Trump ABD Emperyalizminin Derdine Çare Olacak mı?-3
Trump’ın Yeni Ticaret Savaşı ABD’yi Kurtarabilir mi?
Akın Erensoy, 2 Ağustos 2025

ABD Başkanı Donald Trump, 2 Nisanda tüm ülkelerden yapılan ithalata asgari yüzde 10 gümrük vergisi getirdiğini, Çin ve AB dâhil onlarca ülkeye ise değişik oranlarda ek gümrük vergisi uygulayacağını açıkladı. Söz konusu Trump olunca; şov, yalan ve burjuva ikiyüzlülüğü en uç noktasına varıyor. Trump, 2 Nisanı “kurtuluş günü” ilan etti. Ona göre yeni vergi tarifeleri, ABD açısından “ekonomik bağımsızlığın ilanı” anlamına geliyor. Trump, sıklıkla ABD’nin başka ülkeleri zengin ettiğini ve artık bu aptallığın bittiğini söylüyor: “Akıllı olmaya başlayacağız ve tekrar çok zengin olacağız.” Böylece önceki başkanlar ve yönetimler aptalken, kendisi ABD’yi kurtaran süper kahraman oluyor.

Marx’ın vurguladığı gibi kapitalist üretim ilişkilerinin dünyası, çarpıtılmış ve tepetaklak edilmiş bir dünyadır. Kapitalist sistemdeki çürüme derinleştikçe, bunu yansıtırcasına, gerçekliğin baş aşağı çevrilmesi, giderek her şeyin bir şova dönüşmesi ve sanal olanın gerçeklik olarak algılanması en uç noktasına kadar varır. Ekonomik ve politik dengeler yeniden ABD emperyalizminin çıkarları temelinde kurulmazsa tüm dünyayı ateşe vermekle tehdit eden, Gazze’de Filistin halkının cesetleri üzerine turistik cennet kuracağını söyleyen faşist Trump, Nobel Barış Ödülünü almak istiyor! Emperyalist-kapitalist sistemin hegemon gücü ABD değilmiş gibi, emperyalist rekabette üstün gelmek üzere alabildiğine kızıştırdığı ticaret savaşını “ekonomik bağımsızlık” ve “kurtuluş günü” olarak sunuyor. Elbette gerçeğin bu olmadığını o da biliyor ama gerçek kimin umurunda? Bir taraftan Amerikan emperyalizminin çıkarlarını garanti altına alırken, öte taraftan da emekçi kitlelerin bilincini bulandırmak ve onları arkasından sürükleyerek siyaseten güçlü olmak istiyor. Nitekim şovunu inandırıcı kılmak için yeni tarifelerle birlikte Amerikan üreticileri/patronları ve işçileri için dezavantajlı dönemin bittiğini ilan ediyor.

Trump’ın kızıştırdığı ticaret savaşları, küresel dünya ekonomisinin nasıl girift ilişkiler temelinde şekillendiğini ve bütünleşik bir karakter kazandığını bir kez daha gözler önüne serdi. Dünya ekonomisi ve ticaretinin Trump’ın 2 Nisanda duyurduğu yeni gümrük tarifelerinden olumsuz etkilenmesi kaçınılmazdı ve nitekim bu yüzden ertesi gün başta ABD olmak üzere sayısız ülkede borsa düşüşleri yaşandı. Dünyanın en büyük ekonomik gücü ABD’nin yürüttüğü ticaret savaşının uluslararası ticareti derinden etkilememesi ve bir karmaşa yaratmaması zaten düşünülemezdi. Nitekim Trump, 9 Nisanda yeni bir karar alarak 75 ülkeyi kapsayan ek gümrük vergisi tarifelerinin 9 Temmuza kadar ertelendiğini açıkladı. İki gün sonra ise, bu kez iPhone dâhil Çin’de üretilen bazı teknoloji ürünlerinin yeni gümrük vergilerinden muaf tutulacağını duyurdu. Zira Yüksek gümrük vergileri nedeniyle, iPhone’un satış fiyatının üç katına çıkacağı hesaplanıyordu.

