“Sel Felâketi” ve “Kentsel Dönüşüm” Gerçeği
Gülhan Dildar, 1 Ağustos 2012

Samsun’da 3 Temmuzda gece yarısı meydana gelen sel bir felâkete dönüştü ve 13 kişi yaşamını yitirdi. Ölenler arasında zemin katlarda yaşayan ve çocuklarıyla birlikte boğularak can veren kapıcı aileleri de vardı. Sel, özellikle Mert Irmağı’nın geçtiği Canik ilçesini etkiledi. Mert Irmağı’nın taşmasıyla köprüler yıkıldı, kenarında bulunan ve iki yıl önce TOKİ tarafından yapılan 2 bin 688 konutluk semtte evlerin zemin katları sel suları ve patlayan kanalizasyonlar altında kaldı. Büyük bir ihtişamla “büyük başlangıçların ve büyük sonuçların” kenti, “cazibe merkezi” olarak parlatılan Samsun’da, selden etkilenen sadece evler değildi. 2011’de dere yatağı üzerinde Bülent Arınç tarafından temeli atılan ve “Karadeniz’in en büyük alışveriş merkezi” olarak gururla reklamı yapılan Lovelet Outlet AVM de selden nasibini almış, sular ve çamur altında kalmıştı. Yaşanan sel felâketi gündüz gerçekleşmiş olsaydı, “cazibe merkezi” daha fazla insanın yaşamını yitirdiği bir “ölüm merkezi” haline gelecekti.

Sel felâketinin açığa çıkarttığı “kentsel dönüşüm” gerçeği

Yaşanan selin bir felâkete dönüşmesiyle birlikte, büyük bir şatafatla açılışları yapılan ve bölgenin en büyük kentsel dönüşüm projeleri olarak devreye sokulan konutların yoksul işçi ve emekçi ailelerine mezar olduğu bir kez daha görüldü. Oysa dönemin TOKİ başkanı olan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Kuzey Yıldızı Projesini büyük bir iftiharla kamuoyuna tanıtmıştı. Belediyelerle el ele vererek gerçekleştirdikleri ve sermayenin iştahını kabartan projelerini Bayraktar şöyle açıklıyordu: “Dünya ile kucaklaşmaya çalışan Türkiye’de 120 belediye ile toplu konut anlaşması imzaladık. Projelerimizi büyük bir başarıyla yürütüyoruz. Türkiye’nin gerekli imar şartlarını taşımayan binalardan artık kurtulmasının zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Canik’te halkımız için çağdaş bir yaşam alanı oluşturacağız. Bu projede sadece konutlar yaklaşık 350 milyon liraya mal olacak. Ticaret merkezleri, okullar, camiler, parklar, diğer tesisler ve cezaevinin yeniden inşa edilmesi de dikkate alındığında beldede yaklaşık 500 milyon liralık bir yatırım gerçekleşecek.”

Ancak TOKİ’nin Fransız balkonlu, göğü yırtan kuleleriyle övünen Bayraktar, eski dere yatağı üzerine kurulan Kuzey Yıldızı TOKİ Konutlarının kurulu bulunduğu alanın taşıdığı riski ağzına dahi almıyordu. Tıpkı şimdi, “Yer seçiminde ve yapılaşmada bir hata olduğunu zannetmiyorum” diyerek üzerini kapattıkları gibi. TOKİ yaptığı açıklamalarla olayı “doğal” bir afet olarak yansıtmanın yanı sıra pişkinlikte ve utanmazlıkta da sınır tanımıyor. TOKİ, “Dikkat edilmelidir ki söz konusu alanda idaremiz eliyle uygulanan kentsel dönüşüm projesi sayesinde söz konusu taşkına yapısal olarak dahi dayanması mümkün olmayan eski yapıların yerine fen ve sanat kurallarına uygun sağlam ve dayanıklı konutlar inşa edilmesiyle facianın önüne geçilmiştir” diyor. Yani insanlara “susun ve şükredin, yaptığımız konutlar olmasa daha çok insan ölürdü” demiş oluyor. Ayrıca pişkince selin sadece TOKİ konutlarını etkilemediğini söyleyerek kendisini aklamaya çalışıyor.

