Medya ve Demokrasi
Utku Kızılok, 2 Nisan 2014

Gerçek bir basın özgürlüğü ile demokrasi arasında dolaysız bir bağ vardır. Basının özgür olmadığı bir düzende demokrasiden söz edilemez. Aslında burjuva düzene baktığımızda bu gerçeği tüm çıplaklığıyla görebiliriz. Öncelikle en demokratik burjuva toplumda bile ifade özgürlüğünün oldukça sınırlı olduğunu belirtmek lazım. Hem devlet aygıtını hem de basın ve medya araçlarının tekelini elinde tutan burjuvazi, bu sınırlı ifade özgürlüğünü dahi daraltmakta ve işçi-emekçi kitlelerin sesini boğmaktadır. Medya araçları üzerinde tekel kuran burjuvazi, bu araçlar dolayımıyla kapitalist kültürü yeniden üreterek geniş kitlelere empoze eder, toplumu genel ve özel çıkarları temelinde belirler ve yönlendirir. Ne var ki kitleleri aldatmaya çalışan burjuvazi, “basın halkın gözü kulağı ve sesidir” ifadesini kullanmayı da ihmal etmez. Lakin burjuva medya doğal olarak sahibinin sesidir. Dolayısıyla geniş emekçi kitlelerin doğru bilgiye ulaşmasını –ve meselâ sistemin tüm pisliklerinin göz önüne serilmesini– burjuva medyadan beklemek boşunadır.

Kapitalist sistemin tüm kurumlarını saran çürüme ve siyasal gericilik, aynı şekilde medyayı da etkisi altına alarak çürütmüştür. Burjuva medya sistemin bekası için her türlü yalanı, hileyi ve dezenformasyonu kitlelere “sarsılmaz hakikat” olarak yutturmaktan geri durmaz, durmamaktadır. Çokça dile getirilen “basın etiği” ifadesi, yalnızca burjuva riyakârlığın üzerini örtmek amacıyla ileri sürülmektedir. En ileri kapitalist ülkeden en geri kapitalist ülkeye kadar burjuva medya büyük sermaye, düzen partileri, hükümetler ve devlet aygıtıyla iç içe geçmiştir. Emperyalizm çağında, özellikle de günümüzde kriz ve savaş sürecine bağlı olarak tırmanan siyasal gericilik koşullarında basın ve medyanın çürümüşlüğü, gerçekleri baş aşağı çevirmesi ve ahlâksızlığı ayyuka çıkmıştır.

Meselâ başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerin yürüttüğü haksız savaşları burjuva medyanın sanki insanlar katledilmiyor ve sanki kentler tarumar edilmiyormuş da bir savaş oyunu izletiliyormuş gibi sunması ve gerçekleri kitlelerden saklaması, kapitalist çürümüşlüğün ve ahlâksızlığın ne boyutlara ulaştığını gözler önüne sermesi bakımından çarpıcıdır. Ya Türkiye’deki burjuva medyanın içine yuvarlandığı çürümüşlüğe, riyakârlığa, ahlâksızlığa ve arsızlığa ne denmeli? 17 Aralıkta AKP’nin yolsuzluk bataklığı ortaya serildi ve hükümetin kurduğu medya düzeninin içyüzü daha fazla açığa çıktı.

“Beyefendi”nin medyası

17 Aralık yolsuzluk operasyonuyla sertleşen burjuva iktidar kavgasının önemli hamlelerinden biri, Başbakan Erdoğan’ın dinlenen konuşmalarından oluşan ses kayıtlarının ifşa edilmesiydi. Bu ses kayıtlarının birinde Erdoğan, Habertürk yöneticilerinden Fatih Saraç’ı arayarak o anki haber gündemini eleştirmekte, azarlamakta ve nasıl bir çizgide yayın yapmaları gerektiğini dikte etmektedir. Bazı pazarlıklar sonucunda AKP tarafından Habertürk’ün yönetim kuruluna sokulduğu anlaşılan Fatih Saraç ise, suçüstü yakalanmış bir emir kulu gibi şaşkınlıktan ne diyeceğini bilememektedir. Sürekli “peki efendim, tamam efendim, derhal efendim” ifadeleriyle durumu idare etmeye çalışmaktadır. Erdoğan’ın azarı üzerine Habertürk televizyonunun yayını anında istenen doğrultuya sokulmuştur. Yine ses kayıtlarından öğrendiğimize göre Fatih Saraç, Erdoğan’ın oğlu Bilal’i arayarak özel bir kusurları olmadığını “Beyefendi”ye iletmesini rica etmektedir.