Küresel teknoloji pazarını araştıran Counterpoint şirketine göre, Apple’ın ABD’de sattığı iPhone marka akıllı telefonların yüzde 80’i Çin’de üretiliyor. Apple’ın Çin’den sonra iPhone’u ürettiği bir başka ülke Hindistan. Şirket, 2028’e kadar satışa sunacağı iPhone’ların yüzde 25’ini bu ülkede üretmeyi planlıyor. MacBook ve iPad gibi markalar, üretimlerinin bir kısmını Vietnam’a kaydırmış durumdalar. Kuşkusuz kâr susuzluğunu gidermek isteyen Amerikan tekelleri için Çin, hâlâ en önemli ülke konumunda. Çin, hem ucuz ve gelişmiş işgücüne hem de kapitalist üretim için muazzam bir altyapıya sahiptir. Mesela Şangay’daki fabrikada 2023’te 947 bin araç üreten Elon Musk’ın Tesla’sı, elektrikli otomobil üretiminin yüzde 51’ini Çin’de yapıyor. Özetle Trump’ın yüksek gümrük vergileri; Çin, Hindistan veya Vietnam malı adı altında ABD’ye giren ama gerçekte Amerikan tekellerinin dışarıda ürettiği metaların fiyatını artırmakta, satışlarını ve kârlarını düşürmektedir.

Tam da bu yüzden Çin, Hindistan, Vietnam, Tayvan, Bangladeş, Kamboçya, Meksika gibi ülkelere uygulanan yeni gümrük vergileri, ABD egemen sınıfı içinde sürüp giden krizi daha da alevlendirdi. Mesela Amazon, gümrük vergilerinin ürünlerin fiyatlarını nasıl artırdığını internet sitesinde göstermeye ve tepki çekmemeye dönük bir planlama yaptı. Fakat Trump yönetimi, bu planı “düşmanca ve siyasi bir eylem” olarak adlandırıp sert bir şekilde bastırdı. Yeni gümrük tarifeleriyle birlikte, Musk ile Trump arasında baş gösteren gerilim ise sonunda keskin bir kopuşa dönüştü. Musk, Çin’den ithal edilen mallara uygulanan yüksek gümrük vergisinin geri çekilmesi çağrısı yaptı ve Trump’ın ticaret danışmanı Peter Navarro’yu hedef aldı. Musk’ın kardeşiyse doğrudan Trump’ı hedefe koydu: “Trump’ın aslında nesiller boyunca en yüksek vergi uygulayan Amerikan Başkanı olduğunu kim düşünebilirdi ki? Trump, gümrük tarifesi stratejisiyle Amerikan tüketicisine yapısal ve kalıcı bir vergi uyguladı.” Gerilim ve çatışma, Musk’ın Hükümet Verimliliği Bakanlığından istifa etmesiyle ve açık bir düşmanlıkla sonuçlandı.

Oysa daha bir ay önce Trump, Musk için pazarlamacılığa soyunmuş ve Beyaz Saray bahçesinde Tesla marka otomobilin reklamını yapmıştı. Kapitalist kibrin iki ayaküstüne dikilmiş hali olan Trump ve Musk, çıkarlarının çatıştığı noktada bir anda düşman oldular. Musk, Trump’ın Jeffrey Epstein’ın listesinde yer aldığını söyleyerek tam cepheden saldırıya geçti. Bill Clinton gibi isimler dâhil Amerikan egemen sınıfının birçok ünlü isminin ve Trump’ın çocuklarla seks videoları olduğu, kadın ve çocuk pazarlayan Epstein’ın bu yüzden cezaevinde intihar süsü verilerek öldürüldüğü uluslararası bir sır olarak herkesin dilinde! Dün ikinci başkan gibi hareket eden Musk, şimdi düşman ilan ettiği Trump’ı Epstein üzerinden yoğun şekilde baskı altına almış durumda ve konu gündemden düşmüyor. Musk bununla da yetinmeyip, yerleşik Amerikan düzenini ifade eden iki partili sistemi eleştirip Amerika Partisini kurduğunu açıkladı.