Oysa yaşanan acılar, insanların çocuklarını ve eşlerini böylesi selde yitirmesi “doğal” bir olay değildir. Göz göre göre insanlar kâr ve rant uğruna ölüme sürüklendiler. Burada bir doğallık varsa, o da doldurulan derenin eski mecrasına akmak istemesidir. Burada felâkete yol açan şey, dereleri ıslah edeceğiz diye uygulanan yanlış fizikî müdahalelerdir. Örneğin, Yılanlı Dere yatağının değiştirilmesiyle elde edilen arazi yeşil alan olarak ayrılacağına, TOKİ’nin Kentsel Dönüşüm Projelerine açılmış ve “çağdaş” konutlar inşa edilmiştir. TOKİ ve belediyeler her türlü doğal afete dayanıklı, sağlıklı, insanların sosyalleşebileceği konutlar inşa edeceğine, türlü oyunlarla dere yatakları için imar planlarını değiştirerek yapılaşmaya açmıştır. Üstelik Yılanlı Dere ve İncirli Dere üzerine yapılaşmanın yanlış ve tehlikeli olduğu uyarısı bölgedeki Mimar ve Mühendisler Odası tarafından defalarca yapılmış olmasına rağmen, TOKİ ve belediyeler el ele vererek gerekli imar ve iskân planlarında birtakım değişiklikler yaparak rant projelerini hayata geçirmişlerdir.

TOKİ bölgelerin coğrafi özelliklerini göz önünde bulundurmadan Türkiye’nin dört bir tarafına hep aynı tipte konutlar inşa etmektedir. Kimi yerlerde eğimden yararlanılarak birden fazla bodrum kat yapılabilmekte ve iskâna açılmaktadır. Bu uygulama Samsun’da olduğu gibi düz arazilerde de hayata geçirildiğinde bodrum katlar (daha çok kapıcı ailelerinin kaldıkları daireler) toprak altında kalmaktadır. Oysa Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliğinde şöyle deniyor: “Kapıcı dairelerinin ve bekçi odalarının taban döşemesi üst seviyesinin hiçbir yeri tabii zemine (0,50) metreden fazla gömülü olmayacaktır.” Ortalama bir dairenin 3 metre yükseklikte olması gerektiği düşünüldüğünde, kapıcı dairelerinin bodrum katına değil, giriş katına denk gelecek şekilde inşa edilmesi gerekmektedir. Aynı yönetmelikte “Kapıcı daireleri doğrudan ışık ve hava alabilecek şekilde düzenlenecektir” hükmü yer almaktadır. Görülüyor ki, yönetmeliğin açıkça ortaya koyduğu hükümler TOKİ tarafından pek de dikkate alınmamış, onlarca insan bodrum katlarında ölmüş, yaralanmış, mahsur kalmış, yüzlercesinin evi yaşanamaz hale gelmiştir. Üstelik Bakan Bayraktar, felâketin ardından feryat figan “Kapıcıları bodrumlardan kurtaralım” demiş ve sanki böyle bir yönetmelik yokmuş gibi utanmadan, “zemin altında yerleşimi yasaklayan bir düzenleme hazırlandığını” söylemişti. Zaten var olan yönetmelikleri dahi takmayan bir iktidarın, yeni düzenlemeler getirmesinden ne beklenebilir ki?