Ağzından “ileri demokrasi” lafını düşürmeyen Erdoğan, bu ses kayıtları açığa çıktığında, yaptığının gayet normal olduğunu iddia etti. Erdoğan’ın bu tür görüşmeleri yalnızca Fatih Saraç’la yapmadığı yayınlanan başka ses kayıtlarıyla da anlaşılmış oldu. Erdoğan, dilediği gibi ya medya patronlarını ya da televizyon veya gazetelerin genel yayın yönetmenlerini arayarak önce bir azar faslı geçmekte ve daha sonra çıkıntılık yapanların işine son verilmesini emretmektedir. Nitekim Hasan Cemal’den Mehmet Altan’a kadar onlarca ünlü gazetecinin doğrudan Erdoğan’ın isteği üzerine işten atıldığı netleşmiş bulunuyor. AKP ve Erdoğan, nasıl ki “itaatkâr ve kanaatkâr” bir toplum istiyorsa, aynı şekilde itaatkâr ve sahibinin önünde kuyruk sallayan bir medya istemektedir. Aslında Erdoğan’ın burjuva demokratik çerçevede dahi “basın özgürlüğüne” tahammülsüz oluşu, tam bir keyfilikle Twitter’ı, YouTube’u yasaklaması ve hedefe diğer “sosyal medya” ağlarını koyması onun Bonapartist tutumunun açık bir ifadesidir.

Medyanın toplum üzerinde ne denli etkili olduğunu ve bir dönem statükocu-devletçi güçler tarafından kendisine karşı nasıl kullanıldığını bilen AKP, toplumu yönlendirmek ve iktidarını sağlama almak amacıyla medya alanında dengeleri değiştirmiştir. Bir taraftan “merkez medya” denen ve esasen TÜSİAD burjuvazisinin elinde bulunan önemli gazete ve televizyonların kendine yakın kapitalistlere geçmesini sağlarken, öte taraftan yine “merkez medya” içinde yer alan NTV, Habertürk ve Milliyet gibi önemli medya kuruluşlarının patronlarına yeni arpalıklar sunarak onları denetimi altına almıştır. AKP ile yandaş medya grupları arasında, kapitalist çıkar ilişkilerini de temel almakla birlikte çok daha organik bir ilişki söz konusudur. Meselâ satışa çıkartılan Atv ve Sabah’ın AKP’nin dümen suyunda kalmasını isteyen Erdoğan, bizzat yandaş işadamlarını arayarak ortak bir medya havuzu oluşturmaları ve satın almaları talimatı vermiştir. Gayet tabii olarak, milyar dolarlık devlet ihalelerini kapan kapitalistler de, “Beyefendi”nin söz konusu arzusunu derhal yerine getirmiş ve 100 milyon dolarları medya havuzuna akıtmaktan geri durmamışlardır.

Hiç kuşku yok ki AKP medya üzerinde büyük bir denetim kurmuş bulunmaktadır. En büyük medya gruplarından birini oluşturan Doğan Grubu’nu ve sertleşen iktidar kavgasıyla koalisyondan ayrılan Gülen Cemaatinin medyasını bir kenara bırakacak olursak, birçok gazete ve televizyon kanalı AKP’nin resmi yayın organı gibi çalışmaktadır. Hükümet yanlısı medya AKP’nin ve Erdoğan’ın kara propagandasını allayıp pullayarak geniş kitlelere yutturmaktan ve gerçekleri ters yüz ederek haber yapmaktan bir an olsun geri durmamaktadır. Çürümüşlüğün, ahlâksızlığın ve arsızlığın ne boyutlara vardığını, AKP’nin ayyuka çıkan yolsuzluklarının üzerini cansiperane bir şekilde kapatma çabasında da görebiliriz.

