İslamcı Burjuvazinin “Eşitlik” Anlayışı
Gülhan Dildar, 6 Ekim 2017

Gündemin AKP-Erdoğan iktidarının yolsuzluklarıyla çalkalandığı dönemde iktidarı canhıraş temize çıkarmak amacıyla “İslam hukukunu” “ustalıkla” yorumlayarak “yolsuzluk, hırsızlıkla aynı şey değildir” diyen Hayrettin Karaman, dindar işçi-emekçi kitlelerin bilinçlerini çarpıtmaya devam ediyor. Yayın hayatına başladığından beri Yeni Şafak gazetesinde kalem tutan İslam Hukuku profesörü Karaman, kitlelerin dini duygularını istismar etme konusunda pek mahir görünüyor! İktidarın baş fetvacısı Karaman, geçtiğimiz günlerde kaleme aldığı bir yazısında “tüm Müslümanların birbirlerine eşit olduğunu ve sınıf farklılığının olmadığını” gündeme taşıdı. Bayram değil seyran değil, Karaman şimdi “sınıf farklılığı olmadığını ve yöneticilere biat edilmesi gerektiğini” neden gündeme getirdi? Üstelik Karaman yazısını hadisler ve İbn-i Arabi gibi İslam âlimlerinin söylemlerine dayandırarak her Müslümanın buna uygun davranması gerektiğini salık veriyor. Tüm Müslümanların eşit olduğuna inan, sınıfsal farklılıkları sorgulama, yöneticilerine biat et!

Karaman’ın hadislere ve İslam âlimlerine dayanarak güçlendirmeye çalıştığı “tüm Müslümanlar eşittir” savının pratikte hiçbir karşılığı yoktur. Bütün dinlerin ilk çıkış dönemlerinde, tüm insanların yaratıcı katında eşit olduğu önermesi vardır ki, o dönemler için bu son derece ileri bir adımdı. Her ne kadar sınıfsal ayrımlara yol açan temelin ortadan kaldırılması gibi bir durum söz konusu olmasa da, tüm insanların eşit olduğu önermesi, ezilenler ve horlananlar nezdinde büyük itibar görüyordu. Ayrıca bir topluluğun aynı hedef doğrultusunda birleşmesi için bu tür söylemlerin öne çıkartılması kaçınılmazdı. Bir dinin yayılması ve kitlelerde kabul görmesi aksi halde mümkün olamazdı. Fakat dinlerin ortaya çıktığı andan iktidarların tekeline geçtiği ve bugüne kadar geliş serüvenleri göz önünde bulundurulduğunda egemenlerin çıkarları doğrultusunda nasıl bir değişim geçirdiklerinin hatırlanması önemlidir. İslam özelinde halifeliğin Emevi, Abbasi, Osmanlı hanedanlıkları arasında el değiştirdiği dönemlerde pek çok din âliminin bu hanedanlıkların çıkarları doğrultusunda fetvalar verdikleri, hadisleri bu çıkar ilişkileri çerçevesinde yorumladıkları ve kendi zamanlarına taşıdıkları şüphesizdir.

Sadece yakın tarihi, 2011’de başlayan ve hâlâ devam eden Suriye savaşını göz önünde bulundurmak dahi gerçeği görmemiz için yeterlidir. İstisnaları bir kenara bırakacak olursak Suriye savaşı başladığında zenginler cipleriyle kaçarlarken, yoksul emekçi kitleler sınır telleriyle, umut yolculuklarında ölümle karşı karşıya kaldılar ya da bulundukları kentlerde bombardımana tutuldular, IŞİD tarafından kaçırılmalara, tecavüzlere maruz kaldılar. Emperyalist ve kapitalist devletlerin çıkar savaşlarında canını, kanını veren yoksul emekçiler ile bu savaşlardan beslenen emperyalist-kapitalist güçler nasıl eşit olabilirler ki?!

İslamcı burjuvazinin şatafatı perdelenmeye çalışılıyor

Geçmişte emekçi kitlelerin dini duyguları nasıl pervasızca sömürülmüşse, bugün de tekelleşen İslami burjuvazinin sözcülüğünü yapan Karaman gibi dinbazların yazdıkları şaşırtıcı değildir. Devlet aygıtını ele geçirmiş olan Erdoğan-AKP ve onlarla birlikte palazlandıkça palazlanarak birer tekelci sermaye grubu haline gelen İslamcı burjuvazi ile dindar taban arasındaki uçurumun dibi görünmez hâle geldi. Devleti yönetenler ve etraflarındaki sermaye grupları devlet aygıtını elinde tutmanın sarhoşluğuyla iktidarın nimetleriyle semirdikçe semiriyorlar. Bir zamanlar “adil düzen”den, “mülkün Allaha ait olduğu”ndan, bahseden tarikatlar ve onların siyasi partileri şimdilerde milyar dolarlara hükmediyorlar. Dolayısıyla da “mülkün Allaha ait olduğu” söyleminin yerini artık sermaye mücadelesi aldı. 1970’li yıllardaki orta ve küçük ölçekli İslamcı sermayenin önü 12 Eylül faşizmi sonrasında Özal’ın teşvikleriyle birlikte açılmış, 90’lı yıllarda ise palazlanarak holdingleşmeye başlamışlardı.[1] Refah Partisi’nin belediyecilik yıllarında sadece belediyecilik rantından faydalanabilen İslamcı hareketlerin bağrından doğup gelişen burjuva kesimler, AKP’nin iktidar koltuğuna oturmasıyla birlikte iktidar nimetlerinden faydalanma imkânına kavuştular ve kısa sürede sermayelerini akıl almaz boyutlarda büyüttüler. “Neredeyse her tarikat kendi sermaye çevresini yaratmış bulunuyor. Dolayısıyla birçok tarikat artık belirli sermaye gruplarını temsil eden bir burjuva harekete dönüşmüştür.”

“İslami akımlarda ve tarikatlarda yaşanan bu dönüşüm süreci, büyük sermaye kesimlerinin yanı sıra, İslamcı bir entelijansiya da ortaya çıkartmıştır. Yani çeşitli tekellere hükmeden büyük sermaye çevrelerinden, bürokrasiye yerleşerek iktidarın nimetlerinden yararlanan çok katmanlı bir tabakadan, bunlarla şu ya da bu biçimde kesişen küçük-burjuvaziden, medyada önemli yerlere gelmiş yazar-çizer taifesinden oluşan geniş bir ‘İslamcı’ kesimden söz ediyoruz. İslamcı hareket içinde yaşanan değişim ve ayrışma, simgesel düzeyde kendini sosyal hayatta da dışa vuruyor. Bu yeni yetme İslami burjuva kesimler, zengin muhitlerde ihtişam içinde yaşamaya ve lüks ciplere binmeye özen gösteriyorlar. Dini söylem ve bunun görselliği (en başta da kılık kıyafet) ise, bu burjuva kesimlerin çıkarlarının ve lüks içinde yaşamalarının üzerini örten bir kılıftan başka bir şey değil.”[2]

