Kömür Dururken Tarih Kimin Umurunda?
Gülhan Dildar, 1 Nisan 2015

Antik dönemde Frigya diye anılan bölgenin güneyinde, Batı ile İç Anadolu’yu birbirine bağlayan önemli bir yol ağı ve kesişme noktası üzerinde bulunuyor Seyitömer Höyüğü. Kütahya-Seyitömer Höyüğü’nde uzun yıllardır yapılan kazılar sonucunda insanlık tarihine ışık tutan binlerce eser bulundu. Bölgenin Tunç Çağlarında Anadolu ve Mezopotamya ile olan siyasi, ticari ve sosyal ilişkilerini göstermesi bakımından önemli sonuçlar elde edildi. Fakat arkeoloji dünyasının da dikkatle takip ettiği kazılar 25 yıl sonra durduruldu. Roma döneminden geriye giderek ilk Tunç Çağına kadar kazılabilen ve üç yıl daha kazılması hedeflenen höyükteki arkeolojik çalışmalar, şimdilerde kömür rezervlerine kurban edilmek isteniyor.

Türkiye Kömür İşletmeleri’ne (TKİ) bağlı termik santral ve kömür havzası, 2013’te yapılan özelleştirmelerle 2 milyar 248 milyon dolar karşılığında Çelikler Holding’e satılmıştı. Anadolu neolitik döneminin en önemli verilerinin elde edildiği arkeolojik kazılar, 1989’da başlamış ve daha sonra 2006’dan itibaren TKİ ile yapılan protokollerle devam etmişti. 2013 yılı boyunca da devam eden kazılar, 2014 sonunda Çelikler Holding’in protokolü yenilememesi sebebiyle durduruldu. Roma, Helenistik, Akhamenid, Orta ve Erken Tunç dönemlerini kapsayan 5 bin yıllık döneme ışık tutan höyükteki kazıların durma sebebi, höyük altında olduğu öngörülen 12 milyon ton kömür.

Kazı ekibinin, arkeolojik çalışmaların birkaç yıl içerisinde sonuçlanacağını ve çalışmalar bittikten sonra zaten kömürün şirketin kullanımına bırakılacağını belirtmesine karşın, gözünü kâr hırsı bürüyen Çelikler Holding’in 12 milyon ton kömürü toprağın bağrında daha fazla bekletmeye tahammülü yok. Bir an önce kömür çıkarılmalı, enerjiye ve paraya dönüştürülmeli! Özelleştirmelerle Seyitömer Linyit İşletmeleri ve Seyitömer Termik Santralini devralan Çelikler Holding, kısa süre içerisinde işçi kıyımına başlamış ve işten atılan arkadaşlarına sahip çıkan yüzlerce işçiyi de işten çıkarmıştı. Büyümesinin ve daha fazla kâr elde etmesinin önünde hak arayan işçileri engel olarak gören holdingin, tarihsel değerleri korumasını ya da arkeolojik kazı çalışmalarına sponsor olmasını beklemek boşuna olur herhalde! Kendileri, büyük bir emperyal hırsla ve iştahla Türkiye sermayesinin büyümesine kilitlenmiş olan “reis”-i cumhur Erdoğan’ı ve AKP hükümetini örnek alıyor olsa gerek.

Kapitalistler ve onların temsilcisi hükümetler için doğa, insanlık tarihi önemli değildir. Önemli olan kârdır. Uzun bir süredir, özellikle 12 yıllık AKP iktidarı döneminde hayata geçirilen projelerin doğa ve insanlık için tahripkâr sonuçlar yarattığı ortada olmasına rağmen, bu durum umursanmamaktadır. AKP iktidarı, “Yeni Türkiye”yi yaratmak için önüne koyduğu hedefler doğrultusunda doğayı katletmekten, tarihsel, kültürel değerleri yok etmekten sakınmıyor. AKP iktidarı döneminde Türkiye dünya ekonomisinin 17. sırasına tırmandı, alt-emperyalist bir ülke konumuna yükseldi ve bölgesinde ciddi bir güç haline geldi. Şimdi de önüne 2023, 2053 ve 2071 hedeflerini koyan AKP, Türkiye’nin büyümesinin önüne hiçbir engel çıkmasını istemiyor.

