Kürt Halkının Özgürlük Mücadelesi Devam Ediyor
Akın Erensoy, 15 Nisan 2004

Ezen devletler Kürtlere karşı aynı cephede

12 Mart 2004 günü Suriye sınırlarında kalan Güneybatı Kürdistan’da yoksul Kürt yığınları on yılların baskı ve zulmüne karşı ayaklandılar. Haseki iline bağlı Qamışlo’da başlayan ayaklanma tüm Suriye Kürdistan’ına yayıldı. Bütün Kürt kentlerine ve köylerine yayılan ayaklanmaya yüz binlerce insan katıldı. 150 kişi yaşamını yitirirken, yüzlerce insan yaralandı. 12 Martta bir futbol maçında çıkan kavganın tetiklediği olaylar, Kürt halkının özgürlük mücadelesinde önemli bir gelişmeyi ifade ediyor. Suriye’nin eli silahlı paralı milisleri ve ordu birlikleri Kürt halkının üzerine kurşun yağdırarak baskı ve zulüm düzeninin bekasına çalıştılar. Ama ayaklanma durdurulamadı ve dört ezen devletin (Türkiye, Irak, İran ve Suriye) topraklarındaki Kürt halk kitlelerinin duyarlılığını arttırdı ve harekete geçmesini sağladı. İran’da, Mahabat’ta çatışmalar baş gösterdi ve İran egemen sınıfının silahlı gücü olan ordu ayağa kalkan kitlelere müdahale etti. Güney Kürdistan’da Kürt kitleleri sokaklara dökülerek kardeşlerine sahip çıkarken, KDP sınır kapılarını Kürtlere açtığını duyurdu. Kuzey Kürdistan’da da yaygın olmamakla birlikte çeşitli protestolar gerçekleştirildi.

Ayaklanmanın tüm Kürdistan’a yayılmaması için, dört ezen egemen devlet, Kürt halkı karşısında adeta birleşti. Çatışmalar Urfa’nın Ceylanpınar ilçesinden rahatlıkla izlenebilirken, Türkiye’deki Kürt kitlelerinden gelebilecek olası bir desteği engellemek için Suriye devleti Nusaybin sınır kapısını kapattı. Güney Kürdistan ile ilişkiler kesildi ve sınırlar kapatıldı. Suriye devleti ayaklanan Kürt yoksul kitleleri diğer ülkelerdeki kardeşlerinden yalıtarak hareketi bastırmaya girişti.

Tüm bu çabalara rağmen çatışmalar durulmadı ve tedrici bir gelişme göstererek Newroz’da en üst sınırına ulaştı. Ezen egemen devletlerin sınıf sözcüleri Kürt halkına karşı bir kez daha şovenizm dalgasını yükseltmek isteyip, kinlerini kustular. Suriye’nin Arap egemen sınıfı yıllarca süren esarete karşı ayağa dikilen Kürt halkının özgürlük mücadelesini karalamaya başladı. Suriye İçişleri Bakanı bir taraftan Kürt partilerine tehditler savururken, öte taraftan da olayların dış güçlerce kışkırtıldığını ileri sürdü.

Ne zaman ezilen kitleler kendi haklarını elde etmek amacıyla kararlı bir mücadeleye atılsa, kapitalist para babalarının sözcüleri, yığınların gelişen hareketini karalamaya çalışır, dış güçler tarafından kışkırtıldığını ileri sürerler. El Kudus Arabi gibi gazeteler Arap egemen sınıflarının ortak fikirlerini dile getirerek, Kürt halkının haklı mücadelesini görmezden gelip “Kürtler oyuna geldi” diyor. Burjuvazinin bu liberal sözcüsüne göre Kürt halkının özgürlüğünü istemesi ABD’nin planlarına hizmet ediyormuş!

