Oba Makarna’daki Patlamanın Anlattığı: Üretim Aksamasın, İşçiler Ölsün!
Cem Asyalı, 18 Eylül 2024

15 Eylül Pazar günü Sakarya’da Oba Makarna’ya ait fabrikada patlama meydana geldi. Patlama sonucu 1 işçi yaşamını yitirdi, 6’sı ağır olmak üzere 30 işçi yaralandı. Patronların kâr hırsı dur durak bilmiyor. Az işçiyle daha fazla üretim yapmak için işçiler 7 gün 24 saat çalıştırılıyorlar. Oba Makarna Türkiye’nin en büyük sanayisi sıralamasında ilk 500 işletme içinde yer alıyor. Yani Türkiye’nin önde gelen büyük bir kapitalistinden söz ediyoruz. Bir işçi kardeşimizin yaşamdan kopartılması ve diğerlerinin yaralanması, bu büyümenin işçilerin yalnızca emeğiyle değil ama aynı zamanda kanı üzerinde yükseldiğini ortaya koyuyor. Kapitalizmin değişmez yasası Oba Makarna’da da işliyor: İşçiler ölürken sermaye büyüyor!

Patlama Pazar günü meydana geldi. İşçiler aileleriyle vakit geçirmeleri gereken bir günde fabrikada çalıştırılıyorlardı. Daha az işçiyle daha fazla üretim hedefiyle işçiler tatil günü bile çalıştırılırken, daha fazla kâr elde etmek isteyen Oba Makarna patronu, aynı diğer patronlar gibi, gerekli işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini de almaya gerek duymuyordu. İşyerinde alınmayan önlemler patlamaya, patlama da işçilerin yaralanmasına ve ölmesine neden oldu. Yaralanan işçiler arasında 12 yaşında bir işçi çocuğu da bulunuyor. 12 yaşında bir çocuğun Pazar günü fabrikada ne işi var? Evinde dinlenmesi, oyun oynaması gereken bir çocuk fabrikada ne yapıyor? Pazar günü çalışmaya zorlanan birçok işçi ailesi, çocuklarını bırakacak yer bulamayınca fabrikaya götürmek zorunda kalıyor. Çok açık ki burada da aynı durum geçerlidir.

Makarna üretimi yapan bir tesiste toz patlama riski çok yüksektir. Ham madde olarak kullanılan un, patlayıcı özelliğe sahip bir tozdur. Oba Makarna’da bunun acı bir örneğini görmüş olduk. Bu tür işyerlerinde proses (iş akışı) güvenliğinin sağlanması, sürekli kontrol sistemlerinin bulunması, basınç fazlalaşması, sıcaklık artması, toz bulutunun oluşması gibi durumları önceden tespit edecek sistemlerin kurulu olması gerekmektedir. Hatta sadece tespit etmesi değil otomatik müdahalede bulunarak yangın çıkmasının, patlama oluşmasının önüne geçilmesi gerekmektedir. Tabii ki bu önlemler, maliyet olarak görüldüğü ve kârı azalttığı için birçok işyerinde tam manasıyla alınmıyor. Gerekli cihazlar takılmış olsa da sürekli üretim olduğu ve bakım için gerekli zaman ayrılmadığından dolayı bakımlar yapılmıyor. Güvenlik ekipmanlarının çalışıp çalışmadığının kontrolleri yapılmıyor. Her şeyden önce üretimin devam etmesi isteniyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliği veya proses güvenliği için ayrılacak her zaman dilimi birer maliyet olarak düşünülüyor. Üretim süreci aksamasın ve daha da önemlisi hedeflenen üretim elde edilsin diye işçilerin canı tehlikeye atılıyor.

Maliyet ve zaman kaybı olarak görülen, önemsenmeyen bir başka önemli şey ise işçilere verilen eğitimlerdir. Birçok işyerinde işçi sağlığı ve iş güvenliğine dair eğitimler verilmiyor ya da eğitimler kâğıt üzerinde yapılmış gibi gösteriliyor. Patlayıcı ortamlarda çalışan işçilere nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya kalınabileceği konusunda, tehlikenin bilincine varacak şekilde çok etkili eğitimler yapılması gerekmektedir. “Un hangi durumlarda patlar, güvenli çalışmak için neler yapılmalıdır, patlayıcı ortam oluşmasını önlemek için nasıl çalışılmalıdır?” ve benzeri konularda işçilere düzenli aralıklarla eğitimler verilmesi bir zorunluluktur. Bu tür eğitimler maalesef verilmiyor, kâğıt üzerinde verildi gösterilerek müfettişlere belge gösteriliyor ve böylece konu kırtasiye işi olmaktan öteye geçemiyor. Müfettiş fabrikaya gidiyor, belgeleri görüyor ve kâğıt üzerinde tüm eğitimlerin tamamlandığı, belgelendiği için süreç sonlandırılıyor. Gerçekte ise işçiler tehlikeli ortamların oluşmasına sebebiyet vermeden nasıl çalışacaklarını veya tehlikeyle karşılaştıklarında nasıl hareket edeceklerini bilmiyorlar. Bunların toplamı Oba Makarna’da olduğu üzere felakete yol açıyor.

