Gazze Abluka Altındayken İsrail’le “Normalleşme”
Gülhan Dildar, 14 Temmuz 2016

Türkiye son günlerde dış politikasında “tarihi” tornistanlar yapıyor. Haziran ayı sonunda İsrail’le imzalanan “normalleşme” mutabakatı bunlardan sadece biri. Emperyalist dış politikalarında köşeye sıkışan AKP’nin nasıl bu noktaya geldiği ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu. Biz burada, “öldürmeyi iyi bilen, zalim” İsrail ile “Müslüman coğrafyanın ve mazlum Filistin halkının hamisi” Türkiye’nin imzaladığı mutabakat metni üzerinde duralım.

2015 sonundan beri gizli görüşmeler yapan Türk ve İsrailli diplomatlar, Haziran sonunda mutabakat zeminini oluşturdular. Ardından da her iki devlet, burjuva devletlere yakışır bir ikiyüzlülükle, imzalanan mutabakatı iç kamuoylarına eşzamanlı olarak manipülatif bir şekilde sundular. İsrail, bu anlaşma doğrultusunda yapılacak enerji işbirliği ile ihracat rakamlarının katlanacağını öne çıkardı. Türkiye ise şart koştuğu tüm maddelerin İsrail tarafından kabul edildiğini öne sürdü. Peki, neydi Türkiye’nin şart koştuğu maddeler ve gerçekten bunlar kabul edildi mi?

Kitlelere tornistanları yutturma girişimleri

Hatırlayalım; Türkiye 2008’den itibaren Gazze’ye yönelik baskı ve saldırganlığını arttıran İsrail’e karşı pek çok uluslararası platformda keskin çıkışlar yapmış ve Erdoğan kabadayıca racon kesmeye başlamıştı. Emperyalist emellerinin sarhoşluğuna kapılan AKP ve Erdoğan, uluslararası arenada ses getireceğini hesap ettiği Mavi Marmara gemisi ile Gazze ablukasını yarma girişimine izin vermişti. 2010 yılındaki bu girişimi bir provokasyon olarak değerlendiren İsrail, insani yardım malzemelerini ulaştırmak için Gazze limanına doğru yola çıkmış olan Mavi Marmara gemisini uluslararası sularda askeri bir operasyonla durdurmuştu. Bu saldırı sonucu 9 kişi öldürülmüş ve gerçekleştirilen katliam tüm dünyada yankı uyandırmıştı. Bu saldırının ardından Türkiye, İsrail ile diplomatik ilişkilerini ikinci kâtip düzeyine çekti ve üç şart öne sürdü: İsrail Türkiye’den özür dileyecek, ölenlerin ailelerine tazminat ödeyecek ve Gazze ablukasını kaldıracak.

İsrail’in saldırısı sonrasında eli güçlenen Türkiye, Ortadoğu ve Arap coğrafyasındaki gelişmelerin aleyhine dönmesine ve dış politikada sıkışma noktasına varıncaya dek İsrail’e kafa tutmaya ve şartlarında diretmeye devam etti. Bu noktadan sonra ise, gerek siyasal gerekse ekonomik çıkarlar burjuva iktidarı İsrail’le anlaşma yolları aramaya itti ve nihayetinde söz konusu anlaşma imzalandı. Aylarca süren görüşmelerin nihayetinde imzalanan normalleşme mutabakatı, AKP’li sözcüler, medya aygıtları, kalemşörler ve dış politika uzmanları tarafından, adeta tarihi bir zafer kazanmış edalarıyla, bir seferberliğe soyunmuşçasına, gerçeklik tam anlamıyla ters yüz edilerek kitlelere sunuldu. Zira AKP’nin, İsrail’e büyük bir öfke besleyen tabanında bu anlaşmanın tepkiyle karşılanabileceği yönünde bir kaygı vardı ve tepkinin ters tepmesinin önüne geçilmesi gerekiyordu.

