Kürt Sorununda Erdoğan’ın Açıklamaları ve Seçimler
Akın Erensoy, 20 Mart 2015

Geçtiğimiz günlerde Balıkesir’de bir “tören”de konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, son derece provokatif bir dil kullanarak şu açıklamaları yaptı: “Şimdi varsa yoksa bakıyorsun, Kürt sorunu. Kardeşim ne Kürt sorunu ya. Neyin eksik senin? Ne istiyorsun, daha ne istiyorsun? Allah aşkına bizden farklı neyiniz var, her şeye sahipsiniz.” Erdoğan, iki gün sonra, bu kez Kars’ta incilerini sıralamaya devam etti: “Burada bir kez daha ifade ediyorum, Türkiye’nin Kürt sorunu yoktur. Türkiye’de her kesimden insan gibi Kürt kardeşlerimizin de sorunları vardır. Kimliklerinin tanınması sorunu vardır. İnançlarına saygı duyulmaması sorunu vardır. Geri kalmışlık, ihmal edilmişlik, hor görülmüşlük sorunu vardır.”

Bir taraftan “çözüm süreci”nden dem vurmak ama öte taraftan “ne Kürt sorunu ya” demek su katılmamış bir riyakârlıktır. Kuşkusuz Erdoğan’ın açıklamaları doğrudan seçimlere dönüktür; ancak bu konuşma, aynı zamanda onun zihinsel arka planını da yansıtmaktadır. Milliyetçi, devletçi ve muhafazakâr bir zihinsel dünyaya sahip Erdoğan’a göre, Kürt sorunu ezilen bir halkın kendi kaderini tayin hakkını kullanması ve buradan doğan demokratik haklarına kavuşması sorunu değil, olsa olsa Kürtlerin var olduğunun inkâr edilmemesi sorunudur. Erdoğan’a göre, Kürtlerin bir halk olarak var olduğu kabul edilmektedir ve dolayısıyla “Türkiye’nin Kürt sorunu yoktur”. Baksanıza, Kürtlerin hiçbir şeyi eksik değilmiş, hatta bakan ve başbakan bile olabiliyorlarmış!

“Yeni Türkiye” söylemini alâmetifarikası haline getiren Erdoğan, işine geldiğinde “eski Türkiye” olarak nitelendirdiği statükocu Kemalist geleneğin, bizzat hayat tarafından çöp sepetine atılan kavramlarını kullanmaktan geri durmuyor. Elbette Erdoğan, Kürt halkının varlığını inkâr etmiyor; ama sanki Kürde Kürt deyince sorun ortadan kalkıyormuş gibi, “biz bu sorunu hallettik” havası yaratmaya çalışıyor.

Lakin AKP ve Erdoğan’ın bu Şark kurnazı politikası, her seferinde gerçekler duvarına çarparak paramparça olmaktadır. Hayli zamandır Kürt sorunu, Ortadoğu ölçeğine yayılarak uluslararası bir sorun haline gelmiş bulunuyor. Ortadoğu’da ayağa kalkan Kürt halkının mücadelesi ve kazandığı mevziler sayesinde inkâr politikaları çökmüş ve gerçekler kendisini kanırta kanırta egemenlere kabul ettirmiştir. Bu nedenle AKP yönetimindeki Türkiye, istemeden de olsa Öcalan ile görüşmeleri başlatmak zorunda kalmıştır. Geçtiğimiz günlerde Dolmabahçe Sarayı’nda AKP temsilcilerinin HDP heyeti ile yaptığı ortak açıklamayla Kürt hareketi ve Öcalan devlet tarafından ilk kez resmen muhatap olarak kabul edilmiş, bu kamuoyu önünde tescillenmiştir.

Fakat tüm bunlara rağmen AKP, sorunun çözümü doğrultusunda tek bir ciddi adım atmış değildir. Şark kurnazı AKP, Öcalan’ın PKK’ye silah bırakmayı gündemine alan bir kongre toplamasını dayatıyor ve bunu seçimlerde kendi çıkarları için kullanmayı hedefliyordu. Ancak PKK’ye “silah bırakmayı gündeminize alın” biçiminde çağrı yapan Öcalan, aynı zamanda devletin önüne yerine getirilmesi gereken on maddelik bir “koşul” listesi koymuştu. Bundan dolayı AKP, silahların bırakılması yönünde bir basınç yaratıp Kürt hareketini sıkıştıramayacağını, özelikle Kobanê gelişmelerinden sonra HDP’ye kayan Kürt oylarını geri çeviremeyeceğini gördü. Daha da önemlisi, HDP’nin giderek daha fazla siyasal gündeme yerleşmesi ve adaletsiz yüzde 10 barajını aşacağına dair verilerin güçlenmesiyle birlikte hem AKP’nin hem de Erdoğan’ın sinirleri bir hayli bozulmaya başladı. Türkiye siyasetinde tarihi önemdeki bu gelişme, başkanlık hayallerine dalan Erdoğan’ın neden peş peşe provokatif açıklamalar yaptığını gözler önüne sermektedir.

Türkiye’nin kritik seçimi

Türkiye, tarihinin en önemli, en kritik seçimlerinden birine doğru yol alıyor. Genelde AKP özelde ise Erdoğan açısından, 7 Haziranda yapılacak olan seçimin amacı, başkanlık sistemine geçişin mümkün olabileceği bir iktidar gücü elde etmektir. Bu nedenle Erdoğan, “bilmem ne açılışı” kılıfı altında her gün bir kentte ya da kürsüde boy gösteriyor; anayasayı ve burjuva parlamenter sistemin işleyiş kurallarını ayaklar altına alarak açıktan AKP’ye 400 milletvekili isteyip başkanlık sistemine geçiş için propaganda yapıyor. Tüm bu konuşmalarında Erdoğan, nasıl bir başkanlık sistemi istediğini de anlatıyor. Erdoğan’ın şu sözleri, onun ne istediğini zaten özetliyor: “Benim derdim ne biliyor musunuz? Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye böyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı yürü yürüyebilirsen.”

Geçtiğimiz günlerde ise Erdoğan, “bizim tarihimizde, genlerimizde, geleneğimizde başkanlık sistemi, liderlik sistemi var” diyerek sultanlığa özendiğini ve despot gibi hareket etmek istediğini ortaya koymuştu. Çok açık ki Erdoğan’a göre kendisini durdurabilecek hiçbir kurum ve kural olmamalıdır. O, devletin tepesinde her konuda bilip bilmeden konuşmak ve canının istediği gibi her şeye karar vermek istemektedir. Lakin Erdoğan’ın bu “Türk tipi başkanlık” hevesleri, her geçen gün toplumsal gerginliği ve egemen sınıf içindeki çelişkileri keskinleştirmekte ve Haziran seçimlerini kritik hale getirmektedir.

İşte bu kritik seçimlerde HDP, AKP’nin oy oranını düşürüp Erdoğan’ın başkanlığının önünü kesebilecek kilit parti haline gelmiş durumda. Bugün gerek CHP tabanı gerekse AKP karşıtı merkez medyanın ve aynı zamanda ulusalcı Cumhuriyet gazetesinin önde gelenleri arasında HDP’ye oy verilmesi yoğun bir şekilde tartışma konusudur. Bu kesimler, neredeyse hiçbir iddiası ve enerjisi kalmamış CHP’nin AKP’yi ve Erdoğan’ı durduramayacağını çok net bir şekilde görüyorlar. Üstelik HDP’nin yüzde 10 barajının altında kalması, Erdoğan’ın anayasayı değiştirecek ve despotluğunun önünü açacak vekil çoğunluğuna ulaşması anlamına gelmektedir. HDP’nin bu önemi onu AKP karşısında tek alternatif haline getirmekte, CHP ve MHP’nin de önüne geçerek kamuoyunun yoğun ilgisine mazhar olmaktadır. Neredeyse her gün, merkez medya başta olmak üzere gazete ve televizyonlarda HDP konu edilmekte ve bu konuda yazılar yazılmaktadır.