Sermayenin “kentsel dönüşüm” planları

İktidara geldiği günden beri “Kentsel Dönüşüm Projelerini” her fırsatta gündeme getiren AKP, kendilerinden önceki burjuva partileri kat kat aşan bir açgözlülükle bu projeleri hayata geçirmekte. 1990’ların başlarından beri gündeme getirilen “kentsel dönüşüm” meselesi en çok da AKP döneminde hayat bulmuştur. Sermayenin ayağındaki prangaları çözeceğini söyleyen Başbakan Erdoğan ve AKP, karşılarına çıkan her fırsatı alabildiğine değerlendirmekte, özellikle de ekonomiye itilim kazandırmak ve sermayeyi daha da palazlandırmak için inşaat sektörünün önünü alabildiğine açmaktadır. 23 Ekim ve 9 Kasımda Van’da yaşanan iki büyük depremin ardından “kentsel dönüşüm” adı altında rantsal dönüşüm planları büyük bir iştahla yeniden gündeme getirilmişti. Bu bağlamda Bayraktar, tasarısı gündemde olan kentsel dönüşüm yasası, yapı denetimleri yasası, yabancılara gayrimenkul satışını serbest kılan yasa ve 2B alanlarının satışını sağlayan yasanın en kısa zamanda çıkarılacağı müjdesini vermişti. Nihayetinde çok zaman geçmeden Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından afet riski taşıdığı ilan edilen alanlardaki bütün taşınmazların kapsam içine alındığı yasa Mayıs ayında Meclis’ten geçirildi. Yasaya göre, kentsel dönüşüm bölgesinde riskli binaları belirleme ve her türlü inşaatı yapma ya da yaptırma yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığında olacak. Bakanlık burada isterse TOKİ’yi devreye sokacak ve “işlemleri hızlandırmak için” ihale kanununu devre dışı bırakarak ihaleye çıkacak. Sadece İstanbul’da yıkım kararı alınmış 14 bin konut olduğu düşünüldüğünde, sektördeki patronların salyalarını akıtan pastanın büyüklüğü de daha iyi anlaşılacaktır. İstanbul’da 1,6 milyonu aşkın bina ve 4 milyonu aşkın konut var ve bunların önemli bir bölümünün ruhsatlı olmasına rağmen yarısından fazlasının riskli olduğu bizzat Ali Ağaoğlu, Halit Dumankaya gibi büyük inşaat firmalarının patronları tarafından dillendiriliyor.

TOKİ ve büyük inşaat şirketleri geçirilen yasalarla önlerinde yeni kâr kapıları açıldığı için ellerini ovuştururken, bankalara da yeni konut kredileri olanakları sayesinde gün doğmuş oluyor. Bu durumda yine olan işçi-emekçi ailelere oluyor. Bir taraftan çıkartılan kentsel dönüşüm yasalarıyla evsiz barksız kalırken, bir taraftan da kafalarını sokacak bir evleri olması için yıllarca içinde debelenip duracakları bir borç batağına sürükleniyorlar.

Belediyelere verilen yetkilerle askeri alanlar hariç her yer “kentsel dönüşüm” alanı olarak ilan edilebilirken, nedense sürekli olarak büyük inşaat şirketlerinin göz diktiği arsası değerli gecekondu bölgelerini ya da kentin içinde kalmış ve arsaları alabildiğine kıymetlenmiş yoksul mahallelerini, tarihsel semtleri gözümüzün içine sokuyorlar. Bir de utanmadan büyük bir ikiyüzlülükle konutların çürüklüğünden, depreme dayanıksızlığından, çarpık kentleşmeden dem vuruyorlar. Kentsel dönüşüm kapsamında yıkılan evler sahiplerinin ağızlarına bir parmak bal çalınarak ellerinden alınmış oluyor ve çoğu zaman “ne haliniz varsa görün” deniyor. Paranız varsa el konulan evinizin yerine yeni, ihtişamlı yapılardan alabilirsiniz. “Yok, o kadar para nereden bulayım” diyorsanız, kaderinize boyun eğip kentin dışında bulunan TOKİ konutlarından “kira öder gibi” konut sahibi olabilirsiniz!

