Toplum Hâlâ 12 Eylül 1980 Askeri Faşist Darbesinin Gölgesi Altında!
Gelecekbizim, 12 Eylül 2024

12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin üzerinden 44 yıl geçti. İnsanlık tarihi için kısa ama bir insan ömrü için 44 yıl uzun bir süredir. Bu askeri faşist darbe Türkiye toplumunu öylesine derinden etkilemiştir ki, aradan bunca zaman geçmesine rağmen sosyalist hareketten sendikal mücadeleye, sanattan kültüre ve toplumsal ilişkilere kadar her alanda yol açtığı yıkıcı tahribat hâlâ ortadan kalkmamıştır. Ulusal ve uluslararası sermaye güçlerinin isteği doğrultusunda TSK/ordu eliyle yapılan faşist darbenin amacı, yükselen devrimci işçi hareketini ezmek, sosyalist yapıları ve mücadeleci sendikaları dağıtmak, toplumu saran değişim ve daha güzel yarınlar özlemini boğmaktı.

12 Eylül faşist darbesinin yol açtığı yıkıcı sonuçlara maruz kalan sendikal ve sosyalist hareket, bir on yıl sonra, bu kez de SSCB’nin dağılmasıyla ağır bir darbe aldı. Sosyalist hareket alabildiğine küçüldü, ayakta kalan bölümü ise büyük ölçüde işçi sınıfıyla bağlarını yitirdi. Dünya ölçeğinde sınıflar arası güç dengelerindeki değişim ve burjuvazinin sosyalizmin çöktüğü yönünde giriştiği demoralize edici propaganda tüm işçi sınıfını etkisi altına aldı. Özellikle 1980’lerin başında dünya ölçeğinde hayata geçirilen kapitalist neoliberal saldırıların 12 Eylül rejiminin işçi sınıfına dönük saldırısıyla birleşmesi, Türkiye işçi sınıfı açısından tam anlamıyla bir yıkıma yol açtı. Bir taraftan sendikal ve siyasal yasaklarla işçi sınıfı denetim altına alınırken, öte taraftan hak gasplarıyla işçi sınıfının kazanılmış sosyal hakları ortadan kaldırıldı. Sendikalar her geçen gün kan kaybederken, koltuğunu koruma sevdasındaki bürokrat sendikacılar işçi hareketinin önündeki en önemli engellerden birisi haline geldiler.

1980 darbesi, aynı zamanda, Türkiye kapitalizminin dışa açıldığı ve sermayenin daha fazla palazlandığı bir sürecin önünü açtı. Bu dönem aynı zamanda köyden kente göçün hızlanmasıyla, geniş kitlelerin İstanbul gibi kentlerin varoşlarına yığılmasıyla karakterize oldu. İşçi sınıfının örgütlülüğünü ve iradesini kırmak, sosyalist hareketi ezmek ve işçi kitlelerini sosyalist dünya görüşünden uzak tutmak için din taciri İslamcı tarikatların önü açıldı. Köyün çözülmesiyle kentlere akan ve varoşlarda kaderlerine terk edilen milyonlar, sosyalist hareketin ve güçlü sendikaların olmadığı koşullarda gerici kesimlerim etkisine girdi. Burjuva siyaseti de yön değiştirerek darbenin belirlediği koşullarda yepyeni kanallardan akmaya başladı. Kuşku yok ki 12 Eylül askeri faşist darbesi olmasaydı, siyasal, toplumsal ve kültürel alan farklı şekillenecekti. Kentlere akan milyonlar, örgütlü sendikal ve sosyalist hareketin varlığı koşullarında siyasal İslamın/tarikatların örgütleneceği bakir toprak haline gelmeyecek, toplumsal yaşamda onların etkisi ve hegemonyası altına asla bu denli girmeyecekti!

Birçok yönden esen dağıtıcı ve moral bozucu rüzgârın etkisinde kalan Türkiye işçi sınıfı, AKP’nin iktidara gelişiyle birlikte bu kez de burjuva kesimler arasında artan iç çatışmanın yarattığı yapay toplumsal kutuplaşmanın felçleştirici etkisi altına girdi. Kışkırtılan Kürt düşmanlığı ve yükseltilen milliyetçilik, inanç, yaşam ve kültürel kimlikler temelinde toplumun yapay temellerde kutuplaştırılması işçi sınıfının bilincinin bulandırılmasında büyük bir rol oynadı. Bu dönem aynı zamanda Türkiye kapitalizminin sıçramalı olarak büyüdüğü ve buna karşın işçi sınıfının her yönden saldırı altında olduğu bir dönemdir. Tekelci sermaye ve özel olarak AKP yandaşı sermaye akıl almaz bir hızla palazlanırken ve büyük projeler yoluyla devlet kaynakları yeniyetme sermayedarlara aktarılırken; doğanın ve emeğin sömürüsünde tüm sınırların yıkıldığı bir açgözlülük hâkim oldu. Bu dönemde işçi ücretleri düşmüş, iş saatleri fiilen uzatılmış, taşeronlaştırma ve güvencesiz çalışma çığ gibi büyümüş, iş kazaları ve iş cinayetleri yükselişe geçmiştir. Özellikle 2016’dan bu tarafa yani faşist rejimin kurulmasıyla birlikte çalışma hayatında orman kanunları daha fazla hâkim olmuş, grev yasaklarıyla, baskı ve zorbalıkla işçi sınıfının mücadelesi engellenmiştir. Bu arada ise hayat pahalılığı ve enflasyon nedeniyle reel ücretler alabildiğine düşmüş, işçi sınıfı daha da yoksullaşmıştır.