Türk egemen sınıfı gelişen olaylar karşısında karmaşık duygular yaşadı. İkili bir duygu yaşayan Türk egemen sınıfı, sevinç ve dehşetin baskısı altında renkten renge girdi. Onlara göre, yıllardır Türkiye’deki Kürtleri destekleyen ve istikrarsızlığı beslemiş olan Suriye, “oh olsun, nihayetinde ektiğini biçmişti!” Fakat TC sözcüleri sevinçlerini doyasıya yaşayamadılar. Çünkü başlayan ayaklanma kısa zamanda İran’a sıçradı, Mahabat’ta çatışmalar baş gösterdi ve Irak’ta Kürt kitleler ayağa kalktı. Newroz’u önceleyen ve tüm Kürdistan’ı sarabilecek böylesine bir ayaklanmanın Türkiye’ye sıçraması ve mücadelenin genel bir hal alması korkusu TC egemen sınıflarını dehşete düşürmüştür. Tez zamanda şoven açıklamalar yapan TC sözcüleri, dünkü “düşmanları” Suriye devletine akıl verip itidal öğütlemekten geri durmamışlardır. TC sözcülerine göre de Kürtleri dış güçler kışkırtmaktaydı! Dışişleri Bakanı Gül’e göre, “Kuzey Irak’ta” elde ettikleri özerklik Kürtleri cesaretlendirmişti. Ve aynı açıklamayı cümlesi cümlesine Suriye Devlet Başkan Yardımcısı Abdülhalim Haddam da tekrarladı. Kürtlerin cesaretlenip ileri gitmemeleri yönünde üstü kapalı tehditler savuran Gül’e göre “bölgede yaşayanlar, geleceklerini düşünerek beraber yaşama iradelerini bozmamalıdırlar.” Yani Kürtler esaret koşullarını bozmak için bir şey yapmamalılar, harekete geçmemeliler ve köleliği kabul etmeliler!

Güneybatı Kürdistan

Birinci Paylaşım Savaşında dört parçaya bölünen Kürdistan’ın güneybatı kesimi 1936’da kurulan Suriye sınırlarına dahil edildi. Kürdistan’ın isyanlarla dolu tarihinde, mücadelenin en az geliştiği kesim Suriye Kürdistanı’dır. Kapitalizmin görece daha fazla geliştiği diğer üç parça–Türkiye, İran, Irak– Kürt ulusal hareketinin daha örgütlü ve daha mücadeleci gelişimine sahne olurken, Suriye sınırlarında kalan Kürt kitleler örgütlü bir varlık gösterememişlerdir. Bunda belki de en önemli etmen, Suriye’nin Fransa’nın mandası altında yaşadığı dönemde Kürtlere verilmiş olan kısmi haklardır. Bir başka faktör de, Suriye yönetiminin azınlık olan Arap Alevilerinin elinde bulunmasıdır. Sünni Arapları dengelemek maksadıyla dayanabileceği bir toplumsal kesim arayışı içerisindeki Arap-Alevi yönetimi, Kürt aşiretleriyle iyi geçinmiş, bu aşiretler aracılığıyla Kürt yoksul yığınlarını dizginlemiştir.

Ancak tüm bunlara karşın Kürt halkı, Arap şovenizmi tarafından ezilen, horlanan ve dışlanan bir ezilen ulus olarak kalmaya devam etmiştir. Güneybatı Kürdistan’a Suriye devleti yatırımlar yapmadığı gibi, adeta bu bölgeyi unutmuştur. Beşar Esat yönetimi devraldıktan sonra Kürt illerini ziyaret eden ilk Devlet Başkanı olmuştu ve böylesi basit bir ziyaret bile stratejistler tarafından “Suriye Kürtlere karşı politika mı değiştiriyor” şeklinde yorumlanmıştı. Sanayinin gelişmediği, altyapı yatırımlarının yapılmadığı, işsiz kitlelerin kol gezdiği Suriye Kürdistan’ındaki Kürtler, Suriye devletinin despotik yönetimi altında ancak askeri bir güçle dizginlenebilmiştir. Toplumsal hayatın her alanına müdahale eden despotik devlet aygıtı, Kürtler kadar emekçi Arap yığınlarını da süreklileşen askeri-bürokratik rejimin mengenesinde sıkmıştır. Yıllardır Suriye halkı baskı ve zorbalık altında yaşıyor ve topluma nefes dahi aldırılmıyor. İşçi sınıfının örgütlülüğünün neredeyse hiç olmadığı, siyasal mücadelenin yasaklandığı, toplumsal mücadelelerin gelişmediği, muhaliflerin zindanlara tıkıldığı Suriye’de toplumsal çelişkiler keskinleşmekle kalmamış ve emekçilerin bağrında önemli bir patlayıcı birikime yol açmıştır.

