Yemen’e Müdahale ve Genişleyen Ortadoğu Savaşı
Utku Kızılok, 11 Nisan 2015

Suudi Arabistan’ın başını çektiği, aralarında Mısır ve Körfez ülkelerinin de olduğu savaş koalisyonu, 26 Mart sabahı, Husilerin egemenliğini kırmak amacıyla Yemen’i bombalamaya başladı. O günden bu yana, başta başkent Sana olmak üzere, Husilerin egemen olduğu birçok bölge savaş uçakları tarafından bombardımana tâbi tutuluyor. Emperyalist ve kapitalist haydutların “Kararlılık Fırtınası” adını verdikleri bu askeri operasyon sonucunda birçok yerleşim alanı yıkılırken, şu ana kadar çocukların da içinde olduğu yüzlerce sivil hayatını kaybetti ve yüzlercesi de yaralandı. Bombalanan yerler arasında Husi köyleri ve mülteci kampları da var.

ABD emperyalizmi doğrudan savaş koalisyonunun içinde yer almasa da, İran’ın bölgedeki nüfuzunun artmasına karşı olduğu için Suudi Arabistan’a destek veriyor. Suudi önderliğindeki kapitalist haydutların baş destekçilerinden biri de İsrail’dir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, İran ve “terörist” grupların Yemen’den çıkması gerektiğini söyleyerek Türkiye’nin savaşa lojistik destek vereceğini açıkladı.

Suudi Arabistan liderliğinde bir araya gelen Sünni cephe, İran’ın Şiilik üzerinden tüm bölgeyi kontrol altına almak istediğini, Yemen’de ise Husiler üzerinden bunu yaptığını dile getirerek buna izin vermeyeceklerini söylüyor. Bir taraftan bu açıklamaları yapan ve Yemen’i yakıp yıkma noktasında “Kararlılık Fırtınası” estiren bu haydutlar, diğer taraftan tek dertlerinin Yemen’in bütünlüğü, refahı ve huzuru olduğunu ileri sürüyorlar. Riyakârlığın ancak bu kadarı olur!

Bilindiği üzere, Şii Husiler ile Cumhurbaşkanı Abdurrabu Mansur Hadi arasında tüm toplum kesimlerini kapsayacak bir hükümet kurulması ve yeni bir anayasa hazırlanması için bir anlaşma yapılmıştı. Lakin özellikle Suudi Arabistan, Husilerin merkezi yönetimde yer tutması ve onun üzerinden de İran’ın Yemen’de etkili olmasını istemediği ve ayrıca geleneksel egemen kesimler güçlerini paylaşmaya yanaşmadıkları için bu anlaşma boşa çıktı. Söz konusu anlaşmanın uygulanmamasıyla, Sana’yı fiilen ellerinde tutan Husiler Cumhurbaşkanlığı Sarayını ele geçirdiler. Hadi ve hükümet, müttefiklerinin de telkiniyle istifa etti. Amaç siyasal bir boşluk ve kriz yaratarak Husileri sıkıştırmaktı. Fakat bir süre egemen güçlerle belirli pazarlıklar yürüten Husiler, özellikle de ordu genelkurmayının desteğini aldıktan sonra tüm iktidarı eline aldılar.

Bu hamle üzerine Hadi ve eski rejim yanlılarının bir kısmı Yemen’in ikinci merkezi sayılan Aden’e gitti. Husilerin kontrolü ele geçirmesi, Hadi’nin Cumhurbaşkanlığından istifa etmesi ve dolayısıyla geleneksel merkezi yapının çökmesiyle Yemen’de nüfuzunu önemli ölçüde kaybeden Suudi Arabistan ve Batılı emperyalist güçler, Hadi’ye istifa kararını geri çektirdiler. Bu güçlerin desteğiyle Hadi, Yemen’in meşru temsilcisi olarak tanındı ve “terörist” olarak tanımlanan Husilere karşı yeni bir mücadele örgütlemeye girişti. Hadi yanlıları Aden’deki ordu üslerine saldırı düzenlerken, Husiler, Aden ve çevresini kontrol etmek ve Hadi güçlerini bastırmak üzere harekete geçtiler. Husilerin Aden’e doğru ilerlemesi ve Hadi’nin kaçmasıyla birlikte, Suudi Arabistan liderliğindeki savaş koalisyonu hava bombardımanına başladı.