“Eğer sermaye ve temsilcileri emekçi kitleleri düşündüklerini söylüyorlarsa, bilinmelidir ki gerçek bunun tam tersidir. Sulukule örneği bu hakikati çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. İstanbul’da tarihi yarımada sınırları içinde kalan Sulukule “kentsel dönüşüm” kapsamına alındı ve Romanlar buradan sürüldü. Fatih Belediyesi evleri ucuza kapattı, gitmek istemeyenlerin evleri zorla istimlâk edildi ve insanlar kentin dışında, kuş uçmaz kervan geçmez bir yere yerleştirildiler, toplumsal yaşamdan kopartıldılar. AKP ve ona bağlı belediyeler, Sulukule’nin “kentsel dönüşüm” çerçevesinde yeniden, tarihi özelliklerine göre inşa edileceğini söylüyorlardı. Evet, şu anda Sulukule tarihsel özellikleri de korunarak yeniden lüks bir site olarak inşa ediliyor, ama bir daha Romanlar oraya asla yerleşemeyecekler. Zira bu evleri alacak paraları yok. Kaldı ki, burjuvaziye hitap edecek şekilde yapılan yeni Sulukule, başta AKP çevresi olmak üzere zenginler tarafından kapatılmış durumda.” (Utku Kızılok, AKP’nin “Çılgın Proje”leri, Kent ve Kapitalizm, MT, no 75)

Samsun’daki sel ve yaşanan felâketin de gözler önüne serdiği üzere, sermaye düzeninden işçi ve emekçilerin ihtiyaçlarını karşılayacağı sağlıklı yaşam alanları inşa etmesini beklemek boşunadır. Her fırsatta deprem tehlikesiyle halkın gözünü korkutup evlerini, arsalarını ucuza kapatmakta hiçbir beis görmeyen sermayenin arzularını büyük bir başarıyla yerine getiren AKP hükümeti, insan hayatını hiçe sayan projeleri hayata geçirmekten de çekinmiyor. Zenginler için denize nazır lüks konutlar, villalar inşa edilirken, işçi ve emekçiler içinse bataklıklar ve dere yatakları üzerinde “ölüm ovaları” yaratılıyor.

Yalova’da inşa edilen konutlar bunu çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. TOKİ, Yalova’da 17 Ağustos 1999 Marmara depreminde yerle yeksan olan Hacı Mehmet Ovası’na yüzlerce konut inşa etti. Bu ova, eskiden bataklıkken 1980’lerin sonlarında doldurulmuş ve üzerine binalar dikilmişti. Sonrası ise malûm; 17 Ağustos depreminde buradaki binalar bırakın yıkılmayı adeta toprağa gömülmüştü ve 2 binden fazla insan enkaz altında kalmıştı. Afet İşleri Genel Müdürlüğü “ölüm ovası” olarak anılan bu bölgeye önce Önlem Şartlı Alan statüsünde iki kat sınırı getirmiş olmasına rağmen, TOKİ 2006’da kendi imar planını devreye sokarak bölgeye 4 katlı binalar dikmeye başladı. 2008 yılında ise 1152 konut tamamlanarak hak sahiplerine teslim edildi. Ne yazık ki, ova TOKİ konutlarıyla da sınırlı kalmamış, belediyenin de teşvikleriyle insan yaşamı hiçe sayılarak inşaat sektöründeki yatırımcılara daha cazip hale getirilmiştir. Dönemin Belediye Başkanı tarafından “Ölüm Ovası Değil, Hayat Mahallesi” sloganıyla bölge yeniden imara açılmıştır. Belediye, kat iznini ikiden üçe çıkarttı ve imar planlarında ova “düşük yoğunluk”tan “orta yoğunluklu” konut alanına dönüştürüldü. Bölge şantiyeye dönmüş durumda. Üstüne üstlük bir de, “Depremden beri kullanılmıyordu, insanların yürümeye bile çekindiği bir alandı. Şu an Yalova’nın en hızlı gelişen mahallesi” diye yüzleri kızarmadan övünüyorlar.