Güneybatı Kürdistan’da 1 milyon 700 bin civarında Kürt yaşıyor. Bu sayı, 18 milyon olan Suriye nüfusunun yaklaşık yüzde 10’una tekabül ediyor. 225 bin Kürt, Suriye vatandaşı olarak dahi kabul edilmiyor, yabancı muamelesi görerek oy verme hakkından bile mahrum bırakılıyor. Devlet dairelerinde çalışmaları yasak olan bu Kürtler, kendi işlerini kurma, kendilerine işyeri açma hakkına da sahip değiller. Kimlikleri olmayan 225 bin kişi ülke içinde dolaşamıyor, seyahat yapamıyor. Ülke içinde dolaşmaları için kendilerine yalnızca kırmızı renkli bir kimlik kartı veriliyor. Yurtdışına çıkmaları yasak olan binlerce Kürt yoksulu, bulundukları mekânda sıkışıp kalmış durumda. Onlar için mekân, esaret zincirlerine bağlı yaşayarak ölümün beklendiği yer anlamına geliyor. Evli olanlara resmi nikah işlemleri yapılmadığından dünyaya gözlerini açan binlerce çocuk, daha doğar doğmaz ayrımcılıkla, ezilmeyle, kimliksizlikle karşı karşıya geliyor. Tehlikeli ve riskli görülen bu yoksul on binlerce Kürdün büyük bölümü, 1920’li yıllarda Türkiye’de çıkan isyanlardan sonra Suriye’ye göç etmişlerden oluşuyor.

1960’lı yıllar Arap milliyetçiliğinin yoğunlaştığı ve ezilen ulusları daha da boğan bir Araplaştırma dönemiydi. Mısır, Irak ve Suriye’nin bir araya gelerek SSCB’nin desteğinde kurdukları Birleşik Arap Cumhuriyeti 1961’de dağıldığında, geride sivil-asker milliyetçi bürokrasinin devlet partisi olan Baas’ın egemenliğinde bir düzen bırakmıştı. Birleşik Arap Cumhuriyetinin dağılmasıyla birlikte bu üç devlet ayrı yörüngelere yöneldiler ve örneğin Mısır ile Irak ABD emperyalist eksenine kayarken, Suriye Sovyet bürokrasisinin nüfuz alanında kalmaya devam etti. Dışarıda yalnızlaşan Suriye egemen sınıfı, içeride, emekçi sınıfların ve ezilen ulusların geliştirebileceği bir mücadele dalgasını önlemek amacıyla toplum üzerinde baskıyı daha da arttırdı. Despotik Suriye devleti, bu dönemde Arap emekçilerin kafasını bulandırmak amacıyla Arap milliyetçiliğinin dozajını iyiden iyiye arttırdı ve toplumda şovenizm rüzgârları estirdi. Bir kısırdöngü biçiminde ilerleyen ve yığınlara karşı kesintisiz bir devlet terörü ve zorbalık üreten Suriye rejiminin bu tezahürü, aslında onun çoktan çürüdüğünü, yıkılmaktan kurtulmak için çabaladıkça daha da battığını, emekçi yığınların ayaklarının altında ezilmekten kurtulamayacağını göstermektedir.

Arap-Kürt çatışması mı, ezilen ulus kitlelerinin düzene başkaldırısı mı?

Tarihin materyalist kavrayışıyla hareket eden, diyalektik bir yöntemle donanan Marksistler, olayların görünen kısmıyla yetinmezler; görünen yüzeyin altında yatan karmaşık gelişim süreçlerine bakarlar. Komünist bir politikanın üretilmesi bizzat bu derin Marksist perspektiften ileri gelir. Sınıflar arasında ya da ezen ile ezilen arasındaki uzlaşmaz çelişkilerin patlayarak diplerden yüzeylere çıkması anlamına gelen devrimci gelişmeler, tarihsel bir zorunluluk olarak kendini açığa vurduğunda bu ilk önce pek anlaşılmaz veya görünmez ya da yanlış yorumlanır. Dipten gelen ve politik sahneye egemen olan gelişmeleri, bu gelişmelerin açığa çıkmasına sadece vesile olan olaylara bakarak anlamak mümkün değildir. Gelişen bir toplumsal harekete vesile olan “kıvılcım”lara endekslenmiş bir yaklaşım doğru değildir ve bizleri yanlış siyasal sonuçlara yöneltir. Komünistler burjuvazinin ya da küçük-burjuva sol çevrelerin tüm ideolojik çarpıtmalarına, bilinçleri yıkama operasyonuna karşı durmalıdırlar.

