2000 yılı dönemeci esasında birçok şey için bir milat oluşturmaktadır. Birincisi, kapitalizmin tarihsel sınırlarına ulaşarak tıkanması ve tarihsel bir sistem krizine girmesi! İkincisi, hegemonya krizinin derinleşmesi ve onun bir ifadesi olan Üçüncü Dünya Savaşının kendine has/özgü yöntemlerle başlaması! Üçüncüsü, başta Latin Amerika olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde ardı ardına patlayan ve halkalar biçiminde birbirine eklenen halk isyanları, ortaya çıkan devrimci durumlar ve böylece sınıf mücadelesinin keskinleşmesi! Bugün insanlığı ve dünya ekonomisini derinden etkileyen, Suriye’den Ukrayna’ya milyonları göçmen haline getiren, başta emperyalist güçler olmak üzere sayısız devleti dolaylı ya da doğrudan çatışma ve gerilim içine sürükleyen emperyalist hegemonya krizi ve onun neden olduğu savaştır. Zalimlikte sınır tanımayan Siyonist İsrail devletinin ABD/Batı desteğinde Filistin’de soykırım uygulayabilmesine zemin yaratan da bu kriz ve emperyalist savaştır.
Tüm dünyayı kaosa sürükleyen bugünkü gelişmeleri ancak Üçüncü Dünya Savaşının varlığıyla açıklayabiliriz. Bugünkü savaş da önceki iki savaş gibi dünya sahnesinde yaşanmakta, geniş bir coğrafyayı etkisi altına alarak dünyanın gidişatını, dünya ekonomisini ve halkların kaderini belirlemektedir. Bizim için bugünkü savaşı bir üçüncü emperyalist dünya savaşı yapan şey, onun bu yönleridir. Bu yüzden, emperyalist güçlerin henüz birinci ve ikinci dünya savaşlarındaki gibi doğrudan karşı karşıya gelmemiş olmasından hareketle akıl yürütmek ve bugünkü savaşın adını koymamak doğru değildir. Kaldı ki herkes Ukrayna’da gerçekte ABD-İngiliz bloku ile Rusya’nın savaştığını kabul ediyor. Batı blokunun Ukrayna’ya Rusya’nın iç kısımlarını vurması için uzun menzilli füzeler vermesi ve Ukrayna ordusunun 19 Kasımda bu silahları kullanmasından sonra Rusya’nın yeni nesil hipersonik füzelerle yanıt vermesi savaşın kimler arasında yaşandığının yeni bir göstergesi oldu. Bu konuda bir açıklama yapan Rusya devlet başkanı Putin’in “Ukrayna’da Batı tarafından provoke edilen bölgesel çatışma küresel bir niteliğin unsurlarını kazandı” demesi de yeterince anlamlıdır.
Üçüncü Dünya Savaşının Ukrayna cephesinde bu gelişmeler olurken, ABD-İsrail ve Türkiye destekli cihatçı gruplar Suriye’de Esad rejimine karşı 27 Kasımda bir operasyon başlattılar. 61 yıllık Baas rejimi, hiç beklenmedik şekilde 10 gün içinde düştü. Kuşkusuz Esad rejiminin düşmesiyle Rusya-Çin ve İran gibi ülkelerin Ortadoğu’daki pozisyonu zayıfladı. Ancak bu ABD-İngiliz-İsrail blokunun kolayına arzu etikleri planı hayata geçirebilecekleri ve bir düzen kurabilecekleri anlamına gelmiyor. Ortadoğu’nun, bu coğrafyadaki ülkelerin ve güçlerin kaderi, esas olarak Üçüncü Dünya Savaşının sonuçlarına göre şekillenecektir. Bir taraftan Ortadoğu’da kendi lehine bir denge kurmaya çalışan ABD emperyalizmi, öte taraftan da Asya Pasifik’te Çin’e karşı büyük bir savaşa hazırlanıyor.
