Polonez işçileri düşük ücretlere ve ağır çalışma koşullarına dur demek için Tek Gıda-İş Sendikasında örgütlendiler, işten atıldılar. Ama çoğunluğunu kadınların oluşturduğu işçiler, evlerinin yolunu tutmayıp fabrika önünde direnişe geçtiler. Bu direniş sürecinde defalarca polis ve jandarmanın saldırısına uğradılar. Patron, işçilerin direnişini kırmak için her türlü oyunu oynadı, müftüyü bile devreye soktu. İktidar, polis, müftü hep birlikte patronun arkasında saf tutarken, direnişçi işçilerin yanında ise mücadeleci sendikalar, sosyalist parti ve örgütler vardı. Bu yüzden dayanışma her geçen gün büyüdü ve Polonez işçilerinin sesi ülke genelinde duyuldu.
Polonez işçileri Ankara’ya yürümek istediklerinde bir kez daha önleri kesildi ama direnen işçiler yolu açtılar ve Kocaeli/Gebze’ye kadar yürüdüler. Çalışma Bakanlığı devreye girince, direniş alanı haline getirdikleri Çatalca Kaymakamlığı önüne geri döndüler. Polonez işçilerini direnişlerinin 166. gününde ziyaret etmiş, mücadele deneyimleri üzerine sohbet etmiştik. Röportaj yaptığımız genç bir kadın işçi, direniş süreçlerini, polisin saldırılarını, kadın işçilerin direngenliğini ve deneyimlerini anlattı.
Direngen bir mücadele yürüten, tüm engellere rağmen geri adım atmayan Polonez işçilerinin direnişi kazanımla sonuçlandı. Bugün tam da röportajı yayınladığımız gün sendika ile patron arasında bir anlaşmaya varıldı. Çalışma Bakanının arabuluculuğunda yapılan görüşmelerin sonucuna göre işçiler kıdem ve ihbar tazminatlarının yanı sıra sendikal tazminat alacaklar ve ayrıca direnişte geçen sürecin ücreti de ödenecek.
Polonez işçilerinin mücadelesi birçok yönden Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihine örnek bir direniş olarak kaydedildi. Aşağıdaki röportaj da bunu ortaya koyuyor:
Polonez direnişçisi kadın işçi: Sendikalaşma meselesi fabrikada konuşulmaya başladığında benim hiçbir şeyden haberim yoktu. Bir aylık bir işçiydim. Abim ve arkadaşları da kendi aralarında konuşup sendikaya üye olmuşlardı. Ama işe yeni başladığım ve geçici olarak çalıştığım için ilk başta benim üye olmama gerek yok dedi abim. Süreç ilerledikçe ben de üye oldum. Gece vardiyasında bir gün Usta erkenden fabrikaya geldi. Normalde fabrikaya hiç erken gelmez, sürekli hakaretler eder işçilere. Önce abimlerin bölümündekilerle toplantı yapmış, sonra da kadınları topladı tehditler savurdu: “Kelleleriniz gidecek, şu sendikadan elinizi çekin, yapmayın böyle size zam vereceğiz.” Ertesi sabah beni üye yapan abla da dâhil 13 işçi işten çıkartıldı. Hepsi de tanıdık, birlikte çalıştığımız ablalarımız, abilerimiz. Ben 25 günlük çalışandım orada ama geçen yıl da onlarla birlikte çalışmıştım, yani herkesi tanıyordum. İnsan birlikte çalıştığı arkadaşları işten çıkartıldığında o fabrikada durmak istemiyor, çalışmayı kendine yakıştıramıyor. Akşam vardiyaya geldik ama elimiz bir şeye gitmiyor, çünkü onlarla aynı vardiyadaydık ama artık yoklar, dışarıdalar. Biz de işi bırakıyoruz çalışmıyoruz dedik. Birlikte hareket ettik. Hepimizde bir başkaldırma olmuştu bir kere yani.