Suudi Arabistan, ona destek veren ABD dâhil Batılı emperyalist güçler ve İsrail, Aden ve çevresinin Husilerin kontrolüne geçmesine kesinlikle karşılar. Çünkü Yemen, Arap Yarımadasının güneybatı ucunda, yani Kızıldeniz’in Aden Körfezi aracılığıyla Hint Okyanusuna açıldığı bölgede yer almaktadır. Dünya ticaretinin önemli bir kısmı Aden Körfezi yolu kullanılarak yapılmaktadır. Petrol sevkiyatı başta olmak üzere uluslararası deniz ticaretinin kontrol edilmesi bakımından Yemen’in konumu oldukça önemlidir.

Ancak Suudi Arabistan öncülüğünde sürdürülen bombardımana ve yıkıma rağmen, Husilerin Aden’e girmesi ve çevre kentleri ele geçirmesi engellenebilmiş değil. Suudi Arabistan ve müttefikleri kara harekâtına hazırlanırken, Husiler ise Suudi topraklarına girerek olası bir kara savaşında neler yapabileceklerinin mesajını veriyorlar.

Husiler, hem ordunun hem de halkın önemli bir kesiminin desteğini almış durumdalar. Bunda, iktidarı tüm toplum kesimleriyle paylaşmaya hazır olduklarını açıklamaları, geleneksel iktidarın merkezi kaynakları daima kendi yandaşlarına aktarmasını öne çıkarmaları, yoksul kitleler için son derece önemli olan petrol fiyatlarının düşük tutulması gibi hususlar etkili olmaktadır. Diğer taraftan özellikle milliyetçi vurgularla vatan savunmasını öne çıkartıyorlar. İran’ın Husiler üzerinde etkili olduğu tartışmasızdır, ancak bu iddia edildiği gibi Husilerin basit bir kukla olduğu anlamına gelmiyor.

Ortadoğu savaşı genişliyor

Hiç kuşku yok ki Yemen’de egemen güçler arasındaki iktidar kavgası ve arkasından gelen dış müdahale Ortadoğu’da yürüyen emperyalist paylaşım savaşının doğrudan bir parçasıdır. Şu hususun altını kalınca çizmek lazım: Emperyalist savaşın kaynağında, dünya ekonomisinin uzun bir dönemdir krizde olması ve emperyalist güçlerin nüfuz ve yatırım alanları üzerinde yürüttükleri hegemonya kavgası yatmaktadır. Dünyadaki tüm siyasal gelişmeleri koşullandıran ve belirleyen şey de işte bu nesnel zemindir.

Daha önce belirttiğimiz üzere pazar, yatırım ve enerji kaynaklarının yeniden paylaşılması ve emperyalist-kapitalist sistemin hegemonik gücünün yeniden tayin ve tesis edilmesi amacıyla başlatılan savaş, bugün esas itibariyle Ortadoğu’da yoğunlaşmış ve alabildiğine karmaşık bir Ortadoğu savaşına dönüşmüştür. Yürüyen savaş hâlihazırda siyasal dengeleri değiştirirken, Ortadoğu’da tam bir kaos hüküm sürmektedir ve savaşın ne zaman sonuçlanacağı, siyasi dengelerin yeniden nasıl kurulacağı belirsizdir.

Yemen’i de içine çeken Ortadoğu’daki emperyalist savaş her geçen gün büyümektedir. Herhangi bir ülkedeki iç gerilimler, tüm bölgeyi etkileyen emperyalist paylaşım kavgasından dolayı kendi mecrasından çıkmakta ve gelip büyük savaş sürecinin içine yerleşmektedir. Yemen’deki iç siyasal krizin bir iç savaş ve dış müdahale ile sonuçlanması da bu gerçeği gözler önüne sermektedir.

