Kocaeli Gebze’den bir kadın metal işçisi: Biz emekçi kadınlar üreten, emek veren, var eden varlıklarız. Yüz yılardır kadına yönelik tacize, tecavüze, cinsel ve psikolojik saldırılara, ayrım ve eşitsizliğe karşı mücadele ediyor, artık yeter diyoruz! Erkek egemen anlayışa göre yönetilen bu dünyada suçlulara hiçbir yaptırım uygulanmıyor, hatta ödül gibi cezalar veriliyor. “Adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı” cümlesini artık ezberledik. Bu kontrolün nasıl bir kontrol olduğunu da anlamış değiliz. Serbest kalanlar dışarı çıkar çıkmaz kadınları katlediyor, şiddet uyguluyorlar.
Bu sömürü düzeninde toplumun kadına bakış açısı belli: Kadına hep itaat etmesi gereken zayıf güç olarak bakılıyor, herhangi bir erkeğe bağlı varlıklar olarak görülüyoruz. Örneğin HÜDA PAR gibi gerici zihniyete sahip olanlar, parti veya kişiler, “kadınları sahipleneceğiz” diyorlar. Bunlara hiçbir zaman boyun eğmedik, eğmeyeceğiz. Biz “sahiplenilecek varlıklar” değiliz, biz de tüm erkekler gibi bu toplumun parçasıyız, yaşamı var edenleriz ve yaşamın yarısıyız. Tüm insanlar gibi kadın ve erkekler de eşit olmalıdır, eşit olmak istiyoruz. Biz bilinçli emekçi kadınlarız, kim dost kim düşman biliyoruz. İşçi ve emekçiler olarak birlik olup mücadele etmek zorundayız ve bunu yaptığımız sürece her sorunu çözebilir, engelleri aşabiliriz!
İstanbul’dan bir eğitim emekçisi: Özel sektörde 20 yıl öğretmenlik yaptım. Özellikle Covid-19 pandemisinden sonra ağırlaşan kölelik koşulları nedeniyle, çok severek yaptığım mesleğimi bıraktım. Mesleğin maddi manevi zorlukları yetmezmiş gibi yönetici pozisyonlarına getirilmeme, aile ve çocuklarımızla ilgili özel izin gündeme geldiğinde empati yapılmaması, içinde bulduğumuz durumun anlaşılmaması en temel sorunlarımız. Duygusal ve hassas olmamız, öğrencilere karşı empatiyle yaklaşmamız erkek öğretmen ve yöneticilerin nezdinde “zayıflık”, “otoritesizlik” sayılırdı, sayılıyor. İşe alımlarda evlilik, çocuk düşünüp düşünmediğimizin sorulduğunu duymayan kalmamıştır. Bu sorunun bir erkek öğretmene sorulduğunu hiç duymadım.
“Bir öğretmen hastalandığında, işi olduğunda değil sadece öldüğünde işe gelmez” diyen yöneticilerle çalıştık. Bu yöneticiler erkekti elbette. Bu zihniyet sadece erkek egemen zihniyet değil, onu da yaratıp besleyen kapitalist zihniyettir. Hastalansak da ölmediğimiz sürece işe gitmeli ve onları zengin etmeliyiz. Bu düzen sadece haksızlık, adaletsizlik üretiyor. Kadına şiddetin, zorbalığın, taciz ve tecavüzün son bulmasını istiyoruz.
İstanbul Esenyurt’tan bir kadın metal işçisi: Teknoloji bu kadar ilerlemişken ve bir taraftan uzaya turistlik geziler düzenlenirken yüz milyonlarca insanın yoksullukla, açlıkla, hastalıkla boğuşması akıl alır şey değil. Hayat pahalılığı altında eziliyoruz. Yaşamı o kadar pahalı hale getirmişler ki işçi olan bir anne çocuğunu nasıl büyütebilir? Bir anne daha bir çocuğuna zar zor bakarken, saraylarda yaşayanlar 3, o da yetmez 5 çocuk doğurun diyorlar. Bu sistemde tüm işçiler sömürülüyor ve eziliyor ama kadın emekçilerin yaşamı daha zor. Çünkü bizim yükümüz daha ağır. Örneğin evde tencere kaynatmak ve çocuklarını beslemek zorunda olan, böyle hisseden çoğunlukla kadındır. Kadın olduğumuz için aşağılanıyoruz, küçümseniyoruz. Bir erkek istediğini yapabiliyor ama sıra kadına gelince herkes gelenekleri hatırlıyor. Toplumu tam olarak ikiyüzlü hale getirdiler. Hâlâ kadınlarla erkeklerin eşit olduğunu kabul etmiyor kimileri. Diyorlar ki kadınsan, ne yaşarsan yaşa sende kalsın, kimseyle paylaşma, koşullarını değiştirmek için harekete geçme. Yani boyun eğelim istiyorlar. Güya yasa üzerinde birçok hakkımız var ama çoğu zaman kâğıt üzerinde kalıyor. Biz emekçi kadınlar olarak isteriz ki yasalar sadece sözde kalmasın, uygulansın. Uygulansın ki her gün aramızdan bir kadın eksilmesin. Biz emekçi kadınlar istiyoruz ki kadın emeği toplumda değer görsün. Biz sosyalist kadınlarız, okuyoruz, öğreniyoruz ve bu adaletsiz dünyayı değiştirmek için mücadele ediyoruz. Biz sosyalist kadınlar olarak gücümüzün farkındayız çünkü 1917 Ekim Devrimindeki kadınların öncülük ruhunu içimizde hissediyoruz.
