Hamas’ın Yeni Siyaset Belgesi ve Filistin Sorunu
Gülhan Dildar, 30 Mayıs 2017

Kapitalizmin içerisinde bulunduğu tarihsel kriz koşullarıyla birlikte emperyalist-kapitalist güçler arasındaki rekabet giderek kızışıyor, Ortadoğu merkezli yürüyen hegemonya savaşı harlanıyor. Bu savaşta güçler dengesi değişiyor. Dünyada değişen siyasal konjonktürle birlikte emperyalist-kapitalist devletler, kendilerine alan açmak adına iç ve dış politikalarında değişime gitmek zorunda kalıyorlar. Gazze yönetimini elinde tutan Hamas liderleri de Ortadoğu ve dünyada değişen dengeler karşında değişime gittiklerini açıklayanlar arasında yer alıyor.

Hamas’ın eski siyasi büro şefi Halid Meşal, görevinden ayrılmadan kısa bir süre önce, 1 Mayısta Katar’ın başkenti Doha’da bir basın açıklaması gerçekleştirerek dünyaya yeni bir siyaset belgesi açıkladı. (Gazze ve Katar’ın başkenti Doha’da 6 Mayısta yapılan seçim sonucu İsmail Haniye, 1996 yılından beri Hamas’ın siyasi büro şefi olan Halid Meşal’in yerine geçti.) Hamas, ilk siyaset belgesini 1988’de Birinci İntifada sonrasında açıklamıştı. Hamas’ın ilk ve bir anlamıyla kuruluş tüzüğü niteliğini taşıyan belge 1987’de Filistin halkının isyanının da etkisiyle daha militan ve keskin söylemler içermekteydi. Son yıllardaki gelişmelerle birlikte Hamas’ın “radikal” çizgisini değiştirebileceği söylenmekteydi.

Marksist Tutum sayfalarında ise 2006 Martında yayınlanmış olan Filistin Seçimleri ve Hamas’ın Yükselişi başlıklı yazımızda Hamas’ın uzlaşmaz olmadığının ve Ortadoğu savaşında değişecek dengelerle birlikte ABD ve İsrail’le uzlaşma çizgisine gelebileceğinin altı çizilmişti. “Önümüzdeki süreçte AB içinde çözülmelerin olması ve Hamas’ı muhatap alanların çıkması pek muhtemeldir. Ayrıca Latin Amerika’da ABD karşıtı popülist sol iktidarların varlığı da dikkate alındığında Hamas’ın manevra alanının genişlediği görülecektir. Hamas’ın ABD ve İsrail karşısında uzlaşmaz gözükmesinin nedeni budur; yoksa Hamas’ın gerçekten uzlaşmaz ve hatta anti-emperyalist olduğu tezi doğru değildir.

“2004 sonunda gerçekleştirilen belediye seçimlerine katılan ve 2005 Ocağında yapılan başkanlık seçimlerini takip eden günlerde ateşkes ilan eden Hamas, böylece hem ABD ve İsrail’e hem de Filistin burjuvazisine düzene entegre olmak istediğinin ilk işaretlerini vermiş oluyordu. Hamas, son seçimlerde oldukça ılımlı bir çizgiye gelmiş bulunuyor. Seçimler süresince yapılan propaganda oldukça inceltilmiş bir çizgi üzerine oturtulmuş ve düzenle bütünleşme mesajları verilmiştir. Her ne kadar İsrail’i tanımayacağını ve direnişe devam edeceğini seçim propagandası olarak ileri sürmüşse de, «İsrail’i denize dökeceğiz» söylemi kullanılmamıştır.

“Bu inceltilmiş politik manevra seçim zaferinin akabinde daha somut bir görünüm kazanmıştır. Ne İsrail’i tanıyacaklarını ne de silah bırakacaklarını açıklayan Hamas liderleri, gelinen aşamada İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilerek 1967 sınırlarını tanıması koşulunu ileri sürmeye başlamışlardır. 1967’de İsrail’in işgal ettiği topraklar hem BM tarafından hem de «Yol Haritası» tarafından Filistin devletinin sınırları olarak tanınıyor. Hamas önünde açılan manevra alanını, kendini meşrulaştırmak ve İsrail’i uluslararası düzeyde sıkıştırmak üzere kullanmak istemektedir.” (Utku Kızılok, Filistin Seçimleri ve Hamas’ın Yükselişi)