Emperyalist-kapitalist paylaşım kavgası, aynı zamanda mezhepsel bir boyut da kazanmış durumda. ABD’nin Irak’ı işgal ederek fitilini ateşlediği Ortadoğu’daki emperyalist-kapitalist savaşta, İran, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ülkeler de bölgesel güçler olarak boy ölçüşüyorlar.

Saddam’ın devrilmesiyle Irak’ta Şiilerin iktidara gelmesi, tarihin şu cilvesine bakın ki ABD’nin hesaplarının aksine Şii İran’ın önünü açtı. Bugün Pakistan’dan Yemen’e İran, Şii nüfus üzerinden bölgede önemli bir etkiye sahiptir. Özellikle “Arap Baharı” sürecinde, Suudi Arabistan dâhil birçok Arap ülkesinde, Şiiler çeşitli demokratik talepler etrafında gösteriler düzenledi. Bahreyn’de ise gösteriler adeta ayaklanma noktasına vardı. Suudi egemenler, İran’ın Şii nüfus üzerinden etkisini güçlendireceğini hesaplayarak, Bahreyn’e asker göndermekten ve gösterileri kanla bastırmaktan geri durmadılar.

Müslüman ülkelerin liderliğine oynayan ve Ortadoğu’da Sünni bir eksen yaratmaya çalışan Türkiye’nin Mısır ve Suriye politikalarında başarısız olması ve yalnızlaşması, Suudi Arabistan’ı öne çıkartmıştır. Zaten ezelden beri Şii İran karşısında Sünni eksen politikası uygulayan Suudi Arabistan, Yemen’deki iç siyasal krizi bahane ederek bu politikasına hız vermiştir.

Suudi Arabistan, İran’ın Şiiliği kullanarak Ortadoğu’da bir imparatorluk kurduğunu iddia edip diğer Sünni ülkeler üzerinde baskı kurmaktadır. Aslında Yemen’e müdahale edilmesinin amacı da mezhepsel çelişkileri kalınlaştırmaktır. 26. Arap Birliği Zirvesinde “Arap ortak askeri güç birliği” kurulması yönünde karar alınması da bu politikanın bir sonucudur. Bu Arap ordusu kurma girişimi, aynı zamanda Ortadoğu’daki emperyalist-kapitalist kapışmanın nereye doğru gittiğinin bir göstergesidir.

Emperyalist-kapitalist nüfuz savaşı, mezhepsel eksenler üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Hiç kuşku yok ki İran egemenleri, Yemen’de olduğu gibi Şiiliği kullanarak kendilerine nüfuz alanları açmaya çalışmaktadırlar. Ancak İran’ı bu noktada eleştiren diğer emperyalist-kapitalist güçler ve meselâ Suudi Arabistan farklı değildir. Yıllar boyunca Yemen’de iktidarlar üzerinde egemenlik kuran Suudi Arabistan, merkezi iktidara ve aşiretlere paralar akıtarak kendi radikal Vahabi İslam inancını yaymaya çalışmaktan, Şiileri dışlayarak mezhepçiliği kışkırtmaktan imtina etmemiştir. Keza bugün Ortadoğu’da vahşet sahneleri sergileyen, Şiileri katlederek mezhepçiliği kışkırtan IŞİD’in önünün açılmasında Suudi egemenlerin önemli bir rolü vardır. Çünkü IŞİD’in akıl almaz katliam sahneleriyle mezhepçiliği kışkırtması ve toplumun Şii ve Sünni olarak kesin bir biçimde bölünerek karşı karşıya gelmesi, aslında İran karşısında Sünni ekseni güçlendirmeye çalışan Suudi Arabistan’ın işine gelmektedir.

