Kenyalı Emekçiler Palaları Kapitalizme İndirmeli!
Utku Kızılok, 1 Şubat 2008

Açlıktan, susuzluktan ve hastalıktan kırılan kara Afrika’nın trajedisi bitmiyor. Burundi, Kongo, Ruanda, Sierra Leone, Somali, Fildişi Sahilleri ve Sudan’dan sonra, şimdi de Kenya kan gölüne dönmüş bulunuyor. 27 Aralık 2007’de başlayan kanlı olaylarda 1000’e yakın insan ya palalarla doğranarak ya kurşuna dizilerek ya da evleriyle birlikte ateşe verilerek katledildi. Bir kiliseye sığınan 80’i çocuk 200 kişinin canlı canlı yakılması, onlarca kadına tecavüz edilmesi, öldürülen yüzlerce kadın ve çocuğun morglarda üst üste istiflenmesi, katliamın en trajik sahnelerinden birkaçıydı yalnızca. Şu ana kadar 300 binden fazla insan, katliamlardan kurtulmak için evlerini terk etmiş bulunuyor. Bu vahşetin sorumlusu açlıktan ve hastalıktan kırılan çıkışsız ve umutsuz kitleler değil, onları birbirlerine boğazlatan burjuva liderler ve alabildiğine çürüyen kapitalist sömürü düzenidir.

Kenya’daki çatışmalar, halen görevde olan Mwai Kibaki’nin 27 Aralıkta yapılan devlet başkanlığı seçimlerini kazandığını ilan etmesiyle patlak verdi. Raila Odinga’nın başını çektiği Turuncu Demokratik Hareketi seçimlere hile karıştırıldığını ve seçim sonuçlarını tanımayacağını ilan ederek taraftarlarını protestoya çağırdı. Kibaki ise, polise gösteri yapanlara ateş açma emri verdi. Zaten Kenya’da toplumsal çelişkiler alabildiğine birikmişti. İktidar kavgasına tutuşan burjuva liderlerin farklı etnik gruplara mensup yoksul emekçileri birbirlerine karşı kışkırtmasıyla çelişkiler kendini dışa vurdu. Odinga’nın çağrısı üzerine Kalenjinler ve Luoyular her yerde Kibaki’nin de mensubu olduğu Kikuyulara saldırmaya, evlerini ateşe vermeye ve yüzlerce kişiyi palalarla doğramaya başladılar. Kikuyuların da benzer şekilde karşılık vermesiyle ölü sayısı hızla tırmandı. Çatışmalar ve katliamlar hâlâ yer yer devam ediyor ve sürecin ne yönde gelişeceği belli değil.

Kenya’nın kısa siyasi tarihi

Batılı sömürgeci güçler asırlarca Afrika’yı yağmaladılar, insanları köleleştirdiler ve gemilere bindirerek denizaşırı ülkelere götürdüler. Doğu Afrika sahillerinde yer alan Kenya, Afrika’nın içlerine açılan ve denizaşırı topraklara köle taşıyan limanlardan biriydi. 1963’e kadar Kenya İngiltere’nin sömürgesi olarak kaldı. Ancak 1960’lı yıllarda esen ulusal kurtuluş mücadelesi rüzgârları pek çok Afrika ülkesiyle birlikte Kenya’yı da bağımsızlığına kavuşturdu. İktisadi ve kültürel gerilikten kurtulmak ve emperyalistlerin basıncını azaltmak amacıyla bağımsızlığa kavuşan pek çok Afrika ülkesi ulusalcı-kalkınmacı bir çizgi izleyerek SSCB’ye yanaşırken, Kenya eski sömürgecisi İngiltere ile ilişkilerini koparmadı. “Soğuk Savaş”ın kızıştığı bu yıllarda Kenya’nın tutumu Batılı emperyalist güçler açısından önemli bir kazanımdı. Nitekim ABD ve İngiltere büyük yardımlar yaparak Kenya’yı ödüllendirdiler ve Kenya, Afrika’da SSCB’nin etkisini kırmak isteyen emperyalist güçlerin üssü haline geldi.