Esad’ın düştüğü 8 Aralık günü Çin devletinin resmi gazetesi Global Times, ABD’nin doludizgin bir savaşa hazırlandığını belirterek şöyle diyordu: “Bazı ABD’li politikacılar, Çin’le yapılacak bir «tam ölçekli savaşa» hazırlık için mühimmat üretimini artırmayı ve sürekli üretim hatları kurmayı açıkça talep ediyor. Bu yaklaşım, yalnızca yıkım ve ölüm üretimi için inşa edilmiş bir fabrikaya benziyor. ABD’nin sanayi altyapısı giderek savaş mantığına teslim olmuş durumda ve bu durum, küresel gerilimlerin ana itici gücü haline geliyor. Askeri hazırlıkların ve sanayi mobilizasyonunun Çin’le karşılaşmada onlara bir avantaj sağlayacağını düşünüyorlar. Ancak bu düşünce, ölümcül bir yanlış hesaplama: Büyük güçler arasındaki tam ölçekli bir savaş, karşılıklı yıkım anlamına gelir. Bu tür savaş hazırlıkları bir stratejik plan değil, stratejik bir öz-yıkım biçimidir. Bu, barut fıçısında kibritle oynamaya benzer: Alevleri kontrol edebileceğinizi düşünebilirsiniz, ancak bir zincirleme reaksiyon başladığında sonuç felaket olacaktır.”[1] ABD ve Çin büyük bir hesaplaşmaya hazırlanıyorlar ve Üçüncü Dünya Savaşı kavramını kullanmak için illa bu güçlerin karşı karşıya gelmesini beklemek gerekmiyor. Çok açık ki Asya Pasifik’teki olası savaş, Üçüncü Dünya Savaşının başlaması anlamına gelmeyecek, zaten yürütmekte olan bu savaşın sonuçlarını kesin olarak tayin edecektir.
Yukarıdaki tablo da gösteriyor ki kapitalist düzenin bağrındaki dinamikler her geçen gün emperyalist güçleri daha fazla doğrudan karşı karşıya gelmeye iterken, nükleer silahların kullanılması riski de giderek daha fazla artıyor. Elbette nükleer savaş tercih edilebilir bir seçenek değildir ama sermaye düzeninin yarattığı çelişkiler ve basınç, egemenlerin zihin dünyasını belirlemekte ve en akıl almaz görünen şey günü geldiğinde son derece rasyonal gözükebilmektedir. Bu bakımından, nükleer silahların yıkıcılığından hareketle emperyalist egemenlerin bu silahları kullanmayacağına güvenmek çocukluk olur! Kaldı ki “taktik nükleer silahlar” adı altında, şiddetini ve kapsadığı alanı daraltarak nükleer silahları kullanmaya dönük hazırlık uzun zamandır sürdürülüyor. Bu tablo, insanlığın karşı karşıya kaldığı “ya sosyalizm ya yok oluş” ikileminin ne denli ciddi olduğunu gözler önüne seriyor. Kapitalizm altında savaşların son bulmayacağı ve çözümün sosyalist bir dünya mücadelesinden geçtiği gün gibi ortadadır.
Kitabımızda 2001-2024 arasında yazılmış kapsamlı makalelerimizde, sözünü ettiğimiz gelişmeleri tüm yönleriyle ele alıyoruz. Elimizden geldiğince bir konu bütünlüğü oluşturmaya ve gelişmeleri kronolojik sıraya göre vermeye çalıştık. Kimi yazılarda kısaltmalar, özetlemeler yapsak da, tekrarların olması kaçınılmaz. Ancak gelişmeleri büyük ölçüde kronolojik sıralamaya göre verdiğimiz için okuyucu, 1990’lardan günümüze dünyaya damgasını basan ekonomik, siyasal ve toplumsal olayları bütünlüklü bir şekilde anlama şansı elde edecektir. Dileriz kitabımız hem tarihsel bellek işlevi görür hem de dünyamızı kaosa sürükleyen dinamiklerin derinden kavranmasına ve kapitalist sömürü düzenine karşı verilen toplumsal mücadeleye katkı sağlar.
Kitabı okumak için aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz!