Filistin Sorunundaki Gelişmeler ve İki Farklı Çözüm
Akın Erensoy, 1 Ocak 2004

Bu kaçıncı “yol haritası”?

Emperyalistlerin cehenneme çevirdikleri Ortadoğu’da haritası çıkartılmamış yol kalmadı adeta. Ama yine de bir “çözüm”den söz edilemiyor. Hâlâ, emperyalistler peş peşe “yeni” “yol haritaları” piyasaya sürüyorlar. Emperyalist hegemonya mücadelesinin tarafları, ayrı renk ve tonlarda (!) bir “yol” gösteriyorlar Filistin halkına. Görünürde ise, İsrail Siyonist devletinin Filistin halkının üzerine yağdırdığı bombalardan, yıkılan evlerden, ölen emekçilerden başka bir şey yok. Eylül 2000’de başlayan son intifadadan bugüne kadar ölen Filistinlilerin sayısı 3 bini aşmaktadır.

ABD emperyalizminin 2003 Haziranında ileri sürdüğü “yol haritası” onca müzakereye rağmen fiilen kabul görmüş değildir ve bir sözde Filistin Başbakanını ıskartaya çıkaracak kadar eskimiştir. Aslında ABD, Irak savaşı öncesinde Filistin sorununa kendince bir çözüm getirmek ve bölgedeki siyasal etkisini artırmak istiyordu. Böylelikle ABD siyasi prestij de kazanacaktı. Ancak Ortadoğu, emperyalist kavganın kızıştığı ve bir o kadar da giriftleştiği, siyasal ve diplomatik oyunların ardı arkasının kesilmediği bir coğrafya demektir. Filistin sorunu ise asla hegemonya alanının dışında değildir. Filistin’e “barış” getirmeden önce Irak’a “özgürlük” getirmek isteyen ABD, İsrail’in Filistin halkına yönelik katliamlarını “teröre karşı savaş” olarak nitelemişti. ABD Irak halkının üzerine bombalar yağdırırken, İsrail de Filistin halkının direnişini kırmak ve parçalamak için sürekli saldırılar düzenliyordu.

Haziran başlarında ileri sürülen “yol haritası” tam anlamıyla bir ABD emperyalizmi mimarisidir. Ayrıca söz konusu “yol haritası” üzerinde emperyalistler arası yoğun bir pazarlık yapıldığı açıktır. “Yol haritası”nı AB, BM ve Rusya da desteklemiştir. Emperyalistlerin ortak bir plan üzerinde anlaşmaları, aslında önerilen anlaşmanın ne kadar dengelere bağlı olduğunu göstermektedir. Zira en küçük bir değişiklik veya bir emperyalist ülke aleyhine gelişme, varılan anlaşmanın yırtılması ile sonuçlanacaktır. Nitekim “yol haritası” için de aynı emperyalist yasa işlemiş ve masa başında varılan anlaşmalar, savaş ve rekabet alanında bozulmuştur.

ABD ve İsrail, ortaya koydukları “çözüm” için birkaç stratejik oyun oynamaktan ise geri durmadılar. Arafat’ı devre dışı bırakarak, El-Fetih örgütünün merkez komitesinde yer alan Mahmut Abbas’ın Başbakan olarak atanmasını dayatan ABD emperyalizmi, bunu Filistin’in demokratikleşmesi olarak sundu. Aslında amaç, Arafat’ın El-Fetih üzerindeki otoritesini yok etmek ve böylece El-Fetih’i diledikleri gibi yoğurabilecekleri bir kıvama getirmekti. Abbas ile uzun bir dönemdir karargâhından dışarı çıkartılmayan Arafat arasında yaşanan iktidar kavgasında, ABD ve İsrail Abbas’ı desteklediler. Emperyalistler arası kavga FKÖ içinde de ayrı ayrı taraf bulabilmektedir.