Türkiye’nin büyümesine kilitlenen burjuva hükümet ve yandaş sermaye grupları, büyüyen ekonomi ile birlikte daha fazla ve daha ucuz enerjiye ihtiyaç duyuyor. HES’lerle, termik santrallerle, nükleer enerji projeleriyle enerji açığını kapatmayı amaçlayan AKP hükümeti, küçücük derelerin dahi “boşuna” akmasını istememektedir. Türkiye’nin dört bir yanında, güzelim yeşil alanları yok etme pahasına HES’ler kurulmaya devam ediyor. Doğa koruma alanları dahi madenciliğe açılıyor; bitki türlerinin, hayvanların yok olması seyrediliyor. Toprağın bağrını yarıp çıkarılan tonlarca kömürden faydalanılarak termik santrallerde üretilen enerji miktarının arttırılması planlanıyor. Her şeyi derinlemesine sömürerek yüksek hızla büyüme politikalarının yarattığı en büyük yıkımlardan biri büyük bir ekolojik tahribat. HES’lerin, termik santrallerin kurulumunda ya da madencilik vb. projelerin hayata geçirilmesinde, kimi zaman doğa ile birlikte tarihsel ve kültürel mirasın da tahribatı söz konusu oluyor. Tarihi kalıntılar kimi zaman sular altında kalıyor, kimi zaman iş makineleriyle yıkılıp atılıyor. Tıpkı Yortanlı barajının suları altında kalan İzmir Bergama’daki 2000 yıllık Allianoi antik kenti gibi, önümüzdeki aylarda tarihi Hasankeyf kenti de sular altında kalacak. Fakat ekolojik dengenin bozulması, doğanın yıkıma uğraması, tarihsel mirasın yok olması burjuvazinin ve AKP hükümetinin umurunda değil.

HES’lerin kurulmasına karşı çıkan köylülere, çevrecilere “su boşuna mı aksın” şeklinde ilkelce, bilimsellikten uzak cevap verenler, karşılarına insanlık tarihinin, kültürünün önemli yapıtları çıktığında da benzer tutumu sergilemektedirler. Çeşitli projelerde yapılan kazılarda karşılarına çıkan tarihi eserlerden “üç beş çanak çömlek, yıkık dökük yapı” şeklinde söz etmekten ve bu “para etmeyen taş yığını” için projeleri durdurmayacaklarını dile getirmekten çekinmiyorlar. İşçi sınıfın büyük önderi Marx, zamanında boşuna “kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser” dememiş. Sadece ekonomik çıkarlarını düşünen, doğa ve insanlığın uyum içerisinde yaşaması gibi bir bakış açısına sahip olmaları mümkün olmayan kapitalistler, elbette ki karşılarına çıkan tarihi ve kültürel miras için de “taş yığını” diyeceklerdir. AKP hükümeti ve Türk burjuvazisinin kâr uğruna tarihi eserleri yok etmesi, ister istemez akıllara bugün Ninova gibi tarihi kentlerde IŞİD’in tarihi eserlere dozerlerle, balyozlarla saldırılarını, barbarlığını akıllara getiriyor. Birileri para hırsıyla, diğerleri ise din adına yakıp yıkıyor.

Oysa onların taş yığını, çanak çömlek olarak gördükleri tarihsel miras, insanlığın nereden gelip nereye gittiğinin öğrenilmesi bakımından çok önemlidir. Bugün işçi sınıfına kapitalizmin ebedi bir sistem olduğunu propaganda edenlerin söylemlerinin kof bir yalan olduğunu göstermek bakımından da tarihi bilmek, öğrenmek ve dolayısıyla tarihsel mirasa sahip çıkmak elzemdir. Örneğin, Konya Çatalhöyük’te yer alan ve 8 bin yıl öncesine tarihlenen antik kentte ortaya çıkartılan bulgular, orada sınıfsız bir toplum düzeninin hüküm sürdüğünü gözler önüne sermişti. Seyitömer Höyüğü’nde yapılan kazılarla M.Ö. 3 bine kadar inilmiş ve beş kültür katmanı keşfedilmiştir. Medeniyetler, toplumlar çeşitli şekillerde yıkılmış, yerine yenileri oluşmuş. Şurası çok açık ki, egemenler hiçbir zaman egemenliklerini baki kılamamışlar. Her daim ezilenler, sömürülenlerin başkaldırısı olmuştur.

Bugün de derelerinin, yaylalarının, tabiatın yok edilmesini istemeyen köylüler, çevreciler, işçi ve emekçiler egemenlerin açgözlülükle tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarına saldırmasına, toprağın bağrını fütursuzca deşmelerine, çevreyi katletmelerine karşı koyuyorlar. Bölgesel ya da yerel düzeyde kalan çeşitli platformlar vs. aracılığıyla yürütülen eylemler önemlidir. Ancak şunu bilmeliyiz ki, burjuvazi saldırılarını bugün sadece bir köyde, bir ilde ya da bölgede değil, çok daha yaygın ve pervasızca gerçekleştiriyor. Dolayısıyla doğayı ve insanlığın tarihsel mirasını korumak için de, işçi ve emekçilerin burjuvaziye ve her şeyin kâra dayalı olduğu kapitalist düzene karşı örgütlenmeleri ve mücadele vermeleri bir zorunluluktur.

İlgili yazılar