Yandaş gazete ve televizyonların yayın kurulları tam anlamıyla AKP’nin psikolojik savaş dairesi gibi çalışmaktadır. Bilhassa 17 Aralıktan sonra AKP yanlısı medyanın ortaya koyduğu performans, bu açıdan takdire şayandır. Bu gazete ve televizyonlar, 17 Aralıktan sona AKP yeni ittifak arayışı temelinde dümeni Ergenekonculara kırdığı zaman, bir dönem manşete çektikleri ve uzun uzun yer verdikleri haberlerin asılsız olduğunu yazıp çizmekten utanmadılar. Ergenekon operasyonunun devam ettiği süreçte askeri darbe gerçeğine dikkat çeken, ayrıntılı bir şekilde darbe planlarını yayınlayıp demokrasi şampiyonu kesilen bu medya çevreleri, şimdilerde utanıp sıkılmadan orduya kumpas kurulduğundan söz ediyor ve güncel çıkarları gereği kitlelere açıktan yalan söylemekten çekinmiyorlar. Meselâ Erdoğan’ın Berkin Elvan için söylediği şeylerin yalan olduğu bilindiği halde, yandaş medya geniş kitlelerin bilincini bulandırmak amacıyla o sözleri büyütüp öne çıkartmaktan ve hatta Erdoğan’ın açıklamalarını güçlendirmek amacıyla ek yalan metinler üretmekten imtina etmemiştir.

Burjuva kesimler arasında iktidar kavgası alabildiğine sertleştiği ve hatta bu kavga devletin tepesinde kritik bir kriz boyutunda yaşandığı için burjuva medya da tam anlamıyla iki düşman cepheye bölünmüş durumda. Hükümet yanlısı medya tüm gücüyle yolsuzlukların üzerini kapatmaya ve AKP’nin kara propagandasını geniş kitleler üzerinde etkili kılmaya çalışırken, burjuva muhalefet cephesindeki medya da AKP’nin yolsuzluklarını, otoriter çizgisini, basını susturmaya dönük anti-demokratik uygulamalarını teşhir ederek onu yıpratmaya çalışmaktadır. Hiç kuşku yok ki AKP’nin izlediği anti-demokratik otoriter çizgi bugün burjuvazinin bir kesiminin çıkarlarıyla örtüşmemektedir. İşte burjuva muhalefet cephesinde yer alan medyanın ve özellikle Doğan Grubu’nun AKP karşısında basın özgürlüğünden, hak ve özgürlüklerden dem vurmasının nedeni budur.

Lakin bu sözde demokrasi savunusu aldatıcı olmamalıdır. Bugün AKP karşısında basın özgürlüğünden dem vuran muhalefet medyasının 28 Şubat sürecinde Kemalist generallere nasıl selam çaktığı ve gerçek dışı, kara bir propaganda yürüttüğü herkesin malûmudur. O dönem generallere yaslanan bu medya kesimleri, hükümetler üzerinde önemli bir etki kurmuş ve palazlandıkça palazlanmışlardı. Keza şimdilerde hükümeti ve hükümet yanlısı medyanın yalanlarını teşhir eden Gülen Cemaatinin medyası, daha düne kadar AKP’nin borazanlığını yapmaktaydı. Halen de Kürt halkına karşı düşmanlık pompalamaktan ve işçi sınıfının eylemlerine kara çalmaktan geri durmamaktadır.

Basın özgürlüğü ve demokrasi

Basın, toplanma ve ifade özgürlüğü genel olarak demokrasi mücadelesinin önemli ayaklarını oluşturur. Feodal soyluluğa karşı mücadele verdiği dönemde burjuvazi, geniş emekçi kitleleri arkasına almak ve egemenliğinin önünü açmak maksadıyla basın, toplanma ve ifade özgürlüğünün savunucusu olmuştur. Zira bu aynı zamanda burjuvazi için özgürlük anlamına geliyordu. Fakat burjuvazi siyasal egemenliğini kurduktan sonra gericileşerek bizzat bir dönem savunduğu bu özgürlükleri kendisi ortadan kaldırmaya girişti.

Özellikle emperyalizm çağıyla birlikte burjuvazi siyasal açıdan gericileşti. Zira artık tarih sahnesinde burjuvazinin karşısına dikilmiş bir işçi sınıfı vardı. Sınıfsal çelişkiler giderek keskinleşip proleter devrim tehdidi güncel hale gelince, burjuvazi tarihsel ilerlemenin önüne geçmek amacıyla her türlü baskı ve zorbalığa başvurmaktan ve bu arada basın aracılığıyla gerçekleri sansürlemek ve çarpıtmaktan geri durmadı.