Son dönemde fabrika yangınları, patlamalar ve iş cinayetlerinin sayısı gitgide artıyor. Cezasızlık, denetimsizlik, patronların dizginsiz kâr hırsı felaketler yumağına dönüşüyor. Sakarya Hendek denildiğinde aklımıza yine bir fabrika ve yine bir patlama geliyor. Hendek’teki havai fişek fabrikasındaki patlamanın üzerinden 4 yıl geçti; bu patlamada 7 işçi ölmüş 127 işçi ise yaralanmıştı. Her an patlama olabilecek böylesi işletmelerde Çalışma Bakanlığının gerekli denetimleri yapıp, gerekli cezaları verdiğini düşünmek naiflik olur. Daha önceki yazımızda da ifade ettiğimiz üzere, para cezaları komik düzeylerde olduğu için caydırıcılık niteliği taşımıyor. Patronlar, yüksek maliyetlere neden olacak güvenlik önlemlerini almak yerine, komik düzeydeki para cezasını ödemeyi tercih ediyorlar doğal olarak. Tüm patronlar ve üst düzey yöneticilerde şöyle bir rahatlık var: Önlem almak maliyetli, bunun yerine ceza öder geçeriz! İş güvenliği uzmanları “şu önlemleri almalısınız” dediğinde, “denetim gelirse bakarız” cevabıyla karşılaşıyorlar. Ayrıca denetimlere gelindiğinde doğrudan para cezası da uygulanmıyor. Müfettişler, “falanca önlemleri almamışsınız, eğitimleri vermemişsiniz. Bunları tamamlamanız için size şu kadar süre tanıyoruz” diyorlar patronlara ya da işveren yetkililerine. Ancak daha sonra yani ikinci denetimde alınmayan önlemler olduğunda bunlar için ceza kesiliyor ama belirttiğimiz gibi bunlar komik meblağlar. Bu mekanizmanın varlığı ve işçilerin bindirdiği bir basıncın olmaması patronların önlem almasının önüne geçiyor.

Geçtiğimiz günlerde 2023 yılana ait SGK verileri paylaşıldı. SGK tarafından açıklanan verilere göre 2023 yılında 1972 işçi iş kazalarında/iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. SGK’nın açıkladığı veriler, ilk kez İSİG Meclisinin yerel ve ulusal basından derleyerek hazırladığı raporlardaki ölümlü iş kazası sayısını aştı. Teknoloji ilerledikçe kazaların azalması gerekirken, tersine daha fazla işçi iş cinayetlerine kurban gidiyor. “Ne pahasına olursa olsun çarklar dönsün” anlayışıyla hareket eden ve patronlar sınıfının her alanda önünü açan AKP-MHP iktidarı, denetim mekanizmasının önünü her geçen gün daha fazla kapatıyor. Mesela önceleri işyerlerinde havalandırma, elektrik, yangın vb. konularda projeleri mühendisler odasına bağlı yetkili mühendisler çizebiliyordu. Çizim sonrasında TMMOB’a bağlı odalar tarafından projeler kontrol edilip onay veriliyordu. Belediyeler, ruhsat aşamasında projelerde ilgili odaların onayı olmadığında ruhsat vermiyordu. Tüm bu kontroller ortadan kaldırıldı. Yetkisi olmayan birçok kişinin çizdiği projeler belediye tarafından onaylanır hale geldi. Bu çizimlerin gerçekte o tesisatlar için uygun ve yeterli olup olmadığına bakılmıyor, bunun için denetim mekanizması bulunmuyor. Sadece bu alanda değil birçok alanda TMMOB’un kontrolleri ortadan kaldırıldı. Önceden herhangi bir otomobile LPG taktırıldığında TMMOB’a bağlı makine mühendisleri odası tarafından sızıntı kontrolü vb. yapılması gerekiyordu. Yine bu mekanizma da ortadan kaldırılmış durumda. Bu yüzden LPG’li araçların yandığı haberleriyle karşı karşıya kalıyoruz, kalmaya da devam edeceğiz.

