Kadına Şiddet Kapitalizmin Yıkılmasıyla Son Bulur
Gülhan Dildar, 25 Kasım 2014

Kadına yönelik cinsiyetçi yaklaşımlar, ayrımcılık ve şiddet kapitalizm öncesi sınıflı toplumlara kadar uzanan tarihsel ve derin bir sorundur. Ancak kadının yaşadığı bu tarihsel sorun kapitalizm altında aşılmamış, tersine kadınların karşı karşıya kaldığı şiddet vahim boyutlara ulaşmıştır. Bu durumu çeşitli örneklerle somutlayabiliriz; “Meselâ Almanya’da her yıl 20 bin kadın şiddet gördüğü için kadın sığınma evlerine başvuruyor. ABD’de her yıl 4 milyon kadın şiddete maruz kalıyor. (…) Güney Afrika’da her 90 saniyede bir kadına tecavüz ediliyor. Çin’de 1 milyon kız çocuğu sadece kız oldukları için anne karnında öldürülüyor. Irak’ta savaşın ilk aylarında 20 bin kadına tecavüz edildi. İç savaşa sürüklenen Suriye’de de durum farklı değildir; kadınlara tecavüz etmek, bir günlük evlilikler yapmak, kadınları savaşan tarafların askerlerinin cinsel ihtiyaçlarını karşılamaya zorlamak sıradan uygulamalar haline gelmiştir.” (Ezgi Şanlı, Kapitalizm Kadına Şiddeti Körüklüyor, MT, Kasım 2013)

Yukardaki veriler de gösteriyor ki, daha da çürüyen kapitalist düzen toplumsal sorunları küresel ölçekte katmerli hale getirmektedir. Burjuvazi ve onların temsilcileri olan hükümetlerin hayata geçirdikleri ekonomik, sosyal ve siyasal politikalar toplumda derin yaralar açmaktadır. İşte bu süreçte 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü’nün gündeme gelmesi ve bir mücadele aracına dönüştürülmesi anlamlıdır. Burjuvazinin sorunun ana kaynağına işaret etmeden gündeme getirmesi bir yana, 25 Kasım, 1981’den bu yana dünyanın dört bir yanında çeşitli eylemlerle, cinsiyetçi yaklaşımlara, ayrımcılığa, kadın cinayetlerine, şiddete, savaşa, ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı bir mücadele günü olma niteliğini kazanmaktadır.

“25 Kasım 1960’ta, Dominik Cumhuriyeti’nde, bir uçurumun kenarında üç kadın cesedi bulundu. Kısa süre içinde bu cesetlerin ülkedeki zalim diktatör Rafael Leonidas Trujillo’ya karşı örgütlü mücadele yürüten üç kız kardeşe ait olduğu anlaşıldı. Egemenler araba kazası nedeniyle öldüklerini öne sürse de, mücadelede simgeleşen Patria, Minerva ve Maria Mirabel Kardeşler, diktatörlük tarafından katledildiler. Üstelik katledilmelerinden önce işkence gördükleri ve tecavüze uğradıkları da açığa çıktı. Bu katliam, Dominik Cumhuriyeti’ndeki diktatörlük rejiminin karşıtı mücadelenin yükselmesine ve Trujillo’nun devrilmesine neden olsa da, devletin de erkeğin de kadına yönelik şiddeti son bulmadı. Bu insanlık dışı olayın anısına, 1981’de Dominik’te toplanan Latin Amerika Kadın kurultayında, 25 Kasım, «Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü» olarak kabul edildi. 1985 yılında, Birleşmiş Milletler de 25 Kasımı «kadına yönelik şiddetin yok edilmesi için uluslararası mücadele» günü ilan etti.” (agm)

Türkiye’de kadına şiddet

Birleşmiş Milletler gibi burjuva örgütler her ne kadar “kadına yönelik şiddete son” deseler de, kapitalizm kadına yönelik şiddeti üretmeye devam ediyor. Türkiye’de ise durum çok ciddi boyutlara ulaşmış bulunuyor. Türkiye, kadın cinayetlerinde 213 ülke arasında ilk sıradadır. Kadını erkeğin mülkü olarak gören zihniyetin egemen olduğu kapitalizmde, erkeğin kadından üstün ve onun sahibi olduğu düşüncesi, toplumun bilinçaltının derinlerine, iktidarların uyguladıkları politikalarla yeniden ve yeniden işleniyor.