Suriye’deki gelişmeleri manipüle etmeye girişen burjuva medya, Kürt halkını aşağılar bir tarzda verdiği haberlerde, sanki Kürtler yıllarca ezilmiyormuş, yıllardır baskı ve zulüm altında yaşamıyormuş gibi, olayları bir futbol maçında çıkan Arap-Kürt kavgasına indirgemeye çalıştı. Bu rezil, süprüntü burjuva medya fırıldakları, ezilen yığınlar nerede mücadeleye atılsa tüm yeteneklerini gelişen mücadeleyi karalamak, çarpıtmak ve bilinçleri bulandırıp yok saymak için kullanıyorlar. Hiç durmaksızın şovenizm pompalayan burjuvazi, emekçilerin kafasına şunu sokmak istiyor: “Kürtler iyice şımardı, azdı bunlar, ABD onları destekliyor ve ABD’den güç alan Kürtler cesaretleniyorlar, bir futbol maçında bile olay çıkartıyorlar, her tarafı yakıp yıkıyorlar!”

Öncelikle bir şeyin altını çizmek gerekiyor. Yaşanan bir Arap-Kürt çatışması değildir. Olayların gelişimine vesile olan gerçekten de bir futbol karşılaşmasında çıkan kavgadır. Qamışlo’da karşı karşıya gelen El Fetva takımını Araplar, El Cihad takımını ise Kürtler desteklemektedir. El Fetva taraftarlarının Saddam Hüseyin posterleri açıp tempo tutması, “canımız sana feda Saddam” sloganları atması, yıllarca Saddam’ın baskı ve zorbalıklarına, katliamlarına maruz kalmış yoksul Kürt yığınlarını çileden çıkartmıştır. Kürt kitleler gerçekte, Saddam nezdinde on yılların ezilmişliğine, boyunduruk altında tutulmalarına neden olan Suriye devletine ve onun düzenine karşı öfkelerini açığa vurmuşlardır. Yıllardır Kürt kitlelerinin bağrında biriken öfke bir maç dolayımıyla kendini açığa vurmuştur. Dipten gelen enerji yüzeyde, Qamışlo’da patlamış ve her yere yayılmıştır. Olayların gelişimi bir futbol kavgasını fazlasıyla aşmış, Kürt halkının isyanına dönüşmüştür. Arap halkının kendi evlerine çekilmesiyle onlar için futbol kavgası olarak kalan kavga, Kürt yoksul yığınları için özgürlük mücadelesine dönüşmüştür. Artık çatışan Araplar ile Kürtler değil, Kürt yığınlarıyla burjuva düzen güçleridir. Birikmiş öfkenin yüzeye çıkmasıyla bir ayaklanma yaşanmıştır. Marx’ın da dediği gibi, tarihi olaylar kendini tesadüflerle ortaya koyar.

Önce Qamışlo ilçesine, ardından Halep ve Haseki gibi büyük şehirlere yayılan ayaklanma neredeyse tüm büyük kentler, kasabalar ve köylere kadar genişlemiştir. Qamışlo’da başlayan çatışmalar Arfin, Arap Pınarı, Caraplus, Derbesiye, Resulayn, Derik, Suruç, Amude, Koban gibi kentlere ve kasabalara kadar yayılarak genel bir ayaklanma halini almıştır. Halep ve Haseki gibi büyük şehirler ayaklanmanın bizzat merkezlerine dönüşmüştür. Devlet dairelerine saldıran yoksul yığınlar, devlet aygıtının baskı ve zulmüyle özdeşleşmiş bu kurumları yakmış ve tahrip etmişledir. Yığınların bu ilk reaksiyonu oldukça önemlidir. Devlet kurumlarını basan ve Hafız Esat’ın heykellerini devirip posterlerini yırtan yoksul kitlelerin bu kurumları hedef seçmesi oldukça anlamlıdır. Genel olarak düzene başkaldırışlarında yığınlar her zaman sınıf içgüdüsüyle, onları ezen düzenle özdeşleşen baskı merkezlerini ve aygıtlarını hedef alırlar.

Ayaklanmayı durdurmaya çalışan Suriye devleti binlerce askerden oluşan ordu birliklerini Kürdistan’a sevk etmiştir. Bunun yanında, olayların başından itibaren Baas Partisinin paralı milisleri Kürt halkının üzerine kurşun yağdırmıştır. Gösterilere müdahale eden bu gözü dönmüş milisler insanları öldürmüş, evleri ve dükkânları yakmış ayağa kalkan yığınları sindirmeye çalışmıştır. Ordu birliklerinin bölgeye gelmesi, yoğun ve kapsamlı operasyonların düzenlenmesiyle sonuçlanmıştır. Ordu ve paralı milisler kentlerin etrafını sararak Kürt yığınlarını adeta ablukaya almışlardır. Ordu, savaş uçakları ve helikopterlerle taarruza geçmiştir. Zırhlı birliklerin olaya müdahil olmasıyla çatışmalar alevlenmiş, onlarca ev yakılıp yok edilmiştir. Ancak yoksul Kürt halkının öfkesi o derece derindir ki ayaklanma bastırılamamıştır.

