Tel Abyad, Kürt Sorunu ve AKP’nin Savaş Hazırlığı
Utku Kızılok, 1 Temmuz 2015

Kobanê ve Cizirê bölgeleri arasında kalan ve Kürt halkının Rojava’da ilan ettiği kantonları birbirinden ayıran Tel Abyad, 15 Haziranda IŞİD’in elinden alındı. Hemen sonrasındaysa, Rakka’nın önemli kasabalarından biri olan Ayn el İsa da YPG’nin eline geçti. Böylelikle YPG, IŞİD’in Suriye’deki merkezi konumunda olan Rakka’nın Türkiye ile bağlantısını kopartmış oldu. Rakka’ya bağlanan Tel Abyad’ın düşmesi, aynı zamanda IŞİD’in Türkiye üzerinden militan ve malzeme sevkiyatı yaptığı koridorun da kapanması anlamına geliyor. Daha önce kuşattığı Kobanê’den, şimdi de Tel Abyad gibi önemli bir alandan süpürülüp atılan IŞİD, hem cephe kaybetti hem de akıl almaz vahşet sahneleriyle yarattığı “yenilmezlik” imajı büyük ölçüde zedelendi. Bu aynı zamanda, diğer radikal Selefi İslamcı örgütlerin militanları nezdinde de itibar kaybetmek anlamına geliyor. Çünkü bu gerici vahşet odağı, yarattığı imajdan dolayı, diğer radikal İslamcı örgütlerden önemli ölçüde militan devşirmeyi başarmıştı. Bu cani örgüt, besbelli ki itibar tazelemek ve aynı zamanda Kürtlere gözdağı vermek amacıyla, 25 Haziranda sabaha karşı Kobanê’ye sızmış ve şu anda sayısı 230’u aşmış olan insanları feci bir şekilde katletmiştir. Hiç kuşku yok ki bu saldırı, Kürtlerin Rojava’da kazandığı mevzileri içine sindiremeyen AKP yönetimindeki Türkiye’nin hedefleriyle de örtüşmektedir.

YPG’nin Tel Abyad’ı ele geçirmesiyle birlikte Afrin dışındaki Rojava kantonları birleşti ve böylece Suriye’deki Kürt halkının bölünmüşlüğü bir ölçüde ortadan kalktı. Tel Abyad’ın Kürt güçlerinin kontrolüne geçmesiyle, Suriye’de Baas rejiminin on yıllar önce uygulamaya başladığı “Arap Kemeri” politikası gecikmeli de olsa çökmüş oldu. Kürtleri birbirinden yalıtmak ve asimile etmek amacıyla Baas rejimi, 1963’ten başlayarak Cizirê ile Kobanê arasındaki Tel Abyad’a, Afrin ile Kobanê arasındaki Ezaz ve Cerablus’a önemli ölçüde Arap nüfus yerleştirmiş ve bunun bir sonucu olarak Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın devamlılığı ortadan kalkmıştı. Nitekim 2012’de Rojava Kürtleri harekete geçip kendi kaderlerini ellerine aldıklarında, birbirlerinden yalıtık üç ayrı kanton çıkmıştı ortaya. Bu dönemde Tel Abyad, Türkiye’nin de ön açmasıyla önce ÖSO’nun, 2013’te El Nusra ve hemen ardından ise IŞİD’in eline geçmiş ve burada yaşayan Kürtler topraklarından sökülüp atılmış, onlarcası da katledilmişti.

Tel Abyad’ın Cizirê ve Kobanê’yi birleştirmesiyle Rojava’daki Kürt örgütlenmesi, hem Türkiye hem de Irak’taki Kürt federe devletiyle coğrafi süreklilik kazanmış oldu. Bu durumun Ortadoğu’daki siyasi dengeleri önemli ölçüde etkileyeceği açıktır. Önümüzdeki dönemde Afrîn ile Kobanê arasında yer alan Azez ve Cerablus bölgelerinin de Kürtlerin denetimine geçmesi muhtemeldir. Rojava’daki kantonların birleşmesi ve Kürt halkının kazandığı mevzilerin sağlamlaşması, Kürt hareketinin elini artan ölçüde güçlendirmektedir. Çünkü Türkiye’deki Kürt hareketi gerçekte Suriye’deki Kürt örgütlenmeleriyle iç içe geçmiş durumda. Bilhassa Kobanê’nin savunulmasıyla başlayan süreçte, yüz yıl önce Türkiye ve Suriye Kürtlerinin arasına örülen sınır fiilen çökmüş, yüzlerce Kürt genci Kobanê’yi savunmaya gitmiş ve onlarcası bu savaşta can vermiştir. IŞİD’in Tel Abyad’tan atılması sürecinde de Türkiye’den giden çok sayıda Kürt genci savaşmıştır, savaşmaktadır. Sonuçta Türkiye ve Suriye’deki Kürt hareketleri, aynı ideolojik anlayışa ve politik merkeze dayanmaktadır. Dolayısıyla Rojava’da Kürtlerin kalıcı şekilde mevzi kazanması, Kürt hareketinin elini güçlendirmiş bulunmaktadır.

