İstanbul/Avcılar’dan bir lise öğrencisi: Türkiye’de genç bir kadın olmak; hem korkuyu hem de öfkeyi aynı anda hissetmek demek. Sokakta yürürken saçma sapan laflara, bakışlara maruz kalıyoruz. Her gün kadınlar katlediliyor, güvencemiz yok. Ne sokakta yürürken güvendeyiz ne de işyerlerinde çalışırken. Dilovası’nda çıkan yangın bunu bize açıkça bir kez daha gösterdi. Öfkeliyim, öfkeliyiz çünkü bunun tek sebebi var ve o da eşitsizliği, cinsiyet ayrımcılığını körükleyen kapitalist sömürü sistemidir. Bu sistem yaşamlarımızı değersizleştiriyor. İşte bu yüzden mücadele etmeliyiz, gençler olarak sosyalizm mücadelesine katılmalıyız! Yaşasın insanlığın geleceği sosyalizm!
Kocaeli/Çayırova’dan bir petrokimya işçisi: Kadınlar yüzyıllardan beri var olma, hayatta kalma mücadelesi vermiş, vermeye de devam ediyor. Kadınlar bilinçsizce değil, bilinçli ve olağanlaştırılarak katledildi asırlar boyunca. Tarihe baktığımızda, İslam’dan önce Arap toplumunda kız çocuklarının yoksulluk ve fakirliğin sebebi gösterilip keyfi olarak diri diri gömüldüğünü görürüz. Kadınların tanrılara kurban edilmesi, kadının ikinci plana itilmesi bilinçsizlik ve cahillikle açıklanamaz. Kadını köleleştiren toplumun sınıflara bölünmesidir, eşitsizlik yaratan sistemin kurulmasıdır.
Adına “cahiliye dönemi” denen şey, günümüzde de devam ediyor. Bugün İslam kimliği ardına sığınanlar, kadınları katlediyorlar. Yanı başımızdaki İran’da şeriat yasaları adı altında kadını değersizleştiren, aşağılayan, kimliksizleştiren, yaşam hakkını elinden alan bir düzen var. Erkeği kadından üstün tutan, kadına yönelik şiddetin önünü açan egemenlerin koyduğu yasalar ve şeri kurallarla kadınların yaşamları bir kalıba sokulmaya, kadınlar kaderlerine razı olmaya zorlanıyor. Kadının saçı tahrik sebebi gösteriliyor, sesi günah sayılıyor. Bunları “suç” sayan erkek egemenliğini savunan molla rejimi, kadınları hapisle, kırbaçla, idamla… akıl almaz yöntemlerle cezalandırmaya devam ediyor.
Yine yakın tarihte gerçekleşen IŞİD saldırıları, yine din ve şeriat adı altında kadınlara uygulanan işkenceler, tacizler, tecavüzler, katliamlar hafızalarımızdadır. Kadınları ve çocukları kurmuş oldukları köle pazarlarında satmalarını unutmadık… 2021 yılında Afganistan’ı ele geçiren Taliban, insan haklarını hiçe saymış ve kadınlar üzerindeki baskıyı artırmıştır. Birçok şeyi yasaklayarak kadını toplumsal, ekonomik, siyasal haklardan mahrum bırakmış, kendilerine karşı gelenlerin yaşam hakkını dahi ellerinden almıştır. Keza yine yanı başımızda Filistinli kadınların ve çocukların içinde bulunduğu durum… İki yıldır Siyonist İsrail’in yürüttüğü soykırımda katledilen Filistinli sivillerin yarısından fazlasını kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Filistinli annelerin gözlerinin önünde çocuklarının açlıktan, susuzluktan, hastalıktan eriyip gitmesinden, bombalarla öldürülmesinden daha dehşet verici ne olabilir?
