Haftaya Bakış
Meclisteki Zorbalık ve Toplumsal Mücadelenin Yönü
Akın Erensoy, 19 Ağustos 2024

Erdoğan-Bahçeli liderliğindeki rejim, karşısında örgütlü ve kararlı bir toplumsal muhalefet olmamasından yararlanarak ve bundan güç alarak her alanda zorbalığa devam ediyor. 16 Ağustosta AKP’li vekillerin pavyon kabadayısı kılıklı Alpay Özalan öncülüğünde Mecliste TİP milletvekili Ahmet Şık’a saldırıp linç etmek istemeleri, DEM Parti milletvekili Gülistan Koçyiğit’in kaşının patlatılması zorbalıkta yeni eşiklerin aşıldığını gösteriyor. Anayasa Mahkemesi, Gezi davası kapsamında tutuklu bulunan TİP Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında hak ihlali kararı vermiş; yargılamanın durdurulmasına ve tahliye edilerek vekilliğinin kabul edilmesine hükmetmişti. Ancak verili hukukta AYM’nin kararları kesin olmasına ve başka bir mahkeme tarafından sorgulanamayacak olmasına rağmen, rejim, fiili bir durum yaratarak iki kez Yargıtay eliyle bu kararın uygulanmasının önüne geçti.[1] Ardından Can Atalay’ın vekilliği Meclis’te AKP-MHP oylarıyla düşürülerek gasp edildi. TİP, CHP ve DEM Partinin yeniden Anayasa Mahkemesine başvurması üzerine mahkeme, Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesinin “yok hükmünde” olduğu yönünde karar beyan etti. İşte açık şiddet ve zorbalığa sahne olan Meclis, bu durumu görüşmek üzere toplanmıştı.

Rejim güçleri, Meclis dâhil tüm devlet kurumlarını ve toplumsal alanı istedikleri gibi at koşturacakları mekânlar olarak görüyorlar. Son zorbalıkla bunu bir kez daha göstermiş oldular. Nitekim Ahmet Şık’a saldırıyı överek sahiplenen Bahçeli’nin açıklaması da bu yöndedir: “Anayasa’ya aykırı işlem tesis eden, kendi içtihatlarını hiçe sayan Anayasa Mahkemesi’nin laçkalaşmış hak ihlali kararı Türk milletinin iradesiyle çöpe atılmış, kanunsuzluğa geçit verilmemiştir.” Mevcut koşullarda anayasayı kendi istediği doğrultuda değiştiremeyen rejim, Yargıtay dolayımıyla metazori hukuksal bir süreç yaratıyor ve bunu da “Türk milletinin iradesi” olarak sunuyor. Tüm otoriter rejim ve kişiler, kendilerinin halkın tek temsilcisi olduğunu ileri sürer, muhalifleri ise yabancı ve düşman ilan ederek gayrimeşru göstermeye, gözden düşürmeye çalışırlar. Rejim açısından başta DEM Parti ve TİP olmak üzere muhalefet partileri Mecliste yabancı unsur konumundadırlar. Bu rejim, kuruluşundan bu tarafa aşamadığı kırılganlıklardan dolayı Melis’te yabancı gördüğü muhalefet partilerini dışarı atamıyor. Ancak Meclisi tamamen kontrol altına alarak ve her türlü yasama sürecini belirleyerek muhalefetin rol oynamasının da önüne geçiyor. Muhalefet cephesi Meclisi, ne zaman halk kitlelerine sesini duyuracağı ve etkili olacağı bir platform olarak kullanmak istese önü kesiliyor ve birçok kez şiddetle, zorbalıkla karşı karşıya kalıyor. Esasında bu durum bile tek başına Erdoğan rejimi altında Meclisin bir işlevinin olmadığını kanıtlamaya yeter. Kaldı ki 20 Temmuz 2016’da OHAL rejiminin ilan edilmesiyle başlayan süreçte parlamenter rejim fiilen son bulmuş ve Meclis eski işlevini yitirmiştir. 16 Nisan 2017’de referanduma götürülen ve hileyle kabul ettirilen anayasa değişikliğiyle parlamenter sisteme son verilmiş, tüm devlet gücü tek bir kişide toplanmış ve faşist rejim kendi anayasal dayanaklarına kavuşmuştur. 9 Temmuz 2018’de yürürlüğe giren başkanlık sistemiyle birlikte resmen tüm karar alma süreçlerinde belirleyici olan Erdoğan’dır.