Kitleleri aldatmada, ikiyüzlülükte pek mahir olan AKP’nin has kalemleri köşe yazılarında akla gelebilecek her soruyu soruyor, sonra da altını tam bir kepazelikle safsatalarla dolduruyorlar. AKP’nin emperyal ideolojisini besleyen İbrahim Karagül gibileri varılan anlaşmayı “İran’ın oyun planını bozma” olarak nitelemiş ve “Devletler oyunu, güçler hesaplaşması yaşanmaktadır. Formel söylemlere, sözleşmelere, anlaşmalara, ittifaklara aldırmayın. Güç hesaplaşması çok acımasız bir şekilde devam etmektedir” diyerek AKP tabanını teskin etmeye girişmiştir. Rasim Ozan Kütahyalı gibi ucuz kalemlerden dış politikadaki yenilgiyi utangaçça kabul edenler de var: “Peki bu yeni dönem Türkiye’nin dış siyasetteki tezlerinin haksız olduğunu mu gösteriyor? Kesinlikle hayır. Temel tezlerimiz haklıydı ama toplam gücümüz bu haklı oluşumuzu hayata geçirecek düzeyde değildi. Kişi başı geliri 25 bin dolar olan 2 trilyon dolarlık bir ülke olsaydık haklı olduğumuz konularda başka siyasi sonuçlar yaratabilirdik ama şu halimizle maalesef netice alamadık.” Mağlubiyeti utangaçça kabul edenlerin yanı sıra düpedüz yalan haberler de servis edildi. Her ne hikmetse adı belirtilmeyen “üst düzey” yetkililer aracılığıyla şöyle deniyordu: “İsrail ile sağlanan uzlaşma, 31 Mayıs 2010’dan beri sergilediğimiz ilkeli ve kararlı tutum sayesinde kazanılmış bir diplomatik başarıdır”, “Türkiye’nin tüm şartları kabul edilmiş; Filistin halkının koşullarının iyileştirilmesi için tarihi bir adım atılmıştır. Mavi Marmara şehitlerimizin arzuladığı şekilde Gazze’ye insani yardım yapılmasının yolu açılmıştır”.

Türkiye’nin üzerini örtmeye çalıştığı Gazze ablukası

Oysa Türkiye’nin dış politikasının iflas ettiği ve İsrail’le ilişkilerin normalleşmesi öncesinde direttiği maddelerden tıpış tıpış vazgeçtiği gayet açık ve net bir şekilde ortadadır. Üç şarttan ilki 2013’te İsrail Başbakanı Netanyahu’nun özür dilemesiyle sağlanmıştı. Lakin özür meselesi iç kamuoyunda İsrail’in tarihte ilk kez bir devletten özür dilediği açıklamalarıyla olağanüstü önem atfedilerek sunulmuş ve kitleler büyük bir zafer kazanılmış havalarına sokulmuştu. Oysa İsrail, ABD’nin “arabuluculuğuyla” sadece “operasyonel hatalar” için özür dilemişti. Büyük bir başarı kazanımı olarak sunulan ilk şarttan ancak üç yıl sonra “normalleşme” mutabakatı imzalandı! AKP, Müslüman coğrafyanın hamisi pozlarında ve bölgenin en büyük gücü olma havalarında İsrail’e Filistin ablukasını kaldırtma hayali kuruyordu. Ancak uluslararası konjonktür, AKP’yi rüyasından uyandırdı. Türkiye, ikinci ve üçüncü şart tam olarak sağlanmadan mutabakat metni imzalamak zorunda kaldı. Mavi Marmara gemisinde öldürülenlerin ailelerine tazminat şartı AKP’nin beklentisinin altında gerçekleşti. Üstelik İsrail, bu parayı Türkiye’de bir vakfa “bağış” olarak verecek ve vakıf üzerinden ailelere iletilecek. Ayrıca bu olayla ilgili İsrailli askerler ve siyasiler aleyhine açılmış davaların herhangi bir yaptırımla sonuçlanmayacağı konusunda da anlaşılmış durumda.