Geçerken belirtelim ki, Yemen’e yönelik bu operasyonun zamanlaması da bir tesadüf değildir. Suudi Arabistan ve İsrail, İran’la ABD arasında yürüyen nükleer müzakereler açısından kritik öneme sahip bir anlaşmanın hemen öngününde, aslında İran’ın yanı sıra Amerika’ya da mesaj vermek üzere, harekâtı o tarihe denk getirmişlerdir. Böylece Amerika’ya İran’ı fazla alttan almaya kalkışma denmiş ve bu mesaj yerine ulaşmıştır.

Önümüzdeki dönemde, özellikle Yemen’e karadan müdahale gerçekleşmesi Ortadoğu’daki savaşa yeni boyutlar kazandıracaktır. Suudi Arabistan, Pakistan başta olmak üzere savaş koalisyonu içinde yer alan devletlerin Yemen’de karada savaşması için asker vermesini istemektedir. Bilhassa, Taliban’a karşı savaşan ve gerillaya karşı savaşta deneyimli olan Pakistan ordusunun Yemen’de rol alması amacıyla Navaz Şerif iktidarı üzerinde basınç kurmaktadır. Lakin içeride Taliban ve El-Kaide ile boğuşan ve aynı zamanda önemli bir Şii nüfusa sahip olan Pakistan yönetimi, Suudilerin bu basıncına direnmeye çalışıyor. Diğer taraftan İran, Pakistan’ın Yemen’e asker göndermemesi için baskı yapıyor. Çok açık ki Pakistan’ın Yemen’e asker göndermesi içerideki çelişkileri daha da arttıracaktır. Tam da bundan dolayı Pakistan Meclisi, Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyondan çıkma kararı almış ve Şerif hükümeti de “tarafsız” kalacağını açıklamıştır.

Yemen krizi, Ortadoğu’daki savaşın karmaşık boyutlarını da gözler önüne sermektedir. Meselâ Türkiye dışarıdaki sıkışmışlığını aşmak amacıyla Suudi Arabistan’a ve dolayısıyla Sünni eksen politikasına destek vermektedir. Böylece ittifak yaptığı Müslüman Kardeşler’i iktidardan indiren ve kolunu kanadını kıran Sisi’nin Mısır’ıyla ve ona destek veren Suudi Arabistan’la aynı safta birleşmiş olmaktadır. Diğer taraftan aynı Türkiye, kanlı bıçaklı olduğu İsrail ile de, Suudi Arabistan öncülüğünde aynı safta buluşmaktadır. Elbette Türkiye’nin Suudi Arabistan öncülüğündeki Sünni eksene destek vermesinin nedeni, aynı zamanda İran’ı dengelemeye dönüktür. Ancak neresinden bakarsak bakalım, şu anki verili durumda AKP öncülüğündeki Türkiye’nin yalnızlığı ortadan kalkmış değil.

Yemen’e müdahale edilmeden önce şunları yazmıştık: “Egemen güçlerin iktidar kavgası ve giderek keskinleşen çelişkiler, Yemen’i içinden çıkılmaz geniş bir iç savaşa doğru çekmektedir. Kaçınılmaz olarak mezhepsel bir renge de bürünecek böyle bir iç savaş, açlık ve yoksulluğun pençesinde kıvranan emekçilerin canını alıp, Yemen’in korkunç bir yıkıma sürüklenmesine neden olacak. Şurası açık ki Yemen’de derinleşen siyasal buhran, emperyalist-kapitalist boy ölçüşmenin merkezi haline gelmiş Ortadoğu’da yürüyen emperyalist savaştan bağımsız değil.”

Çok kısa bir süre içinde Yemen’deki iç siyasal kriz daha derinleşmiş ve hemen arkasından Suudi Arabistan öncülüğünde kapitalist saldırganlık devreye girmiştir. Bu müdahale kanlı bir savaştan başka bir sonuç vermeyecek ve Ortadoğu’daki savaş cehennemi giderek daha fazla büyüyecektir. 

11 Nisan 2015

İlgili yazılar