Mahmut Abbas, Filistin Başbakanı ve görüşmeci sıfatıyla ABD emperyalizminin ileri sürdüğü “yol haritası”nı tanıyacaklarını açıklamıştı. Bush, Şaron ve Abbas’ın geçen yaz Ürdün’de bir araya gelmeleri sonucunda “yol haritası” ekseninde bir anlaşmaya varılmıştı ve İsrail Kabinesi varılan anlaşmayı onayladığını açıklamıştı. Anlaşmada en önemli olan ve öne çıkan husus 2005’e kadar bir Filistin devletinin kurulacağıydı. Ama bunun nasıl olacağı ise her zaman olduğu gibi yine bir muamma olarak kalmıştır. Bunun en açık kanıtı, İsrail’in “yol haritası”nı kabul etmesine karşın almış olduğu tavırdır. İsrail hükümeti ta başından ve her zaman olduğu gibi Filistin hükümetinin “teröre karşı savaş açmasını” istemektedir. 14 maddelik bir çekince koyan Şaron Hükümeti, Filistin güvenlik birimlerinin feshedilmesini, yeni bir Filistin Yönetimi’nin oluşturulmasını, izleme mekanizmasının ABD’nin idaresine bırakılmasını, bölgesel Filistin devletinin askeri güçten tamamen arındırılmasını ve tüm giriş çıkışların, hava sahasının kontrolünün İsrail’in elinde olmasını istemişti. Haziran başında Şaron ile Abbas’ın görüşmesi sonrasında yayınlanan bildiride “terörist örgütlerin dağıtılması, teröristlerin tutuklanması ve kanun dışı silahlara el konulması” gerektiğinden söz ediliyordu. Siyonist İsrail devletinin nasıl bir çözüm istediği yeterince açık değil mi?

Aslında öncelikle anlaşılması gereken Yahudi yerleşim yerlerinin ve Filistin toprakları dışında BM kamplarında yaşayan, sınır ülkelerine göç eden milyonlarca Filistinlinin akıbetinin ne olacağıdır? Kudüs’ün Statüsü ne olacaktır? Ama bu konularda somut hiçbir şey söylenmiyor. Nerdeyse tüm “yol haritaları” aşamalı bir devletten söz etti bugüne kadar. Ancak, aşamaların sorunsuz birbirini takip etmesi için Filistin’deki direnişin bastırılması ve kontrol altına alınması gerekiyor. ABD ve İsrail’in her zaman isteği bu olmuştur. Filistinli örgütler kısa bir süreliğine de olsa ateşkes ilan etmelerine rağmen, İsrail Filistin halkını katletmeye devam etmiştir. Uzlaşma sağlanamayınca, masa başına oturan diplomatlara “yeni”, “çok yeni” (!) haritalar hazırlamak düşüyor.

İsrail egemen burjuvazisi, milliyetçi sağ kesim, askerler, din adamları ve yerleşim yerlerinde bulunanlar şiddetle bir anlaşmaya karşı çıkıyorlar. Olay, İsrail egemenleri için tamamen sınıfsaldır ve onlar bu dürtülerine göre hareket ediyorlar. Uzun yıllardır, silah sanayiindeki kapitalistler, devletin sürekli silahlanması sonucunda kârlarına kâr katmaktadırlar. İşin bir diğer boyutu Filistin’den sağlanan ucuz işgücüdür. Milliyetçi sağ kesim ve din adamları savaşla birlikte elde ettikleri ayrıcalıkları yitirmek istemiyorlar. Generaller adeta savaş zengini olmuş ya da savaş sayesinde önemli ayrıcalıklar elde etmişlerdir. Yahudi yerleşimciler ise genellikle İsrail’de edinemedikleri ayrıcalıklara, Filistin topraklarına yerleştiklerinde kavuşuyorlar. Yerleşimciler İsrail’in en yoksul ve alt kesimlerini oluşturuyor. Filistin topraklarına geldiklerinde ise İsrail hükümeti onlara ayrıcalıklar sunuyor. Yani Siyonist İsrail devleti, yoksul halkı ezilen başka bir halka karşı kullanıyor. Durumu tersine çevirecek işçi sınıfı ise örgütsüz ve önderliksiz.