2002 yılı itibariyle iktidar koltuğuna oturan ve 12 yıllık iktidarı boyunca muhafazakâr ve itaatkâr bir toplum yaratma çabası içerisinde olan AKP hükümetinin eğitimden çalışma alanına kadar izlediği muhafazakâr politikaların sonuçları, kadına yönelik şiddet ayağında da çarpıcı bir biçimde yansımasını buluyor. Kadına dönük fiziksel, cinsel, psikolojik, sosyal ve ekonomik şiddet ve baskı, AKP iktidarı döneminde arttı. 2002’de 66 kadın cinayeti yaşanırken, bu sayı yıldan yıla artarak 2009’da 1000’i geçti.

İş cinayetleriyle birlikte kadın cinayetlerinin de artmış olması, AKP’nin “yeni Türkiye”sinin resmidir. 2014’ün ilk 6 ayında 129 kadın öldürüldü, resmi rakamlara göre, ki ancak adli vaka haline gelen durumlar kayıtlara geçiyor, 58 kadın ve kız çocuğuna tecavüz edildi, 292 kadın yaralandı. Ancak bu rakamlar çeşitli kadın örgütlerinin gündeme yansıyan vakalardan yola çıkarak elde ettikleri verilerdir. İntihar süsü verilenler, intihara zorlananlar, aile içinde sanki başına bir iş gelmiş gibi gösterilenler, kaza süsü verilenler ve medyaya yansımayan vakaları düşündüğümüzde gerçek rakamların çok daha yüksek olduğu aşikârdır. Her gün yayınlanan cinayet haberleri bile durumun vahametini yeterince gözler önüne sermektedir.

2014’ün ilk 10 ayında öldürülen kadın sayısı 255’e ulaştı. Sadece Ekim ayında 29 kadın katledildi. Kadınların %35’i boşanmak istedikleri için öldürüldü. Tehdit altında olan kadınlardan koruma isteyenler ise koruma sağlanmadığı için ölüme terk edildiler. Gerçi sözümona koruma altında olan kadınların başına gelenler de ortadadır. Her ne kadar Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam koruma altına alınan kadınlardan ölen yok dese de gerçeklik hiç de öyle değil. Geçtiğimiz Temmuz ayında Çanakkale’de 21 yaşındaki Şefika Söylemez’in, tehditler nedeniyle uzaklaştırma kararı çıkarttığı kocası tarafından evinin önünde öldürülmesi, bakanın söylediklerini yalanlayan acı örneklerden biridir.

Kapitalist devlet kadına şiddeti körüklüyor!

Kadına yönelik ayrımcılık ve cinsiyetçi yaklaşım, yargısından polisine devletin tüm birimlerinde görülmektedir. Devlet şiddet gören kadını koruyup şiddet uygulayan kişiye cezai yaptırım uygulayacağına, kadını kaderiyle başbaşa bırakmaktadır. Şiddet gören kadın her türlü çevre baskısını, ayıplanmayı göze alarak karakola başvurmuşken, kocasıyla barışması salık verilip evine gönderilmektedir. Katiller “tahrik indirimi”nden faydalanarak kısa sürede salıverilmektedir. Yani kapitalist devlet, kadına yönelik şiddeti seyreden, destekleyen ve teşvik eden rolüyle karşımızda duruyor.

Polisiyle, kaymakamıyla, askeriyle bizzat devlet görevlileri şiddet ve tecavüz eyleminin içerisinde yer almakta ve olay mahkemeye intikal ettiğinde bunlar devlet tarafından korunurken, fatura tecavüz mağdurlarına kesilmektedir. Kontrgerillasıyla, polisiyle, jandarmasıyla TC devletinin, bir dönem Kürdistan’da uyguladığı vahşetin bir parçasını oluşturan tecavüzler ve işkenceler hafızalardan hâlâ silinmiş değil. Ya 2002 yılında, Mardin’de, aralarında yüzbaşı, kaymakamlık yazı işleri müdürü, Ziraat Odası Başkanı, okul müdür yardımcısı, bakanlık çalışanı gibi devlet memurlarının, muhtar ve korucuların da bulunduğu çok sayıda kişinin aylarca tecavüzüne maruz kalan 13 yaşındaki N.Ç.yi kim unutabilir?