Utku Kızılok bu satırları Ocak 2011’de yazmıştı. Aradan geçen yedi yılda gerek AKP’li yöneticiler gerekse İslamcı burjuvazinin şımarıklığı, şatafatlı, lüks yaşamları arşa yükseldi, tıpkı zulümlerinde olduğu gibi. İslamcı sermaye kesimleri iktidar nimetleriyle semirmekten sarhoşa dönmüş, boğazlarına kadar pisliğe, çürümeye, yolsuzluğa batmış durumdalar. Esasında Erdoğan, bu durumu kısmen de olsa “metal yorgunluğu” kavramıyla itiraf etmiş oluyor. Tarihe adlarını yazdırma güdüleriyle inşa ettikleri devasa saraylarda, ihtişamlı yalılarda yaşayıp, çocuklarına yedi düvelde konuşulacak düğünler yapanlarla ay sonunu nasıl getireceğini hesaplamaktan yorulan işçiler nasıl eşit olabilirler ki? Meselâ AKP iktidarı döneminde başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere birçok devlet kurumunda kadrolaşan Menzil Tarikatının şeyhi Abdülbaki Erol’un torununun geçtiğimiz aylardaki nişanı bu açıdan çarpıcı bir örnektir. Sonradan görme burjuvalardan biri olan bu tarikat şeyhinin torunu altın yaldızlı, şatafatlı tahtına havai fişekler eşliğinde oturmuştu. İhtişamlı tahtı kadar çiçeklerle süslenmiş lüks otomobili de epey konuşulmuştu. Şeyhin torununun nişanını örnek göstermişken, “halk adamı” Erdoğan’ın kızı Sümeyye’nin düğününü es geçmeyelim. Geçen yıl yapılan düğünde İstanbul Büyükşehir Belediyesinin tüm imkânları seferber edilmiş, düğünün yapıldığı Yahya Kemal Beyatlı Kültür Merkezinin çevresindeki kaldırım taşları dahi yenilenmişti. “İsraf haramdır” diyenler, İstanbul yolları kendileri için kapatılmış olmasına rağmen Tarabya’daki Huber Köşkünden Halkalı’daki salona helikopterle gelmişlerdi. En çarpıcı kareler ise salon çevresine çekilen beyaz çarşaflardan sonra görüntülenmişti. Yoksul işçi-emekçilerin yoğunlukta yaşadığı Halkalı’da çarşafın bir tarafında lüks otomobiller, şatafatlı, şık kıyafetli misafirler; diğer tarafında ise yoksul işçi-emekçiler kalmışlardı…

Bu örneklerden de anlaşıldığı üzere İslamcı burjuvalar –isterse tarikat şeyhi olsun– zenginleştikçe mütevazı yaşam tarzlarını geride bırakalı çok olmuş! Bir zamanlar, iktidara yürümenin yolunun kitlelerin inançlarının eşitlikçi yönlerini öne çıkartmaktan geçtiğini biliyor ve ona göre davranıyorlardı. “Komşun açken sen tok yatmayacaksın” denip Kuran’dan paylaşmaya, dayanışmaya, adalete dönük ayetler öne çıkartılırken; son yıllarda mülk edinmenin, zenginliğin bir hak olduğunu ve lüks yaşamanın haram olmadığını dile getiren ayetler bulunup öne çıkartılıyor. Dini referanslar veremeyenler ise şımarıklıkta bir beis görmeyip israfı, lüks yaşamı “Maşallah diyeceklerine eleştiriyorlar. Var ki harcanıyor, niye kızıyorsunuz?” şeklinde meşrulaştırma çabası içine giriyorlar. Erdoğan’ın AK Sarayını eleştirenlere, yandaş Yeni Akit yazarlarından Ali Karahasanoğlu, zamanında Demirel’in sarf ettiği “70 cente muhtacız” sözü üzerinden şöyle soruyordu utanmadan: “70 cente muhtaç bir Türkiye’den, böyle zengin bir Türkiye’ye gelinmiş olmasının, herkesin göğsünü kabartması gerekmez mi? Devletin böyle sınıf atlamasından, muhalefet niye gocunuyor?” Üstelik açlık ve sefalet içerisinde bulunan milyonlardan da “devletin sınıf atlamasından” gurur duyması isteniyordu.

