Orman Yangınları Rejimin İflasının Göstergesidir
Utku Kızılok, 6 Ağustos 2021

Orman yangınları faşist rejim kadrolarının hastalığının, paranoyaklığının, aşağılık kompleksinin yeni örneklerinin sergilenmesine vesile oldu. Kuşkusuz bunun birçok nedeni var ama en önemli neden, hiç beklenmedik bir anda iktidarı kaybetme, her türlü ayrıcalığın ve muazzam kaynakların elden gitmesi korkusudur. Hesap vermenin gündeme geleceğinden duyulan yoğun telaş ve paniktir. Kendi iktidarlarını kurtarma adına tüm ülkeyi ateşe vermekten çekinmeyenlerin ırkçı ve faşist politikaları bilinçli bir tercihtir ve bu da hastalıklı durumu beslemektedir.

Türkiye’nin güneyini boydan boya yakıp kül eden orman yangınları, totaliter rejimin her alanda içine düştüğü sıkışıklığın ve açmazın, devlet kurumlarının niteliksizleşmesinin, zihinsel dağınıklığın, kapitalist açgözlülüğün, kibrin, gerçeklerden kopukluğun ve boş vermişliğin yeni ve son derece yıkıcı bir örneği oldu. Uluslararası alanda sıkışıklığını aşamayan ve en önemlisi ekonomiyi canlandıramayan rejimin açmazı gitgide büyüyor. Orman yangınlarıyla ortaya çıkan manzara, rejimin her alanda ülke için tam bir yıkım kaynağına dönüştüğünü ortaya koyuyor. Rejimin ve Türkiye’nin bugünkü durumunun uzun süre aynı şekilde sürdürülemeyeceği açıktır ve nitekim bu gerçeğin son zamanlarda daha fazla gündeme gelmesi sebepsiz değildir. Ancak rejimin kendiliğinden çekip gitmeyeceği de bir hakikattir. Yangınlar üzerinden girişilen provokasyonlar, harlanan ırkçılık ve bu siyasal iklimde Konya’da 7 kişilik bir Kürt ailenin katledilmesi, iç savaş söyleminin ortalığa salınması rejimin “benden sonra tufan” yaklaşımının ifadesidir. Rejimin varlığını sürdürme çabası, bu doğrultuda muhalefeti ezip sindirmeye dönük hamleleri, kin ve nefret dolu söylemi siyasal ve toplumsal alanda gerilimin giderek daha fazla yükselmesine neden oluyor. Göçmen sorunundan orman yangınlarına kadar sayısız sorun anında bu gerilim hattının bir unsuru haline geliyor.

Orman yangınlarına dair tablo aslında son derece nettir: Rejim orman yangınlarına karşı neredeyse hiçbir hazırlık yapmamış, dahası böylesine büyük bir yangının olabileceğini gündemine almamış, umursamamış ve boş vermiştir. Bu umursamama, boş verme ve öngörüsüzlüğün temelinde kapitalist aç gözlülük, tümüyle devlet kaynaklarını yağmalamaya odaklanma, doğaya yalnızca bu gözle bakma ve elbette yıkıcı bir cahillik, onunla birleşen kibir vardır. Küresel iklim değişikliğinin artan etkisinden dolayı 2021 yılının tüm dünyada aşırı sıcak geçeceği, özellikle Akdeniz havzasında orman yangınlarının kaçınılmaz olduğu sayısız uluslararası kurum ve üstelik Meteoroloji Müdürlüğü tarafından çok önce tespit edilmişti. Nitekim soğuk iklimin hâkim olduğu Sibirya’dan Kanada’ya, Akdeniz havzasında İtalya’dan Yunanistan’a birçok ülkede büyük yangınlar gerçekleşti, gerçekleşiyor. Küresel iklim değişikliğinin etkilerini daha fazla göstereceği ve hava sıcaklığının şiddetli orman yangınlarını kaçınılmaz hale getireceği yönündeki tespit ve uyarılar hazırlık yapmayı, önlem almayı ve dolayısıyla bu alana kaynak aktarmayı gerektirir. Fakat rejim, kapitalist açgözlülük, güç, cahillik ve kibrin karışımının belirlediği hareket tarzıyla gerçekleri küçümsemiş, böylesine büyük bir yangın olabileceğini hesaba katmamış, daha da önemlisi olası yangınlarda yok olacak orman alanlarını ranta açma planları yapmıştır. Daha yangınlar devam ederken ama henüz yıkıcı düzeye yükselmemişken Erdoğan’ın imzaladığı Turizmi Teşvik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, bu planın parçasıdır. Bu yasayla ormanlık alanların turizme kazandırılması adı altında doğanın daha fazla ranta açılması yetkisi Cumhurbaşkanı ile birlikte Turizm Bakanlığına verilmiştir. Rejim sözcüleri, kendilerini öylesine bu alana odaklamış ve gerçeklerden kopmuşlardır ki orman yangınları tüm şiddetiyle sürerken ve insanlar acı çekerken yasayı yürürlüğe sokmakta beis görmemişlerdir.