Kapitalist devlet zihniyeti her yerde aynı. Türkiye’de 11 yaşında aylarca ve defalarca tecavüze uğrayan bir çocuğa fatura nasıl kesilebiliyorsa, benzer bir durum geçtiğimiz günlerde İran’da da yaşandı. 19 yaşında kendisine tecavüz etmeye kalkışan eski istihbaratçı bir adamı kendini savunmak isterken yaralayan ve adamı öldürdüğü iftirasına maruz kalan Reyhaneh Jabbari’ye idam cezası verildi. Tecavüz girişiminde bulunan adam, zengin ve devlet görevlisi olunca tecavüz girişimi sorgulanmazken, emekçi Reyhaneh daha baştan mahkûm edilmişti. 2007’de başlayan süreç, Reyhaneh Jabbari’nin 25 Ekimde idam edilmesiyle sonuçlandı.

Başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın dört bir tarafında devam eden savaşların kadınları derinden etkilediğinin de altını çizmek lazım. Savaş nedeniyle yüz binlerce kadın taciz, tecavüz ve köleleştirmeyle karşı karşıya gelmektedir. Suriyeli kadınların Türkiye’de ve diğer ülkelerde nasıl alınıp satıldığını biliyoruz. Savaştan dolayı çaresiz kalan göçmen kadınlar, arsızların ve acımasızların eline düşmektedir. IŞİD çetesinin Şengal’de Kürt Ezidi kadınlarına tecavüz etmesi veya köle olarak satması, savaşın erkek egemen zihniyeti nasıl beslediğini gözler önüne sermektedir. Sonuçta bu savaşlara yol açan kapitalizmdir. Bu nedenle tacize, tecavüze, şiddete, kadının köleleştirmesine karşı çıkan herkes kapitalizme de karşı çıkmak zorundadır.

Kadına şiddetin kaynağı

Muhafazakâr ve itaatkâr bir toplum yaratmaya çalışan AKP, eğitimde devreye soktuğu politikalarla hedeflerine adım adım ilerliyor. Kız ve erkek öğrenciler birbirinden yalıtılmaya çalışılıyor, müfredattaki cinsiyetçi bakış açısı güçlendiriliyor. Bu yıl 6. sınıf fen ve teknoloji dersi kitabından insanlarda üreme konusu çıkarıldı. Sonuçta, ergenlik dönemine giren çocuklara cinsellik bilimsel temellerde açıklanmak yerine, ayıplanacak, günah sayılacak bir durum olarak sunulmaktadır. Eğitimdeki bu bilimsel olmayan, gerici ve cinsiyetçi yaklaşım son yıllarda giderek artmıştır.

Eğitimdeki bu durum sadece ortaokul ya da liselerle sınırlı değil maalesef. Son yıllarda kadınlara üç-beş çocuk yapmayı salık veren Erdoğan, üniversite öğrencilerini erken evlenmeleri konusunda teşvik etmekten kaçınmadı. Devlet, üniversitedeyken evlenecek ve çocuk doğuracak olanların borçlarının ötelenmesinden silinmesine kadar pek çok fedakârlıkta bulundu! Kadına çocuk doğurma makinesi olarak bakan, erkeği için iyi bir hizmetkâr olmasını öğütleyen zihniyet, kendisini üniversite öğrencilerine verilen seminerlerde de ele veriyor. Kasım ayında Rize’de Yurtkur tarafından gerçekleştirilen “eş seçimi ve evliliğe hazırlık” başlıklı seminer, devletin erkek egemen zihniyetini, kadının sadece bir obje olarak görüldüğünü apaçık ortaya koyuyor. Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın talimatı ile basına kapatılan seminere gençler, “Kadın dört şey için nikâh edilir; malı, soyu, güzelliği ve dini. Sen dindar olanını seç ki elin bereket bulsun” çağrısıyla davet edildi. Bu seminerin tüm illerde yapılması hedefleniyor. Yani kadını edilgen bir pozisyona düşüren, söz sahibi ve seçici olanı erkek olarak ilan eden ve en önemlisi kadın ve erkeğin birbirine yabancılaşmasını körükleyen bu tür faaliyetler daha da yaygın hale getiriliyor. İffetli kadının, yolda yürüyüşünden gülüşüne her şeye dikkat eden, erkeğine itaat eden kadın olduğunu söyleyen AKP kurmayları (meselâ Bülent Arınç), toplumun derinliklerine kadar bu ideolojiyi ilmek ilmek işliyorlar.