Newroz kutlamaları bütün Kürdistan için bir ayağa kalkma vesilesi oldu. Bugüne kadar sessiz kalan Güneybatı Kürdistan halkı bu Newroz’da gerçek tepkisini ortaya koydu. Ölenlerin cenazelerine yüz binlerce insan katıldı. Halep’te Newroz gösterilerine 300 bin kişi katılarak Kürt halkının eskisi gibi esaret altında yaşamak istemediğini haykırdı. Olayların Güneybatı Kürdistan’la sınırlı kalmaması ve İran Kürdistan’ına sıçraması da Kürt halkının yüzlerce yıllık ezilmişliğinin, öfkesinin ne derece köklü olduğunun, yığınların kölece yaşamaktan bıktığının dışavurumudur. Ayaklanma İran Kürdistan’ında Mahabat, Sanandac, Merivan ve Bena kentlerine kadar genişlemiştir. 50 bin kişi, bundan tam 58 yıl önce, şimdi tarihe karışan “Mahabat Cumhuriyeti” adındaki ilk Kürt devletinin ilan edildiği şehrin merkezindeki meydanda toplanarak gösteri yaptı. Askerle çatışan Kürt kitleler, heykelleri devirip devlet binalarına saldırdılar. Suriye’de olduğu gibi İran’da da yığınların üzerine kurşun yağdırıldı ve arkasından da sıkıyönetim ilan edildi. Tüm bunlar, yaşananların, burjuva medya baronlarının ileri sürdüğü gibi bir Arap-Kürt çatışması değil, Kürt halkının baskı ve zorbalık düzenine karşı başkaldırışı olduğunu kanıtlıyor.

Şovenizmin bahane paravanı: ABD emperyalizmi

Güneybatı Kürdistan’da başlayan ayaklanmayı karalamak, ezen devletlerin halklarının bilincinde milliyetçi düşünceleri egemen kılmak isteyen burjuvazi, sorunu bir taraftan futbol kavgasında çıkan Arap-Kürt çatışmasına indirgerken, öte yandan da Kürtlerin arkasında ABD’nin olduğunu, ABD’nin Suriye’yi dize getirmek için Kürtleri kışkırttığını ileri sürdü, sürüyor. Başta Suriye egemen sınıfı olmak üzere, ABD’nin “stratejik müttefik”i ve Ortadoğu’da ABD’nin planlarının ve politikalarının merkezinde yer alan TC ve Kürt halkını kölece ezen diğer bir devlet olan İran: bu üç ezen devlet, Kürtleri ABD’nin kışkırttığını ileri sürdüler. Ne yazık ki, benzer yorumlara açık veya üstü örtük biçimde sol hareket içerisinde de rastlamak mümkün.

Baskı ve zorbalık düzenine karşı ezilen Kürt yığınlarının isyanı böylelikle, basit bir maç kavgasından sonra, aynı zamanda ABD’nin kışkırttığı bir olaya dönüştürülmek istendi. ABD’nin, elindeki sihirli kışkırtma değneğiyle, ateş olmayan yerden duman çıkartmaya muktedir bir güç olarak sunulması burjuva düzenin alçaklığının ve ikiyüzlülüğünün özetidir. Bu açıklamaların burjuva düzene karşı öfkemizi daha da bilemekten öte bir anlamı yoktur!