Süreç ilerledi. İlk 13 arkadaşımız dışarıda mücadeleye devam ederken biz de içerden onlara destek veriyorduk. Molalarda onlar müzik açtığında biz içerde onlar dışarıda karşılıklı olarak halaylar çekiyorduk. Birbirimizi görmeyelim, iletişimimiz olmasın diye fabrikanın etrafına tel örgüler çektiler, tırları dizdiler. Dışarıdaki müziği, sloganları duymayalım diye sistem bile kurdular. Daha sonra biz de 40’ar kişilik gruplar halinde bir SMS ile işten çıkartıldık. Ben de ikinci çıkartılan gruptaydım. Dışarıdaydık artık. Bu sefer dışarıda devam ettik yan yana olmaya. Polis defalarca müdahale etti ama yılmadık. İlk müdahaleyi unutmamız mümkün değil. İlk seferinde o kadar habersizdik ki ne olduğunu anlayamadık, o anda birileri karpuz yiyor, birileri sohbet ediyor, şarkı çalıyordu. Bir anda çevikler geldi, biz korkuyoruz ama direnmek de zorundayız çünkü hepimiz birlik içindeyiz. Biber gazı sıktılar, kadınlar bayıldı, Yunus Durdu (Tek Gıda-İş örgütlenme uzmanı) abinin gözü bayağı kötü olmuştu o anda bayılmıştı. O kadınların haykırışı asla gözümün önünden gitmiyor mesela. Polisin yüzüne karşı patronlara olan tüm öfkeyi haykırıyordu bir abla, içindekilerin hepsini döküyordu. Patronlar da karşımıza geçmiş gülerek, bize yapılan müdahaleyi izliyorlardı. Bunlar gözümün önünden gitmiyor. Benim ablam ve annem yaşında olan kadınlar bu şekilde mücadele verirken “sen bir yere gidemezsin, bırakamazsın” dedim kendime. Benim okulum vardı. Bu sene üniversite sınavına girdim. Aydın Üniversitesi’ni kazanmıştım ama gitmedim. Çünkü buradakileri yarı yolda bırakmak istemedim. Yani onu kendime yakıştıramadım. O yüzden gitmedim. Belki bunu bahane olarak kabul ediyor birçok kişi ama ben 3 ay öncesine kadar her şeyimi ayarlamıştım. Gerçekten bahane değildi. Çünkü yaşadığımız süreç, bize yapılanlar ortada. Gerçekten tamamen mücadele duygusuyla yapılmış bir şeydi. Okulumu da kazanmıştım gidebilirdim. Bursum da vardı ama gitmedim.
Unutmadığım anlardan biri yine bir başka polis müdahalesinin olduğu zamandı. İlk müdahalede habersiz yakalanmıştık ama sonraki seferler de artık müdahalelerin yapılacağı zamanları anlayabiliyorduk. Arka kapıda müdahale olacağını anlayınca benim oraya gitmem lazım diye düşündüm. İnsanlar o haldeyken geri durup, bırakıp gidemezdim. Bizi kapıdan uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Bir anda etrafımızda çember oluştu. Bir yandan da yapılan müdahaleleri videoya çekiyorduk. Ben de videoyu çekmek için biraz daha geride duruyordum. Bu sefer çevikler ilk video çekenlere müdahale ettiler. Video çekilmesini istemiyorlardı.
