İşçi Kadınların Gözünden 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi
Gelecekbizim, 15 Haziran 2025

Türkiye işçi sınıfı 15-16 Haziran 1970’te, iki uzun gün boyunca İstanbul’dan Kocaeli’ne uzanan hat boyunca sadece üretimi durdurmadı. Fabrikalarından çıkan işçiler, birçok koldan yürüyüşe geçtiler; E-5 karayolu başta olmak üzere ana yolları ve caddeleri trafiğe kapatarak kent merkezlerine doğru ilerlediler. Önlerine konan polis ve asker barikatını defalarca aştılar. Kadın işçiler, tüm yürüyüş kollarında çok cesur, inatçı ve kararlıydılar. O günlerde ECA’da işçi olan Yunus Uysal, Anadolu Yakasında Kartal yönüne yürüyüşe geçen işçi kitlesinin Ankara Asfaltında önlerinin kesildiğini, Cevizli Tekel’in kadın işçilerinin tankların üzerine çıkıp subaylarla tartıştıklarını anlatıyor: “Ankara Asfaltı trafiğe kapalıydı. Bir de ne görelim, Ankara Asfaltında tugayın tankları sıra sıra askerlerle dizili. Tekel’in dirençli kadın işçileri tankların üzerindeler, subaylarla tartışıyorlar.

Avrupa Yakasında kent merkezlerine yürüyen işçi kollarının önünde de polis, asker ve tank barikatları vardı. Kadın işçiler, kitle o barikatları aşarken en önündeydiler. O günlerde Gripin fabrikasında çalışan, daha sonra Petrol-İş ve Kimya İş’te sendikal görevler üstlenen Belkıs Kaya, o günleri şöyle anlatıyor:

 “Geriye dönecektik ama birbirimizden ayrılamıyorduk”

“Vilayetin yakınlarında, Babıâli’de, ara bir sokakta bulunan Gripin fabrikasında çalışıyordum, Kimya-İş Sendikası’nın işyeri temsilcisiydim ve TİP üyesiydim. İlk gün izole kalmıştık, ikinci gün olayları tartıştık, herkeste bir heyecan vardı, yürümeye karar verdik.

Vilayetin önünden beyaz önlüklerimizle Çemberlitaş ve Beyazıt’tan Fındıkzade’ye geldik. Askerle ilk Fındıkzade’de karşılaştık, onlara ellerimizdeki çiçekleri verince yumuşadılar, barikatları geçtik.

Topkapı’daki işçilerle birleşip, aynı istikametten geri döndük. Eylem boyunca en çok bu karşılaşma, diğer işçilerle birleşme anında heyecanlandım. Hepimiz bir ağız olmuş ‘DİSK kapatılamaz’, ‘Sendika hakkımız, söke söke alırız’, ‘Hükümet istifa’, ‘ Bağımsız Türkiye” sloganlarını atıyorduk.

Cağaloğlu’nda tanklar yolumuzu kesince, önce biz davrandık, tankların üzerinden atladık, ardımızdan erkek işçiler…

Eminönü’ne vardık, ancak köprüleri açtıkları için öteye geçemedik. Geriye dönme kararı alınmıştı. Ama birbirimizden ayrılamıyorduk, fabrikamız Cağaloğlu’nda olduğu halde Edirnekapı’ya kadar yürüdük. Gezmeye gidiyor gibi gittik, endişeyle değil, çünkü güçlü bizdik ve bizim ekmeğimizle oynuyorlardı. Büyük bir coşku ve kardeşlik vardı. Ertesi gün fabrikada herkes birbirine ne yaptığını anlatıyordu.

Keşke o gün adı konulmayan birliktelik, yeniden gösterse kendini… Masaya yumruk vurup aldığım şeyleri geri alacaklarını bildiğim için 80’de emekli oldum. Şimdi Tuzla’da işçiler ölüyor [Tuzla Tersanelerindeki iş cinayetlerini kast ediyor], eylem yapmaya korkuyorlar. İşverenler, kendilerine dikensiz gül bahçesi yarattılar. İşleri taşeronlara vererek sendikalaşmayı imkânsız hale getirdiler. İşçiler ve çalışanlar için bugün de örgütlenmekten ve mücadele etmekten başka çıkar yol yok.”