İstanbul Kartal’dan bir sağlık emekçisi: Özel bir sağlık kurumunda çalışıyorum. Hem özel kurumda çalışıyor olmam, hem de kadın oluşumun birçok sıkıntılarını neredeyse her gün yaşıyorum. Kadınsan eğer, savunmasız olduğumuz düşünüldüğü için sözlü baskıya daha çok maruz kalıyoruz. Kamu ya da özel kurumda çalışmamız fark etmiyor; emekçi kadınlara yönelik davranışlar her yerde hep aynı. Can güvenliğimizi düşünerek sustuğumuz, o an ortamın soğuması için öfkemizi veya söyleyeceklerimizi içimize kustuğumuz o kadar fazla durum var ki! Öyle bir noktaya getiriliyoruz ki sözlü şiddet ve tehditkâr konuşmalara ne yazık ki alışmak durumunda kalıyoruz. “Alışmak!” Bunu yazarken bile çok rahatsız oluyor insan, çünkü alışmak daha da kötüye götürür her şeyi. Daha fazla kötü durumlara maruz kalmadığımız için şükrediyoruz. “Sağ bir şekilde çocuğumun yanına gitmek istiyorum, çünkü ben yarın için uyanmak istiyorum” düşüncesinden dolayı susuyoruz. Kadınların maalesef psikolojik ve duygu durumlarının geri plana atıldığı, güvenliğinin bir türlü sağlanamadığı uzun bir süreçten geçiyoruz. Ama nereye kadar susacağız, içimize atacağız! Yetsin artık bu baskı ve zorbalık. İçimizdeki yaratıcılığı açığa çıkartmak, var olmak, özgürce yaşamak istiyoruz! Kadına yönelik ayrımcı politikalara ve şiddete son!
Kocaeli Gebze’den bir eğitim emekçisi: Gelecek güzel günlere olan inancımızı her geçen gün hırpalayan iktidara inat, geleceğin güçlü kadınlarını yetiştirmekten vazgeçmeyeceğiz. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin müfredatın kıyısından geçmediği bir eğitim sistemi, kadına yönelik şiddetin giderek artmasının ve “eğitimli” katiller yetişmesinin önünü açıyor. Ayrıca kadın öğretmenlerin kılık kıyafetleri ile ilgili hâlâ birçok yerde mobbing uygulanıyor. İdareci görevlerinde hâlâ tercih edilmiyor. Ayrımcılığın, kadına yönelik şiddetin, zorbalığın son bulması için, özgür ve adil bir dünya için, çocuklarımızın güzel bir dünyada büyümesi için emekçi kadınlar olarak sesimizi yükseltelim!
İstanbul Avcılardan bir lise öğrencisi: Ben bir öğrenci olarak içinde bulunduğumuz durumu kabul etmiyorum. Her sene müfredat değişiyor. Eğitimin içeriği bir insanı gerçek anlamda geliştirmek ve eğitmekten çok uzak… Çok ders var ama verilen eğitimin içeriği yetersiz. Öğretmenler de aslında yeterince eğitimli değiller. İçi boşaltılmış olan eğitim sistemi yüzünden okuldan mezun olduktan sonra donanımsız bilgisiz gençler oluyoruz. Hem okul bitiriyoruz hem de kendimizi yetersiz hissediyoruz. Neden? Üniversite okuyanlarımız da iş bulamıyor. Bir de bunun üzerine ek eğitimler almaları gerekiyor. Madem ek eğitim almamız gerekiyor o zaman üniversite neden var? Neredeyse tüm hayatımız okullarda geçiyor ama tam anlamıyla kendimizi yeterli hissedemiyoruz. Bu durum ortaokul öğrencisinden lise ve üniversite öğrencisine hepimizi etkiliyor. Herkes gerçeği görüyor. Bu da bizi umutsuzluk ve çıkışsızlık sarmalına sürüklüyor. İçinde bulunduğumuz durumu aşamıyoruz. Yaşadığımız mahallelerden bile dışarı çıkamıyoruz. Ya paramız yok ya da ailelerimiz izin vermiyor. Kendimize olan güvenimizi ve özsaygımızı kaybediyoruz. Genç kadınlar olarak her taraftan baskı altındayız. Oysa biz kendimizi değerli ve yaşamın, toplumun bir parçası olarak hissetmek istiyoruz.
