunun genelinin içinde bulunduğu bilinç bulanıklığı tastamam bunu kanıtlıyor. Evet, bugün Türk solunun milliyetçiliğe sürüklenen bir bölümü ile burjuvazinin statükocu kesimleri aynı söylemde birleşebiliyorlar. Sadece anti-Amerikancılığın anti-emperyalizm olarak sunulması değildir söz konusu olan; AB karşıtlığı üzerinden ‘ulusalcı’ kapitalizm savunusu çizgisinde de birleşmekteler. ‘Bağımsız Türkiye’ sloganı bu kesimleri aynı kulvarda birleştiriyor. ‘Anadolu halkının emperyalizm karşıtlığı’, ‘yurtseverlik’ ve ‘vatanseverlik’ sloganları Türk solu ile statükocu güçlerin ortak paydaları!

Ulus-devletini kurmuş, egemen bir sınıf olarak örgütlenmiş ve bugün emperyalist sistemin bir parçası olmuş Türk burjuvazisini ve Türkiye kapitalizmini sömürge düzeyine indirgeyerek bağımsızlık çığırtkanlığı yapmak Marksist bir tutum olamaz! TC ne sömürgedir ve ne de dünya emperyalist sisteminin dışındadır. Bilinmeli ve kavranmalıdır ki, emperyalizm kapitalist sisteme dışsal bir olgu değil, bizzat onun kendisidir. TC burjuvazisi emperyalist sistem içinde işçi sınıfının sömürüsünden daha fazla yararlanmak amacıyla kabına sığmamakta, bölgede emperyal niyetler peşinde koşmaktadır. Bir kez daha hatırlatalım ki, kapitalizmi hedef almadan, yani anti-kapitalist olunmadan anti-emperyalist olunamaz!

Komünistler milliyetçiliğin çeşitli kılıklar altında emekçi kitlelerin bilincine zerk edilmesine karşı uyanık olmalılar. Önümüzdeki dönemde milliyetçiliğin daha bir yükseleceği gerçeğini göz önüne alarak işçi sınıfının enternasyonalist görüşlerini inatla ve kararlılıkla savunmak gerekiyor. İşçi sınıfı burjuva egemenliğinin sembollerini ve kavramlarını değil, kendi kızıl bayrağını ve enternasyonalist sloganlarını yükseltmeli, enternasyonalist bilincine sahip çıkmalıdır. Yalnız ve yalnızca proletarya enternasyonalizmini tavizsiz biçimde savunan komünistler, emperyalist yayılmacılığa, burjuva gericiliğine, şovenizme, faşizm tehlikesine karşı tutarlı ve kararlı bir mücadele verebilirler. Bu da kuşkusuz, Marksizm temelinde berrak ideolojik-politik görüşlere ve sağlam bir enternasyonalci komünist örgütlülüğe sahip olmakla mümkündür.

İlgili yazılar