Kılıçlı Bürokrasinin Düzeni
Utku Kızılok, 15 Kasım 2005

Burjuva iktidar bloğu içindeki çatışma büyüyor

Avrupa Birliği yanlısı burjuva kesimler ile AB’ye girilmesine karşı duran statükocu-milliyetçi burjuva kesimler arasında süren çatışma OYAK tartışmasıyla yeni bir boyut kazanmış bulunuyor. Uzunca bir süredir muhtelif siyasi konularda karşı karşıya gelen bu taraflar bu kez de özelleştirilecek devlet işletmeleri üzerinden karşı karşıya gelmiş bulunuyorlar. Telekom, Tüpraş ve Erdemir’i kapma kavgası üzerinden başlayan çatışma, bu kesimleri daha açıktan savaşa itmektedir. Tüpraş’ın talibi olan OYAK tüm çabalarına rağmen ihaleyi kazanamadı ve Türkiye’nin bu en büyük şirketini Koç grubu satın aldı. Buna karşılık Erdemir’in sahibi ise OYAK oldu.

Özel bir yasayla kurulup kollanan, devletin tüm olanaklarını kullanan ve hemen her alanda faaliyet gösteren OYAK, Erdemir’i yutmasıyla birlikte Türkiye’de Koç ve Sabancı’dan sonra en büyük tekelci sermaye kuruluşu düzeyine yükselmiştir. Fakat bu durum, aynı zamanda şimdiye kadar gözlerden uzak bir muamma olarak kalmış olan OYAK’ı spot ışıklarının altına getiren yeni bir tartışmayı başlatmış bulunuyor. Bu tartışma doğal olarak ordunun siyasal ve iktisadi alan üzerindeki etkisinin bu kez OYAK bağlamında göz önüne gelmesini sağlamıştır.

Askeri bürokrasinin yönetiminde olan ve devletin olanaklarını kullanmayı doğal hak olarak gören OYAK, özelleştirilecek Tüpraş, Telekom ve Erdemir gibi işletmelerin kendisine verilmesi gerektiği yönünde görüş beyan etmişti. Tüpraş’ın ihalesi yapılmadan önce OYAK genel müdürü, Koç ve Sabancı grubunu eleştiren açıklamalarda bulundu. Yapılan açıklamaya göre OYAK diğer iki gruptan da daha kârlı bir işletmeydi ve onların önüne geçmiş bulunmaktaydı. Tüpraş ve Erdemir’i yutmaya dönük bu manevra özellikle Koç grubuyla OYAK arasında polemik başlatmıştır. Koç grubundan yapılan açıklama üstü kapalı bir mesaj olsa da dikkat çekicidir: ‘Tamamen farklı muhasebe standartlarına dayanarak, farklı kanuni statüde olan ve farklı bir biçimde vergilendirilen kurumların karşılaştırılmasının yapılabilmesi için önce tüm verilerin şeffaflıkla ortaya konularak aynı baza getirilmesi gerekir.’ Aynı günlerde Emekli Astsubaylar Derneği, astsubayların maaşlarından her ay yüzde 10 kesinti yapıldığını, buna karşın kendilerine OYAK yönetiminde yer verilmediğini, mahkemeye başvurduklarını ve gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) gideceklerini açıkladı.

Liberal geçinen burjuvalar ve onların yazar-çizer takımı, kendine devlet kurucu ve düzen koruyucu misyonu biçmiş olan kılıçlı bürokrasiye ‘paşam’ diye hitap ederek yaltaklanmayı pek severler. ‘Paşa’larının bağımsız bir sınıf gibi hareket etmesine ve devlet olanaklarıyla sermaye yatırımları yaparak dev bir kapitalist tekele dönüştürdüğü OYAK’a yakın döneme kadar haşa dil uzatmazlardı. şimdilerdeyse onun hikmetini sorgular oldular. OYAK’ın kollandığı, devlet tarafından denetlenmediği, çeşitli vergilerden muaf tutulduğu ve haksız rekabete yol açtığı yönündeki açıklamalar liberal geçinen burjuva kesim tarafından giderek yüksek sesli dillendiriliyor. AB ile müzakerelerin başlamasıyla, statükocu-milliyetçi güçlere daha fazla yükleniliyor.