Ortadoğu’yu yeniden paylaşmaya girişen Batılı emperyalist güçler, ortaya çıkmasına bizzat zemin döşedikleri IŞİD ve benzeri canavarlara karşı mücadele veren Kürtleri, bu noktada önemli bir aktör olarak görmektedirler. Özellikle AKP yönetimindeki Türkiye’nin kendi emperyalist emelleri için İslam ülkelerinin liderliğine soyunması, Ortadoğu’da Sünni bir eksen geliştirmeye çalışması ve Esad rejimine karşı radikal İslamcı örgütleri şu ya da bu biçimde desteklemesi, Batılı güçler nezdinde Kürt hareketini daha önemli bir aktör haline getirmektedir. Tüm bu süreç, Ortadoğu’da genel olarak Kürtlerin, özel olarak ise PKK çizgisindeki Kürt hareketinin siyasi manevra gücünü ve rolünü kuvvetlendirmektedir. Geçtiğimiz günlerde bir değerlendirme yapan Murat Karayılan, Rojava’da iki kantonun birleşmesinin Ortadoğu’daki Kürt sorununa kazandırdığı yeni boyuta işaret ediyordu: “Hem Kuzey Kürdistan’daki halkımızın seçimlerde iradesini güçlü bir biçimde ortaya koymuş olması ve hem de Rojava halkının da böylesi güçlü bir hamleyle zafer elde etmiş olması, Ortadoğu bölgesinde Kürt sorununu önemli bir aşamaya taşımıştır. Artık Kürt sorunu bundan bir ay önceki aşamada değildir, yeni bir aşamaya geçmiştir.”

AKP savaş hazırlığında

Kürt hareketinin Ortadoğu’da oynamaya başladığı rol ve kazandığı güç, AKP yönetiminin ve MHP gibi faşist düzen güçlerinin nefret kusmasına neden oluyor. YPG güçleri Tel Abyad’a doğru ilerlerken, AKP ve yandaş medya tam anlamıyla zehirli bir dil kullanarak Kürt hareketine karşı saldırıya geçti. Elbette bu saldırının başlama işaretini Cumhurbaşkanı Erdoğan verdi: “İşte buyurun, bakın sınırımızda Tel Abyad’da, Arapları ve Türkmenleri uçaklarla vuran Batı, ne yazık ki onların yerine terör örgütü PYD ve PKK’yı yerleştiriyor. Buna biz nasıl olumlu bakabiliriz?”

Riyakârlık burjuva politikacıların en önemli özelliklerinden biridir. Meselâ daha önce IŞİD, El Nusra ve benzeri örgütlerin Tel Abyad’da Kürtleri katledip topraklarından atmasına tek laf etmeyen ve hatta kendi çıkarları için bunu doğru bulan, Kobanê kuşatılmışken çıkıp “Kobanê düştü düşecek” diyen, Kürtlerin katledilmesini umursamayan Erdoğan, birden bire Arapları ve Türkmenleri umursar olmuştur. Oysa pek çok kaynak ve bu arada PYD ile birlikte hareket eden ÖSO bileşenlerinden Burkan el Fırat adlı Arap örgütü, Türkmen ve Arapların Tel Abyad’dan sürüldüğünün gerçek olmadığını, Türkiye’ye sığınanların savaştan kaçtığını açıklamıştır.

Erdoğan’ın açıklamasının hemen ardından yandaş AKP medyası da zehirli dili ve Kürtlere karşı düşmanca tutumuyla sahne aldı. Neredeyse tüm yandaş gazeteler ve televizyonlar, her zamanki gibi kurmaca haberler eşliğinde PYD’nin Arapları ve Türkmenleri katlettiği yalanını boca etmeye başladılar. Sabah gazetesi ise çok daha ileri gidip, “PYD IŞİD’den daha tehlikeli” manşeti attı. Hiç kuşku yok ki Sabah’ın bu manşeti, AKP ve Erdoğan’ın bu meseleye yaklaşımını ortaya koymaktadır. Yandaş medya ve Sabah, dünyanın gözünün içine bakarak vahşette sınır tanımayan IŞİD’i meşrulaştırırken, aslında AKP’nin Suriye’ye dair savaş planlarını da deşifre etmiş oluyor. Sabah’ın manipülatif haberinde şu hususlar dikkat çekiyor: “«DAEŞ mi yoksa PYD varlığı mı daha tehlikeli?» konusu da Ankara’da tartışılan başlıklardan bir tanesi. Askeri kaynaklar, DAEŞ’in en fazla 2-3 yıl sonra yok olma ihtimalinin yüksek olduğunu, ancak PYD’nin ise etnik temelli hareket ettiği için sınırda bir tampon kurmasıyla daha uzun süre kalıcı olabileceğine dikkat çekiyor. Bu nedenle PYD’nin tampon bölge oluşturmasının zamanla Türkiye’ye tehdit oluşturacağı, hatta içerideki gelişmelere paralellik göstererek sınırın güney kısmından ülkenin hedef alınabileceğine vurgu yapılıyor.”