Yangınların bir felâkete dönüşmesinin asıl nedeni doğa değil kapitalist sermaye düzenidir. Bunu son dönemde ardı ardına gelen sellerde ve orman yangınlarında bir kez daha görmüş olduk. Dünya burjuvazisi, yıllarca neo-liberal saldırı politikalarını meşrulaştırmak için devletin küçüleceğini propaganda etti. Oysa yıllar içinde bir şiddet aygıtı olarak devlet küçülmedi, tam tersine bu anlamda devlet alabildiğine büyüdü ve tüm dünyada polis devleti uygulamaları hızlanarak güçlendirildi. Küçülen tek şey eğitim, sağlık, ulaşım dâhil olmak üzere kamu harcamaları ve hizmetleriydi. Özelleştirmeler yoluyla kamu alanındaki neredeyse tüm hizmetler özel şirketlere devredildi ve sermayeye kârlı alanlar açıldı. Son senelerde kent yangınlarından orman yangınlarına kadar birçok alanda kamu hizmetlerinin terk edilmesinin yarattığı ağır sonuçlar bunun göstergesidir.

Türkiye’de kapitalist açgözlülük ve neo-liberal saldırılar faşist rejimin kurulmasıyla daha dizginsiz bir boyuta yükselmiştir. Mesela itfaiye hizmetleri küçültülmüş, araç gereçleri satılmış, deneyimli işçiler işten atılmış ve bu alanda faaliyet yürüten birçok kurumun içi boşaltılmıştır. Bu, aynı zamanda bu iktidarın devlet kurumlarına ve kaynaklara çökme yöntemidir. Hem toplumda itibarı hem de birçok gayrimenkulü olan THK’ya kayyum atama yoluyla çökülmesi, kurumun içinin boşaltılması ve çalışamaz hale getirilmesi bu doğrultuda iktidarın nasıl bir yol izlediğinin en tipik örneklerinden biridir. THK’ya kayyum olarak atanan kişinin yangın sırasında düğüne gitmesi, gelen eleştiriler karşısında ise utanıp sıkılmadan başkan değil kayyum heyeti başkanı olduğunu söylemesi rejim kadrolarının boş vermişlikte ve ciddiyetsizlikte sınır tanımadığını gösteriyor. THK felçleştirilirken, aynı zamanda yangın söndürme işi özelleştirilip yandaş şirketlere verilerek yeni kârlı alanlar açılmıştır. Kurumun bünyesindeki yangın söndürme uçaklarının yenilenmesi için 4 milyon dolar ayırmayan rejim, yangın uçakları kiralamak için on milyonlarca dolar harcamaktan geri durmamaktadır. Dahası Erdoğan’a milyarlarca dolarlık 13 uçaklık bir filo tahsis edilirken bu, aymazca, “itibardan tasarruf olmaz” denerek savunulmaktadır. Kuşku yok ki THK uçaklarının atıl bırakılması ve yeni yangın uçaklarının alınmaması bilinçli bir tercihtir. Bu tercihi belirleyen rejimin sermaye politikalarıdır.