İşte Karaman’ın, sınıf farklılığının olmadığını ileri sürmesi, tepelerine kadar pisliğe bulaşmış sonradan görme burjuvaların debdebeli yaşamlarını örtüleme, emekçi kitlelerin sınıfsal çelişkileri sorgulamasının önüne geçme telaşından başka bir şey değildir. Ama Karaman ve onun gibi burjuva ideologları boşuna uğraşıyorlar, korktukları sondan kurtulamayacaklar. Bugün için dindar işçi-emekçilerin bir kısmının bilinçlerini kendi çıkarları temelinde şekillendiriyor olabilirler. Ancak çalışma ve yaşam koşulları her geçen gün ağırlaşan işçiler, en nihayetinde sınıfsal ayrımları sorgulayacaklar ve İslami burjuva kesimlerin kendilerinin temsilcisi olamayacağının farkına varacaklardır. “Hepimiz Müslümanız, din kardeşiyiz, eşitiz” demekle ne eşit olunuyor ne de sömürü ortadan kalkıyor. İşçi-emekçi kitlelerle tepedekiler arasında, ne ekonomik ne de sosyal açıdan bir eşitlik söz konusudur.

Burjuvazinin eşitlik yalanı

Burjuva sınıfın iktidarıyla birlikte tüm insanların “eşit ve özgür” oldukları, “insan hakları” bildirgeleriyle yazılı hale getirilmiştir. Ancak toplumun sınıflara bölündüğü kapitalist düzende bu “eşitlik ve özgürlük” kavramları biçimsel ve soyuttur, sınıf farklılıklarının toplumsal yaşamın her alanına damgasını bastığı somut hayatta karşılığı yoktur. Üstelik dünya kapitalizminin içinde bulunduğu tarihsel kriz ve 3. Dünya Savaşı sarmalında iktidarların giderek gericileştiği, burjuva demokrasinin kuşa çevrildiği şu günlerde bu kavramların içi hepten boşalmıştır. “Esasında «insan hakları» bildirgelerinin gerçek muhtevasını BM beyannamesinin giriş kısmında ifade edilen şu sözler özetlemektedir: «İnsanın zulüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunmasının esaslı bir zaruret olmasına…» karar verilmiştir. Yani sömürülen ve ezilen kitlelerin kapitalizme karşı ayaklanmaması ve devrime yeltenmemesi için onları aldatmak gereklidir!”[3] Burjuva düzende “eşitlik, adalet, özgürlük, kardeşlik” nasıl ki özel mülkiyet duvarlarına çarpıp paramparça oluyorsa ve koca bir yalansa; AKP ideologlarının ileri sürdüğü “Müslümanların eşitliği, kardeşliği” söylemi de benzer şekilde Erdoğan-AKP iktidarının ve çevrelerinde biriken sermayedarların bekası için kitlelerin bilincini bulandırma aracından başka bir şey değildir.

Burjuvazinin kullandığı etkili ideolojik araçların başında din gelir. Vakti zamanında “hoca efendi” İslamcı burjuvazinin çıkarları için az fetva vermedi! Fethullah Gülen, İslam toplumunun din kardeşliği esasına dayandığını, Müslümanlar arasında sınıfsal bir ayrışmanın ve sınıf mücadelesinin olmadığını, işveren-işçi ayrımının Batı’ya ait bir hadise olduğunu söylemişti. Geçmişten bugüne kadar İslamcı burjuvazi, işçi kitleleri din üzerinden manipüle ederek, dini inançlarını istismar ederek, işçilerin bağımsız sınıf çıkarları temelinde örgütlenmesinin önüne geçmeye çalıştı. Bugün hâlâ “din kardeşiyiz”, “dava arkadaşlarıyız”, “aynı hedef için çalışıyoruz” propagandalarıyla işçi sınıfının dizginsiz sömürüsünün önü açılırken, grev gibi işçi sınıfının önemli bir mücadele silahı elinden alınarak hak aramanın önüne geçiliyor. İşçilerin sırtına yüklenen vergiler ağırlaştıkça ağırlaştırılırken, İşsizlik Fonunun peşkeş çekilmesi gibi ballı teşvikler sunuluyor patronlara. Böylece sermayedarlar deveyi hamuduyla yutmuş oluyorlar!