Gerçek şu ki işçi sınıfı örgütlü olmadan, işçi sendikaları mücadele etmeden işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınmayacak, iş cinayetleri durmayacak! Türkiye’deki çalışma ortamı neredeyse tümüyle sermaye sınıfının lehine düzenlenmiş ve işçi sınıfının kazanımları yok edilmiştir. En basitinden, hem ücretini patrondan alan hem de hiçbir yaptırım gücü olmayan iş güvenliği uzmanları, sağlıklı çalışma ortamının oluşturulması için ne kadar etkili olabilirler! İş kazalarının ve iş cinayetlerinin önlenebilmesi için işyerlerindeki işçi sağlığı ve iş güvenliği kurullarının yönetimi işçilere verilmeli ve daha da önemlisi bu kurullarda yer alan işçi temsilcilerinin işten atılması yasaklanmalıdır. Keza işyerlerinde sağlıklı bir ortam oluşturulabilmesi için iş güvenliği uzmanları ve işyeri hekimlerinin ücretleri bir devlet fonundan karşılanmalı ve bu fon sendikaların, mesela TMMOB gibi meslek örgütlerinin denetiminde olmalıdır. Oba Makarna örneğinde olduğu üzere, patlayıcı ortam oluşmasının önüne geçilmesi için sürekli ve etkin denetimler yapılmalı, tehlike durumu ortaya çıktığında işçilerin üretimi bırakma hakkı olmalıdır. Şu andaki yasada güya böyle bir hak var ama hem kâğıt üzerinde kalıyor hem de işçilerin işyerindeki çalışma ortamı hakkında hiçbir fikri ve denetim yetkisi yoktur. Patronların, “önlemler çok maliyetli, bunun yerine ceza öder geçeriz!” demesinin önüne geçmek için hapis cezası dâhil gerçekten de ağır cezalar getirilmelidir. Elbette bunları duyan bir kapitalist veya iktidar sözcüsü, bizleri üretimi baltalamakla veya onları batırmak istemekle suçlayacaklardır. Kapitalistler için kârlarını bir parça aşağıya çekecek her girişim düşmancadır. İşçilerin ölmesi, onlara göre işin doğasında var! İşte bu düşünce, sermaye sınıfı ile işçi sınıfının neden farklı çıkarlara sahip olduğunu ve kapitalist düzen yıkılmadan insanlığın düzlüğe çıkamayacağını da ortaya koyar.  

Aradan geçen yıllar içinde AKP iktidarı, sermaye için dikensiz gül bahçesi yarattı. Mühendis odaları gibi önemli rolleri olan kurumlar denetim mekanizmalarından çıkartıldı. İş müfettişi olarak görev yapan ve işçilerin çıkarlarını esas alan muhalif veya sosyalist müfettişler görevlerinden uzaklaştırıldılar. Can Atalay başta olmak üzere, işçilerin sesini duyurmaya çalışan ve hakları için mücadele eden avukatlar tutuklandı. Haklarını aradıkları ve sendikalaştıkları için işten atılan, bunu kabul etmeyip direnişe geçen işçiler karşılarında derhal polis ve jandarmayı buluyorlar. Polonez, Akcanlar veya Fernas Madencilik işçileri örneğinde gördüğümüz üzere, polis ya direniş alanını basarak ya da işçilerin önüne barikatlar kurarak işçileri ters kelepçeyle gözaltına alıyor, işkence ediyor. Elbette amaç gelişen işçi direnişlerini ezmek, işçilerin iradesini kırmak, emekçilerde yenilgi duygusu ve güvensizlik yaymaktır! Faşist rejim ve sermaye sınıfı, yıkıcı yoksulluğa, ağır ve kölece çalışma koşullarına işçilerin ses çıkartmasının önüne geçmeye çalışıyor. Ancak tüm baskı ve zorbalığa rağmen işçiler yoksulluğa, düşük ücretlere, işyerlerindeki kölece çalışma koşullarına karşı mücadele etmeye devam ediyorlar. Doğanın korunmasından işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınmasına kadar, en ufak hakkın bile elde edilmesi için mücadele etmekten başka çaremiz yok.   

İşçi Sağlığı, İş Güvenliği ve Sınıf Mücadelesi Dinamikleri-1

İlgili yazılar