Kuşkusuz başlayan tartışma tek başına OYAK’la ilgili olmayıp, aynı zamanda bu kapitalist işletmeyi elinde tutan askeri bürokrasinin siyasal alandaki rolünü kırmaya dönük çabalara bir destek niteliğindedir. Olağan burjuva demokratik işleyişin egemen olduğu ülkelerde askeriye ne siyasal alana bu ölçüde müdahale edebilmekte ne özel kanunlar yapıp kendi yönetiminde ve denetiminde şirketler kurarak bir kapitalist müteşebbis olabilmekte ne de katrilyonluk sermaye fonlarını yönetmektedir. Oysa Türk ordusu hem devlet mekanizması üzerindeki tahakkümü ile siyasal gelişmelere doğrudan müdahale edebilmiş hem de devletin koruması altında bir kapitalist müteşebbis olarak iktisadi alanda da söz sahibi bir güç olabilmiştir.

Osmanlı’nın Asyatik despotik yapısı dolayısıyla devletin sahibi olan (devletlû) bürokrasi, devleti mülkü olarak görme alışkanlığını ve düşüncesini kurucusu olduğu TC’ye de taşımıştır. Elif Çağlı’nın Bonapartizmden Faşizme adlı eserinde de vurguladığı üzere TC’nin sivil-asker bürokrasisi devlet kurucu ve rejim koruyucu bir misyon üstlendiğinden, devlet içinde mevki ve çıkarlar elde etmekle kalmamış, bir ‘devletlû sınıf’ gibi davranmayı sürdürmüştür. Avrupa’daki kapitalist işleyişten farklı olarak kendini açığa vuran bu özgün yapı, Türkiye’de sivil-askeri bürokrasiyi statükocu-devletçi burjuva kesimin öncüsü yapmıştır.

AB ile bütünleşmek isteyen burjuva kesim, olağan olmayan bu işleyişin değişmesini, devlet yapılanmasının uluslararası sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda, Avrupa ülkelerindekine benzer şekilde reorganize edilmesini, sivil-askeri bürokrasinin siyasal ve iktisadi alan üzerindeki etkisinin kırılmasını ve bürokrasinin burjuvazinin hizmetkârı olarak devlet işlerinin yürütümüyle meşgul olmasını istemektedir. Ama ‘devlet kurucu ve rejim koruyucu misyonların tümünü kendi üzerinde topladığına yıllar boyunca kani olmuş asker ve sivil bürokrasiyi, son tahlilde burjuva iş âleminin hizmetkârı olduğuna ikna edebilmek hiç de kolay değildir’ (Elif Çağlı, age, s.228). Sözünü ettiğimiz özgün yapıdan dolayı sivil-asker bürokrasi sahip olduğu mevki ve ayrıcalıkları bırakmak istememekte, burjuva iktidar bloğu içindeki geleneksel konumunu korumaya çalışmaktadır. Bu nedenle AB karşıtı diğer burjuva kesimleri de yanına alarak statükoculuk-milliyetçilik zemini üzerinden AB yanlısı burjuva kesime karşı durmaktadır.

OYAK: Bir yardımlaşma sandığı mı?

50’li yıllara gelindiğinde Kemalist bürokrasinin hegemonyası altındaki burjuva iktidar bloğu çatlamış ve büyük toprak ve ticaret burjuvazisinin doğrudan temsilcisi olan Demokrat Parti (DP) hükümeti sivil-askeri bürokrasiyi iktidardan dışlamaya başlamıştı. Bu dönemde Genelkurmay Başkanlığı Milli Savunma Bakanlığına bağlanarak askeri bürokrasinin siyasal gücü kısıtlandı. Askerleri adeta cezalandırmak isteyen DP hükümeti, maaşlarını bilerek düşük tuttu. Aristokratik bürokrasinin buna tepkisi çok sert oldu. 27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle iktidara oturan bürokrasi kılıcını kınından çıkartmış, Adnan Menderes ve iki bakanını idam sehpasına göndermişti. Böylece askeri bürokrasi, despotik geleneğini modern TC’de de sürdürdüğünü ‘kelle’ alarak, mülk sahibi sınıfları paylayarak göstermiştir.