İslamcı burjuvalar yıllarca işçilere İslam âleminin yükselmesi için çalıştıklarını, kendileri için asla bir şey istemediklerini propaganda ettiler. Oysa yıllar içerisinde Türkiye burjuvazisi İslamcısıyla, laikiyle bir bütün olarak büyüdü, 2002 yılında 3 olan dolar milyarderi sayısı, bu yıl 31’e yükseldi. Türkiye dünya ekonomisinin ilk 20’si arasına girdi. Türkiye burjuvazisinin bu yükselişi elbette ki işçi sınıfının kural tanımaz, dizginsiz sömürüsü üzerinden gerçekleşiyor. “İşçinin teri kurumadan hakkını verin” diyenlerin gözünü öyle bir kâr hırsı bürümüş ki, işçilerin sosyal ve sendikal hakları olduğunu bile neredeyse kabul etmek istemiyorlar. Henüz işçi tokadı yememiş sonradan görme İslamcı burjuvazinin örgütü olan MÜSİAD’ın işçilerin sendikalaşması konusuna yaklaşımı ortadadır. Örneğin, İslamcı bir görünüme sahip Hak-İş’in uzmanlarından birisi, işçilerin sendikalaşması konusunda TÜSİAD’ın daha olumlu yaklaştığını, ama MÜSİAD’ın tutumunun çok daha kötü olduğunu aktarıyor. İslamcı burjuvalar “İslamda sendika var mı” diye soruyor ve işçilerin sendikalaşmasına karşı çıkıyorlar.[4]

“Eşitlik” martavalları okuyan din istismarcıları, işçilerin payına düşen ağır ve yorucu çalışma koşullarının, iş kazalarının, meslek hastalıklarının, uzun iş saatlerinin, düşük ücretlerin, artan işsizliğin, yoksulluğun ise üzerini örtüyorlar. Bir yanda gece gündüz çalışıp ay sonunu getiremeyen ya da iş aramaktan ayaklarına kara sular inen işçiler, öte yanda yalılarda, saraylarda zevkusefa içerisinde yaşayan, şatafattan, şımarıklıktan başı dönmüş olan “dindar” sömürücüler… Bu tablo karşısında hâlâ eşitlikten, sınıf farklılığının olmadığından bahsedenler alenen insan aklıyla dalga geçiyorlar demektir. Bırakalım bugün dalga geçsinler, elbette ki bu devran hep böyle sürüp gitmeyecek.

Başlangıçta tarihsel olarak büyük bir ilerici rol oynayan “eşitlik” ve “özgürlük” şiarları, ilerleyen dönemde kapitalist düzenin oturması ve gericileşmesiyle birlikte, burjuvazinin dilinde bir aldatmacaya dönüşmüştür. İşçi-emekçi kitleler açlık ve yoksullukla boğuştukça, savaşlarda can verdikçe burjuvaziyle eşit ve kardeş olamayacağının, kapitalist düzende özgürlüğün mümkün olmadığının farkına varmış ve gerçek eşitlik için defalarca ayaklanmıştı. 1830 devrimi, 1831 Lyon ayaklanması, İngiltere’deki Chartist hareket, 1848 devrimleri, 1871 Paris Komünü bu ayaklanmalardan sadece bir kısmıdır… Tarihin akışı gösteriyor ki bugün AKP’li ideologların kitlelerin gözlerinin önüne kat kat perdeler çekerek gerçekleri görmelerini engellemeye ve bilinçlerini bulandırmaya çalışmaları boşunadır. Tarihin akışını durduramayacaklar.


[1] İslami burjuvazinin gelişiminin ayrıntıları için bkz: Utku Kızılok, İslami Harekette Yaşanan Ayrışma Süreci, Ocak 2011

[2] Utku Kızılok, age

[3] Akın Erensoy, İnsan Hakları ve İşçi Sınıfı, Aralık 2007

[4] akt: Şennur Özdemir, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce 6 /İslamcılık, İletişim Yay., s.842

İlgili yazılar