Genç Nüfusta İşsizlik Artıyor, Burjuvazi Korkuyor!
Utku Kızılok, 1 Haziran 2010

Nisan ayının ortalarında G20 ülkelerinin çalışma bakanları Washington’da bir toplantı yaptılar ve işsizlik meselesini tartıştılar. Toplantıda, işsiz kitleler içinde genç nüfusun artış göstermesine dikkat çekilmiş. 15-24 yaş arası genç nüfustaki işsizlik oranları, 25 yaş üstü nüfustaki işsizlik oranlarının bir hayli üzerine çıkmış bulunuyor. Bu yükseliş, kapitalizmin sözcülerini küresel düzeyde konuyu ele almaya ve tartışmaya itiyor. Zira ileri kapitalist ülkeler dâhil tüm dünyada işsizliğin hızla yükselmesi ve genç işsiz nüfusun artması, sistemin sahiplerini ve sözcülerini kaygıya ve korkuya itiyor. Kaygılılar, zira işsizliğe ve yoksulluğa ittikleri kitlelerin kapitalizme karşı devrimci ayaklanmasından korkuyorlar. “Sosyal patlama” olarak kavramlaştırdıkları ve böylece yumuşatmaya çalıştıkları şey, gerçekte devrim korkusudur.

Sermayenin uluslararası sözcüleri bir taraftan korkularını bastırmak için ıslık çalarken, diğer taraftan da bu korkunun haklı bir temeli olduğunu ortaya koyuyorlar. G20 ülkelerinin çalışma bakanlarının toplantısının dışında, OECD ve IMF’nin de aynı günlerde işsizliğe ve özellikle genç nüfustaki işsizliğe dikkat çekmesi bunun delili. Nisan ayında “Dünya Ekonomik Görünümü” adıyla bir rapor yayınlayan IMF, işsizlik oranlarının son krizle birlikte, önceki krizlere nazaran daha fazla arttığına dikkat çekiyor. OECD’nin, “Kriz Süresince Artan Genç İşsizliği: Bir Nesil Üzerindeki Uzun Vadeli Olumsuz Sonuçlar Nasıl Önlenebilir?” adıyla bir rapor yayınlaması ayrıca önemli. Zira rapora göre, son krizle birlikte OECD ülkelerinde genç nüfustaki işsizlik 6 puan yükselerek %19’a çıkmış bulunuyor. Bu milyonlarca gencin işsiz olduğu anlamına gelmektedir. Raporun, işsizliğin genç nüfus üzerinde yaratacağı “olumsuz sonuçlar”a dikkat çekmesinin anlamı ise malûm: Kapitalizmden umudunu kesen milyonlarca gencin öfkesinin sistemin temellerine yönelebileceğine işaret ediliyor.

Raporun bir başka saptaması var ki, devrimci Marksizmin kapitalizm tahlilini bilmem kaçıncı kez doğruluyor. OECD genel sekreteri Angel Gurria, küresel krizle birlikte tırmanışa geçen işsizliğin eski seviyelerine gerilemesi için en az beş yıl geçmesi gerektiği söylüyor. Ancak bu bir temenni… Nitekim aynı genel sekreter, kriz bitse bile işsizliğin azalmayacağına ve ekonominin istihdam olmadan düzeleceğine vurgu yapıyor. Yani, sistemin işleyişinin doğal bir sonucu olan, kriz dönemlerinde daha da büyüyen ve böylece kapitalizmin boynunda bir değirmen taşı gibi asılı duran işsizlik, her derin kriz sonrasında yeni bir eşiğe yükselmekte ve bu genel seviyede kalıcılaşmaktadır. Krizle birlikte, dünya ölçeğinde işsizliğin nasıl arttığına ve bunun ne gibi sonuçlar yaratacağına bakmadan evvel, kapitalizmin işsizliği nasıl oluşturduğuna, nasıl kronik hale getirdiğine ve işçi sınıfı üzerinde nasıl bir kamçı gibi kullandığına bir göz atalım.