Kentleşme, ekonomik koşullar ve hayat pahalılığı gibi sebeplerden dolayı evlilik yaşının giderek yükseldiğinin ve çocuk doğurma oranının azaldığının farkında olan AKP, erken evliliklerde “faizsiz kredi” olanakları sunarak teşvik paketleri açıkladı. Aslında istatistikî veriler çocuk yaşta gerçekleştirilen evliliklerin hiç de az olmadığını gösteriyor. Türkiye’de her üç kadından biri çocuk yaşta evlendirilmiş durumda. Türkiye İstatistik Kurumu’nun “İstatistiklerle Çocuk 2013” raporuna göre, sadece 2013 yılında 18 yaş altında 39 bin evlilik gerçekleşmiştir. Evlendirilen erkek çocuk sayısı 1866 iken, kız çocuk sayısı 37 bin 500’dür. 2000-2013 yılları arasında evlendirilen erkek çocuk sayısı 20 binken, kız çocuğu sayısı ise 466 bindir. Görüldüğü üzere kız çocuklarının çocuk yaşta evlendirilme oranı, erkek çocuklarınkinden kat be kat fazladır. Henüz kendisi çocuk olan kızların erken yaşlarda evlendirilmeleri, çoğu zaman koca bir ailenin sorumluluğunu taşımak zorunda kalmaları, psikolojik sorunları, travmaları beraberinde getiriyor.

Kapitalizm yıkılmadan kadınlar kurtulamaz

Kapitalist toplumun her yanından fışkıran iktidar ve sömürü ilişkileri kadın erkek ilişkisinde de görülmektedir. İşyerlerinde, fabrikalarda ölesiye çalıştırılan, uzun saatler boyunca posası çıkartılan, amiri, ustası tarafından hakarete uğrayan, aşağılanan, haksızlığa uğrayan erkek, eve gelince kadın üzerinde kurduğu iktidarın hazzını yaşamaktadır. Erkek bu iktidar duygusunu, kadının sözüne önem vermeyerek, kadına giyiminden dışarı çıkmasına kadar getirdiği çeşitli yasaklamalarla, cinsel zorbalıkla yaşamaktadır.

Yasalar nezdinde kadın erkekle eşit haklara sahip olabilse bile gerçeklik hiç de öyle değildir. Kadının işgücüne katılması ya da oy ve miras gibi birtakım haklara yasal çerçevede sahip olması kadın ile erkeğin eşit olduğu anlamına gelmiyor. Kapitalist düzen devam ettiği sürece, erkeği eğitmekle ya da birtakım yasal düzenlemelerle kadının ezilmesinin ve şiddete uğramasının önüne geçilemez. Erkek egemen zihniyeti yeniden ve yeniden üreten kapitalizm yıkılmadan kadının kurtuluşu mümkün değildir.

İşyerlerinde düşük ücrete çalıştırılan, tacize, tecavüze uğrayan kadının esas düşmanı kapitalizmin ta kendisidir. Kapitalizmin bugün geldiği aşamada tüm toplumsal sorunlar derinleştiği gibi, çifte sömürüye maruz kalan emekçi kadının sorunları da katlanılamaz boyutlara ulaşmıştır. İşte bu nedenle işçi sınıfının kadınları, işçi sınıfının erkekleriyle birlikte kapitalizme karşı ortak mücadele vermeden ayrımcılığı yok edemez ve ezilmekten kurtulamazlar. Sınıfsal ve cinsel ayrımcılığın ortadan kalktığı, kadınla erkek arasında dayanışmanın, paylaşımın, sevginin hüküm sürdüğü bir dünyayı kapitalizmi yıkarak kuracağız!

İlgili yazılar