Üçüncü ve en kritik şart olan Gazze ablukasının kaldırılması şartı konusunda da anlaşmaya varıldığı öne sürülüyor. İsrail’le uzlaşma, Gazze’deki yaşam koşullarının iyileştirilmesi bakımından büyük bir fırsat olarak kitlelere şu şekilde yutturulmaya çalışılıyor: “Mutabakat çerçevesinde Türkiye, Gazze’ye insani yardım dahil sivil amaçlı malzemelerin girişini sağlayacak ve altyapı yatırımlarını gerçekleştirecek. Gazze halkının kullanımı için konutlar inşa edilecek ve 200 yataklı Türkiye-Filistin Dostluk Hastanesi en kısa zamanda hizmete alınacak. Gazze halkının en acil ihtiyaçları olan elektrik ve içme suyu sorunu çözülüyor. Gazze’ye verilen elektrik ve su miktarı arttırılacak. Yeni santraller yapılacak.” İsrail’in, Türkiye’nin hayata geçireceğini söylediği bu projelerin ne kadarına izin vereceğini, hayata geçirilip geçirilemeyeceğini önümüzdeki dönemde göreceğiz. Lakin Türkiyeli egemenler, Gazze’ye yardımların ne şekilde ve hangi koşullarda ulaştırılacağı konusunda bir açıklama yapmaktan da kaçınıyor. Gazze’ye yardımlar İsrail’in kontrolü altında ve Aşdod limanı üzerinden yapılabilecek. Yani Türkiye ya da bir başka ülke yardımları gönlünün istediği gibi ve doğrudan Gazze’ye ulaştıramayacak. Yani uzun süredir denizden, karadan, havadan İsrail ablukası altında olan Gazze’nin durumunda bir değişiklik olmayacak. Aksine İsrail’in Aşdod limanı dayatması kabul edilerek Gazze ablukası resmen tanınmış oluyor. Oysa 2010’da Mavi Marmara gemisinin uluslararası gündeme oturmasının sebebi, İsrail’in Aşdod limanı dayatmasının reddedilmesi ve doğrudan Gazze limanına gidilmek istenmesiydi. O dönem Mavi Marmara’yla kahramanlık şovuna girişen Türkiye, altı yıl sonra tam bir ikiyüzlülükle bu kez Lady Leyla gemisiyle şova girişti. Mutabakat sonrası gönderilen ilk yardım gemisi olan Lady Leyla, doğrudan Gazze’ye değil Aşdod limanına gönderildi ve yardımlar İsrail kontrolünde kara yoluyla Gazze’ye ulaştırıldı.

Türkiye’nin öne çıkardığı yukarıda sıraladığımız üç şart haricinde İsrail’in öne çıkardığı şart ise “terör örgütü” olarak ilan ettiği Hamas’ın faaliyetlerine Türkiye’de izin verilmemesiydi. Her ne kadar AKP sözcüleri anlaşmada Hamas’a dair bir madde olmadığını ve Filistinli gruplarla ilişkilerini sürdüreceklerini söyleseler de, İsrail Başkonsolosu Shai Cohen’nin Türk basınına verdiği demeçler dâhil İsrail kanadından yapılan açıklamalar bunun aksini gösteriyor. Cohen’nin açıklaması Türkiye’nin İsrail’e bu konuda da söz verdiğini gösteriyor: “Türkiye ile Hamas’ın hiçbir askeri ya da terör aktivitesine izin vermeyeceği konusunda anlaşıldı. Buna Türk topraklarında para toplanması da dâhil. Özellikle İsrail’e olmak üzere Türk topraklarından hiçbir eylemde bulunmalarına izin verilmeyeceği konusunda bir söz verildi.”

Anlaşmada dikkat çeken bir diğer nokta da Türkiye’nin, üye olduğu uluslararası örgütlerin hiçbirinde (NATO, OECD gibi) İsrail aleyhine hareket etmemeye ve İsrail’in üyeliğinin sağlanması için çalışmaya söz vermiş olmasıdır. Öte yandan, bu anlaşma imzalandıktan birkaç gün sonra İsrail’in Gazze’yi bombalaması ve Türk hükümetinden çıt çıkmaması, katil İsrail devletinin de, “mazlumların koruyucusuyuz” diyen sahtekârların da önümüzdeki dönemde Filistin sorununda nasıl bir çizgi izleyeceklerini net bir şekilde göstermektedir.

Şurası çok açık ki yıllardır İsrail zulmü altında inleyen Filistin halkının çıkarları gerçekte Türkiyeli egemenlerin umurunda değildir. İsrail’le bölgesel ve ekonomik çıkarlar temelinde anlaşan AKP tam bir riyakârlık örneği sergilemiştir. Gazzeli Filistinliler cehennem ateşi içinde yanarken AKP, İsrail’i neredeyse stratejik müttefiki ilan etmiştir. Mavi Marmara olayından bu yana Filistinliler lehine hiçbir olumlu gelişme olmamasına rağmen bu süreç boyunca Türkiye İsrail arasındaki ekonomik ilişkilerde bir bozulma olmamış, aksine ticaret hacmi artmıştır. Son yapılan anlaşmayla istihbarat, askeri, ticari, turizm ve enerji ilişkilerinin daha üst seviyelere çıkarılacağı sözü verilmiştir. Bakanlar düzeyindeki ilk görüşmenin de Ağustos ayında ekonomik temelde yapılması planlanmıştır.

Burjuva devletlerin ezilen uluslara yönelik tutumları tümüyle egemenlerin çıkarlarına endekslidir. Filistin sorununda ve Kürt sorununda sergilediği tutumlarla Türkiye bu durumu gayet açık bir biçimde somutlamaktadır. Türkiye, İsrail’le yaptığı son anlaşmayla riyakârlığını bir kez daha ispatlamıştır.

İlgili yazılar