Kuşkusuz ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya ilişkin planları ve politikaları inkâr edilemez. İçinde yaşadığımız savaş konjonktüründe ABD emperyalizmi Irak’ın işgalinden sonra planlarını hayata geçirmek için bir adım daha atmıştır. Kuzey Afrika’dan Güney Asya’ya kadar uzanan geniş coğrafyayı “Büyük Ortadoğu” olarak adlandıran ve buraları kendi siyasi hegemonyası altında yeniden şekillendirmek isteyen ABD, bu hat güzergâhında bulunan ve benzeri iktisadi-siyasal özellikler taşıyan ülkelerin siyasal yönetimlerini değiştirmek istemektedir. Suriye ve İran 11 Eylül’ün hemen ardından ABD’nin hedef tahtasına oturtulmuştur. Irak savaşından sonra sıranın bu iki ülkeye geldiği konuşulurken, ABD Irak’ta istediği düzeni kuramamış ve planlarında aksama meydana gelmiştir. ABD emperyalizmi Ortadoğu’ya yeni bir “düzen” vermeye çalışırken, değiştirmek istediği siyasal rejimlere muhalif olan kesimleri de kendi nüfuzu altına almaya çalışmaktadır. Afganistan savaşında Kuzey Cephesi, Irak savaşında Güney Kürdistan böyle bir rol oynadı. Temel bir farkla ki, Kürtler ezilen bir ulusken, Afganistan’ın kuzeyindeki güçler kendi aralarında bir iktidar mücadelesine tutuşmuş gerici aşiret liderlerinden ileri gelmekteydi. ABD Suriye’yi sıkıştırmakta ve onu kendi egemenlik alanına çekmek istemektedir. Şüphesiz bu uğurda, ezilen Kürt kitlelerinin haklı öfkesini kullanmaktan da geri durmayacaktır. ABD Suriye egemen sınıflarına karşı ezilen Kürt halkının istemlerini bir şantaj olarak kullanıyor. Gerçekte ise ABD’nin derdi hiçbir şekilde Kürt halkının özgürlüğe kavuşması değildir.

Ancak ABD’nin Irak’ı işgaliyle Güney Kürdistan’da ortaya çıkan fiili durum sonucunda, on yıllardan sonra Kürtlere federe de olsa devlet olmanın yolunun açılması, Irak Anayasasında Kürtlere yer verilmesi ve Kürtçenin Arapçadan sonra ikinci resmi dil olarak kabul edilmesi, elbette Kürt kitleleri sevindirmiş, onları motive ederek cesaretlendirmiştir. Gayet tabii olarak, Kürt halkı elde ettiği kazanımları önemsemektedir. Fakat tüm bu gelişmelere bakarak onlarca kente ve neredeyse Kürdistan’ın dört parçasına yayılan olayları ABD’nin kışkırttığını ileri sürmek ya burjuva bir çarpıtmadır veya her şeyi komplolarla açıklamaya çalışan güdük, hastalıklı bir zihnin fantezileridir. ABD ve benzeri emperyalist güçlerin elinde muazzam imkânlar olduğu bir gerçektir; ama hiçbir emperyalist güç, bir el işaretiyle, olmayan bir ulusal sorunu icat edip hemen ardından bir ulusal ayaklanma organize edecek kadar güçlü değildir ve olamaz da. Toplumsal patlamalar ne ABD gibi emperyalist güçlerin müdahaleleriyle ne de her şeyi öznel güce bağlayan idealist iradecilerin inisiyatifiyle gerçekleşir. Yukarıda da açıkladığımız üzere, ayaklanmalar, uzun yılların biriken, keskinleşen çelişkilerinin, karmaşık etmenlerin, uluslararası ve ulusal düzeyde yürüyen iktisadi ve siyasal gelişmelerin koşullandırdığı, belirlediği ve açığa çıkardığı tarihsel olaylardır.

Kürt sorununda iki farklı çözüm

ABD’nin Irak’ı işgal etmesi ve Güney Kürdistan’da oluşan fiili durum ile Güneybatı Kürdistan’daki gelişmeler, İran Kürdistan’ında artan huzursuzluk ve Kuzey Kürdistan’da yürüyen Kürt mücadelesi, Ortadoğu’daki gelişmelerin merkezine Kürt ulusal sorununu oturtmuştur. Emperyalist hegemonya savaşı kızıştıkça Kürt sorunu gündeme daha fazla damgasını vuracak ve emperyalistler Kürt halkının öfkesini kullanmak isteyeceklerdir.