İstanbul Avcılar’dan bir kadın metal işçisi: Kadınların ağırlıkta olduğu bir fabrikada çalışıyorum. Hayat pahalılığının daha fazla canımızı yaktığı günlerden geçiyoruz. Hem kadın hem işçi kimliğimizle çifte ezilmişliğe maruz kalıyoruz. Yasalarda kadın ve erkeğin eşit olduğu yazılıyor ama biz işçi kadınlar biliyoruz ki yasalar sadece kâğıt üzerinde kalıyor. Son dönemde Türkiye’de artan kadın cinayetleri, çocuklara yapılanlar, bebeklerin öldürülmesi bizi nefessiz bırakıyor. Üzerimizdeki toplumsal ve psikolojik baskı artıyor. Kadınlar bir yere giderken, çocuklarını bir yere gönderirken korkuyor, ürküyorlar. Kadın olduğumuz için bir sürü engelle karşılaşıyoruz, artan şiddet bu engelleri daha da artırıyor.
İşçi sınıfı olarak, emekçi kadınlar olarak AKP-MHP iktidarının yürüttüğü politikanın ağır bedelini ödüyoruz. Kadını aşağılayan, horlayan, onu belirli kalıplara zorlayan bu baskıcı politika yüzünden kadına şiddet artıyor. Değişmemiz, geleneklerin dışına çıkmamız, eşit ve özgür bir dünya için mücadele etmemiz hiç hoşlarına gitmiyor. Yaşadığımız ezilmeyi ve yoksulluğu iktidarın ya da burjuva sınıfından kadınların anlamasını beklemiyoruz elbette. Onlar lüks bir yaşam sürdürüyorlar, bizim yaşadığımız dünyadan çok uzaklar. Bizim ezilmemiz, sömürülmemiz ve hatta şiddet görmemiz onlara göre hayatın doğal kanunu! Bizim çocuklarımız baraka evlerde çıkan yangınlarda can veriyor. Onların çocukları yokluk ve yoksulluğun ne olduğunu bilmeden, her istediklerini elde ettikleri, istedikleri okullarda okudukları bir yaşam sürdürüyorlar.
Geçtiğimiz günlerde AKP Milletvekili Özlem Zengin’in İzmir’de bir evde çıkan yangında ölen 5 çocuğun arkasından söylediği sözler aklımıza mıh gibi saplanmış durumda. Bu burjuva kadın politikacı, hurda toplayarak yoksulluk içinde beş çocuğunu büyütmeye çalışan ve onları yangında kaybeden bir anneyi nasıl anlayabilir? Anlayamadığı için de şu lafları edebildi: “Dönüyorsunuz, dolaşıyorsunuz her şeyi paraya bağlıyorsunuz. Bunun olmasının tek sebebi parasal sebepler mi?”
Bu düzende kadın sadece erkek şiddeti görmüyor, aynı zamanda ekonomik şiddetin de altında eziliyor. Ekonomik şiddeti ise kapitalist sömürü düzeni yaratıyor. Parasızlık ekonomik şiddeti daha da ağırlaştırıyor. İşyerlerinde her türlü ayrıma maruz kalıyor, psikolojik şiddet görüyoruz. Bunlara karşı çıktığımızda ise işten atılarak susturulmak istiyoruz. Bizler devrimci sosyalist kadınlar olarak tepeden tırnağa haksızlık üreten bu düzen değişsin diye mücadele ediyoruz. Biz emekçi kadınlar daha fazla sorumluluk alıp bu mücadelenin parçası olursak, bu düzeni değiştirebiliriz! Eşitlik ve özgürlük istiyorsak, kadına şiddetin son bulmasını istiyorsak işçi sınıfının sosyalizm mücadelesine katılalım!
Kadına Şiddeti ve Erkek Egemen Zihniyeti Doğuran Kapitalizmdir!