İşsizlik kapitalizmin çocuğudur

İşsizlik ne fazla nüfus artışından, ne hükümetlerin yanlış ekonomi politikalarından ne de “işçi maliyetlerinin yüksek olmasından” kaynaklanır. İşsizlik, kapitalist işleyişin doğal ve kaçınılmaz bir sonucudur, onun eseri ve çocuğudur. Eski üretim ilişkilerini tasfiye eden, tüm toplumu burjuva üretim ilişkilerinin içine çeken, genelleşmiş meta üretimini yaratan kapitalizm, emekçi kitlelerin önemli bir kısmını üretim alanının dışına itmekte, işsiz bırakmaktadır.

Kapitalistler kârlarını arttırmak için emek verimliliğini arttırmak, makineleri daha da yetkinleştirmek isterler. Makinelerin yetkinleşmesi ve emek üretkenliğinin artmasıyla, eskiden iki işçinin yapabildiği işi artık yenilenen teknolojiyle bir işçi tek başına yapabilir hale gelir. Yani kapitalist aynı zaman diliminde çok daha az işçiyle aynı miktarda ürünü üretmeye devam eder. Bunun anlamı giderek büyüyen bir işsizler ordusu ve işsizliğin kronik hale gelmesidir. Böylece sınıfsız bir toplum kurulmasının kaldıracı olacak olan emek üretkenliğindeki artış, kapitalizmde işgücünün yoğun sömürüsünün, milyonların işsiz, aç ve yoksul kalmasının araçlarına dönüşür, iktisadi krizlerin yolunu döşer.

Emek üretkenliğinin artması nedeniyle işsizliğin büyümesi kapitalizmin kaçınılmaz bir sonucudur. Bunun yanı sıra, kapitalist, işgününün uzatılması ve iş temposunun yoğunlaştırılması sayesinde üretim sürecinde daha az işçiye ihtiyaç duyar ve böylece işsizler ordusu bu yolla da büyümeye devam eder. Kuşkusuz bunlar sınıf mücadelesinin düzeyine ve sınıfsal güç dengelerine bağlı olarak belirlense de, kapitalistlerin her daim hâkim kılmak istediği şeydir. Bu saldırılar kriz dönemlerinde daha da tırmandırılır ve işsizler ordusu alabildiğine büyür. Kapitalistlerin çalışan işçiler üzerinde bir kamçı olarak kullandığı işsizlik, kriz dönemlerinde işçilerin sırtında çok daha şiddetli şaklamaya başlar. Sosyal haklar gasp edilir, ücretler düşürülür, işgünü uzatılır ve iş temposu alabildiğine yoğunlaştırılır.

Böylece kapitalistler yoğun bir sömürüyle kâr oranlarının düşmesinin önüne geçmeye çalışırlar. Bu yoğun sömürü, işçi sınıfının örgütlü mücadelesiyle geriletilmediği müddetçe kalıcılaşır ve normalleşir. Krizden çıkılsa ve ekonomik büyüme sağlansa bile, işten atılan işçilerin tümünün işlerine geri dönmesini sağlayacak düzeyde bir istihdam –özel tarihsel dönemler hariç– söz konusu olamaz. Ekonomik büyüme kriz sürecinde işlerini kaybetmeyen işçilerin yoğun sömürüsü üzerinde yükselir ve kriz bittiğinde, krizle birlikte genişleyen işsizler ordusunun ancak küçük bir kısmı istihdam edilir. Kısacası, bir taraftan verimlilik artar, ekonomi büyür, kâr oranları yükselirken, kapitalizmin boynunda bir değirmen taşı gibi asılı duran kronik işsizlik ağırlaşmaya devam eder.

Korkularını gerçeğe çevirelim!

Yani kapitalizm her adımında büyük çelişki ve çatışma üretmeye devam eder. Ekonomik krizler gibi işsizlik de kapitalizmin doğasından kaynaklanır. Bu nedenle işçi kitleleri, burjuva ideologların ve burjuva hükümetlerin krizlere ve işsizliğe dair yalanlarına asla kanmamalıdır. Kapitalizmde ne krizler son bulacaktır ne de işsizlik. Çok uzağa gitmeye gerek yok, bu konuda Türkiye’ye bakmak yeterlidir. 1995-2000 yılları arasında resmi verilere göre işsizlik %6 ilâ 7 civarlarında gezinirken, 2001 kriziyle birlikte %10 bandına oturmuştur. Üstelik de 2002’den sonra ekonomi 2009’a kadar %6’nın altına düşmeyen ve kimi zaman %10’a kadar tırmanan bir büyüme kaydetmiştir. Oysa mantıksal olan ekonominin büyümesine paralel olarak istihdamın da artması ve işsizliğin azalması değil midir?