1978’de yapılan seçimleri Daniel Arap Moi kazandı ve böylece Kenya’nın bağımsızlığına önderlik eden Jomo Kenyatta’yı saf dışı bıraktı. Emperyalist güçlerin desteğini de alan Moi, 25 yıl sürecek koyu bir diktatörlük kurdu ve en küçük bir muhalefeti dahi şiddetle ezdi. Moi, kitlelere uyguladığı baskı ve şiddette öylesine pervasızdı ki, Başkanlık Sarayının bodrum katını bile işkencehaneye çevirmekte beis görmemişti. Ancak 1990’ların başında SSCB’nin çökmesi ve Afrika’da “komünizm tehlikesi”nin ortadan kalkmasıyla sadece dünyada değil, Kenya’da da dengeler değişmeye başladı. Moi’nin diktatörlüğünü mutlak bir şekilde destekleyen emperyalist güçler, açılan yeni dönemde bu desteklerini geri çekmeye başladılar. Böylece o güne kadar sessiz kalan burjuva muhalefet, açılan bu yeni dönemde sesini yükseltmeye koyuldu. Moi diktatörlüğü gösterileri şiddetle bastırmasına ve pek çok kişiyi katletmesine rağmen olayları durduramadı ve Kenya’da tek partili dönemden çok partili döneme geçildi. Lakin Moi çeşitli dalavereler çevirerek her seçimden zaferle çıktı ve 2002’ye değin iktidarda kalmayı başardı.

Bugünkü çatışmanın tarafları olan Kibaki ve Odinga iktidara gelebilmek için Aralık 2002 seçimlerinde ittifak yapmışlardı. Kurdukları Ulusal Gökkuşağı Koalisyonu yoksul kitlelerden büyük destek görmüş ve Kibaki devlet başkanı seçilmişti. Ancak Kibaki’nin iktidarı Odinga ile paylaşmaya yanaşmaması ve devlet bürokrasisini ele geçirmesiyle koalisyon gümbürtüyle çöktü. Kibaki devlet bürokrasisine kendi adamlarını yerleştirirken, devlet olanaklarını da Kikuyu burjuvazisinin serpilip gelişmesi için kullandı. Tam da bu noktada çatışmalarda birbirine boğazlatılan Kenya halklarından söz etmek gerekiyor.

Kabileler savaşı mı?

Kenya, irili ufaklı 40’tan fazla etnik gruptan oluşuyor. Kikuyular, Luoyular ve Kalenjinler en kalabalık nüfusa sahip halklar. 33 milyonluk nüfusun %17’sini Kikuyular oluşturuyor. Svahili, Kikuyu ve Kalenjin dilleri ise yaygın olarak kullanılıyor. Bugüne kadar pek çok Afrika ülkesinde yaşanan iç savaşlar, “kabileler arasındaki çatışmalar” olarak yansıtıldı. Sorunun bu şekilde kavramlaştırılmasında Batılı emperyalistlerin, onların ideologlarının, yazar-çizer takımının ve medyanın çok büyük bir rolü bulunmaktadır. Esasında bu kavramlaştırma Afrika’ya tepeden bakmanın ve onun ilkelliğine vurgu yaparak küçümsemenin ifadesidir. Lakin en önemlisi de, bu kavramlaştırma ile emperyalistlerin ve onlarla iç içe geçmiş yerli egemenlerin bu çatışmalardaki kışkırtıcı rolünün üzeri örtülmektedir.

Bugüne değin milyonlarca Afrikalı, kışkırtılan halklar arası savaşta yaşamını kaybetti. Sadece Ruanda’da Hutuların Tutsilere karşı giriştiği katliamda 800 bin insan öldürüldü. Fakat Tutsilere karşı girişilen bu katliam, kabileler arası savaşa ve böylece de ilkel kabilelerin vahşiliğine indirgendi. Oysa katliam ilkel araçlarla yapılmasına rağmen bu savaş ilkel kabilelerin savaşı değildi. Daha 1950’lerden başlayarak Hutu burjuvazisi, kitleleri Tutsi düşmanlığı temelinde kışkırtmaya başlamıştı. Hutuların saldırganlığı öyle bir düzeye yükselmişti ki, adeta Tutsileri öldürmek dini bir vecibenin yerine getirilmesi olarak görülmekteydi. Pek çok defa teşebbüs edilen ve 1994’te vahşi bir biçimde hayata geçirilen soykırımın esas nedeni ise, Hutu burjuvazisinin, verimli toprakları elinde tutan ve görece daha zengin olan Tutsilerin zenginliğine el koyarak siyasal iktidarı tümüyle ele geçirmek istemesiydi.