Kadınların bağırış sesleri geliyor kulağımıza. Nasıl bağırıyorlar ama giremiyoruz, önümüz kapalı bir şey yapamıyoruz. Biz o sırada çevremizi saran polisleri itiyoruz, diyoruz ki çıkın önümüzden biz gireceğiz. Sonra kadınları tek tek gözaltına alıyorlar ama kadınlar geliyor, gelirken saçları dağılmış, ağlıyorlar. Düşünsenize annen gibi gördüğün insanlar, üretimde beraber çalıştığın insanlar o haldeler. Bu duyguyu anlatamam, bu durumu hiçbir şekilde anlatamam. Oluşturulan çemberlerin birinin içinde de 6-7 erkek arkadaşımız vardı. Birinin kolu kırıldı orada, birinin bacağı, birinin kaburgası kırıldı, ameliyat oldu sonra. Fatma ablanın o sırada haykırışı gözümün önünden gitmiyor. Ben videoyu çeken taraftayım. Bir yandan video çekmek zorundayım bir yandan yaşanılanları görüyorum kamerayı elimden bırakmamak için zor tutuyorum kendimi. Fatma abla çemberin içindeki oğluna ulaşmaya çalışıyor, bağırıyor, haykırıyor… Polislere diyor ki “bırakın” diyor. “Oğlum ya, oğlumu alacağım oradan. Bak ne halde oğlum” diye bağırıyor. Polisler ise “biz bir şey yapamayız. Bizim bir yetkimiz yok” diyorlardı. “Sen orada dövüyorsun çocuğu, buna yetkin var. Annesini içeri almaya mı yetkin yok?” Bu durum öyle garip geldi ki bana… Sonra ön taraftaki arkadaşlarımız da geldi yanımıza. Orayı yıkıp geçtik. Tabii hastaneye kaldırılan birçok arkadaşımız oldu. Ama yine de bir şeyler yıkılıyor, bir şeyler de birlik olunca yeniden toplanıyor yani.
Bugün artık benim açımdan çok şey değişti. Birçok konuda tecrübe edindim. Yani hayata karşı bakış açım değişti mesela. Ben 20 yaşındayım. Çok büyük bir yaşta değilim. Hala çocuk bile sayılırım. Hep hayata böyle laylaylom bakıyordum. Bu olaylardan hep uzaktım. İçinde olmasam işçilerin eylemini görseydim, “işçiler ne yapıyor ya burada” derdim. Benim hep polislere bir hayranlığım vardı. Polisin müdahalesini gördüğümde büyük ihtimalle işçileri suçlu bulurdum. Ama bu sürecin içindeyken öyle olmuyor. Artık insanın polislere karşı siniri bozuluyor. O güvenin gidiyor tamamen. Tamam, onlar da emir kulu ama müdahale var, müdahale var. Yani bildiğin bizi terörist gibi gösteriyorlar ama aslında öyle bir şey yok yani. Biz terörist değiliz, biz Türk’üz yani. Bu ülkenin vatandaşıyız. Ama o kadar müdahale edildi ki teröristlere böyle bir müdahale yoktur. Emin olun öyle.
Şu anki süreçte birçok konuda tecrübe edindim. Mesela sizin şu an buraya gelmeniz bizim için büyük bir anlam ifade ediyor çünkü şöyle hissediyorum: “Yalnız değiliz, yanımızda birileri var, destek oluyorlar”. Mesela ziyaretimize gelenler elleri boş gelmiyor, çay veya başka şeyler getiriyorlar. O an o çay bizim yüreğimizi ısıtıyor, içimizi ısıtmaktan değil de yüreğimizi ısıtıyor çünkü o dayanışmanın bir duygusu oluyor ve bizden asla gitmiyor. Mesela sizin buraya geldiğinizi de buradaki arkadaşlarımızın hiçbiri unutmazlar. Gelip burada halimizi soruyorsunuz “Bir şeye ihtiyacınız var mı? Ne yapıyorsunuz? Nasıl gidiyor?” Bu bizim için o kadar değerli bir şey ki. Buradan gittikten sonra biz burada kendi aramızda konuşuyoruz. “Bak bunlar da yanımızdaydı. Geldiler, destek oldular. İlk günden beri böyle destek oluyorlar. Demek ki yalnız değiliz. Demek ki bizim mücadele etmemiz gerekiyor, devam etmemiz gerekiyor.” Bunlar yaşadıklarımızdan hep tecrübelerimiz bizim.
Sermayenin Saldırılarına ve Horlanmaya Karşı Dirençli Bir Mücadele Mayalanıyor!