OYAK 1960 askeri darbesinden sonra, Ocak 1961’de, Ordu Yardımlaşma Kurumu Kanunu adı altında özel bir kanunla kuruldu. Askeri bürokrasinin darbeyi fırsat bilerek bir dizi önlem alması ve OYAK’ı kurarak sermaye yatırımlarına girişmesinin esas nedeni kendini güvenceye almaktı. İşte OYAK ve aynı zamanda MGK da ‘özgürlükçü’ sayılan ’60 darbesinin ve ’61 Anayasasının ürünüdür.

OYAK, kuruluş yasasıyla devlet güvencesine alınmış, kuruma zarar vermek devlet malına zarar vermekle eş tutulmuştu:‘Kurumun her çeşit malları ile gelir ve alacakları, devlet malları hak ve rüçhanlığını haizdir. Bunlara karşı suç işleyenler, devlet mallarına suç işleyenler gibi takibata tabi tutulurlar.’

OYAK, kurulduğu andan itibaren, özel sermayenin yanında, devletin koruması altında gelişti ve palazlandı. OYAK’a üye olması zorunlu koşulan subay ve astsubayların maaşlarının yüzde 10’u, yedek subay maaşlarınınsa %5’i her ay kesilip bu kuruma fon olarak aktarıldı. Bunun sonucunda OYAK’ın kasalarında devasa bir fon birikti. Ordu mensuplarının yardımlaşma sandığı olarak kurulan OYAK, generallerin yönetimi altında[1]her alanda faaliyet gösteren tekelci kapitalist bir işletmeye dönüştü.

OYAK’ın açıkladığı kâr ve büyüme oranları, gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. OYAK 2000 yılında 633 trilyon lira olan özkaynaklarını, 2004 yılında 3,3 katrilyona yükseltmiş ve sadece 2004 yılında 925 trilyon kâr elde etmiştir. Bu rakamlar OYAK’ın nasıl da sıçramalı büyüdüğünü çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. OYAK genel müdürü şöyle diyor: ‘Sonuçta iş hayatı da bir savaştır. Binlerce yıl kanla sınanmış askeri prensipler iş hayatına uygulanırsa, hata olasılığı sıfırdır. … Askeri ilkelerden hiç şaşmayız’.

2001 krizinde ciddi mali sıkıntı içinde olmasına karşın devlet Oyakbank’a dokunmadı; oysa aynı krizde onlarca banka battı. OYAK’a ait bu banka devletin bu sıcak koruması altında batmaktan kurtulmakla kalmadı diğer rakiplerini yutarak finans sektöründe de tekelci büyümesini sürdürdü. Askeri prensipleri ilke edinen OYAK’ın genel müdürü bu durumu veciz biçimde ifade etmektedir: ‘kriz varsa fırsat vardır’! Gerçekten de OYAK yaşanan krizi bir fırsata dönüştürdü; Bank Kapital, Egebank, Yaşarbank, Yurtbank ve Ulusal Bank Sümerbank bünyesinde birleştirilerek OYAK’a devredildi. Bu devir işleminin ardından, o güne kadar 12 şubesi olan Oyakbank’ın şube sayısı 300’e çıktı. Bunun yanı sıra tüm subay, astsubay ve yedek subay maaşlarının sadece bu bankaya yatırılmasıyla, Oyakbank’a ordu eliyle muazzam bir ek kaynak yaratılmaktadır.