Bütün bu uygulamalar gözünü kâr hırsı bürümüş kapitalistlerin akıldışılığını bir kez daha açığa çıkarıyor. Jeofizik ve deprem uzmanları bu duruma akıl erdirmekte güçlük çektiklerini ve TOKİ’nin yer seçiminin yanlış olduğunu ifade ediyorlar. TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Yalova Temsilcisi Özgür Bayraktar şunları dile getiriyor: “Burası bataklık. Zemin diye bir şey yok. 1999 depreminde bu ovanın %80-90’ı yıkılmıştı. İmara açılması çok büyük hata. Türkiye’de yapı denetimi zaten bir muamma. TOKİ de kanun gereği kendi ruhsatını kendi alıyor, yapı denetimi ciddi bir soru işareti.”

Teknoloji bu kadar gelişmişken, Dubai’de insanoğlu denizin ortasında suni adalar oluşturup binalar dikerken, çöle gökdelenler ve oteller inşa edilirken, TOKİ de bataklığın ortasına konut dikebilir herhalde! Sağlam konut inşa etmenin maliyeti düşünüldüğünde, TOKİ’nin işçi ve emekçiler için bu maliyeti karşılayıp sağlam konutlar inşa ettiğini düşünmek ahmaklık olur.

Bugün inşaat sektörünün alabildiğine genişlemesi, mantar gibi yapıların çoğalması işçilerin konut sorunu çözülsün diye değildir. AKP hükümeti, bir taraftan hazine arazilerinin satışından muazzam bir gelir elde ederken, diğer taraftan bu sektörde faaliyet gösteren kendi sermaye gruplarını palazlandırmaktadır. İnşaat sektörü, alt sektörleri de harekete geçirerek ekonomiyi canlandırması bakımından ayrıca önem kazanmaktadır. Bunun yanı sıra, inşaat sektörünün emek yoğun bir sektör ve vasıfsız işgücüne yaygın iş olanağı sunmasından kaynaklı, AKP bir taraftan işsizliğin daha fazla artmasını önlemekte ve öte yandan ise işçi-emekçi aileleri “kira öder gibi” ev sahibi yaptığını söyleyerek kandırabilmekte ve bu kandırmaca üzerinden oy devşirebilmektedir.

Kapitalizmde konut sorunu çözülür mü?

Ekonomik çıkar ve kâr mantığı üzerine kurulu kapitalist düzende, işçi sınıfının toplumsal ihtiyaçlarını sağlayabileceği, sağlam, rutubetten uzak, sağlıklı, estetik, doğayla iç içe konutlar beklemek ne yazık ki hayalden öteye geçemez. İşçi sınıfının mücadeleleri sonucunda Birleşmiş Milletler sözleşmelerine yazılan barınma hakkı, kapitalizmde kâğıt üstünde kalmanın ötesine geçmemiştir. Dünyanın en gelişmiş kapitalist ülkelerinde dahi milyonlarca insanın evsiz ve sokakta yaşıyor oluşu, bu sorunun kapitalizm altında çözülemeyeceğinin kanıtıdır. Ancak “herkesin ev sahibi olacağı” yalanı, her fırsatta krediler üzerinden halkı soyan bankalar, sektör üzerinden büyük kârlar elde eden burjuvalar ve bizzat devlet tarafından yayılmaya devam ediliyor.

Elbette ki bizler, iyi bir altyapı planlamasına dayanan, insan sağlığına ve doğaya uygun bir kentsel dönüşümden yanayız. Ancak bunun kapitalizmin sınırları içerisinde gerçekleşmeyeceğinin de farkındayız. İşçi sınıfının doğayı ve insanlığı katleden beton yığınlarından kurtuluşu ve konut sorununun çözümü ancak kapitalizm engeli kaldırıldığında mümkün olacaktır. Ancak bu engelin ortadan kaldırılmasıyla ve yerine kurulacak bir işçi iktidarıyla toplumsal ihtiyaçlar temelinde üretimin yolu açılabilir. İlkay Meriç’in dediği gibi, yeter ki işçiler, emekçiler, ev sahibi olmak için harcadıkları umarsız çabanın küçük bir kısmını bu mücadeleye harcasınlar!

1 Ağustos 2012

İlgili yazılar