Anlaşılacağı üzere, yaşanan çatışmaların kaynağında yerli ve yabancı burjuvazinin çıkarları doğrultusunda halkların etnik temellerde birbirine karşı kışkırtılması yatmaktadır. İşte Kenya’da yaşanan da tastamam bu çerçevede değerlendirilmelidir. Fakat bugünkü çatışmalar hiç de yeni değildir. Devleti ve dolayısıyla da onun imkânlarını ele geçirmeye çalışan burjuva kesimler her seçim döneminde kavgaya tutuşmakta ve kozlarını da kışkırttıkları halklar üzerinden paylaşmaktadırlar. Örneğin 1992 seçimlerinde çıkan çatışmalarda yaklaşık 1500 ve 1997 seçimlerinde ise 500 kişi yaşamını yitirmişti. Nihayetinde kavga devam etmektedir. İktidar nimetlerinden yararlanamayan Odinga önderliğindeki Luoyu ve –diktatör Moi’nin de mensubu olduğu– Kalenjin burjuvazisi ve siyaset esnafı, sefalet içindeki kitleleri Kikuyu halkına karşı kışkırtmakta ve bu yolla kendine iktidarda yer açmaya çalışmaktadır.

Esasında her iki tarafın da seçimlere hile karıştırdığı kesinleşmiş bulunuyor. Fakat Kibaki iktidarda olmanın avantajlarını da kullanarak seçimleri kendi lehine değiştirebilmiştir. Yani söz konusu olan bir hırsızın diğer bir hırsıza üstün gelmesidir.

Hangi Kenya?

Emperyalist güçler Kenya’yı Afrika’da yaşanan iç savaşlara ve istikrarsızlığa karşı örnek bir ülke olarak pazarlamaktaydılar. “İstikrarlı Kenya” propagandasının önemli bir ayağını Kenya’daki tatil yerleri, plajlar, yaban hayvanlarının yaşadığı parklar, safariye çıkan turistler oluşturuyordu. Yani Kenya egzotik ve huzurlu bir cennet olarak sunulmaktaydı. Oysa gerçek bunun tümüyle tersidir. IMF güdümlü ekonomi büyüme rekorları kırarken ve bundan sadece küçük bir azınlık yararlanabilirken, Kenyalı işçi-emekçi kitleler sefalet içinde kıvranıyorlar. Kişi başına ortalama milli gelir sadece 350 dolar ve 33 milyonluk nüfusun yarısından fazlası yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Resmi asgari ücret yıllık 700 dolar. Buna rağmen nüfusun büyük bir kısmı işsiz ve pek çok kişi yıllık 200 dolara kadar düşen ücretlerle çalışmak zorunda kalıyor. Etrafı gecekondu mahalleleriyle çevrili başkent Nairobi’de halkın üçte ikisi gecekondularda yaşıyor. İşsizliğin, açlığın ve hastalığın pençesinde kıvranan yoksul kitleler karınlarını doyurmak için hırsızlığa itilmekte ve hapishaneler dolup taşmaktadır.

Kibaki’nin Gökkuşağı Koalisyonu 2002 seçimlerinde yoksul kitlelere pek çok vaatte bulunmuştu. Açlık bitecek, işsizlik azalacak ve anti-demokratik yasalar tasfiye edilecekti! Ancak hiçbir değişiklik olmadığı gibi, açlık ve yoksulluk daha da arttı. Kibaki de diğer burjuva liderler gibi yolsuzluğun ve rüşvetin bataklığına gömüldü. Bir taraftan kendi avenesini kayırırken öte taraftan da Kikuyu burjuvazisinin önünü açtı. İşte son olaylar toplumsal çelişkilerin alabildiğine biriktiği böyle bir ortamda patlak verdi. Aç ve yoksul kitleler Odinga ve diğer burjuva liderlerin kışkırtmasıyla Kikuyulara saldırmaya, evlerini ateşe vermeye ve mallarına el koymaya başladılar. Çatışmalarda özellikle gençlerin ön planda olması dikkat çekiyor. Zaten işsiz, aç ve umutsuz olan genç kitleler, etnik kışkırtmayla zıvanadan çıkmışlardır. Yani burjuva siyaset esnafı toplumsal çelişkilerin doğurduğu tepkiyi kendi çıkarları için kullanmışlardır. Olan ise yoksul emekçi yığınlara olmakta, insanlar birbirlerini palalarla doğrayacak kadar vahşileşmekte ve en önemlisi her an iç içe yaşayan insanlar arasında köklü düşmanlıklar yaratılmaktadır.