Aslında mesele tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık. Erdoğan’ın, AKP’nin ve yandaş medyanın esas derdi Tel Abyad’ın PYD’nin eline geçmesi ve Kürt hareketinin Suriye’deki gücünü pekiştirmiş olmasıdır. İçeride Kürtlerin demokratik taleplerini karşılamaya yanaşmayan AKP, Türkiye sınırları dışındaki Kürtlere de kendi yönetimlerini kurmayı haram görmektedir. Elbette Rojava’da Kürtlerin yeni ve kalıcı mevziler kazanması, hem Türkiye merkezli Kürt hareketinin Ortadoğu’da elini güçlendireceği hem de içeride düzen cephesi üzerinde müthiş bir baskı oluşturacağı için AKP vaveylayı koparmaktadır. Suriye’yi fethetme ve Ortadoğu’da egemen olma hayalleri kuran AKP, kendi emperyalist hevesleri açısından Kürtlerin yeni mevziler kazanmasını son derece tehlikeli bulmaktadır. Daha şimdiden, 900 kilometrelik Türkiye Suriye sınırının 400 kilometresini PYD kontrol etmektedir ve önümüzdeki dönemde bu alanın genişlemesi kuvvetle muhtemeldir. Tam da bu yüzden Erdoğan Kürtlere tehditler savurmaya başlamıştır. 26 Haziranda yaptığı bir konuşmada şöyle demektedir: “Suriye’nin kuzeyinde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun buna engel olacağız. Biz bölgedeki demografik yapının değişmesine göz yummayacağız.”

“Bedeli ne olursa olsun buna engel olacağız” sözleriyle Erdoğan tehdidini bilhassa vurgulamaktadır. Çok açık ki bunun anlamı, Suriye’ye müdahale etmek ve bu arada Kürt topraklarını işgal ederek Kürt hareketini ezmektir. Nitekim basına yansıdığına göre, AKP hükümeti Suriye’ye müdahaleyi çok ciddi bir şekilde gündemine almış bulunuyor. Suriye’ye müdahalenin seçimlerden ötürü ertelendiğinin, ancak son günlerde devletin üst kademelerinde bu konunun yeniden ele alındığının altı çizilmektedir. Suriye’ye müdahalenin yeniden gündeme gelmesi ve AKP’nin savaş planları, hiç kuşkusuz 7 Haziran seçim sonuçlarından bağımsız düşünülemez. AKP, ne pahasına olursa olsun hükümette kalmak istemektedir. Zira hem emperyalist siyasetini devam ettirmenin hem de yolsuzlukların üzerini örtmenin, iktidarın tüm nimetlerinden yararlanmanın, kendi yandaşlarını beslemenin ve bu arada arzu ettiği itaatkâr-kanaatkâr toplumu yaratmanın yolu hükümet olmaktan geçmektedir. Bunun içine, tüm bunları daha rahat yapmak üzere başkanlık sistemi öneren Erdoğan’ın, sönümlenmeyen başkanlık heveslerini de ekleyin. Muhtemelen AKP, Suriye’ye müdahalenin hemen arkasından yeniden seçimlere gitmenin ve savaşın gölgesinde yeniden tek başına iktidar olmanın hesaplarını yapmaktadır. Şurası kesin ki savaşın gölgesinde yapılacak böylesi bir seçim, Kürt düşmanlığı ve yoğun milliyetçi söylem üzerine kurulacaktır.

Kürt sorununun çözülmemesi ve AKP’nin emperyalist hevesleri Türkiye’yi her geçen gün daha fazla Ortadoğu’daki savaş cehennemine çekmektedir. Suriye’ye olası bir müdahale doğrudan Rojava’daki Kürt halkını hedef alacak ve hiç kuşku yok ki böyle bir durum Türkiye sınırları içindeki Kürt halkını da ayağa kaldıracaktır. AKP’nin iktidar hevesi ve emperyalist emelleri, Türkiye’yi yalnızca Ortadoğu’daki savaş bataklığına çekme değil, aynı zamanda Kürt ve Türk halkını karşı karşıya getirme tehlikesi de içermektedir. Bu gerçeği görmesi gereken tüm işçi-emekçi kitleler, AKP’nin savaş çığırtkanlığına karşı çıkarken, Kürt sorununun çözülmesi ve tüm Ortadoğu halklarının kardeşleşmesi için de mücadele vermek zorundadırlar. 

1 Temmuz 2015

İlgili yazılar