Rejim, 2021 orman yangınları karşısında hazırlıksız yakalanmış ve yangının bir felâkete dönüşmesiyle açgözlülüğün ve yağma politikasının yol açtığı beceriksizlik açığa çıkmış, toplumu öfkelendirmiştir. Rejim orman yangınları karşısında yalnızca hazırlıksız değil, aynı zamanda doğa karşısında son derece duyarsızdır. Bugüne kadar birçok işçi ve köylü yaşamını kaybetti, milyonlarca canlı yanıp kül oldu. Ancak rejim sözcüleri can kayıplarını yalnızca insanla ölçüyor, ormanların kül olmasını, köylülerin hayvanlarının ve diğer canlıların telef olmasını zerrece umursamıyorlar. Bu durum, Marx’ın o meşhur sözlerini bir kez daha haklı çıkartmıştır. Marx, sermayenin insan kılığında ayakları üzerine dikildiğini ve tek tutkusunun kâr olduğunu dile getirir. Gerçekten de rejim ve sermaye doğaya bakınca ağacın yeşilini değil doların yeşilini görüyor ve ağzının suları akıyor. Yangın köyleri yakıp kül ederken TOKİ’nin “şirin” ve modern köy evleri örnekleri yayınlaması, bir AKP’li belediye başkanının çıkıp “öyle güzel evler yapacağız ki tüm köylüler «keşke bizim de evimiz yansaydı» diyecekler” sözlerini sarf etmesi sermayenin düşünme ve hareket tarzını tam bir pervasızlıkla özetliyor. Keza Erdoğan’ın ormanlar yanarken ve insanlar acılarıyla boğuşurken gittiği Marmaris’te insanlara çay fırlatması da aynı pervasızlıktır. Erdoğan’ın bu tutumu gerçeklikle ilişkisinin alabildiğine koptuğunun çarpıcı bir ifadesidir ve aslında kendini dünya lideri ve modern sultan olduğu vehmine kaptıran bir kişinin eyleminin doğal sonucudur.

Her zaman olduğu gibi rejim, bir taraftan manipülasyona başvurarak kitlelerin odak noktasını kaydırmaya çalışırken, öte taraftan RTÜK’ün yangın haberlerinin sansürlenmesi amacıyla medyaya talimat vermesi örneğinde görüldüğü üzere ek baskı politikalarını devreye sokmuştur. Yangının felâkete dönüşmesi ve tepkilerin büyümesiyle birlikte, Aydınlık’tan Hürriyet’e rejim medyası ve tek merkezden yönetilen trol ordusu ormanları PKK’nin yaktığını ve Türkiye’ye karşı savaş açıldığını propaganda ederek HDP’yi hedefe koymuş, Kürt düşmanlığı tırmandırılmaya başlanmıştır. Doğu Perinçek ABD’nin Türkiye’ye karşı bu yolla savaş açtığını söylerken, provokatör İbrahim Karagül “CHP, orman yangınlarında PKK ile birlikte hareket etti” demekten geri durmamıştır. Trol ordusu, molotoflu kişilerin ormanları yaktığı ve şehir merkezlerinde çatışmaların çıktığı yönünde sürekli sosyal medya hesaplarından paylaşımlar yapmış, köylülerin WhatsApp gruplarına sızarak kışkırtmalarını sürdürmüş ve toplumu galeyana getirmeye çalışmıştır. Nitekim yangın söndürmeye giden kimi gençlerin bile “terörist” zannıyla linç edilmeye kalkılması rejimin kirli oyunlarının bir sonucudur.

İşte Konya’da bir Kürt ailenin katledilmesi bu siyasal iklimde gerçekleşmiştir. Rejim sözcüleri tam bir riyakârlıkla, sorunun Kürt meselesi olmadığını ve iki aile arasındaki bir husumet olduğunu söyleyerek gerçeklerin üzerini kapatmaya çalışıyorlar. Oysa katil ailenin devlet tarafından nasıl korunup kollandığı birçok yönden açığa çıkmıştır. Bu tür ailelerin devletin polis ya da istihbarat örgütlerinin yönlendirmesi altında olduğu bir sır değildir. Diğer taraftan, tüm bunları bir kenara koyup sadece iki aile arasındaki husumet meselesini odaklansak da durum değişmez. O katilin, Kürtlere dönük düşmanlığın ve milliyetçi hezeyanın doruğa çıktığı günlerde bu katliamı gerçekleştirmeyi seçmesi bir tesadüf değildir.