Türkiye’de iktidar kadına yönelik şiddetin önünü açan kararlar alıyor, toplumsal eşitsizliğin yanı sıra cinsiyet eşitsizliğini arttırıyor. Hakaret içerikli cinsiyetçi söylemlerden tutalım da İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasına kadar pek çok örnek sıralayabiliriz. Kadınlara ve çocuklara karşı baskının artması, küçücük çocukların aile zoruyla evlendirilmesi, akran zorbalığının artması, kadının karar mekanizmalarından soyutlanmaya çalışılması, kadın emeğinin yok sayılması, aile içi şiddetin ve kadın cinayetlerinin artması… Tüm bunların arkasında düzenin çürümesi ve iktidarın politik tercihleri var. Kadınları katleden katillerin “namus” gerekçesiyle, “yoldan geçene güldü, tahrik etti” gibi sebeplerden veya mahkemede kravat taktı diye cezada iyi hal indirimi almaları, iktidarın kadın politikasının resmidir. Bu erkek egemen zihniyet, kadına yönelik şiddetin ve her türlü baskının artmasına yol açmaktadır.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 3. maddesinde “Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır” deniyor. Türkiye de bu bildiriyi kabul ediyor ama her şey kâğıt üzerinde kalıyor. Eril-erkek devlet zihniyeti ve zorba siyasi iktidar; kadınları, çocukları, işçileri, emeklileri, öğrencileri sistematik olarak işsizliğe, yoksulluğa, geleceksizliğe mahkûm ediyor, savaş politikalarını körüklüyor. Ama tüm bunlara karşı durmaktan başka şansımız ve çaremiz yok! Kadınlar, işçi ve emekçiler olarak, hep birlikte, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, ataerkil tahakküm düzenine karşı çıkacak, mücadele edecek ve son vereceğiz. Kadın, Yaşam, Özgürlük! Jin, Jiyan, Azadi!
İstanbul’dan bir üniversite öğrencisi: Üniversite öğrencileri olarak her geçen gün daha da karamsarlaşıyor ve geleceğimiz hakkında endişe duyuyoruz. Bu ülkede istediğin, sevdiğin mesleği yapmak bile tümüyle imkânsızlaşıyor. Tercih yaparken, gelecekte iş bulmakta zorlanmayacağımız mesleklere yönelmek zorunda kalıyoruz ama yüz binlerce insanın aynı bölümlere girmesi de imkânsız! Zaten kadın olmanın zor olduğu, üzerimizde sürekli baskının olduğu bir toplumda yaşıyoruz; bir de geleceğimizin belirsiz olması, okuyacağımız bölümü kendimizin şekillendirememesi çok yıpratıcı ve bunaltıcı oluyor.
Her geçen gün daha fazla kadın cinayeti, iş cinayeti haberi okuyoruz, izliyoruz, dinliyoruz. Öyle bir noktaya geldik ki bu tür haberleri okumadığımız tek bir gün bile yok. Hatta artık bu haberlere kimse şaşırmıyor; yavaş yavaş sanki normal, sıradan bir olaymış gibi aktarılıyor, algılanıyor. Filan fabrikada 6 kadın işçi yanarak öldü… Dinleyip geçiyoruz. Tüm bu olanlar yetmezmiş gibi, sokak köpeklerinin beslenmesi bile yasaklanmak isteniyor. Kadınların her gün öldürülmesine, küçücük çocukların okumak yerine çalışmak zorunda kalmasına, önlemler alınmadığı için iş kazalarında ölmesine karşı hiçbir şey yapmayan iktidar, kafayı sokak hayvanlarına takmış. Kadın cinayetleri ve iş cinayetleri karşısında kılını kıpırdatmayanların sokak hayvanları konusunda mantıklı bir çözüm bulmasını beklemiyoruz ama bu siyaseti de kabul etmiyoruz.
Büyüyen sorunlardan dolayı gençler intihara sürüklenmeye başladı. Bir kadın ve bir öğrenci olarak gelecekten endişe duymadığım bir ülkede yaşamak istiyorum. Her gün otobüse binerken tedirgin olmadığım, sokaklarda geç saatte yürürken endişe içinde olmadığım bir ülkede yaşamak istemek, eminim ki herkesin en temel hakkıdır. Bu küçük şeyler bile artık biz kadınlar için zor bir hale geldi. Artık bu düzenin değişmesi gerekiyor ve biz kadınların meydanlarda en önde güçlü bir şekilde haykırması gerekiyor. Benim yerime başkası yapar mantığını bırakıp alanlara dolup taşmalıyız. Bu çürümüş çarkı bozuk düzeni ancak birlik ve beraberlik içinde, el ele, omuz omuza değiştirebiliriz. Unutmamamız gerekiyor ki birlikten kuvvet doğar.