ABD emperyalizmi bir taraftan Ortadoğu’yu hallaç pamuğuna çeviriyor, mevcut düzeni kendi iktisadi-siyasal çıkarları çerçevesinde reorganize etmek istiyor ve öte yandan da tüm bu olanları “demokratikleşme” olarak sunuyor. Emperyalistlerin kitleleri kandırmak için ileri sürdüğü bu yalanları anlayabiliyoruz ama, kimilerinin ABD’nin emperyalist barbarlığını gerçekten de Ortadoğu’nun “demokratikleşmesi” olarak savunmasının anlaşılacak, maruz görülecek bir yanı yok. Tüm emperyalistler esasında, bölgeye yerleşirken, nüfuz alanlarında üzerine basacakları sağlam bir zemin aramaktalar. Irak’ın derin bir kargaşaya sürüklendiği bugünlerde Güney Kürdistan’ın sakin bir atmosfer içinde bulunması ABD emperyalizminin soluklanmasını sağlamaktadır. Buna karşın, ne ABD’nin ne de AB’nin derdi ezilen halkların özgürlüğe kavuşması ve bölgenin “demokratikleşmesi” değildir. Emperyalistler arasında yürüyen hegemonya kavgasında Kürt halkı daha şimdiden aldatılmıştır. Bölgede TC’yi yanlarına almak için çabalayan emperyalistler Kürt halkının özgürlük mücadelesini bir kalemde “terörizm” olarak ilan etmekten geri durmadılar. ABD emperyalizmi KONGRA-GEL’in içine fitne-fesat sokmakla kalmadı, onu “terörist” örgütler listesine de aldı. “Büyük Ortadoğu Projesi”nin merkezine TC’yi koyan ABD, Türkiye’nin gönlünü hoş tutma peşindedir. Erdoğan’ın ABD gezisi sırasında Kürtler üzerine de pazarlıklar yapılmış ve ABD, PKK’ye karşı operasyon başlatacağını açıklamıştır. Nitekim Türk ordusu günlerce Şırnak-Gabar dağlarında PKK’ye karşı geniş kapsamlı bir savaş operasyonu yürütmüştür. Aynı günlerde, ABD’den sonra AB’nin de KONGRA-GEL’i “terörist” örgütler listesine alması ve TC’ye kıyak olsun diye başlattığı DHKP-C operasyonu, emperyalizmin bu Avrupalı temsilcilerinin de ne kadar demokrasi istediğini ortaya koymaktadır. Burjuvazinin sınıf egemenliği anlamına gelen bugünkü demokrasinin sınırları emperyalist çıkarların tehlikeye düştüğü yerde biter. Bu bir kez daha anlaşıldı.

Ancak emperyalist güçlerin arasında nüfuz alanları üzerinde yürüyen egemenlik kavgası önümüzdeki dönemde yeni siyasal gelişmelerin olabileceğine işaret ediyor. Ortadoğu’ya “yeni” bir düzen vermek isteyen emperyalistler mevcut siyasal sorunları kendi meşreplerince çözmek isteyeceklerdir. Örneğin, Güney Kürdistan’a özerklik ya da daha ileri bir siyasal konum sağlanabilir. Federe bir Kürt devleti kadar, Irak’ta bir kaos yaşanması ve ABD’nin buradaki çıkarlarının tehlikeye girmesi durumunda, planlarının boşa çıkmaması için bağımsız bir Kürt devletini desteklemesi de pekâlâ mümkündür. ABD bir taraftan böyle bir gelişme için Irak’taki fiili konumunu kaldıraç olarak kullanırken; diğer taraftan da Suriye’yi ehlileştirmek amacıyla Kürt kartını ileri sürüp ve öte taraftan da TC’nin tepkisini dizginlemek ve TC’yi kendi stratejisinin bir unsuru kılabilmek için PKK’ye karşı harekete geçebilir. Şurası açıktır ki, emperyalist süreğen savaş bölge üzerinde geliştikçe birçok dinamik harekete geçecektir. Emperyalistler kendi çıkarları için her şeyi yapacaklardır. Buna karşın Ortadoğu’nun ve diğer bölgelerin barut fıçısına dönmesi devrimci buhranların gelişmesinde manivela işlevi görerek devrimci patlamalara nesnel bir zemin sağlayabilir.