Gelinen aşamada, olayların çok hızlı geliştiği ve birçok değişikliği beraberinde getirdiği, emperyalistlerin her müdahalesinde çözümsüzlüğün derinleştiği ortaya çıkmıştır. İsrail, sürekli operasyonlarla Filistin halkına karşı terör estiriyor ve katlediyor. İsrail’in şiddeti sonucunda birçok şehirde Filistinli militanlar intihar saldırıları düzenleyerek intikam almaya çalışıyorlar. Çatışmaların şiddetlenmesi sonucunda “yol haritası”nın görüşmecisi olan Mahmut Abbas istifa etmek zorunda kalmıştır. Abbas’ın yerine geçen Ahmet Kurey her ne kadar “yol haritası”nı takip edeceğini söylüyorsa da ortada harita falan yok. Kurey, İsrail’e şirin gözükmek için olsa gerek, Aralık ayı içinde Mısır’da 13 Filistinli örgütle görüşüp ateşkes yapmalarını önerdi. Buna karşın İsrail, Filistinli işçiler İsrail topraklarına geçmesinler diye tüm sınır boyunca tecrit duvarları yükseltmeye devam ediyor. 150 kilometresi inşa edilen tecrit duvarına bugüne kadar tam 9 milyar dolar harcanmış bulunuyor. Demek ki “yol haritası”nın üzerinde duvarların yükselmesi hiç de kötü bir şey değil; yeter ki İsrail kapitalistlerinin ceplerine dolarlar aksın! Olan ise Filistinli emekçilere olmaktadır. Çünkü binlerce işçi ve köylünün işi duvarların arkasında kalmaktadır. İsrail egemenleri Filistin halkını yalnızca ulusal boyunduruk altında tutmuyorlar, aynı zamanda sınıfsal bir savaş yürüterek emekçileri açlığa mahkûm ediyorlar.

Şimdilerde ise AB etiketli olduğu gün gibi ortada olan bir “Cenevre Girişimi” Filistin halkına dayatılmak istenirken, İsrail’den de lütfedip yumuşak davranması bekleniyor. Bu planın başında Sivil Toplum Örgütlerinin olduğu öncelikle öne çıkartılıyor. İsrail ve Filistin STÖ temsilcileri adına eski İsrail Adalet Bakanı Yossi Beilin ve Filistin eski Enformasyon Bakanı Yaser Abed Rabbo plana önderlik ediyor. “Cenevre Girişimi” İsrail’in 1967 sınırlarına dönmesini, Kudüs’ün bölünmesini, göç etmiş Filistinlilere geri dönme hakkı verilmesini öngörüyor. Ancak bu son maddenin müzakere edilebilmesi için nedense 2005’in beklenmesi gerekiyormuş?! Ama İsrail böyle bir planı tanımayacağını aynı günlerde açıkladı. Şaron ve ekibi bu plana şiddetli karşı çıkışlar yaptılar. Almanya ve Fransa kendi yol haritalarını böylelikle sunarken, emperyalist hegemonya savaşının diplomatik alanı dışına çıkıp İsrail’e yüklenemiyorlar; isteklerini “demokrasi ve insan hakları” şemsiyesi altına saklıyorlar. Zira İsrail üzerinde keskin bir politika uygulamak, aynı şekilde Ortadoğu’ya sert müdahale etmek demektir; bu ise ABD emperyalizmi ile keskin bir virajda, Ortadoğu içlerinde burun buruna gelmeleri anlamına gelir. Bunu göze almaları ise şimdilik mümkün gözükmüyor; AB ülkelerinde “İsrail kötü bir devlettir” yollu anketler yayınlatıyorlar ve dirilmesi için BM’nin ruhuna dua okumaya devam ediyorlar.

Emperyalistlerce dayatılan bu “yol harita”larının sayısını hatırlayan var mı? Son birkaç sene zarfında kaç “harita” emperyalistlerin diplomasi masalarında çürüyüp gitti? Daha 2000 yılının sonuna doğru ve henüz ikinci intifada başlamadan az önce, ABD başkanı Clinton, zamanın İsrail Başbakanı Ehud Barak’ı ve Yaser Arafat’ı bir araya getirmişti. Camp David’de yapılan bu görüşmelerde birçok karar alındı, ama bu kararları İsrail devleti uygulamadığı gibi, şimdinin Başbakanı Şaron, Mescid-i Aksa’ya giderek provokasyonda bulunmuştu. Arkasından ise Filistin halkının direnişi geldi. O günlerde Camp David görüşmelerinden bir devlet çıkartacaklarını ileri sürüyorlardı emperyalistler, bugün ise bu plana göre kurulmuş olması gereken devletin yerinde yeller esiyor. Üstelik Camp David zirvesinde alınan kararlar Oslo görüşmelerinde varılan anlaşmadan geri adım atmayı içeriyordu. Emperyalizmin diplomasi masalarında bir ulus-devlet inşa etmek, kumar masalarında kaybettikçe oynama isteği artan “babayiğit” kumarcıyı hatırlatıyor insana!