Ülkeİşsizlik oranı (%)
ABD10.1
Fransa10
İspanya19.4
İngiltere7.8
Kanada8.5
Japonya5.3
Almanya7.6
Şili10.2
İtalya8.3
Türkiye14.5
Brezilya7.7

Ancak kapitalizmde mantık aramak nafile bir çabadır. Tam da yukarıda anlattığımız nedenlerden dolayı işsizlik, krizle birlikte tırmandığı noktadan aşağıya inmezken, reel ücretler düşmüş, verimlilik ise bir hayli yükselmiştir. Meselâ, 2000 yılında “verimlilik” endeksi yaklaşık 115 iken, işsizliğin %10’un üzerine tırmandığı ama ekonominin %9,9 oranında büyüdüğü 2004’te 145 olmuştur. Aynı yıllar içinde reel ücret endeksi 110’dan 83’e doğru gerilemiştir. Tüm bu verilerin anlamı açıktır: İşgünü uzatılmış, iş temposu artırılmış ve yoğunlaştırılmış, sosyal haklar gasp edilmiş, ücretler düşmüş, ama ekonomi büyümüştür. Yani emek sömürüsü muazzam oranlarda artmıştır.

Küresel krizle birlikte önce %16’ya tırmanan, bilahare %14,5 düzeyine inen bugünkü işsizlik oranının, ekonomik büyüme gerçekleştiğinde de çok fazla gerilemeyeceğini vurgulamak gerekiyor. Yukarıda çizdiğimiz tablo ve krizle birlikte daha da artan kapitalist saldırılar da bunun böyle olacağını göstermektedir. Elbette işçi sınıfının bir kesiminin yoğun biçimde sömürülmesi, bir kesiminin de işsizlik cenderesine itilmesi olgusu yalnızca Türkiye’ye özgü değildir. Başta ileri kapitalist ülkeler olmak üzere tüm dünyada işsizlik hızla büyümektedir. Örneğin, ABD’de 2001 yılında %4,8 olan işsizlik oranı, süreç içinde tırmanmış ve krizle birlikte %10’un üzerine çıkmıştır. Yani “rüyalar ülkesi” ABD’de de on milyonlarca işçi işsizlik belâsıyla boğuşuyor.

Üstelik hiçbir ülkede resmi işsizlik oranları gerçek durumu yansıtmamaktadır. İleri, orta ve az gelişmiş kapitalist ülkelerde farklı düzeylerde de olsa, özellikle erkeklere göre kadınların işgücüne katılımı düşüktür. Meselâ Türkiye’de erkeklerin işgücüne katılım oranı %70 iken, kadınlarınki %26 düzeyindedir. “Ev kadını” damgası vurulan milyonlarca kadın, üretim sürecinin dışına itiliyor. Bundan ötürüdür ki, 15 ilâ 50 yaş arası çalışabilir nüfustan, toplamda işgücüne katılım %48 civarındadır. Bu oranın birkaç puan yükselmesiyle işsizlik rakamlarının daha da yukarılara tırmanacağı açıktır. İleri, orta ve az gelişmiş ülkelerde değişkenlik arz eden bu olgu şunu göstermektedir: Kapitalizm şu ya da bu biçimde toplumun önemli bir kesimini üretim sürecinin dışına itmekte, insanları üretmekten alıkoymakta, verimsizleştirmekte ve özellikle bu alandan kaynaklı olarak insanları sosyal ve psikolojik sorunlar yumağının içine yuvarlamaktadır.

Yani kapitalizm toplumu çürütüyor, insanların gelecek hayallerini ve umutlarını karartıyor. İşsizliğin hızla tırmandığı genç nüfus üzerinde kapitalizmin bu yıkıcı yönü daha bir etkili oluyor. İnsanların daha ömürlerinin baharında işsizlik kuyusuna düşmesi, en verimli çağlarında tümüyle atıl kalmaları, kendi yaşamlarını kazanamamanın getirdiği sosyal eziklik ve psikolojik güvensizlik, kaybolup giden gençlik enerjisi, sönen hayaller ve umutlar, kapitalizmin bu yıkıcı etkisinin dışavurumudur.