İşçi sınıfı örgütlü bir güç olarak sahneye çıkıp faşist darbenin hesabını soramadığı için, 44 yıldır sermayenin saldırısı altında ekonomik ve demokratik haklarını kaybetmektedir. Güçlü bir sendikal ve sosyalist hareket olmadığı için 12 Eylül askeri faşist darbesinin getirdiği yasalara ve topluma giydirdiği deli gömleğine karşı güçlü bir demokratik mücadele de verilememiştir. Eğer emek cephesi böyle bir mücadele verilebilseydi, bu mücadelenin baskısı altında kalacak burjuva siyaset alanını da darbe yasalarına karşı daha güçlü bir ses çıkartabilirdi. Neticede işçi sınıfı 12 Eylül askeri faşist darbesiyle hesaplaşamadı. Sınırlarına dayanan kapitalizmin her alanda ürettiği kriz, bunun bir ifadesi olan hegemonya bunalımı ve Üçüncü Dünya Savaşı, içeride egemen güçler arasında sürüp giden iktidar kavgası burjuva siyasetinin daha fazla gericileşmesinin ve sonunda bugünkü rejimin kurulmasının önünü açtı.

Türkiye kapitalizmi 1980’den günümüze çok büyük değişimler geçirmiştir. 1980’de Türkiye’nin 44 milyonluk nüfusunun yüzde 56’sı kırsalda yaşamaktaydı. Oysa bugün nüfus neredeyse iki katına çıkmıştır ve toplumun %93’ü artık kentlerde yaşamaktadır. Bir dönem köylerden kente akan ve işçileşme sancıları çeken kitleler önemli ölçüde kentleşmiş ve işçileşmişlerdir. Kuşkusuz hem köy/kırsal kültür ve geleneklerin etkisi hem de Asyatik arka planın özgünlükleri toplumda önemli ölçüde rol oynamaktadır. Bununla birlikte, bir bütün olarak Türkiye toplumu ama özellikle genç kuşaklar büyük ölçüde kent ve modern ilişkilerin içinde nefes alıp vermektedir. Tam da bundan dolayıdır ki sermaye düzeninin ve iktidarın uyguladığı yoksullaştırma politikaları, toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan emekçileri derinden sarsmaktadır. Türkiye tarihinde ilk kez 1 milyondan fazla üniversite mezunu işsizlikle boğuşuyor. Geleceksizlik ve umutsuzluk sarmalına itilen genç kuşaklara depresif bir ruh hali hâkimdir.

Son senelerde yıkıcı yoksullaştırmaya karşı işçi eylemleri gelişse de ne yazık ki bunlar genellikle ücretleri yükseltmenin ötesine geçemiyor. Mesela üretimi durdurup ücretlerinin arttırılması için mücadele veren işçiler, bu mücadelelerini sendikal örgütlenmeyle bile taçlandırmaya yönelmiyorlar. İşçilerin eylemlerinin radikalliği ile işçilerin sınıf bilinci arasında ciddi bir açı söz konusudur. Bu nedenle, başlayan sayısız işçi eylemi en fazla ücret zammında başarı elde ederek başladığı noktaya geri çekiliyor. Fakat sermayenin emeğe ve doğaya dönük saldırısı sınır tanımadan sürüyor ve bu da kaçınılmaz olarak tepkiye yol açıyor. Bu açıdan, son dönemde sermayenin doğa ve emeğe dönük dört bir koldan saldırısına karşı direnişlerin ortaya çıkması ve bunlardan kimilerinin kararlı bir boyut alması sevindiricidir. Bu eylemler de gösteriyor ki sosyalist hareket güçlenmeden ve bir emek cephesi yaratılmadan sermayenin dört bir koldan doğaya ve emeğe dönük saldırılarına kararlı ve belirleyici bir yanıt verilemez. Başlayan işçi eylemleri ise saman alevi gibi parlayıp sönmeye ve başladığı noktaya dönmeye mahkûm olur!

Aşağıda 12 Eylül askeri faşist darbesine giden süreci ve nedenlerini, ayrıca darbe sonrasında şekillenen işçi hareketini ele alan yazılarımızı paylaşıyoruz:

23. Yılında 12 Eylül: Sınıf Mücadelesinde Kırılma

12 Eylül’den Günümüze İşçi Hareketinin Durumu

İlgili yazılar