Kuşku yok ki ticaret savaşları, tüm dünyayı derin bir istikrarsızlığa sürükleyen ve İkinci Dünya Savaşının ardından kurulan yerleşik uluslararası düzenin çökmesine yol açan emperyalist hegemonya krizinin ve bunun bir ifadesi olan Üçüncü Dünya Savaşının ekonomik cephesini oluşturuyor. Bu nedenle, Trump’ın ticaret savaşı hem emperyalist güçler arasındaki rekabeti hem de ABD egemen sınıfı içindeki gerilimi büyütüyor. Trump ve egemen sınıfın bir kesimine göre, sanayi üretimi Çin ve Güney Asya ülkelerine kaydığı, yeni teknolojiler dâhil birçok alanda ABD rekabet gücünü kaybettiği için uluslararası alanda hegemonyasının gerilemesini durduramıyor. Birçok yönden eksik olmakla birlikte, bu tespit yanlış değil. Fakat bu durumda sorulması gereken soru şudur: Amerikan tekelleri neden Çin’e ve Güney Asya ülkelerine taşındılar? Çünkü muazzam birikim düzeyine ulaşan sermaye, ancak bakir pazarlara taşarak, buraları dönüştürerek, ucuz işgücünü sömürerek kâr susuzluğunu giderebilir. Marx’ın analiz ettiği üzere, biriken sermaye doğrudan yatırımlar veya finansal araçlar yoluyla yeniden üretim sürecine katılarak değerlenmek zorundadır, aksi halde sermaye değersizleşir. Vurguladığımız gibi, Amerikan tekelleri için Çin yalnızca ucuz ve nitelikli işgücü merkezi değil, aynı zamanda muazzam nüfusu nedeniyle devasa bir pazar konumundadır!

Trump, yüksek gümrük vergileri uygulayarak yurt dışına gitmiş sermayeyi yeniden ülkeye çekmek, imalat sektörünü canlandırmak, böylece ithalatı ve dış ticaret açığını azaltmak, ABD’nin rekabet gücünü artırmak istiyor. Büyük kapitalistlere vergi indirimi getiren, vergi yükünü artan ölçüde emekçilere yıkan, başta sağlık olmak üzere kamu hizmetlerini daha fazla kısan Trump’ın “Büyük Güzel Yasa Tasarısı”nın hedefi de aynı; vergi indirimleriyle üretimi kamçılamak ve şirketleri içeriye çekmek! Ne var ki bu ülkedeki işgücü hem Çin ve Güney Asya ülkelerine göre çok daha pahalıdır hem de üretim sürecinde kullanılan hammaddeleri ve ara mamul malları temin edip tedarik zincirlerini yeniden oluşturmak zor ve son derece masraflıdır. Ucuz işgücü sömürüsü temelinde şu ana kadar şekillenmiş üretim ağlarını ve tedarik zincirlerini akşamdan sabaha, büyük gerilimlere, çatışmalara ve krizlere yol açmadan parçalamak mümkün değildir. Küresel dünya ekonomisi, ülke ekonomilerinin ortalama bir toplamı değil, tüm ülkeleri uluslararası üretim bantlarıyla birbirine bağlayan karmaşık bir bütündür. Şu örneğe bir bakalım: Trump yönetimi, nefret dolu bir söylem ve şiddet eşliğinde göçmenleri sınır dışı etmeye başladığında, tarım ve turizm sektöründeki kapitalistlerin zılgıtını yedi. Çünkü Latin Amerika’dan giden, kayıtlı kayıtsız göçmen işçilerin ucuz emek gücü olmadan bu sektörlerdeki kapitalistler yüksek kârlar elde edemezler. Nitekim Trump, bu sektörlerdeki göçmen işçilerin ne kadar önemli olduğu konusunda aydınlanarak, göçmenleri geri gönderme politikasını yumuşatmak zorunda kaldı. Bu örnek, Amerikan tekellerinin neden koşarak geri dönmeyeceğini ve sanayi sektörünü eski düzeyine döndürmenin neden zor olduğunu yeterince açıklıyor.