Tekelleşen burjuva medya her daim devletle iç içe olmuştur. Özellikle teknolojinin geliştiği günümüzde medyanın gücü alabildiğine artmıştır. Öyle ki insanların ezici çoğunluğu gazetelerin yazdıklarına ya da televizyonların yansıttıklarına sorgulamaksızın inanmaktadır. İşte bu nedenle medya, burjuvazi tarafından “dördüncü kuvvet” olarak adlandırılmaktadır. Bilindiği üzere burjuva demokrasisi kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanır. Bu kuvvetler yasama, yürütme ve yargıdan müteşekkildir. Medya toplum üzerinde öylesine etkili olmaya başlamıştır ki, burjuvazi onu devletin dördüncü kuvveti olarak saymaktan geri durmamaktadır. Kapitalist devletin günlük hayata yayılmış baskı ve zorbalığı burjuvazinin düzenini sorunsuz bir şekilde sürdürmesine yetmez. Kitlelerin sistem dâhilinde tutulması ve uyutulması için medya temel bir rol oynar. “Medya bir yandan sermayenin ciddi kârlar elde ettiği bir sanayi kolu iken, diğer yandan da burjuva sınıfın ideolojik hegemonyasını kurmasının ve sürdürmesinin bir aracıdır. Bunun için burjuvazinin, toplumun sürekli değişen koşullarına uygun olarak ideolojik yeniden üretimini gerçekleştirmesi ve bu ideolojiyi toplumu oluşturan bireylere ulaştırarak ve onların bu düşünceleri sahiplenmesini sağlayarak, ideolojik hâkimiyeti ve denetimi sağlaması gerekir.”[1]

Lafa gelince tüm burjuva medya “doğru ve tarafsız” haberden, “basın özgürlüğü”nden ve “basın etiği”nden dem vurmaktadır. Fakat bu ifadeler yalnızca kitleleri aldatmak içindir. Elbette başka türlü de olamazdı. Zira burjuva medyanın derdi işçi-emekçi kitlelerinin doğru habere ulaşması ve bu temelde kendi düşüncesini oluşturmasını sağlamak değil, burjuva çıkarlar temelinde toplumu yönlendirmektir.

“«Doğru ve tarafsız» haber adı altında asıl amaçlanan, burjuva ideolojisine uygun haberlerin, programların ve düşüncelerin yayınlanması, diğerlerinin ise haber değeri taşımadığı, reytinginin yüksek olmadığı ya da «politik» olduğu gerekçesiyle sansür edilmesidir. Burjuva medya için «doğru» haber, kendi sınıfsal çıkarlarına uyan ve kendi politikalarını doğrulayan haberdir. Tarafsızlık ise tam bir palavradır. Kendileri de dev birer sermaye kuruluşu olan medya holdinglerinin, üstelik diğer sermaye grupları ve devlet ile bu kadar iç içe geçmişken tarafsız kalması mümkün müdür? Tarafsızlık söylemi, her yerde olduğu gibi, burjuva siyasetinin haricindeki siyasetlerin dışarıda tutulması için kullanılan bir filtredir. Burada tarafsızlıktan olsa olsa farklı sermaye grupları yahut burjuva fraksiyonları arasında taraf tutmamak anlamında bahsedilebilir ki, fiilen baktığımızda bu açıdan da bir tarafsızlık olmadığını görürüz. Tersine her medya grubu, yakın olduğu siyasi kanadı tutmakta ve neredeyse bütün yayın politikasını (haberlerin yorumlanış biçimi, seçilen film ve programların içeriği, gazetede yazan köşe yazarlarının siyasi kimliği, reklâm alınan şirketler vs.), bu kanadın politik tercihlerine göre şekillendirmektedir. Bu ölçüde politize olmuş, tarafgir bir medyanın, kalkıp da tarafsızlıktan bahsetmesi bile aslında hangi tarafta yer aldığının bir kanıtıdır.” (agm)

“Doğru, tarafsız” haber ya da “basın etiği” gibi genel kavramlar, kapitalist düzende tıpkı burjuva “eşitlik” ilkesine benzemektedir. Toplumun karşıt sınıflara bölündüğü, bir avuç kapitalistin geniş kitleleri sömürdüğü ve hükmettiği bir düzende, bizzat bu sürecin öznesi konumundaki egemen burjuvazinin kalkıp “doğru, tarafsız ve gerçek” haberden söz etmesi yalnızca riyakârlıktır. Nitekim bu gerçek, hayatın her alanında kanıtlanmaktadır. Örneğin şu günlerde pek çok fabrikada sendikalaştıkları veya haklarını aradıkları için işten atılan işçilerin direnişi devam ediyor. Ne var ki “doğru ve tarafsız” habere pek düşkün burjuva gazeteler bu direnişlere dair nerdeyse tek satır yazmamakta ve televizyon kanalları gündemlerine almamaktadırlar. Burjuva medya, sınıf tavrı alarak işçilerin mücadelesinin duyulmaması ve işçi sınıfının kendi sınıf çıkarları temelinde bir araya gelmemesi için sansür uygulamaktadır.