Kibaki’nin iktidardan gidip gitmeyeceği henüz belli değildir. Zira Kibaki ABD ve İngiliz emperyalizminin en sadık müttefikidir. Nitekim daha seçimlerin üzerinden bir saat geçmişti ki, Kibaki yemin ederek devlet başkanlığı görevine yeniden başladığını açıkladı ve onu ilk tanıyan da ABD emperyalizmi oldu. Kenya “Soğuk Savaş” döneminde emperyalistlerin Afrika’daki uzak karakolu olmakla kalmamış, 11 Eylül’den sonra da “uluslararası terörizme” karşı ABD’nin yanında saf tutmuştur. ABD emperyalizmi Kenya’yı Afrika’daki “büyük dost ülke” olarak görmektedir. Nitekim ABD emperyalizmi kurduğu Afrika ordusunun –AFICOM– önemli bir bölümünü Kenya’ya yerleştirmek istemektedir. Kibaki ise, bizzat kendi ifadesiyle, ABD’nin Afrika’daki planlarının ortağı konumundadır. Beri yandan Kenya, Batılı emperyalist güçlerin Afrika’da yürüttükleri faaliyetlerin önemli merkezlerinden birisi haline gelmiş bulunuyor.

Emperyalistler için Kenya’nın önemi bu kadarla da sınırlı değil. Zira Kenya Afrika Boynuzu olarak tanımlanan bölgede yer alan Somali’nin, Cibuti’den sonra denize kıyısı olan tek komşusu durumundadır. Bilindiği üzere Somali’de iç savaş hâlâ sürüyor. Somali’nin yer aldığı Afrika Boynuzu, Hint Okyanusu ve Akdeniz’i birbirine bağlayan Kızıldeniz’in giriş noktasını tutan bir koçbaşı gibi uzanmaktadır. Ayrıca Somali’de önemli ölçüde doğalgaz ve petrol yatakları olduğu da bilinmektedir. ABD emperyalizmi Somali’yi egemenliği altına alarak hem enerji yataklarını ele geçirmek hem de Afrika Boynuzunda kuracağı askeri üslerle Akdeniz’e ve Okyanusa açılan yolları kontrol etmek istiyor. Dolayısıyla Afrika Boynuzunun hemen altındaki Kenya ABD emperyalizmi için stratejik bir önemdedir. İşte tüm bunlardan ötürü ABD, planlarına hiçbir şekilde ses çıkartmayan Kibaki’yi desteklemekte ve Müslümanların da desteklediği Odinga’ya mesafeli durmaktadır. Kibaki’nin rüşvete ve yolsuzluklara gömülmesi ise ABD emperyalizminin umurunda bile değildir.

Afrika halkları bir taraftan emperyalist hegemonya kavgasının bir uzantısı olan iç savaşların, öte taraftan ise açlık ve hastalıkların pençesinde kıvranıyorlar. Afrika’da kişi başına düşen ortalama milli gelir sadece 200 dolar civarındadır. Böyle olduğu için de 300 milyondan fazla insan açlık sınırının altında yaşıyor, yani günden güne eriyerek ölüyor. Ayrıca iç savaşlardan ve çatışmalardan ya da yoksulluktan ötürü 4,5 milyon Afrikalı yersiz yurtsuz durumdadır. Dünya ölçeğindeki 35 milyon AIDS hastasının yaklaşık 25 milyonu Afrika’dadır. Bu hastalıktan dolayı her gün 6 bin insanın ölmesi, durumun ne kadar ciddi olduğuna da bir delildir. Bu korkunç trajediyi iç çatışmalar ve katliamlar tamamlamaktadır. Ama şunu da bilmek gerekiyor ki, savaşlar, açlık ve hastalıklar kara Afrika’nın kara bahtı değildir. Bugün pala sallayarak birbirlerinin boğazını kesen Afrikalı yoksul kitleler bilmeliler ki, onları bu duruma düşüren kapitalist sömürü düzeni ve kendi burjuvalarıdır. Bu durumdan kurtulmanın tek yolu ise, emekçi kitlelerin örgütlü bir güç haline gelerek palaları kapitalizme indirmelerinden geçiyor!

1 Şubat 2008

İlgili yazılar