Trump dâhil tüm ABD yönetimlerinin amacı, Çin’in dizginlenemeyen yükselişini frenlemek ve durdurmaktır. Bu yüzden Trump, ağır gümrük vergileriyle Çin’i afallatıp arzu ettiği ticari tavizleri koparmaya çalışıyor. Fakat Çin, hem Trump’ın 2018’de şiddetlendirdiği ticaret savaşının deneyimine sahiptir hem de o günden bugüne birçok alanda çok daha fazla ilerleme kaydetti ve dünya pazarındaki etkisini daha da büyüttü. Nitekim Çin, Trump’ın 2 Nisanda getirdiği yüzde 34 oranındaki ek gümrük vergisine aynı ölçüde karşılık verdi ve iki emperyalist güç arasında gümrük vergisi artışı bir anda adeta açık artırıma dönüştü. Birkaç gün içinde ABD gümrük vergilerini yüzde 145’e, Çin ise yüzde 125’e çıkardı. Lakin günümüzde dünya ticareti açısından bu emperyalist bilek güreşinin uzun süre devam ettirilmesi mümkün değildir. Bu yüzden iki emperyalist gücün temsilcileri görüşüp 90 günlüğüne ateşkes ilan ettiler; pazarlıkları sürdürürken, aynı zamanda yeni kararla bu “ateşkesi” şimdilik devam ettiriyorlar.[1]

ABD yönetimi, onlarca ülkeyi kapsayan ve 90 günlüğüne ertelenen ek yüksek gümrük tarifelerini gözden geçirerek 1 Ağustosta uygulamaya koydu. Trump, ABD ile anlamlı ticari bir ilişkisi bulunmayan onlarca ülkeyi de kapsayan 139 ülkeye, yüzde 15 ila yüzde 40 arasında değişen gümrük vergileri getiren kararnameyi imzaladı.[2] En başından itibaren Trump’ın esas amacı, ABD ile en çok ticaret yapan ülkeler üzerinde şok etkisi yaratarak onlarla tek tek anlaşmalar yapmak; ticari tavizler koparırken aynı zamanda Çin’in pazar ve tedarik zincirlerinden dışlanmasını sağlamaktır. Bu kapsamda ilk karşılıklı gümrük anlaşmasını İngiltere, ikincisini Vietnam ve üçüncüsünü AB ile gerçekleştirdi.[3] Trump, 2 Nisanda Vietnam’a yüzde 46 oranında gümrük vergisi koyduğunu açıklamıştı. İki ülke arasında yapılan anlaşmaya göre, Vietnam’dan ABD’ye giren mallara yüzde 20 gümrük vergisi uygulanacak. Bunun yanı sıra, “trans-nakliye” kapsamındaki mallara uygulanacak vergi oranı yüzde 40 olacak. Bu ikinci uygulamanın hedefi doğrudan Çin! Çünkü ABD’nin yüksek gümrük vergilerinden kaçınmak isteyen Çin, ürünleri Vietnam’a taşıyıp oradan ihraç ediyor. Çin mallarının Vietnam kimliği kazanması sanıldığı kadar zor değil. Ayrıca Çin, 2018’den bu tarafa ABD’nin yükselttiği gümrük duvarlarını aşmak için üretiminin bir kısmını Bangladeş, Kamboçya ve Vietnam gibi ülkelere taşımış durumda. Kuşkusuz Trump, üçüncü ülkelerle anlaşmalar yaparak Çin’i sıkıştırıp hareket alanını kısmen sınırlayabilir ama dünyanın ikinci ekonomik devini izole ederek amacına ulaşamaz.