11 Eylül sonrasında en çok konuşulan planlardan birisi de Suudi Arabistan petrol egemenlerinin ABD’ye yaranmak için ortaya sürdükleri ve ABD’nin onayını aldıkları “Suudi Girişimi”ydi. Karikatürcüler bu planla oldukça fazla dalga geçmiş ve alay konusu yapmışlardı. ABD bir elinde tuttuğu “barış güvercini”ni havaya bırakıyor ama öteki elindeki kartalı da (İsrail) güvercinin üzerine salıyordu. Bu plan vesilesiyle Arap egemenleri oldukça ileri gitmişlerdi oysa; İsrail’i tanıyacaklardı ve İsrail de 1967 sınırlarına geri çekilecekti. Ama adı belki de hiç duyulmamış olan “Mitcheel Planı” gibi, Suudilerin girişimi de emperyalist hegemonya mücadelesinin tozu içinde kaybolup gitti. Belki de emperyalistlerin Filistin veya ezilen uluslara getireceği özgürlüğün en iyi tasvirini Suudi Girişimiyle dalga geçen karikatürler oluşturuyor. Emperyalistler bir taraftan halklara sözde bir özgürlük –güvercin– veriyorlar, sonrasında ise kartalı üzerine saldırtıp parçalatıyorlar; ya da duruma göre kartalın güçlü pençeleri arasında can vermeden yaşamasına izin veriyorlar.

İki farklı çözüm

Ortadoğu ve Filistin sorunu tam bir yüzyıldır dünya kamuoyunun gündemindedir. Filistin sorunu, emperyalistlerin bölgede pazarlar üzerinde yürüttükleri hegemonya savaşıyla iç içe geçmiş ve tam anlamıyla bir kangrene dönmüştür. Sorunun içine birçok ülke burnunu sokmakta ve kendi çıkarları doğrultusunda Filistin soruna müdahale edebilmektedirler. Dolayısıyla sorun emperyalist hegemonya mücadelesinin dışında düşünülemez.

Ortadoğu’nun tarihi öneminden yeniden söz etmeye gerek yok. Ortadoğu, Kuzey Afrika’dan Pasifiklere kadar olan bölgedeki pazar ve petrol yataklarına doğrudan bir koç başı vuruşudur. Uzun yıllardır her emperyalist ülke kendi çıkarları için yapay olarak oluşturulmuş Arap devletlerinden birini desteklemekten geri kalmadı. Ancak SSCB’nin çökmesiyle birlikte çok geniş bir alan açıldı ve Arap yarımadası bu açılan bölgenin anahtarı niteliğindedir.

Ortadoğu emperyalist savaşın açık alanına dönüşmüştür. Bölgede yürüyen savaşın akıbeti Filistin sorunu için doğrudan doğruya belirleyici olacaktır. Örneğin ABD kendi lehine olmayan bir çözümü asla kabul etmeyecektir. Irak savaşı sürecinde İsrail’in Filistin bölgelerine girip katliam yapmasına ABD hem göz yumdu ve hem de Almanya-Fransa gibi emperyalist rakiplerden eleştiri geldiğinde İsrail’e sahip çıkıp desteklemekten geri durmadı. ABD, İsrail’e halen kredi vermektedir ve verilen son kredi miktarı 9 milyar dolardır. Ayrıca İsrail silah satan ülkeler içinde ABD ve Rusya’dan sonra üçüncüdür. Yani Filistin halkına karşı savaşın devam ettirilmesi İsrail kapitalistlerinin doğrudan işine gelmektedir. Onlar kârlarını düşünüyorlar ve kârlarının bir halkın katledilmesi üzerinden sağlanması kapitalistler için hiç de anormal bir durum değildir.

Yukarıda sözünü ettiğimiz “yol haritası”nın başarıya ulaşmaması, çıkar bölgeleri üzerinde yürüyen emperyalist hegemonya kavgasının hâlâ devam ediyor oluşundandır. Elbette her ulus-devlet gibi İsrail de saldırgan politikalarından bir an olsun geri adım atmak istememektedir. Unutmayalım ki, İsrail emperyalist savaşın taraftarlarından biridir. ABD’nin Ortadoğu’da egemenliğini yeniden tesis etmesiyle birlikte yeni bir “yol haritası” konacaktır Filistin halkının önüne. Ama tabii ki bu, bölgede bir statükonun oluşmasına bağlıdır ve statüko bozulduğunda sorunun yeniden ortaya çıkması kuvvetle muhtemeldir

Emperyalistlerin kendi çıkarlarına geldiği gibi dayattıkları “yol haritaları” asla Filistin halkı için nihai bir çözüm olamaz. Filistin sorununa, emperyalist sistem içinde burjuva bir çözüm bulunabileceği asla göz ardı edilemez. Fakat emperyalistler arası dengelerin değişmesi ile gelebilecek bir çatışma ve İsrail’in yeniden Filistin’i işgal etme ihtimali oldukça fazladır ve hatta bir gerçektir. Bundan dolayıdır ki, Filistin’e barış emperyalistler tarafından getirilemez.

Aynı şey aslında tüm Ortadoğu halkları için geçerlidir. Çatışmaların kaynağında, halkların cetvelle bölünmesi ve emperyalistlerin nüfuz alanları üzerinde yürüttükleri kavga yatmaktadır. Filistin halkı gibi yıllardır boyunduruk altında yaşayan halklardan birisi de Kürt halkıdır. ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle Kürdistan federe devletinden söz ediliyor ve büyük ihtimalle Irak bir federasyon olarak yeniden inşa edilecek. Komünistler Kürt halkına “niye böyle bir şey istiyorsunuz” diyemez. Ancak bu çözümün kalıcı olamayacağını, emperyalistler arası çelişkiler keskinleşip dengeler bozulduğunda sorunun yeniden kaşınacağını ve halkların düşmanlar olarak karşı karşıya getirileceğini açıklamak komünistlerin asli görevidir. Örneğin Oslo süreci sonrasında kurulmaya çalışılan Filistin devletinin güme gitmesi emperyalistler arası çelişkilerin artmasının sonucudur. Burjuva bir çözüm çerçevesinde Kürtleri bekleyen akıbet de bundan farklı olmayacaktır. Tüm Ortadoğu halkları için adil bir çözümün ve kalıcı bir barışın yolu, işçi sınıfının kapitalist düzeni yıkarak toplumsal devrimi başarıya ulaştırması ve siyasal iktidarını kurmasından geçiyor.

Ortadoğu’ya barışı ancak işçi sınıfı getirebilir. Bunun için öncelikle Ortadoğu’nun emperyalist savaş alanı olmaktan çıkartılması gerekiyor. İşçi sınıfı siyasal iktidarı almadan ise bu mümkün değildir. İsrail işçi sınıfı ile Arap işçi sınıfı ortak bir mücadele bayrağı altında birleşmek zorundadır. Buna karşın İsrail ve Türkiye işçi sınıfı Filistin ve Kürt halkının ayrılma hakkını tanımalı ve bunun için savaşmalıdır. Bölgedeki ulusların önyargısız bir arada yaşayabilmesi ancak ve ancak proletaryanın iktidarı fethetmesi ve Ortadoğu Sovyetler Cumhuriyetini kurmasıyla mümkündür. İşçi sınıfına ve uluslara gerçek özgürlüğü ancak proletaryanın kendi iktidarını, öz-yönetimini kurarak, Sovyetler Cumhuriyetinde birleşmesi sağlayabilir.

Filistin ve Kürt halkına özgürlük!

Emperyalistlerin “yol haritası”na karşı proletaryanın devrimci iktidarı!

Ortadoğu’ya özgürlük işçiler savaşırsa gelecek!

Ortadoğu’nun özgürleşmesi için Sovyetler Cumhuriyeti!

1 Ocak 2004

İlgili yazılar