Hamas liderlerinin önlerinde bir dönem açılan manevra alanı bugün çoktan daralmış durumda. Öncelikle şunu hatırlatalım ki, “Arap Baharı” sonrasında Müslüman Kardeşler Mısır’da iktidar olmuş, Türkiye ise bu süreçte Ortadoğu’da Sünni bir eksenin güç kazanması hülyasıyla Müslüman Kardeşler’i desteklemiş, başta Suriye olmak üzere dış politikalarını buna göre belirlemeye başlamıştı. Türkiye bu sürecin çok daha öncesinde de, Ortadoğu halklarının sempatisini kazanmak için mazlum Filistin halkının yanında olduğunu ileri sürerek İsrail’e kafa tutmuş ve başta ABD olmak üzere Batılı egemenlerin ve İsrail’in terör örgütü olarak ilan ettiği Hamas’ın hamiliğine soyunmuştu. Kendisini Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu olarak tanımlayan Hamas ise bu süreçte İran ekseninden kopmuş ve Türkiye, Katar eksenine kaymıştı. Ne var ki, Ortadoğu’da sular durulmadı, dengeler ve koşullar değişti. Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidardan alaşağı edilirken, Türkiye’nin ise dış politikaları iflas etti ve İsrail ile uzlaşma noktasına geldi. Bir dönem gerek Latin Amerika’daki, gerekse Ortadoğu’daki “anti-Amerikancı” ülkelerden güç alarak Batı’ya ve İsrail’e kafa tutan Hamas liderleri, son yıllarda politikalarında değişime gitmeleri gerektiğini dile getiriyorlardı. İlk belgelerinin bölge ve dünya gerçeklerinin gerisinde kaldığından yakınmaya başlamışlardı. Hamas liderleri, sözlü olarak dile getirdikleri birtakım ılımlı söylemlerin de bulunduğu yazılı bir siyaset belgesi üzerinde uzlaşmış görünüyorlar. Bölgede Batılı güçlerle birlikte hareket eden ve İran karşısında İsrail’i müttefikleri gören Körfez ülkelerinin ve İsrail’le “normalleşme” sürecini başlatan Türkiye’nin de basıncıyla Hamas, yeni bir siyaset belgesi açıklamak zorunda kaldı.

Hamas’ın yeni siyaset belgesi

Hamas, 42 maddeden oluşan yeni siyaset belgesiyle başta Batı olmak üzere dünyaya “yeniliklere açığız” mesajı veriyor. Açıklamayı yapan eski Hamas lideri Meşal, yeni siyaset belgesinin ABD ve Batılı ülkeler için Filistin sorununun çözümü yönünde kullanılabilecek bir fırsat olduğunu söylüyor. Meşal’in konuşmasından da anlaşıldığı üzere Hamas, “terörist” algısını kırmaya ve uluslararası kamuoyunda meşru bir zemin yakalamaya çalışıyor.

Hamas’ın yeni belgesinde 1967 sınırları içinde bir Filistin devletinin kurulması, kendisini yeni bir biçimde tanımlaması, Yahudilere bakışı gibi konuları ele alan maddeleri dikkat çekicidir. Belgenin ilk maddesinde, “İslâmi Direniş Hareketi Hamas, hedefi Filistin’in kurtuluşu ve Siyonist projeyle mücadele olan, çıkış noktaları, hedefleri ve araçları itibariyle İslâmı referans alan Filistin İslâmi ulusal özgürlük ve direniş hareketidir” şeklinde tanımlıyor Hamas kendisini. Eski belgede açıkça belirtilen “Müslüman Kardeşler Örgütünün (İhvan) bir kanadıdır” ifadesine bu yeni belgede yer verilmemesi manidardır. Hamas bu adımıyla Müslüman Kardeşler’i terör örgütü olarak kabul eden Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle ve Batılı devletlerle ilişkileri yumuşatmaya ve geliştirmeye çalışmaktadır. İsrail ve Akdeniz ile çevrili olan Gazze’nin yönetimini elinde tutan Hamas açısından özellikle Mısır ile ilişkilerin düzeltilmesi coğrafi konum itibariyle de elzemdir. İsrail’in kapıları kapattığı Gazze’den dünyaya tek kapı Mısır’dan açılmaktadır.

Belgede öne çıkan maddelerden bir diğeri ise Hamas’ın 1967 sınırları içinde bir Filistin devletinin kurulmasını kabul ettiği 20. maddedir. Bu maddede bir yandan “kesinlikle Siyonist oluşumun tanınması ve Filistin haklarından ödün verilmesi anlamına gelmemektedir” denilmektedir. Diğer yandan ise “4 Haziran 1967 topraklarında başkenti Kudüs olan bağımsız ve egemen bir Filistin devletinin mültecilerin yurduna geri dönmesi ile birlikte kurulmasını ortak bir ulusal uzlaşma çerçevesi olarak görmektedir” denilmektedir. Bir başka maddede ise Filistin sınırları şöyle tanımlanmaktadır: “Filistin, bilinen tarihi sınırlarıyla doğuda Ürdün nehrinden batıda Akdeniz’e; kuzeyde Ras el-Nakura’dan güneyde Umm er-Raşraş’a kadar bölünmez bir bütündür.” 1967 sınırları içerisinde bir Filistin’in kabul edilmesi “iki devletli çözüm” anlamına gelmektedir ki, bu da İsrail devletinin tanınması demektir. Bir yandan 1967 sınırları içinde bir Filistin devletinin kabul edilmesinden bahsedilmesi, öte yandan ise tarihi Filistin topraklarından vazgeçilmeyeceğinin vurgulanması çelişkili görünse de, aslında bu, Hamas’ın dışarıya ve içeriye farklı mesajlar vermek isteyişinden kaynaklanmaktadır.

