Şuurlu Sosyalist Gençler Olarak Umutsuz Değiliz!
İstanbul Avcılar’dan bir öğrenci, 19 Ekim 2024

“Kapitalizm, insanlığı derin bir bunalıma sürüklemiş durumda. İnsanlığın üzerine koyu bir sis çökmüş bulunuyor; gün ortasında karanlık yaşıyoruz. İnsan soyu yarattığı bunca maddi ve kültürel birikime rağmen, kapitalizm tarafından neredeyse önünü göremeyecek bir hale getirilmiş bulunuyor.” Bu cümleleri sitemizde yer alan Gün Ortasında Karanlık yazısında okuduğumda hemen tarihine baktım. Çünkü yazı bugün yaşadıklarımızı anlatıyordu. Utku Kızılok’a ait yazı yıllar önce yazılmasına rağmen çok güncel ve bugün çok daha fazla geçerli!

Son dönemde artan kadın cinayetleri, Narin cinayeti, çocukların kaybedilmesi, hayvan katliamları, gençlerin uyuşturucu bataklığına sürüklenmesi, intihar oranlarının yükselişi, mafya ve çetelerin ülkeyi sarması toplumsal bir kriz içerisinde olduğumuzu göstermiyor mu? İnsan yaşadığı toplumun eseridir. Hani derler ya, arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim diye; bunun gibi, nasıl bir toplumsal sistemde yaşadığını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim! İşçilerin iliklerine kadar sömürüldüğü, savaşların ve soykırımların yayıldığı, insani değerlerin yok edilip bencilliğin arsızca kışkırtıldığı kapitalist düzende yaşıyoruz. İşte tüm insanlara şekil veren paranın egemenliğine dayanan bu düzendir. Bu düzende paylaşım, dayanışma, toplumun çıkarlarını düşünmek aşağılanıyor. Sanki bir ormanda yaşayan vahşilermişiz gibi hareket etmemiz isteniyor. Böyle bir düzen kaçınılmaz olarak çürür ve çürüdükçe örgütsüz ve savunmasız olan toplumu da çürütür. Sömürü düzeni gençleri, kadınları, tüm emekçileri kasvetli atmosferiyle nefessiz bırakıyor. Bir genç kadın olarak yaşanılanları sorgulamadan edemiyorum. İçinde yaşama sevinci ve tutkusu olması gereken, yaşamının baharındaki bir genç nasıl olur da cinayet işlemeye ve sonra da intihara sürüklenir?

Türkiye’nin dört bir yanında emekçileri sokağa döken İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil’in katledilmesi gençliğin içinde bulunduğu çıkmazı, toplumsal sorunların geldiği noktayı bir kez daha gündeme getirmiş oldu. Ne yazık ki sorun yüzeysel bir biçimde sanki sadece bir gencin psikolojisinin bozuk olması, sosyal medyanın etkisiymiş gibi tartışıldı ve topluma daha çok korku pompalandı. Mesela Erdoğan yaptığı açıklamada “Gençlerimizi modern popüler kültürün insafına terk edemeyiz” dedi ve yaşanan acı olayların sebebini şöyle sıraladı: “Kimi zaman dijital platformlardan yayılan cerahatin, kimi zaman sapkın akımların, kimi zaman uyuşturucu illetinin, kimi zaman alkol belasının, kimi zaman televizyon dizilerinin özendirdiği mafya kültürünün, kimi zaman da infaz ve ıslah sistemimizdeki boşlukların bu acıların yaşanmasında rol oynadığını görüyoruz.”

Burjuva medya ve iktidar sözcüleri, her zaman toplumsal sorunların sonuçları üzerine yoğunlaşır ve halkı da oraya yöneltirler. Oysa bizler sonuçlara değil, bu sonuçları yaratan nedenlerin neler olduğuna odaklamalıyız. Mesela gençleri sosyal medyaya hapseden, uyuşturucuya, alkole sürükleyen ne? Gençler gerçek anlamda neden sosyalleşemiyor, neden yaratıcılıklarını açığa çıkartıp kendilerini var edemiyorlar? Şu an gençler olarak bir kahve içecek, dışarıda sosyalleşebilecek parayı bulmayı bıraktık, arkadaşlarımızla buluşmak için bir yerden bir yere gitmek için gerekli olan parayı bulamıyoruz. 20 milyonluk İstanbul’da yüz binlerce genç yaşadığı mahallenin dışına çıkamıyor. Etrafı denizlerle çevirili bir kentte denizi göremeyen yüz binlerce insan var!

Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz, işsizlik, güvencesizlik, yoksulluk gibi temel sorunlar gençlerin gelecek kaygısını daha da azdırıyor. Ekonomik sorunların yanı sıra özgürlüklerin kısıtlanmasından dolayı kendimizi nefessiz hissediyoruz. İktidarın baskısı, yaydığı korku, ailelerimizin engellemeleri, mahallelerimizden dışarı çıkamıyor olmamız bizi bunaltıyor. Kendimizi çıkışsız ve umutsuz hissediyor, tükenmişlik duygusuna kapılıyor, depresyon belasından kendimizi kurtaramıyoruz. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, politik, toplumsal atmosferin ruhsal sorunları artırmaması, kaygı bozukluğuna yol açmaması düşünülebilir mi? Zaten kaygı bozukluğunun bu kadar yaygınlaşması her şeyi açıklamıyor mu?

İşsizlik, parasızlık, mahalleden dışarı çıkamamak, insan yerine konmamak, değer görmemek gençlerin canını fena acıtıyor. Öz saygımızı, güvenimizi kaybediyoruz. Kendine güvensiz, kimlik krizi veya aşağılık kompleksiyle boğuşan gençlerin depresyona girmemesi mümkün mü? Eğitimin kalitesinin düştüğü, mezun olduğumuzda işsizliğin bizi beklediği, özgürlüklerin kısıtlandığı hukukun yerlerde süründüğü ülkede eşitlik, adalet duygusunun kalmadığı bir toplumda nasıl mutlu olabiliriz?

Gençlere dair yapılan araştırmalar da bu gerçeklikleri ortaya koyuyor. Konda’nın yaptığı bir araştırmaya göre, 15-24 yaş aralığındaki gençlerde Türkiye’deki eğitimden memnuniyetsizlik oranı yüzde 71. Gençler en çok “dürüstlük”, “eşitlikçilik” ve “insan haklarını savunmak” değerlerine önem veriyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OECD’nin 2024 yılı verilerini de değerlendirerek hazırladığı “Bir Bakışta Eğitim” raporuna göre, 18-24 yaş aralığındaki her üç gençten biri ne eğitimde ne istihdamda yer alıyor. Yani yüzbinlerce genç atıl bir durumda bir köşeye fırlatılmış gibi kendi kaderlerine terk edilmiş durumda. Oysa gençlik demek enerji, dinamizm, yaratıcılık demektir, geleceğe umutla bakmak demektir. Ama bu düzen gençliğin tüm enerjisini emiyor, yaşama sevincini öldürüyor, kimisinde ise ölüm makinasına dönüştürüp daha korkunç sonuçlar yaratıyor.

Yine Konda’nın araştırmasına göre gençlerin %56’sı yurt dışında yaşamak istiyor. Hayaller ile gerçek hayatlar bambaşka olunca çıkışsızlık kaçınılmaz oluyor. Ailesinin aldığı ücret belli iken pahalı telefonlar alarak, pahalı giysiler giyerek veya pahalı ve ünlü makyaj malzemelerini kullanarak kimlik kazanacağını, saygı göreceğini, mutlu olabileceğini düşünüyor arkadaşlarımız. Çünkü okullarda, sosyal medyada hep tepedeki burjuva sınıfının yaşamlarını bizim de yaşayabileceğimizi kendi sınıfımızdakilerden farklı olduğumuzu pompalıyorlar. Ama zengin sınıfının insanlarının yaşamını biz yaşayamayız. Dilan Polat gibi vurguncu, kara para aklayan ahlaksızlara özenmek de sorunumuzu çözmez.

Bu düzen insanlığımızı, vicdanımızı elimizden almak, bizi bencil, düşünmeyen insan kılıklı yaratıklara dönüştürmek istiyor. Bu düzen bizi istediği gibi yoğurup şekil vermek istiyor. Buna karşı koymamızın tek yolu bilinçli, şuurlu, örgütlü sosyalist gençler olmamızdır. Bu düzenin nasıl insani değerleri yıkıp ufaladığını kavramalı, insanı yücelten, savaşların ve sömürünün, soykırımların olmadığı, kadın ve çocukların öldürülmediği bir dünya için yan yana gelmeliyiz. Biz emek veren, alın teri akıtan, var eden işçi sınıfının evlatlarıyız; kendi sınıfımızdan gurur duyuyoruz. Yaşadığımız çelişkileri aşmak için, onunla yüzleşmeli ve o çelişkileri kavrayıp sağlam adımlarla ileri yürümeliyiz. Kendi sınıfımızdan utanmak, tepeden bakmak yerine bizi çaresizliğe çıkışsızlığa itenlere inat kendi sınıfımızın safında mücadele etmemiz gerekiyor. Ben de bir genç olarak bize dayatılan bu çıkışsızlığı kabul etmiyorum. Tek çıkış yolumuz var: Bizi çıkışsızlığa iten, nefessiz bırakan bu kapitalist sömürü düzenine karşı sosyalizm mücadelesine sarılmak. Ancak o zaman özgürleşebilir ve mutlu olabiliriz!

Gün Ortasında Karanlık

Marksizm ve Özgürlük

İlgili yazılar