Meselâ Alper Görmüş, CHP tabanındaki AKP nefretine dikkat çekerek şöyle diyor: “CHP seçmeninin CHP’ye meyletmesinin nedeni yalnızca CHP’yi sevmek değil, aynı zamanda AKP’den nefret etmek. Bu seçmen, nefret ettiği parti tarafından sürekli olarak yenilgiye uğratılmasıyla iyice duygusallaşmış, sürekli olarak ‘yüreğinin soğutulmasına’ ihtiyaç duyan bir seçmen ve partisi bunu dahi yapamıyor. Şimdi bu seçmen, AK Parti’nin canını acıtmanın (ya da kendi yüreğini soğutmanın) en doğru yolunun HDP’nin barajı aşıp Meclis’e girmesi olduğunu düşünmeye başlarsa, buna şaşmak gerekir mi? Bu seçmen, partisinin 140 kişiyle değil de 120 kişiyle Meclis’e girmesi arasında bir fark görmemeye başlarsa, buna şaşmak gerekir mi?”

Örnek üzerinden gidersek, dikkate değer bir kesim, CHP’nin 140 değil de 120 vekille Meclis’e girmesinin bir kayıp anlamına gelmeyeceğini, ama HDP’nin barajı aşarak 60 ve hatta daha fazla vekille Meclis’e girmesinin çok şeyi değiştireceğini gayet iyi bilmektedir. Güncel siyaset açısından esas olanın AKP’yi ve Erdoğan’ı durdurmak olduğu ve bunu da ancak HDP’nin yapabileceği görüşü, önemli bir destek toplamaktadır. Güneri Civaoğlu’nun Milliyet’teki şu satırları CHP tabanı ve benzeri kesimler arasındaki tartışmaya dair önemli ipuçları veriyor: “Son yılların söylemiyle ‘beyaz Türkler’ bu seçimde gene CHP’ye oy verecekler. Ancak ‘Bu defalık HDP’ye verelim, barajı geçsin’ diyenler de var. Gerekçeleri şöyle: ‘HDP barajı geçemezse AK Parti en az 30 milletvekili daha fazla çıkaracak. Hakkı olmayan, aslında HDP’ye verilmiş fakat baraj nedeniyle oylar AK Parti’ye yarayacak. Bunu önlemek için bir defaya mahsus oyum HDP’ye.’ Böyle düşünenler, CHP’li seçmen arkadaşlarını da etkilemeye çalışıyor. Bir bakıma HDP örgütü gibiler.”

Reel siyaset, besbelli ki gelecekte tarihçiler tarafından incelenecek “bir tuhaf durum”a hayat vermiş bulunuyor. Öyle ki, ülkeyi böleceği söylenen Kürt hareketi ve HDP, bunu söyleyenlerin bir kısmı için, şu anda Erdoğan karşısında sığınılacak limana dönüşmüş durumda. Ulusalcı Kemalist kesimin temsilcisi olan Cumhuriyet gazetesinden Cüneyt Arcayürek gibileri, özellikle Demirtaş’ın Erdoğan’ı başkan yaptırmayacaklarına dair net vurgusundan sonra HDP’nin mutlaka barajı aşması gerektiğini dile getiriyorlar. Meselâ Arcayürek şöyle yazıyor: “AKP’den de, başkanlık sevdasına tutulandan da kurtulmanın anahtarı konumuna gelen HDP, mutlaka barajı aşmalı.”