Keza aynı medya, on yıllar boyunca inkâr ve imha siyasetiyle bastırılmaya çalışılan Kürt halkının haklı mücadelesini görmezden gelmiş ve karalamıştır. Çok uzağa gitmeye gerek yok; iki yıl önce Türk savaş uçakları 34 Kürt köylüsünü bombalayarak katlettiğinde, ortaya büyük bir insani trajedi çıkmasına rağmen tüm burjuva medya suskunluğa gömüldü. Daha sonra ise köylülerin suçlandığı ve terörist ilan edildiği haberler yapıldı. Unutmamak lazım ki sansür yalnızca burjuva devlet kanalıyla uygulanmamaktadır. Basın ve medya araçlarının tekelini elinde tutan burjuvazi, hem sansürleme hem de çarpıtma yoluyla işçi sınıfının ve ezilenlerin mücadelesini boğmaya çalışır. Burjuvazinin sansürünü aşmaya çalışan sosyalist basın ise, özellikle işçi sınıfının örgütsüz olduğu koşullarda hem imkânsızlıklarla hem de burjuva devletin baskısıyla boğuşmak zorunda kalmaktadır.

Medya araçlarının tekelini elinde tutan burjuvazinin geniş kitleleri kendi çıkarları temelinde yönlendirdiği, buna karşın toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan işçi-emekçi yığınların kendi seslerini duyurma olanaklarının hem ekonomik hem de siyasi zor yoluyla gasp edildiği kapitalist toplumda demokrasi sözde kalmaktadır. Lenin, basın özgürlüğü ve demokrasi konusu üzerinde dururken, her daim basın araçları üzerindeki burjuva egemenliğine vurgu yapmıştır. Lenin’in ifadesiyle, matbaa fabrikaları, kâğıt, dağıtım ve her türlü basın aracının tekeli burjuvaziye ait olduğu müddetçe özgür basından ve demokrasiden söz etmek yalnızca bir aldatmacadır.

Kapitalizm varlığını sürdürdüğü müddetçe burjuvazinin basın ve medya araçları üzerindeki tekeli kırılamaz. Gerçek basın özgürlüğü ve en ileri demokrasi ancak işçi sınıfının iktidarı altında gerçekleşebilir. Aslında tarihsel deneyim burjuvazinin medya araçları üzerindeki tekelinin nasıl kırılabileceğini ve sansürün nasıl parçalanabileceğini gözler önüne sermektedir. Meselâ 1905 Rus Devriminde matbaa işçileri, sovyetlerin aldığı karar doğrultusunda greve gitmiş ve burjuva gazetelerini basmamaya başlamıştılar. Grev son derece etkili olduğu için işçiler fiilen basın araçları üzerinde söz sahibi olmuşlardı. Burjuva gazeteler basılmazken, işçi sınıfının mücadelesinden yana her türlü gazete basılıp dağıtılmaktaydı. Keza 1917 Devrimi sürecinde, burjuvazinin iktidar tekeli kırıldığı ve sosyalist basın daha rahat koşullarda ve daha geniş kitlelere ulaşabildiği için sansür parçalanmış ve basın özgürlüğü hayat bulmuştu.

Teknolojinin ileri düzeyde geliştiği günümüz koşullarında, bilhassa internet denen olguyla birlikte, burjuvazinin üretim araçları, basın özgürlüğü ve demokrasi önünde nasıl da ayakbağı haline geldiği daha fazla ortaya çıkmıştır. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna anında iletişim kurulabildiği günümüz teknolojik imkânlarıyla geniş kitlelerin her düzeyde kendilerini ifade etmesi ve yönetime katılması, doğrudan demokrasinin hayata geçirilmesi aslında mümkündür. Fakat bunun kapitalizm altında gerçekleşemeyeceğinin altını kalınca çizmek gerekiyor. Burjuvazinin teknolojiye, basın ve demokrasiye vurduğu prangaları ancak işçi devrimi parçalayabilir.

1 Nisan 2014


[1] Kerem Dağlı, Kapitalist Toplumun İdeolojik Düzenleyicisi: Medya, MT, no: 20

İlgili yazılar