Hikâyemi anlatmadan önce şunu söylemek istiyorum: Mücadele ettim ve kazandım! Hak arayışının insanı nasıl değiştirdiğini ve mücadelenin nasıl onurlu bir şey olduğunu anlatmak istiyorum size…
Üç buçuk yıl Şok Market’te çok zor şartlarda ve düşük ücretle çalıştım. Büyük bir mağazaydı; cirosuna göre 4-5 kişinin çalışması gereken mağazada, 2-3 kişi çalışıyorduk. Çalışan sirkülasyonu fazla olduğu için bazen birlikte çalıştığımız arkadaşlar işi bırakınca sayımız daha da düşüyordu. İki kişiye düştüğümüz zamanlarda günün belli saatlerinde tek kişi bile çalışıyorduk.
Pandemi döneminde markette çalışıyordum ve o dönemin getirdiği zorluklar çalışma koşullarımızı daha da ağırlaştırıyordu, bizlere inanılmaz bir mobbing uygulanıyordu. Etiket değiştirme, manav, şarküteri depo gibi alanların düzenlenmesi, sevkiyatlarda ağır paletlerin çekilip raflara yerleştirilmesi, temizlik, kasaya bakma, sabah açma ve akşam kapanışlarda kasada sistemsel işlemler… Hepsini biz yapıyorduk.
Mağazanın aklınıza gelebilecek her işi bizim omuzlarımızdaydı, tüm gün oradan oraya koşturup duruyorduk. Sözde mola saatlerimiz vardı ama iş yükümüz o kadar ağırdı ki nefes alacak zaman bile kalmıyordu; hiçbir zaman olması gerektiği gibi kullanamıyorduk molalarımızı, dinlenemiyorduk. Bazen de çalışacak kimse olmadığı için haftalık izinlerimizi bile kullanamıyorduk. İnsan veya bir işçi muamelesi değil bir robotmuşuz gibi davranıyorlardı. Tam bir köle muamelesi yapılıyordu. Hiçbir hakkımız yoktu. Kendimize, ailemize zaman ayırabileceğimiz, nefes alacağımız hiçbir insani hak tanımıyorlardı. Bir çöp gibi hissettiriyorlardı.
Bu yüzden de işe yeni başlayanlar özellikle genç arkadaşlarımız kısa sürede işi bırakıp gidiyorlardı. Bunun böyle olmaması gerektiğini biliyordum, bu koşulların değişmesi gerektiğini düşünüyordum ama neyin nasıl olabileceğini nasıl karşı koyabileceğimizi bilmiyordum. Sonra dünyayı değiştirme, hakkını arama, insan olma mücadelesiyle tanıştım ve benim için büyük bir değişim başladı. Dünyanın sadece bizim baktığımız kadarıyla olmadığını, “ben veya biz tek değiliz” diyebildim ve haklarımızı öğrendim. Öğrendiğim hakların hiçbiri bize tanınmıyordu. Patronların ikiyüzlülüğünü, iliğimize kadar nasıl sömürüldüğümüzü, nasıl bir düzende çalıştığımızı ve yaşadığımızı anlamaya başladım, gözüm açıldı. Sosyalist dünya mücadelesiyle tanıştıktan sonra ruhen insan olabildiğimi hissettim, psikolojim değişti, düzeldi. Artık ne yapmam gerektiğini, nasıl buna karşı koyabileceğimi biliyordum. Mücadele etmekten, örgütlü olabilmekten geçiyordu bu yol.
İş yerindeki arkadaşlarımla da bunu konuşuyordum, anlatıyordum. Onlar da bana hak veriyorlardı ama sistem insanları her bir yerinden yüzlerce zincirle öyle bir bağlıyor ki kopmak isteseler de kopamıyorlardı. Benim artık bu zincirlerden kopmam gerekiyordu ve bunun için mücadele vermem lazımdı. Çünkü sorunlardan kaçmak çözüm değil, mücadele etmek gerekiyor. Çalıştığım üç buçuk yıl boyunca benim gibi onlarca genç arkadaşım markette işe başladı ama bahsettiğim kölelik koşullarından dolayı kısa sürede işi bırakıp gidiyorlardı, ne bir tepkilerini gösteriyorlardı ne de haklarını almak için direniyorlardı. Arkalarından da “gençler iş beğenmiyor” deniyordu. Günde 12-13 saat kölelik koşullarını nasıl beğensinler! Uzun süredir çalışmış olan yani tazminat hakkı olan arkadaşlar bile sessiz sedasız, tazminatlarını almadan işi bırakıyorlardı. “Market sektöründe tazminat alınamaz ki” gözüyle bakıyorlardı.
Oysa o kadar hak ihlali var ki, haklı fesihle tazminatımızı alabilirdik. Ben de öyle yaptım. Sosyalist ablalarımın, abilerimin desteğiyle birlikte haklı fesih sürecini başlatmış oldum. Dava açtım ve hakkımı aradım. Örgütlü olmak bunu gerektiriyordu. Çok emek vermiş, çok yıpranmıştım patronun yanına tazminatımı kâr bırakamazdım, öylece istifa edemezdim. Tek olmadığımın verdiği özgüvenle kazanacağıma inanıyordum. Öyle de oldu. 3 yıl sonra kazanımla sonuçlandı, bu süreçte en baştan beri istediğim buydu. Davayı kazandığım için çok mutlu oldum ve doğru yolda olduğumu, ne olursa olsun hak aramam gerektiğini gösterdi bana. Şimdi ise kazanımın verdiği gururla birlikte herkese mücadele etmeleri gerektiğini söylüyorum. Alışveriş için girdiğim marketlerde bir şekilde konu açıp sohbet edip süreci anlatıyorum, cesaret vermek istiyorum, haklarını arayabileceklerini söylüyorum. Biz kölece çalışırken patronlar sınıfının nasıl bizim sırtımızdan geçindiğini, zevki sefa içerisinde yaşadıklarını anlatıyorum. Herkesin de çok hoşuna gidiyor, marketteki işçiler de koşulların hâlâ çok ağır olduğunu, bu kötü şartlarda çalışacak işçi bulamayan yöneticilerin bazı marketleri ara ara kapalı tuttuklarını söylüyorlar.
Patronlar ya da onları temsil eden müdürler, şefler işçileri ellerinde tutabilmek ve hak aramalarının önüne geçmek için her şeyi yapıyorlar. Bana da benzer şekilde davranmışlardı müdürler. Benzer cesaret kırıcı, umutsuzluğa sürükleyen konuşmaları yapmışlardı. “Bir şey yapamazsınız. Market sektörü zaten böyle, bunlar her işini biliyor ona göre prosedürler hazırlıyorlar, siz de bunu imzalayıp kabul etmiş oluyorsunuz, mahkemeye gitsen ne olur ki” gibi moral bozan söylemlerde bulunup geri adım attırıyorlardı insanlara. Bazen işçi arkadaşlarımız «bunlarla mı uğraşacağız, kim uğraşacak davayla, hak aramakla “Allahlarından bulsunlar”» deyip çekip gidiyorlar. Oysa hak, hukuk, adalet aramanın yolu mücadeleden, birlikten, beraberlikten geçer. Bunun için bir şeyleri değiştirmek istiyorsak önce kendinizden başlamalıyız! Mücadele etmek zor değil, asıl zor olan her türlü insanlık dışı muameleye, horlanıp aşağılanmaya, kölelik koşullarına katlanmaktır!