HDP’nin siyaset sahnesinde böylesine belirleyici bir parti haline gelmesi ve barajı geçerek AKP’nin oylarını düşürme durumu, Erdoğan’ı çılgına çevirmektedir. 400 vekille “despot başkan” hayalleri kuran ve ülkeyi adeta oba gibi yönetmeye hevesli Erdoğan, AKP’nin tabanında da bir hoşnutsuzluk ve huzursuzluk olduğunun farkındadır. Ekonominin eskisi gibi büyümemesi, işsizliğin artması, taşeronluk sistemi, uzun iş saatleri, ağır çalışma koşulları ve metal işçilerinin grevinin yasaklanması gibi olgular, AKP’ye oy vermiş işçi kitleleri arasında artan bir huzursuzluğa neden olmaktadır. Bizzat sınıf içinde gözlemlediğimiz ve ayrıca alan araştırmalarının ortaya koyduğu üzere, daha önce AKP’ye oy vermiş bir kesim MHP’ye doğru kayma eğilimindedir. Üstelik AKP, Kobanê olayları karşısında aldığı tutum nedeniyle, daha önce oy aldığı Kürt kitleleri nezdinde bir hayal kırıklığı yaratmış durumda. AKP’ye oy veren Kürtlerin bir kesiminin HDP’ye yöneldiği, özellikle Dengir Mir Mehmet Fırat gibi eski AKP’li önde gelen Kürt siyasetçilerin HDP’den aday olmasından sonra bu yönelimin arttığı açık bir gerçektir. 

İşte bu ilginç ve tarihi siyasi tabloyu bozmak ve kendi başkanlığının önünü açmak amacıyla Erdoğan provokatif bir çıkış yapmıştır ve bunu devam ettirmektedir. Besbelli ki Erdoğan, provokatif çıkışlarla “çözüm süreci”ni başkanlık çıkarları için sekteye uğratma niyetindedir. Hiç kuşku yok ki provokasyonların arttığı, devletin saldırıya geçtiği, Kürt hareketinin çatışma alanına çekildiği ve milliyetçiliğin yükseltildiği koşullar esas olarak AKP’ye hizmet edecektir.

Erdoğan bir taraftan provokasyonlara girişerek Kürt hareketini çatışma zeminine çekmeye çalışırken, öte taraftan da Kürt sorununu inkâr ederek ve bu yöndeki çıkışlarını sürdürerek MHP’nin tabanına göz kırpmaktadır. Başkanlık hayallerine kendini fena kaptıran ve iktidarını garanti altına almak isteyen Erdoğan, çıkarları temelinde toplumu kutuplaştırmaktan, özellikle milliyetçiliği yükselterek Kürt düşmanlığı temelinde karşı karşıya getirmekten sakınmadığını ortaya koymaktadır.

Nitekim bu temelde gerginliği tırmandırma politikasına devam etmektedir. Son birkaç gündür “çözüm süreci” kapsamında bir izleme heyetinin oluşturulacağı ve bu heyetin İmralı’ya giderek Öcalan ile görüşeceği ifade ediliyor. Ancak Erdoğan, böyle bir heyetin oluşturulmasına ve Öcalan ile görüşmesine karşı olduğunu açıklayarak sürece taş koymuştur.

Şüphe yok ki “çözüm süreci” ile birlikte geniş kitlelerde Kürt halkının haklarının tanınmasına dönük bir kabullenme, en azından bu yönde bir duyarlılık oluşmaya başladı. Şimdi Erdoğan bencil burjuva çıkarları uğruna bu durumu dinamitlemeye çalışıyor.

Erdoğan’ın ve AKP’nin provokatif çıkışları ve halkları karşı karşıya getirme emelleri işçi sınıfı katmanları arasında net bir şekilde teşhir edilmelidir. AKP ve Erdoğan belli ki kitleleri aptal yerine koymaktadır. Bir taraftan çözümden ama öte taraftan, işine gelmeyince Kürt sorunu olmadığından dem vurarak milliyetçiliğe oynamaktadır. Şu hususu net bir şekilde vurgulamak lazım: HDP’nin barajı aşması hem AKP’nin işçi-emekçi sınıflara dönük ekonomik ve siyasal saldırılarına, Erdoğan’ın despot olma arzusuna bir yanıt olacak hem de Türk ve Kürt halklarının arasındaki kardeşlik bağlarını güçlendirecektir. 

20 Mart 2015

İlgili yazılar