“Artık özgürdük ya, yürümüyor koşuyorduk”

İbrahim Ethem İlaç Fabrikası’nda işçi olan Nurten Arıcan, o günleri “Artık özgürdük ya, yürümüyor koşuyorduk” diyerek heyecan dolu bir şekilde şöyle anlatıyor:

“İbrahim Ethem İlaç Fabrikası’nda çalışıyordum, Kimya-İş Sendikası’nda işyeri temsilcisiydim. Fabrikadaki çoğu kadın 600-700 işçiye, haklarının ellerinden gideceğini anlattığımızda protestoya katılmayı tereddütsüz kabul ettiler. Fabrikada sendikasız işçi yoktu, kadınlar erkeklerden daha bilinçliydi, sınıfsal olarak da meseleyi biliyorlardı.

Fire vermeden katıldık eyleme… O dönemde 31 yaşımdaydım, beş çocuğum vardı, ancak sınıfsal olarak böyle bir şeyi yapmamam ayıp olurdu, kendimiz için yürüdük. 15 Haziran’ı pek hatırlamıyorum, sanırım iş bırakmıştık. Ancak 16 Haziran dün gibi… Beyaz önlük ve ayakkabılarımızla, haydi lafını duyar duymaz çıktık. Davutpaşa tarafından sloganlarla işçiler geliyordu. Biz önde, onlar arkada yürüyorduk.

İşçileri temsilciler olarak biz yönlendiriyorduk. Topkapı’daki ampul fabrikasının önüne gelince, oturun dedim, bembeyaz önlükleriyle insanlar dalgalanıp oturdular. Sloganlarımıza işçiler fabrikadan çıkıp, bize katılarak yanıt verdiler. Topkapı’da polis kordonuna alındık. Geri dönmek üzereyken, biz buradan geçeceğiz diye karar verdik ve erkek-kadın el ele, kol kola kenetlenip polisi yardık.

Askerleri de geçtik. Bunları nasıl yaptık, hâlâ anlamış değilim! Kordonları yardıktan sonra ağzımda limonata tadı duydum, meğerse birisi kafamdan limonata dökmüş, ama hatırlamıyorum. Sonra Topkapı’ya, Şehremini’ye yöneldik, ancak artık özgürdük ya, yürümüyor koşuyorduk.

Derken surların orada askerle göğüs göğüse geldik, yaşlı bir adama sanırım vurdular, benim de göğsüme genç bir subayın süngüsü geldi. Bir arbede yaşandı, onu da atlattık. Cağaloğlu’na kadar yol serbestti. Farklı fabrikalardan işçilerle Cağaloğlu’nda buluştuk. Dörtyol ağzında yeniden çatışma yaşadık. Bir tankın üzerine çıktım, bir askerle göğüs göğse geldik, ben onu tuttum, o beni, ama ben orada kalmayı başardım.

Tankların üzerinden atlayıp karşı tarafa geçtik, köprünün açıldığını ancak Eminönü’ye geldiğimizde gördük. Taksim’e çıkamayacağımızı anlayınca Edirnekapı yolundan sloganlarla fabrikaya döndük. Ayakkabılarımın olmadığını da o zaman fark ettim, sadece benim değil arkadaşlarımın da ayakları çıplaktı.

Anın heyecanından nasıl kaybettiğimizin farkında bile değildik, bu heyecanı hâlâ o günkü gibi yaşıyorum.

Yürüyüş sırasında arkaya dönüp baktığımda gördüklerim, onları oturtup kaldırmak… Demek ki güçlüymüşüz. Keşke 17’sinde de yürüseydik… 15-16 Haziran Türkiye’nin görüp geçirdiği en büyük kitle hareketiydi, gayet keyifli, neşeli bir yürüyüştü.

 

Not: Belkıs Kaya ve Nurcan Arıcan’ın 15-16 Haziran’a dair tanıklıkları, Maden-İş Çalışma Grubunun hazırladığı Derinden Gelen Kökler kitabından alınmıştır.

15-16 Haziran Direnişinin 54. Yıldönümü: Cüret Eden İşçi Sınıfına Selam!

15-16 Haziran Direnişinin Tanıkları: Çelik Yumuşak, Ölüm Korkaktı O An!

İlgili yazılar

Gülhan Dildar, 3 Ağustos 2015