“1967 sınırlarında iki devletli çözüm” önerisi pek çok AB ülkesi, Rusya ve Obama dönemi ABD’si tarafından kabul gördüğü için Hamas kendisine yönelik olan tepkileri yumuşatmaya ve kendisinin sanıldığı kadar “radikal” olmadığını göstermeye çalışmaktadır. Dış dünyaya bu söylemlerle açılmaya çalışan Hamas’ın, silahlı direnişi sürdüreceğini ve “Siyonist rejimi” tanımayacağını ileri sürmesi içerde Filistin halkının desteğini kaybetmek istemeyişindendir. Ayrıca El Fetih’in Filistinlileri temsil eden tek güç olmadığını göstermek istemektedir. Bu anlamıyla El-Fetih lideri Mahmud Abbas’ın 3 Mayıstaki ABD ziyaretinin ve yeni bir İsrail-Filistin barış sürecine hazırlığın hemen öncesinde bu belgenin açıklanmış olması tesadüf değildir. Hamas, “ben de varım” demektedir!

Belgede yer alan pek çok maddede İsrail’den “Siyonist rejim” olarak bahsediliyor. “Siyonist rejime” karşı direnişin meşruluğundan bahsedilirken mücadelenin Yahudilere karşı değil Siyonizme karşı verildiği belirtiliyor. Hamas, Kudüs’ün tamamını Filistin’in başkenti ilan ediyor ve Yahudilerin şehirle ilgili tarihi ve dini bağını yok sayıyor. “Kudüs Filistin’in başkentidir. Arap, İslâm ve insanlık tarihinde dini, tarihi ve medeniyet açısından önemli bir yere sahiptir. O Filistin halkının yanı sıra Arap ve İslâm ümmetinin hakkıdır. Kudüs’ten ve herhangi bir parçasından feragat edilemez. İşgalin (İsrail) Kudüs’ü Yahudileştirme ve Yahudi yerleşim birimleri faaliyetleri, gerçeklerin üzerini örtme ve Kudüs’ün tarihi dokusunu bozması yok hükmündedir. Mübarek Mescid-i Aksâ halkımızın ve ümmetimizin hakkıdır. İşgalin bu hususta hiçbir hakkı yoktur. Aksâ’yı Yahudileştirme ve bölmeye yönelik plan ve girişimleri geçersizdir ve hiçbir meşruiyeti yoktur.” Hamas, belgede bu tip maddelere yer vererek yukarıda bahsettiğimiz üzere rakibi El-Fetih karşısında radikal görünüp Filistin emekçilerinin desteğini kaybetmek istememektedir. Yeni belgede Filistin sorunu, eski belgeden farklı olarak dinler arası bir savaş olarak tanımlanmayıp, İsrail kuşatması olarak görülmektedir. Belgede tüm Filistinli mültecilerin ve sığınmacıların zorla çıkarıldıkları topraklarına dönme hakkının doğal bir hak olduğu ve evlerinden, topraklarından çıkarılanların zararlarının tazmin edilmesi gerektiği vurgulanıyor.

Tarihi Filistin sorunu çözülmeyi bekliyor

Ortaya çıktığı ilk dönemlerde Yaser Arafat önderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü’ne karşı ABD emperyalizmi ve İsrail tarafından el altından desteklenen Hamas, ilerleyen dönemlerde güç kazanıp kontrolden çıkmış, 2006 yılında seçimleri kazandığında ise Batılı emperyalistler ve İsrail tarafından “terörist” ilan edilip muhatap kabul edilmemişti. Uzlaşmacı bir çizgiye kayan FKÖ/El-Fetih, bundan sonra Batı’nın ve İsrail’in muhatabı olacaktı. Bu dönemde bir yandan FKÖ’nün uzlaşmacı tavrı ve öte yandan İsrail’in artan saldırı ve baskıları karşısında İslami Cihad ve Hamas gibi radikal dinci örgütler güç kazanmaya başladı. 2006 seçimlerini kazanmasına rağmen Hamas’ın tek başına kurduğu hükümet uzun süre yürümedi ve daha sonra El Fetih ile birlikte “Birlik Hükümeti” kuruldu. Ancak bu birliktelik de uzun sürmedi. “Böl-parçala-yönet” taktiğinde ustalaşmış Batılı emperyalistlerin kışkırtmalarıyla Hamas ve El Fetih arasında kanlı çatışmalar yaşandı. Zaten duvarlarla parçalanmış, adacıklar haline dönüşmüş olan Filistin, siyaseten de bölündü. Gazze’nin kontrolü Hamas’a, Batı Şeria’nın kontrolü ise El Fetih’e geçti.