Daha önce ifade etmiştik: Bu rejim hiçbir zaman geleneksel faşist rejimlerin gücüne ulaşamadı ve daima kırılgan bir yapıya sahip oldu.[2] Toplumun muhalif kesimlerini istediği gibi ezip susturamamasının, belirli sınırlar içinde mitinglerin, 1 Mayısların, basın açıklamalarının ve siyasi faaliyetlerin yapılabilmesinin, sosyalist örgütlenmelerin ve partilerin kapılarına kilit vurulamamasının, Kürt halkının temsilcilerinin tamamen susturulamamasının, rejimin her türlü hileyle sonuçlarını belirlemeye çalıştığı seçimlere izin vermek zorunda kalmasının nedeni budur. Kuşkusuz bu durum rejimin istemediği bir durumdur ama hâlihazırda buna son verme gücü de yoktur. Yoksa rejim başarabilecek güçte olsaydı kendisi için dikensiz gül bahçesi yaratmak isterdi. Fakat bu siyasal tablo muhalefet açısından toplumsal mücadele için güçlü bir zemine dönüştürülemiyor, tersine kafa karıştırıcı oluyor. Ortada parlamenter bir rejim ve burjuva demokratik çerçevede bile olsa işleyen bir Meclis olmamasına rağmen, CHP’nin başını çektiği burjuva muhalefet cephesi Meclisin açık olmasından hareketle olağan/normal bir işleyiş varmış gibi hareket ediyor. Rejim ise demokrasinin işlediğini propaganda ederek bu durumu kendisini meşrulaştırmak üzere kullanıyor. Oysa Meclis, kurulduğu günden bu tarafa Erdoğan rejimi için incir yaprağı işlevi görmekte, onu meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. Can Atalay’ın durumunu görüşmek üzere yapılan toplantıda şiddetin devreye sokulması, muhalefetin bu Mecliste kalmasının ne denli anlamsız olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Muhalefetin Mecliste kalması, özellikle derinleşen yoksulluğun da etkisiyle kitle desteği daha fazla eriyen Erdoğan rejimini meşrulaştırmaktan öteye bir işlev görmemektedir. Kuşku yok ki CHP’nin başını çektiği burjuva muhalefetinin Meclisi terk etmediği koşullarda DEM Parti ve TİP’in bunu yapması zordur. Fakat en azından sosyalistler, rejimi meşrulaştıran bu Mecliste olmayı abartmaktan, fazladan anlam yüklemekten ve böylece parlamenterist çizginin beslenip büyütülmesinden uzak durmalıdırlar!