ABD’nin ileri teknolojide Çin’in liderliği ele geçirmesini durdurmayı başarması mümkün değildir. Zira Çin, zaten birçok noktada ABD’nin önüne geçmiş bulunuyor. Avustralya Stratejik Politika Enstitüsü’nün Kritik Teknolojileri İzleme Endeksi, yayınladığı raporla, ABD karşısında kritik ve ileri teknolojide liderliği ele geçiren Çin’in kısa sürede nasıl muazzam bir dönüşüm geçirdiğini gözler önüne seriyor. 64 kritik teknoloji içinde savunma, uzay, enerji, çevre, yapay zekâ, biyoteknoloji, robotik, siber güvenlik, bilgi işlem, ileri malzemeler ve temel kuantum teknolojileri yer alıyor. Endeks, bir ülkenin araştırma performansı, stratejik hedefleri ve gelecekteki bilim ve teknoloji kapasitesi hakkında önde gelen bir gösterge sunuyor.[4] Kritik Teknolojileri İzleme Endeksine göre, Çin 64 kritik teknolojinin 57’sinde başı çekiyor. Raporda ABD’nin uzun yıllar boyunca kurduğu güçlü tarihsel üstünlüğünü kaybettiğinin altı çiziliyor. 2003-2007 arasında ABD, 64 kritik teknolojinin 60’ında öndeydi. Aynı dönemde Çin, yalnızca üç alanda liderliği elinde tutuyordu. 2013 ile 2017 arasında Çin, 64 teknoloji alanının 28’inde ABD’nin önüne geçerken, bizzat Trump’ın iktidarda olduğu dönemde büyük bir sıçrama kaydetti. Raporda şöyle deniliyor: “Son 21 yıl içinde Çin, 2000’lerin sonları ile 2010’ların ortalarında küresel araştırmada orta sıralarda yer alan bir ülkeden, günümüzde bir araştırma ve bilim gücüne dönüşmeyi başardı.”[5]

Trump, 20 Ocaktaki yemin töreninde, kendisiyle birlikte ABD’nin düşüşünün durduğunu söylemişti. “Trump ABD Emperyalizminin Derdine Çare Olacak mı?” başlıklı yazımızın birinci bölümünde, bu iddianın neden gerçekçi olmadığını ele almıştık. ABD’nin tarihsel düşüşü yalnızca ticaret savaşlarıyla durdurulamaz ve yukarıdaki verilerin de ispatladığı üzere durdurulamıyor. Gümrük vergileri sayesinde ticaret açığının bir parça azaltılması, ne sanayi sektörünü arzu edilen düzeyde canlandırmaya yeter ne de ABD’ye o eski üstünlüğünü kazandırır. ABD egemenleri tam da bugünleri öngörerek, rakipleri henüz zayıfken harekete geçerek 2001’de “sonsuz savaş” başlattılar. Üçüncü Dünya Savaşının startını veren ve her alanda emperyalist hegemonya mücadelesini kızıştıran ABD, küresel ölçekte planladığı hedeflere ulaşamadı. ABD emperyalizminin tarihsel düşüşünün durdurulamaması, egemen sınıf içinde derin bir yarılma ve krize dönüştü. Seçimi kaybeden Trump’ın 6 Ocak 2021’de iktidarı vermemek için bir hükümet darbesi girişiminde bulunması, egemen sınıf içindeki yarılmanın en keskin ifadesiydi. Trump, başarılı olamadı ve geri çekildi. Fakat dört yıl sonra yeniden ABD başkanlık koltuğuna oturdu.