İstanbul/Avcılar’dan bir metal işçisi: İşçi sınıfının kadınları olarak nerede yaşarsak yaşayalım acılarımız, sevinçlerimiz ve yaşadıklarımız ortaktır. Mutfaktaki işler, evdeki işler, çocukların bakımı bizim sırtımızda; evde ve işte tükeniyoruz, çocuklar okula giderken çantalarına ne koyacağımızı bilemiyoruz, sosyalleşmek, hayata karışmak nedir pek bilmiyoruz. Hayatın bütün ağırlığı, her geçen gün daha fazla üzerimize çöküyor.
İşyerinde, sokakta, evde kadın olduğumuz için baskıyla, tehditle, şiddetle ve bin bir zorlukla karşılaşıyoruz. Yasalar “eşitlik” diyor ama biz biliyoruz ki o eşitlik sadece kâğıt üzerinde kalıyor. Yeni yıla çok az kaldı. 2025’i, içimizde büyüyen büyük bir öfkeyle geride bırakıyoruz. İş cinayetlerinde ölen işçi kardeşlerimiz, öldürülen çocuklar ve bu yıl erkekler tarafından katledilen 300’den fazla kadın…
Her sayı bir can demek, bir umut, bir hayal, bir yaşam demek… Çok iyi biliyoruz ki kadın cinayetleri bireysel değil, toplumsal ve politiktir. Kadınların katledilmesine neden olan sömürü düzeninin işleyiş yasalarıdır; erkek egemen zihniyeti besleyen kapitalizmdir. İşsizliği ve yoksulluğu yaratıp büyüten, insanların psikolojisini bozan, savaşa neden olan, toplumda şiddet eğilimini doğurup artıran sömürü düzenidir. Sömürü düzeni ve bugünkü iktidarın izlediği politikalar bizi yoksullaştırıyor, eve hapsediyor, emeğimizi değersizleştiriyor. AKP-MHP iktidarının kadın düşmanı politikaları baskıyı ve şiddeti daha da büyütüyor. Bu iktidar bizi eve kapatmaya, sesimizi kısmaya, mücadelemizi bölmeye çalışıyor. Birileri lüks içinde yaşarken, biz işsizliğin, yoksulluğun, güvencesizliğin ve şiddetin ortasında ayakta kalmaya çalışıyoruz. Bunları unutmamak, görmezden gelmemek ve mücadeleyi büyütmek zorundayız. Örgütsüz kaldığımız her gün, daha fazla bedel ödüyoruz, içimizden birileri daha yitip gidiyor.
İşyerinde ayrımcılık, düşük ücret, mobbing… Ses çıkardığımızda işten atılmakla tehdit ediliyoruz. Ama biliyoruz: Susarsak daha çok kaybederiz. Biz sosyalist kadınlar için bu mücadele yalnızca kadınların değil tüm işçi sınıfının özgürlük mücadelesidir. Kadının yaşam hakkı, güvenceli bir hayat ve özgürlük talebi ancak mücadeleyle kazanılır. Biz emekçi kadınların eşitliği ve özgürlüğü, kapitalizme karşı mücadele ettiğimiz sürece mümkün olur. Emeğimize ve hayatımıza el uzatan bu düzen değişmelidir. Emekçi kadınlar olarak sömürü düzenine ve iktidarın cinsiyetçi politikalarına karşı örgütlenecek, yan yana duracak ve dayanışmayı büyüteceğiz. Çünkü biliyoruz ki biz hayatın yarısı değil, hayatın kendisiyiz!
Eşitsizliği, Ezilmeyi, Şiddeti, Yok Sayılmayı Kabul Etmiyoruz!
Kadına Şiddeti ve Erkek Egemen Zihniyeti Doğuran Kapitalizmdir!