31 Mart seçimlerinde büyük bir hezimet yaşayan ve kitle desteği eriyen rejim, çok açık ki kendisini toplumsal muhalefet karşısında zayıf hissediyordu. Zira işsizlik ve yoksulluk başta olmak üzere artan toplumsal sorunlar temelinde hoşnutsuz kitlelerin mücadeleye çekilmesine ve her alanda rejimin güçsüzlüğünün sergilenmesine ve meşruiyetinin sorgulanmasına olanak veren bir siyasal tablo ortaya çıkmıştı. İşte bu noktada “normalleşme” söylemiyle CHP/Özgür Özel rejimin imdadına yetişti. Erdoğan ve Bahçeli ile yapılan görüşmeler, normalleşme/yumuşama söylemi toplumsal muhalefetten yana oluşan momentumun kaybolmasına ve rejimin elinin güçlenmesine neden oldu. CHP normalleşme söylemi eşliğinde baskıcı rejimden bıkıp usanan ve 31 Mart seçimlerinden moralle çıkan kitleleri pasifleştirirken, elini güçlendiren rejim ardı ardına vergileri arttırdı, doğal gazdan elektriğe zam yaptı. Temmuzda asgari ücrete zam yapılmazken ve emeklilere sefalet zammı dayatılırken emekçilerin yaşamı daha da zorlaştı. Ardından rejim hayvan katliamı yasasını Meclisten geçirdi. Bu rejim altında hayvan katliamı yasası ve hayvanların toplanarak yok edilmesi, toplumu sindirmeye dönük faşist bir uygulamadır. Eğer rejim muhalefet cephesinin mücadeleden uzak pasif çizgisinden güç almamış olsaydı hayvan katliamı yasasını yürürlüğe koyamaz, Mecliste pervasızca hareket edemez, sırf Kürtçe müzikle halay çektikleri için Kürtlerin evini basıp gözaltına alamaz, sendikal haklarını talep eden Polonez işçilerinin ve açgözlü kapitalistlere karşı suyunu korumaya çalışan köylülerin karşısına jandarmayı dikip şiddet uygulayamazdı. Türkiye’de doğa sınırsızca sermayenin talanına sunulmuştur ve buna karşı mücadele edenlerin karşısına devlet şiddeti çıkartılmaktadır. Rejim doğayı ve devlet kaynaklarını o denli yağmalamaya odaklanmıştır ki, doğru düzgün önlem almadığı ve gerekli araçları hazır tutmadığı için ormanlar bir kez daha, 2021 yazında olduğu gibi yanıp küle dönüşmektedir.[3]

CHP’nin başını çektiği burjuva muhalefetin hayat pahalılığı, hak ve özgürlükler başta olmak üzere toplumsal sorunlara sahip çıkarak bu rejime karşı mücadele etmek gibi bir derdi yoktur. Daha önce belirttiğimiz üzere “CHP’nin, Mehmet Şimşek’in ulusal ve uluslararası sermayenin istekleri doğrultusunda uyguladığı kemer sıkma programıyla bir sorunu yoktur. (…) CHP, rejimi sert bir şekilde sıkıştırmak yerine «ılımlı» bir çizgi izlemektedir. Fakat bu programın toplumda doğuracağı tepkinin hedefi de olmak istememekte ve hatta mücadeleci bir görünüm çizmeye çalışmaktadır. Mitingler yaparak veya kemer sıkma programında kimi saldırıların törpülenmesini rejim bakanlarına ileterek mücadele ediyormuş havası yaratmakta ve aslında kitlelerin tepkisini yumuşatmaktadır. Emekçilerin boğazını daha fazla sıkacak olan saldırı programına karşı «talep ileterek» veya «normalleşme» söylemiyle rejimi normalleştirerek mücadele edilemez. Bu durum da gösteriyor ki burjuva muhalefetinden rejime karşı kapsamlı, tutarlı ve kararlı bir demokratik mücadele beklenemez. Rejime karşı tutarlı ve kararlı demokrasi mücadelesini yalnızca sosyalist hareket öncülüğünde örgütlü işçi sınıfı, emekçiler verebilir.”[4]

Türkiye işçi sınıfı cumhuriyet tarihinin en büyük yoksullaşması dalgası altındadır. Özellikle son birkaç yılda reel ücretler ani ve keskin bir şekilde geriledi ve işçi sınıfının alım gücüne ağır darbe indirildi. İşçi sınıfının büyük gövdesi asgari ücrete ve onun biraz üzerinde bir ücrete mahkûm edildi. Emekliler ise sefalete sürüklenmiş durumda. Sürüp giden hayat pahalılığı, artırılan vergiler, doğalgazdan elektriğe her şeyin zamlanması işçi sınıfının karşı karşıya kaldığı yoksulluğu daha da artırmaktadır. Temmuz ayında asgari ücrete zam yapmayan ve böylece enflasyon karşısında alabildiğine erimesine neden olan rejim, yeni yılda asgari ücrete ve emekli maaşlarına “hedef enflasyon” adı altında yüzde 20 zam yapmayı planlıyor. Londra’da emperyalist tekellerin sözcüleriyle görüşen Merkez Bankası başkanı, yeni yılda asgari ücrete en fazla yüzde 20 oranında zam yapılacağı sözü vermiştir. Bunun anlamı açıktır: Ücretler enflasyon karşısında daha fazla eriyecek, reel ücretler daha fazla düşerken işçilik maliyetleri alabildiğine ucuzlayacak ve sermaye kârlarını büyütecek!