Kaldı ki bir iş bulup çalışanlar da, eğer örgütlü değillerse ve mücadele vermiyorlarsa kapitalizmin çürütücü etkisinin dışında kalamazlar. Elif Çağlı’nın dediği gibi, “Genç işçi ve emekçi, kapitalizm altında manevi ve fiziki niteliklerini geliştiremez. Bu düzen kendisine, ruhunu ve vücudunu yıpratıp mahvedeceği koşulları sunar. O, çalıştığı sürece sermayenin bir uzantısı gibidir ve bireyselliğini asla duyumsayamaz. Yalnızca çalışmadığı zaman kendisi olabilme ve kendi varlığını hissedebilme şansına sahiptir. Fakat özellikle günümüzde, tüm yaşam alanının boş zamanları da içine alacak şekilde sermaye tarafından örgütlenmesiyle birlikte bu şans da buhar olup havaya karışmaktadır. Böylece, bilinçsizliğin çıkmazına saplanan ve kapitalizmin dayattığı yaşam tarzına karşı muhalif tutum alamayan kişi, hayatının tüm saatleri itibarıyla adeta sermayenin kuklasına dönüştürülmektedir.”[1]

Kapitalizmin kendilerine bir gelecek sunmadığını, sunamayacağını, hayallerini ve umutlarını parçaladığını görmeye başlayan genç işsiz kitleleri ne yaparlar? G20 ülkelerinin çalışma bakanlarının, OECD ve IMF gibi kapitalist kurumların ve pek çok vesileyle burjuva ideologların genç nüfusta büyüyen işsizliğe dikkat çekmeleri ve uyarılarda bulunmalarının nedeni, yukarıdaki soruyu kendilerine sormuş olmalarıdır. Kapitalizmin yaydığı gelecek yanılsamasının parçalanmasıyla gençliğin isyan ateşinin sistemi yakabileceğini bal gibi de biliyorlar. Bu nedenle bir taraftan kitlelerin olası tepkilerine dikkat çekerek sistemin bekası için alarm zilleri çalarken, öte taraftan da her türlü ideolojik araca başvurarak sistem adına umutları canlı tutmaya çalışıyorlar. Bu temelde gerçekliği çarpıtmaktan da geri durmuyorlar. Örneğin, genç nüfustaki işsizlik oranları 15-24 yaş arası dikkate alınarak belirlenmekte, 25 yaş ve üstüyse genç işsiz kitlesine dâhil edilmemektedir. Fakat bu keyfi hesaplamaya göre bile, Türkiye’de genç nüfustaki işsizlik oranı %25’in üzerindedir. 25-30 yaş arası nüfusun eklenmesiyle bu oranın bir hayli yükseleceği ve hatta iki katına çıkacağı açıktır.

Tek amacı daha fazla kâr olan, bu temelde doğayı ve insanlığı dizginsiz bir şekilde sömüren, her yönden toplumu yıkıma sürükleyen kapitalizm, ne işçi sınıfına ne de bu ordunun genç bölüklerine insanca bir yaşam sunabilir. İşsizler ordusu da dâhil tüm emekçi kitlelere insanca bir yaşamı ancak ve ancak sosyalizm sağlayabilir. İnsanlığı ve doğayı kapitalizmin elinden kurtaracak yegâne çözüm, işçi sınıfının iktidarı ele geçirerek sosyalizm yolunu açmasıdır. Kapitalizm belâsından insanlığı kurtarma mücadelesinde gençliğe büyük bir görev düşmektedir. Genç işçi kitleleri kapitalizmden boşuna medet ummak yerine, sermayenin sözcülerinin ve ideologlarının dikkat çektiği devrim korkusunu gerçeğe çevirmek için devrimci mücadele bayrağını yükseltmelidirler. 

1 Haziran 2010

[1] Elif Çağlı, Marksizm ve Gençlik, MT, Mayıs 2005

İlgili yazılar