Her orman yangınında “Ateşin Çocukları” adlı sözde Kürt grubu gündeme geliyor ve rejim duruma göre hareket ediyor. Mesela geçtiğimiz yıl Hatay’daki orman yangınlarını bu “grup” üstlenmiş ve o zaman İçişleri Bakanı Süleyman Soylu şunu söylemişti: “1 Ocaktan bugüne kadar, terör örgütünün çeşitli adlar altında üstlendiği, «Ateşin Çocukları» da dâhil olmak üzere yaklaşık 850 olay var. Bu olayların 400’ü hiç yok; hiç vaki olmamış. Neden? Bunlar da bir çeşit terör propagandasıdır.” Keza Temmuzun ikinci haftasında Orman ve Tarım Bakanı Pakdemirli, tüm ormanları kontrol ettiklerini ve çakmak yakıldığında bile haberlerinin olduğunu övünerek söylüyordu. Dün böyle konuşanlar, bugün Türkiye’nin güneyini boydan boya ne idüğü belirsiz grubun ateşe verdiğini söylemekten imtina etmiyorlar. Çünkü rejim yıllardır beslediği Kürt düşmanlığı üzerinden kitleleri galeyana getirmeye ve orman yangınlarında lime lime olan itibarını yerden toplamaya ve suçunun üzerini kapatmaya çalışıyor. Milliyetçi hezeyan üzerinden toplumun tepkisi yanlış kanallara akıtılmak, ama aynı zamanda Kürt düşmanlığı üzerinden muhalefet sıkıştırılarak HDP ve CHP gayrimeşru duruma düşürülmek ve bu kez de yangınlar kullanılarak muhalefet cephesi parçalanmak isteniyor.

Ormanların ve köylerin yanmasını önleyemeyen rejim, yurtdışından da kapsamlı yardım almayı reddetmiştir. Çünkü sürekli büyük ülke olmakla böbürlenen, İslam âleminin lideri olduğu vehmine kapılan rejim açısından böyle bir yardım, şişirdiği yalanların kendi tabanı nezdinde bile teşhir olması anlamına geliyor. Tam da bu yüzden, yani boş böbürlenmeyi sürdürme adına ormanların yakılması pahasına birçok ülkenin önerdiği yardımlar geri çevrilmiştir. Rejimin propaganda bakanının (Fahrettin Altun) sosyal medyadan başlatılan uluslararası yardım çağrıları karşısında sarf ettiği sözler, rejimin kof böbürlenmeyi sürdürmek istediğini ve halkı zerrece umursamadığını ortaya koyuyor: “Yurtdışından ve tek merkezden organize edilen sözde yardım kampanyası ideolojik saiklerle, devletimizi aciz göstermek, devlet-millet birlikteliğimizi zayıflatmak amacıyla başlatılmıştır.”

Orman yangınları faşist rejim kadrolarının hastalığının, paranoyaklığının, aşağılık kompleksinin yeni örneklerinin sergilenmesine vesile oldu. Kuşkusuz bunun birçok nedeni var ama en önemli neden, hiç beklenmedik bir anda iktidarı kaybetme, her türlü ayrıcalığın ve muazzam kaynakların elden gitmesi korkusudur. Hesap vermenin gündeme geleceğinden duyulan yoğun telaş ve paniktir. Kendi iktidarlarını kurtarma adına tüm ülkeyi ateşe vermekten çekinmeyenlerin ırkçı ve faşist politikaları bilinçli bir tercihtir ve bu da hastalıklı durumu beslemektedir. Fakat ne kadar güç gösterisinde bulunmaya, gerçeklerin üzerini kapatmaya çalışırsa çalışsın orman yangınlarındaki aczi, rejimin iflasının yeni bir göstergesidir. 

4 Ağustos 2021

İlgili yazılar