İşsizlik ve geleceksizlik genç kuşakları derinden etkiliyor. Genç kuşakların üretim sürecinin ve aslında hayatın dışına itilmeleri, kendilerini var edip saygı görmemeleri ve geleceğin belirsiz olması depresyon illetinin yayılıp derinleşmesine neden oluyor. Ülkeden kaçıp Avrupa ülkelerine gitme isteği, başta gençler olmak üzere toplumun geniş kesimini etkisi altına almış durumda. Bu çıkışsızlık ortamı gençlerin bir kesimini uyuşturucuya iterken ve lümpenleşme artarken, aynı zamanda biriken öfke göçmenlere yönelmekte ve milliyetçiliği beslemektedir.

Özellikle sonbahar ve kış aylarında emekçi kitlelerin hoşnutsuzluğunun ve tepkisinin daha da büyümesi, ücretlerin yükseltilmesi talebiyle yeni bir mücadele dalgasının ortaya çıkması muhtemeldir.  Toplumsal mücadelenin nesnel koşullarının bu denli olgunlaştığı bir tarihsel dönemde, ne yazı ki sosyalist hareket parçalı, dağınık ve güçsüzdür. Bazı kesimler ise rejimi ve nesnel koşulları bahane ederek kendilerini bir hareketsizliğe mahkûm etmiş durumdalar. Oysa sosyalist hareket büyük bir fırsata sahiptir. Ancak bu fırsatın değerlendirilebilmesi için sosyalist hareketin ortak bir mücadele platformunda buluşabilmesi gerekiyor. Sosyalist hareket, sendikaları da ileriye itecek şekilde bir emek cephesi oluşturamadığı, dar örgütsel hesapları aşıp işçi sınıfının büyük mücadelesi ve genel çıkarları doğrultusunda hareket etmediği müddetçe verili durumdan yararlanamaz ve içinde bulunduğu krizi aşamaz.

***

[1] Can Atalay 14 Mayıs 2023’te TİP’ten Hatay Milletvekili seçilmesine rağmen serbest bırakılmadı ve hapis cezası 28 Eylül 2023’te Yargıtay 3. Ceza Dairesince onaylandı. Anayasa Mahkemesi ise 25 Ekim 2023’te Atalay hakkında hak ihlali kararı verdi. Ancak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi bu kararı uygulamadı ve Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderdi. Daire, 8 Kasım 2023’te AYM’nin süper temyiz mahkemesi gibi davranarak böyle bir hüküm kuramayacağını iddia ederek karara uyulmayacağını açıkladı ve AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. AYM,  21 Aralık 2023’te ikinci kez hak ihlali kararı verdi. Fakat Yargıtay 3. Ceza Dairesi 3 Ocakta bir kez daha bu kararın yok hükmünde olduğu yönünde bir karar aldı. 30 Ocakta Yargıtay’ın kararı Mecliste okunarak Atalay’ın vekilliği gasp edildi. TİP, CHP ve DEM Parti, vekilliğin düşürülmesi kararının iptal edilmesi için AYM’ye başvurdu. Mahkeme 22 Şubatta açıkladığı ve 1 Ağustosta Resmi Gazetede yayımlanan gerekçeli kararla Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşmesinin “yok hükmünde” olduğunu beyan etti.

[2] Utku Kızılok, Kaotik Dünya, Belirsiz Gelecek: Çıkış Nerede? https://gelecekbizim.net/kaotik-dunya-belirsiz-gelecek-cikis-nerede/

[3] https://gelecekbizim.net/orman-yanginlari-rejimin-iflasinin-gostergesidir/

[4] https://gelecekbizim.net/kaotik-dunya-belirsiz-gelecek-cikis-nerede/

Kaotik Dünya, Belirsiz Gelecek: Çıkış Nerede?

Orman Yangınları Rejimin İflasının Göstergesidir

İlgili yazılar