İşçi ve emekçi sınıfların devrimci yükselişi karşısında endişeye kapılan Türk burjuvazisi her başı sıkıştığında ordusunu yardıma çağırdı. 1960-1971-1980 askeri darbeleri ile işbaşına gelen generaller, yönetimlerindeki OYAK’ın her alanda önünü açtılar. OYAK’ın iştirakçisi olduğu pek çok şirketin zararları, çeşitli dönemlerde devlet bankalarının ve hatta SSK’nın sırtına yıkıldı.

40 yıllık tarihinde ilk kez 2001’de faaliyet raporu yayınlayan OYAK, 40’ı aşkın şirketi bünyesinde barındırdığını açıklamıştır. Bankacılık, sigorta, otomotiv, enerji, çimento, haberleşme, turizm, ilaç, lastik, çelik, kâğıt, inşaat, gıda sektörlerinde OYAK büyük tekellerden biri konumuna yükselmiştir. Aynı zamanda bir mali sermaye devine dönüşmüş bulunan OYAK, yeni yatırımlar yapmaya devam ediyor. OYAK’ın uluslararası finans kapitalin bir parçası olduğu gerçeği gözlerden kaçmamalıdır. OYAK’ın Almanya, Fransa, Rusya, Romanya, Azerbaycan, Bulgaristan gibi ülkelerde yatırımları var; ayrıca geçen seneki faaliyet raporuna göre Oyakbank uluslararası bankalardan 115 milyon dolar kredi (sendikasyon) almış bulunuyor.

OYAK’ın Amerikan, Alman, İngiliz ve Fransız emperyalist sermayeleri ile pek çok ortaklığı bulunmaktadır. AB yanlısı burjuvazinin karşısında milliyetçi bir söylemle mevcut statükoyu korumaya geçen, AB’ye girince TC’nin emperyalistlerce bölüneceği tehdidiyle emekçi kitlelerin bilincini bulandıran askeri bürokrasi, gerçekte çoktandır AB’ye ‘girmiş’ bulunuyor! Tüpraş ve Erdemir’in özelleştirilmesi sürecinde ‘yabancı sermaye’ düşmanlığı yapan, ‘Türkiye’yi elin yabancısından iyi düşünürüz’ diyen OYAK’ın, bankacılık, sigorta, otomotiv gibi önemli sektörlerde ortaklarının yarısının ‘yabancı sermaye’ olması bir ironi olsa gerek! Ve bir başka ironi ise, OYAK’ın ortağı Fransız Axa şirketinin, ordunun pek hassas olduğu Ermeni soykırımını kabul etmiş ve mağdurlara tazminat vereceğini açıklamış olmasıdır.

Görülüyor ki, burjuvazi kendi çıkarları için ulusal çitler çekip emekçileri ulusal çerçeveye hapsederek ve diğer ülkelerin işçilerine karşı kışkırtarak düşmanlıklar yaratırken, kendisi gayet ‘enternasyonalist’ davranmaktadır. AB’ye girilip girilmemesi üzerinden saflaşan burjuva kesimler, bir yandan da çeşitli ideolojik argümanlarla kendi çıkarlarının üzerini örtmekte ve işçi-emekçi kitleleri kendi saflaşmalarına taraf yapmaya çalışmaktalar. Fakat işçi sınıfının çıkarı burjuva kesimler arasında taraf olmak değil, tarihsel misyonunu yerine getirmek üzere bağımsız sınıf perspektifiyle örgütlenmektir. Ulusalcı olanından olmayanına, yerli sermayesinden yabancısına, tüm dünya burjuvazisi ve onların kapitalist düzeni işçi sınıfı tarafından hâlâ yıkılmayı bekliyor.


[1] OYAK’ın yönetim kurulu yasaya göre 7 kişiden oluşmaktadır ve bunların üçü o sırada TSK’da görev yapanlardan olmak zorundadır. Bugün OYAK yönetiminde 2’si emekli olmak üzere toplam 5 general bulunmaktadır.

İlgili yazılar