Hamas’ı muhatap kabul etmeyen emperyalist güçler ve İsrail, siyasal ve ekonomik ambargo ile Filistinlilerin üzerindeki baskıyı daha da arttırdılar. Bugüne kadar Gazze sayısız kez İsrail’in bombardımanına maruz kalırken, siviller “terörist” oldukları bahanesiyle katledilirken Batılı emperyalistler ve bölgedeki Arap ülkeler seyirci kaldılar. İsrail’in meşru müdafaa hakkı olduğunu söyleyerek Siyonist rejime arka çıkarlarken, İsrail’in gerçekleştirdiği katliamlardan Hamas’ı sorumlu tuttular. Bugün bu tutumdan vazgeçilmiş değil.

Hamas’ın yeni siyaset belgesini çöpe attığını gösteren bir video açıklamasıyla İsrail Başbakanı Netanyahu, Hamas’ın dünyayı kandırmaya çalıştığını ileri sürüyor. Netanyahu, yaptığı açıklamayla Batı’ya Hamas’ın açıklamalarına aldanmamaları ve kendisinin de uzlaşmaya yanaşmayacağı mesajını veriyor. On yıllardır Filistin halkı, İsrail devletinin zulmü altında inliyor. Filistin halkının çektiği acılar karşısında kendi çıkarları temelinde saflaşan emperyalist-kapitalist devletler, bugüne kadar sayısız “yol haritaları”, planlar, girişimler gündeme getirdiler, “barış görüşmeleri” başlattılar. Ancak tüm Ortadoğu’yu etkileyen, tarihi ve karmaşık bir sorun olan Filistin sorununun gerçek anlamda çözümü için adım atmadılar. Öyle görünüyor ki, Hamas’ın ılımlı ve uzlaşmacı görünen siyaset belgesi de Filistin halkının çektiği acıları dindirmeye yetmeyecek.

ABD emperyalizmi El-Fetih aracılığıyla Filistin meselesini kontrol altında tutmaya çalışırken, artık Hamas ben de varım diyor ve kendisinin de muhatap alınmasını istiyor. Ancak ABD, AB ve İsrail, Hamas’a şiddetle tepki gösterip muhatap almayacaklarını açıklarken, Rusya Hamas’ı muhatap almaktan geri durmuyor. Keza İsrail’le “normalleşme” sürecine kadar Hamas yöneticileri Türkiye’ye geliyor ve görüşmeler yürütüyorlardı. Ancak tüm bu ilişkiler mazlum Filistin halkının onca yıldır çektiği acıların son bulması çerçevesinde şekillenmiyor. Filistin halkının hamisi rolüne bürünen Türkiye’den Batılı emperyalist devletlere varıncaya kadar tüm bu ülkelerin derdi, Ortadoğu’da yürüyen emperyalist hegemonya savaşında kendilerine alan açmaktan öteye geçmemektedir.

Filistin burjuvazisi, kendi iktidar çıkarları doğrultusunda ne kadar uzlaşmacı bir çizgiye gelirse gelsin, emperyalist-kapitalist güçler Ortadoğu’da kozlarını paylaşıp yeni dengeler kurulmadan Filistin sorunu yüzeysel anlamda bile çözülemez. Filistin meselesi Filistin’le sınırlı bir sorun değildir. Bu konunun iyi anlaşılması bakımından Filistin sorununun tarihsel arka planına bakılmalıdır.[*] Bu tarih bize Filistin topraklarının Ortadoğu’nun özgünlüğünden dolayı emperyalistlerin kapışma alanı olmaktan çıkmayacağını göstermektedir. Emperyalist dengelerle bir Filistin devleti kurulsa bile dengeler bozulduğunda yeniden sorun olmaya devam edeceğinden, asla kalıcı ve adil bir çözüm sağlanamayacaktır. Gerçek ve kalıcı tek çözüm, işçi sınıfının tüm Ortadoğu’yu devrimle tutuşturması ve bölgedeki emperyalist paylaşım kavgasına son vermesinden geçmektedir. Ancak o an gelinceye kadar dünya işçi sınıfı mazlum Filistin halkıyla enternasyonalist dayanışmasını yükseltmeli ve Filistin halkının haklı davasına sahip çıkmalıdır.


[*] bkz. Zeynep Güneş, Filistin Sorununa Marksist Yaklaşım, 6 Eylül 2003 ve Suphi Koray, Filistin Sorununun Tarihsel Arka Planı, 1 Temmuz 2010

İlgili yazılar