Trump, önceki dönemden farklı olarak, bu kez birçok teknoloji tekelinin de desteğini alıyor. Ancak Musk örneğinde gördüğümüz üzere, egemen sınıf içindeki kavga, kırılma ve yer değiştirmeler nedeniyle yeni ittifak ve saflaşmalar oluyor. ABD’nin tarihsel düşüşünün doğurduğu keskin çelişkiler, yalnızca egemen sınıf içindeki çatışmayı körüklemiyor. Aynı zamanda işçi sınıfı kitlelerinin burjuva partilerine ve sömürü düzenine olan öfkesinin büyümesine de neden oluyor. Son yıllarda patlayan ve neredeyse tüm ülkeye yayılan protesto dalgaları da gösteriyor ki ABD, sınıf çelişkilerinin ve sınıf mücadelesinin en keskin yaşandığı ülkelerin başında geliyor. Trump’ın ikinci kez seçilmesi üzerine bir değerlendirme yapan New York Times gazetesi, başarısız olması durumunda Amerikan halkının sola kayacağına dikkat çekiyordu. Bu nedenle Trump, hem egemen sınıf içindeki krizi yumuşatmak hem de emekçi kitlelerin öfkesini bir şekilde düzen içine kanalize etmek zorunda. Trump, bir Bonaparte gibi en yukarıda, güya hem kapitalistlerin hem de işçilerin çıkarını savunan ve sorunlarını çözen bir büyük adam olma hevesindedir! Yerleşik burjuva demokratik düzenin hiçbir kural ve engeline takılmadan, sonsuz bir yetkiyle hareket etmek istiyor. Kuşkusuz Trump’ın kendisini kral ve Süpermen ilan etmesi, onun narsist, kibirli ve büyüklenmeci kişiliğinden bağımsız değil. Ancak tarihin belirli bir uğrağında olayların gelişimi bu kişilikleri iktidar zirvesine çıkartır ve onların iktidar hırsıyla düzenin ihtiyaçları örtüşür.

Tarih, geriye düşen hegemon bir gücün bir daha eski konumuna dönemediğini gösteriyor. Bu konuda, bir zamanlar üzerinde güneş batmayan imparatorluk İngiltere’nin durumu fikir verebilir. İngiltere’nin hegemonyasına meydan okuyan Almanya, Birinci Dünya Savaşında yenildi ama uluslararası siyaset bir daha eski konumuna dönmedi. Yani emperyalist sistemin hegemonya krizi gerçek anlamda çözülemedi ve kaotik bir ara dönem yaşandı. Bir kıta büyüklüğünde verimli topraklara sahip olan ve gelişmiş bir sanayi gücüne dönüşen ABD, daha bu yıllarda emperyalist sistemin liderliğine göz diken devletlerden biriydi. SSCB’nin kapitalizmden kopması, Avrupa’da yükselen devrimci mücadele ve emperyalist güçlerin birinci savaşta kesin olarak hesaplaşamaması, uluslararası burjuva siyasette büyük kaosa yol açmıştı. İşçi sınıfının devrimci mücadelesini faşizmle ezen Alman emperyalizmi, hegemon gücü tayin etmek üzere yeniden silahların gücüne başvurdu. 70 milyon insanın öldüğü ve atom bombasının kullanıldığı İkinci Dünya Savaşının kesin galibi ABD emperyalizmiydi.

Kapitalizmin ve aynı zamanda emperyalist sistemin merkez ülkeleri konumunda olan İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya uzun bir tedrici gerileme sürecindedir. Geçmişe kıyasla, bu ülkelerin uluslararası siyasette tuttuğu yer önemli ölçüde ağırlık kaybetmiştir. Kuşkusuz ABD hâlâ emperyalist sistemin hegemonu konumundadır ama hegemonyasının çözülüşünü ve tarihsel düşüşünü de durduramamaktadır. Elbette buradan hareketle, ABD’nin hegemon güç olmaktan çıkacağı ve onun tahtına, Rusya’yı yanına alan Çin’in oturacağı da söylenemez. Çin, dünyanın ikinci dev ekonomisine ve ileri teknoloji ülkesine dönüşmüş olmasına rağmen, emperyalist sisteme ekonomik, askeri, siyasi, ideolojik ve kültürel olarak öncülük edebilecek bir tarihsel konumda değildir. Mevcut hegemon gücün eski konumunu sürdüremediği ama rakip güçlerin de onun yerine geçecek kapasitede olmadığı tarihsel bir kriz sürecinin içindeyiz.