Gerçekten de, hem Filistin ve hem de (kısmen de olsa) Kürt sorununa emperyalistlerce siyasal bir çözüm getirilebilir. Bu ulusların kendi devletlerini kurma olasılığı emperyalist sistem içinde dışlanamaz. Ancak, emperyalistlerin halklara getireceği çözüm, bölgeye barışın gelmesine hizmet etmeyecektir ve edemez de. Emperyalist hegemonya savaşının bugünkü dengeleri üzerinden bir devlet kurma fırsatı yakalayan ulusların devletleri ve yapılan antlaşmalar yarın gelişecek durumlar karşısında yok sayılabilir. Diplomasi masalarında kazanılan haklar, yarın bizzat emperyalist savaşla birlikte ortadan kaldırılabilir. Olayın bir başka yanı ise bizzat bu devletlerin siyasal varlıklarına göz yummak istemeyen ezen-egemen devletlerin çatışmaları kışkırtıp emekçi yığınları birbirine boğazlatma olasılığıdır. Bölgedeki halkların birbirine karşı kışkırtılmasıyla başlayacak yeni düşmanlıklar giderek daha köklü çatışmalara yol açacaktır. Fakat tüm olası gelişmelere karşın ne Filistin ne de Kürt halkının kuracağı bir devlet meşru olmaktan çıkar. ABD’nin Güneyli Kürtleri desteklemesi ve Suriye’yi sıkıştırmak amacıyla Kürt kartını ileri sürmesi Kürt halkının haklı taleplerine gölge düşürmez. ABD’nin bölgede yarattığı fiili durumu ileri sürerek şovenist yaklaşımlarının üzerini örtmek isteyen çevrelere karşı uyanık olunmalıdır. Emperyalist hegemonya savaşının karmaşıklaştırdığı bu mesele karşısında Enternasyonalist Komünistlerin tutumu şudur: Irak ve diğer ezen-egemen ulusun işçi sınıfları ezilen Kürt halkının özgürlüğünü tanımalıdır; Iraklı komünistlerin başlıca görevi işçi sınıfını bir taraftan Kürt halkının özgürlüğünü tanımaya ikna etmek, öte yandan da Irak burjuvazisine ve emperyalizme karşı proleter devrim bayrağını yükseltmektir. Buna karşın Kürt komünistleri Kürt burjuvazisini etkisizleştirmek ve Kürt ulusal kurtuluş mücadelesini toplumsal bir kurtuluş mücadelesine dönüştürmek göreviyle yükümlüdürler.

ABD ya da diğer emperyalist güçler Irak’taki Kürt sorununa kapitalizm çerçevesi içinde geçici bir siyasal çözüm sağlasalar bile bu durum Kürt sorununun çözümü anlamına gelmiyor. Nitekim Kürt ulusal sorunu dört farklı ülkenin egemenliği altında yaşayan bir ezilen ulus sorunudur. Sorun bu çerçevede ortaya konup çözülemediği sürece, bu parçaların herhangi birinde elde edilecek bir “çözüm” aslında gerçek bir çözüm anlamına gelmeyecektir. Ortadoğu’nun verili statükosu bozulmadığı sürece, parçalardan herhangi birinde ortaya çıkacak bir bağımsız Kürt devletine, kendisine diş bileyen komşuları tarafından yaşam hakkı tanınması pek muhtemel değildir.

Bölgenin emperyalist sisteme daha derin bir entegrasyonu ve bölgede ABD hegemonyasının pekiştirilmesi için başlatılan emperyalist savaş ve bu savaşın siyasal programı olan “Büyük Ortadoğu Projesi” Ortadoğu halklarına ne barış ne de demokrasi getirebilir. Emperyalistler olsa olsa yeni çatışmalar, düşmanlıklar ve gözyaşı getirebilirler. Emekçi yığınların boyunduruk altında tutulmasını sağlayan kapitalist üretim ilişkileri ve gerici-despotik rejimlerin baskı aygıtı parçalanıp atılmadan demokrasinin geleceğini beklemek boş bir hayaldir.

Gerçekten de Ortadoğu’yu ve tüm bölgeyi ancak ve ancak proletaryanın iktidarı demokratikleştirebilir. Burjuvazinin yıllardır çözemediği ve çözemeyeceği kangren olmuş demokratik sorunları proletaryanın devrimci iktidarı, kapitalist üretim ilişkilerinin ve devlet aygıtının parçalanıp atılması sırasında geçerken çözecektir. Arap despotik-gerici rejimlerini süpürüp atacak, emperyalist işgale karşı devrim bayrağını yükseltip ulusal taleplerle ayağa kalkmış kitleleri anti-emperyalist temellerde örgütleyecek ve ulusal sorunun çözümü için mücadeleyi toplumsal devrime taşıyabilecek olan tek sınıf devrimci proletaryadır. Dört parçaya bölünmüş Kürt halkının da, yalıtılmış, parçalanmış ve dağıtılmış Filistin halkının da özgürlüğü proletarya savaşırsa gelecek! Ortadoğu emekçi yığınlarının başlatacağı devrimci bir mücadele tüm kapitalist sınıfları ve emperyalist güçleri bölgeden süpürüp atacak ve proletaryanın siyasal iktidarını, “Ortadoğu İşçi ve Emekçilerinin Sovyetler Federasyonu”nu kuracaktır. Kapitalist düzenin çözemediği tüm demokratik sorunları, ezilen ulusların diğer uluslara karşı önyargılarının kırılmasını ve ulusların kardeşçe ve gönüllülük temelinde bir arada yaşamasını ancak ve ancak işçi sınıfının enternasyonalist devrimci iktidarı sağlayabilir. 

15 Nisan 2004

İlgili yazılar