Günümüzde birçok emperyalist ve bölgesel gücün varlığı ve emperyalist hegemonya mücadelesinin gerçek anlamda küresel bir karakter kazanmış olması, sorunu son derece karmaşık bir düzeye taşıyor. Daha önce de ifade ettiğimiz üzere, birinci ve ikinci emperyalist savaş, genel hatlarıyla, aslında bir Avrupa savaşıydı[6] ve hegemonya mücadelesinin alanı dardı. Oysa bugün, başta ABD ve Çin olmak üzere irili ufaklı sayısız emperyalist ve bölgesel gücün dâhil olduğu ve tüm küreyi kapsayan bir hegemonya mücadelesi söz konusudur. Daha da önemlisi, bugünkü emperyalist hegemonya krizi, kapitalizmin tarihsel ömrünü doldurduğu bir dönemde yaşanıyor. Birçok gücün elinde nükleer silahların olması ve hâlihazırda emperyalist güçlerin daha önceki gibi doğrudan karşı karşıya gelememesi, hem dünyanın birçok bölgesinin sıcak savaş alanına dönüşmesine hem de emperyalist hegemonya krizinin uzatmalı bir karakter almasına neden oluyor. Kapitalizmin tarihsel sınırlarına ulaşması ve verili emperyalist güç ilişkileri nedeniyle, bugünkü hegemonya krizinin aşılması mümkün değildir. Tam da bu yüzden, Üçüncü Dünya Savaşı yeni ülkeleri içine alarak halkalar halinde genişliyor, her alanda kriz ve kaos büyüyor.

Trump ABD Emperyalizminin Derdine Çare Olacak mı?-1

Trump ABD Emperyalizminin Derdine Çare Olacak mı?-2

Emperyalist Hegemonya Krizi ve Üçüncü Dünya Savaşı

[1] ABD-Çin arasında varılan yüksek gümrük vergilerinin ertelenmesine dönük ateşkes, 12 Ağustosta son buluyor. Taraflar, bu ateşkesin uzatılması eğiliminde olduklarını açıkladılar.

[2] https://www.whitehouse.gov/presidential-actions/2025/07/further-modifying-the-reciprocal-tariff-rates

[3] Trump, AB ülkelerinden giden mallara yüzde 50 oranına kadar gümrük vergileri uygulayacağını duyurmuştu. Varılan anlaşmaya göre, otomobil dâhil tüm AB ürünlerine yüzde 15 oranında vergi uygulanacak. Burada esas önemli olan yüzde 15’lik vergiden ziyade, AB’nin ABD’den 750 milyar dolarlık silah ve enerji ürünü alacağını vaat etmesi. Zaten Trump, üye her ülkenin NATO kapsamındaki harcamalarını artırmasını zorunlu hale getiren bir karar aldırmıştı; bunun anlamı Amerikan silah tekellerinin daha fazla silah satmasıdır. Ayrıca ABD’ye 600 milyon dolarlık sermaye yatırımı yapılacağı da var anlaşmada ama bunun yapılıp yapılmayacağı belirsizdir.

[4] https://www.aspi.org.au/programs/critical-technology-tracker/?utm_source=chatgpt.com

[5] https://ad-aspi.s3.ap-southeast-2.amazonaws.com/2024-08/ASPIs%20two-decade%20Critical%20Technology%20Tracker_1.pdf?VersionId=1p.Rx9MIuZyK5A5w1SDKIpE2EGNB_H8r&utm_source=chatgpt.com

[6] Tam da bu yüzden 1914 öncesindeki ekonomik kriz de, ardından gelen savaş ve yıkım da esas olarak, kapitalist gelişmenin üssü olan Avrupa merkezliydi. Kapitalizm günümüzdeki gibi dünyanın tüm köşelerini fethedip kendine bağlayamamıştı ve 1929 bunalımının en sarsıcı etkileri ABD ve Avrupa’da yaşanmıştı. Aslında İkinci Dünya Savaşı da, Japonya’yı bir kenara bırakacak olursak, büyük ölçüde Avrupa merkezli bir savaştı. Kapitalizm 1970’lerde bir kez daha krizle sarsıldı; ancak SSCB ve Doğu Bloku’nun kapitalist sistemden kopuk olması, bu sarsıntının geniş coğrafyalarda derinden hissedilmesini engelledi.” https://gelecekbizim.net/kapitalizmin-tarihsel-krizi/

İlgili yazılar