Emperyalist Savaşın Yeni Halkası: Kırgızistan
Akın Erensoy, 3 Nisan 2005

“Lale Devrimi” mi, burjuva çetelerin iktidar kavgası mı?

Dünya basını durmaksızın haber geçiyor ve Kırgızistan’da bir halk “devrimi” yaşandığını duyuruyor. Gürcistan ve Ukrayna’da başlayan sözümona “devrim” Kırgızistan’a ulaşmış! Sırada kimin olduğunu soruyor büyük Amerikan ve Avrupa gazeteleri. ABD emperyalizminin sözcüleri ve tekelci finans-kapitalin elindeki medya, Kırgızistan’daki “Lale Devriminin” ülkeye demokrasi getireceğini vaaz ediyor. Oysa yaşananlar emperyalist hegemonya savaşının bir parçası. Emperyalist hegemonya savaşı kızışarak yayılıyor ve yayıldıkça yeni yöntemler de geliştiriyor. Ortadoğu ve Kafkasya, nicedir bir hegemonya savaşının kızışmış alanlarıydı ve şimdi bu bölgelere Orta Asya ülkeleri de katıldı. Sırbistan’da, Gürcistan’da, Ukrayna’da, Lübnan’da devreye sokulan yöntem, yani burjuva iç muhalefetin örgütlenerek mevcut iktidarın ABD lehine devrilmesi, son olarak Kırgızistan’da hayata geçirildi. “Devrimler” sürecek! Yani savaş da.

Yürüyen emperyalist savaş konusunda kitlelerin bilincini çarpıtmak amacıyla ABD çeşitli taktikler uyguluyor. Böylece yeni nüfuz alanları oluşturmak üzere yürütülen savaşın adı, “demokrasi götürmek” veya şu ya da bu çiçek yahut renk adıyla anılan “devrimler” oluveriyor! Emperyalistler nüfuz alanları oluşturmak için giriştikleri savaşı demokrasi şalı ile örtmeye çalışıyorlar. ABD emperyalizmi “Büyük Ortadoğu Projesi”ni adım adım hayata geçiriyor. Kuzey Afrika’dan Güney Asya’ya kadar uzanan uçsuz bucaksız toprakların ABD emperyalizminin nüfuzuna girmesi için başlatılan emperyalist savaş, Afganistan ve Irak’ta işgal ile sonuçlanırken, başka bölgelerde değişik yöntemler kullanılıyor. ABD emperyalizmi bu bölgeleri dört bir yandan sarıyor ve kıskacına alıyor. Kırgızistan küçük, yeraltı kanyaklarından yoksun ve aynı zamanda yoksul bir ülke. Fakat hem çin’e hem de emperyalistlerin işgali altında olan Afganistan ile sınırı olan özbekistan’a komşu. üstelik petrol ve doğal gaz bakımından zengin olan diğer Orta Asya ülkelerine açılan kapı durumunda. Anlaşılacağı üzere stratejik bir bölge. ABD, Rusya ve çin’i kuşatmak amacıyla bu bölgedeki ülkelere nüfuz ediyor. Afganistan savaşı sırasında Kırgızistan ABD’nin hışmından uzak durabilmek için ABD’ye askeri üs vermişti. Daha sonra Rusya da askeri üs kervanına katıldı. ABD ve Rus askerleri 30 dakikalık mesafeyle Kırgızistan’a konuşlanmış bulunuyor; yanı başlarında ise çin askerleri nöbet tutuyor.

ABD’nin planlarına göre Kırgızistan’dan sonra sırada diğer Orta Asya Cumhuriyetleri var. Böylece ABD emperyalizmi eski Sovyet topraklarını Kafkaslar’dan ve Orta Asya’dan kuşatmış oluyor. Aynı zamanda Rusya’nın etki alanı içinde yer alan bu ülkelerin başındakiler ise eski Stalinist bürokrasinin en tepedeki yöneticileridir. şu farkla ki, emekçi yığınlar o güne kadar sosyalizm diye yutturulan baskıcı, despotik-bürokratik düzenin altında inletilirken, kapitalizmin restorasyonuyla birlikte aynı bürokratlar burjuvalığa terfi ettiler. çoğu kendisini ebedi Devlet Başkanı ilan etti, kimileri ise hanedanlık geleneği yaratmaya çalıştı. Türkmenistan Devlet başkanı kendini Türkmenbaşı ilan ederken, takvimdeki tüm ayların adını değiştirerek kendi sülalesinin adını içeren yeni bir takvim düzenledi.

şimdi ABD emperyalizmi bu ülkelere demokrasi götürdüğünü ilan ediyor. Bu ülkelerdeki baskıcı rejimler kapitalist gelişmenin derinleşmesine engel oldukları gibi, ABD emperyalizminin eline de siyasi müdahale bahanesi veriyor. Emperyalist hegemonya savaşı çerçevesinde girişilen hamlelerle eski Rusya yanlısı bürokratların iktidarları bir bir devriliyor. Peki yerine kimler geliyor, gerçekten de burjuva parlamenter çerçevede bile olsa bu ülkelere demokrasi mi geliyor? Elbette hayır! Yaşanan tam anlamıyla bir çete savaşıdır. Bu ülkelerin başındaki bürokratik klikler tam anlamıyla bir aile, aşiret düzeni kurmuşlar ve çeteler örgütleyerek emekçi yığınların en küçük hareketini dahi bastırmışlardır. Koyu bir diktatörlük altında inletilen emekçi yığınlar açlık ve sefaletin pençesine düşürülmüştür. Kırgızistan’da işsizlik oranı %43’leri aşmışken, yoksulluk sınırı altında yaşayanlar toplam nüfusun %50’sini geçmiş bulunuyor. Kişi başına mili gelir 250 dolar. Hükümet çevrelerinin konuşlandığı kuzey ile yoksulların çok daha yoğun olduğu güney bölgeleri arasındaki uçurum sürekli genişlemektedir.

27 şubat 2005 seçimlerinde yeniden başa gelen Askar Akayev’in seçimlere hile karıştırdığını ileri süren muhalefet, ABD tekellerinin ve başta da George Soros’un akıttığı mali kaynakları kullanarak mevcut yönetime karşı harekete geçti. Ne ilginçtir ki, muhalefetin tüm önde gelen kadroları elit bir kesimi temsil etmektedir ve neredeyse tamamı Akayev hükümetinde eski yöneticidir. Bunların içinde dış ülkelerde diplomat olarak çalışmış, dışişleri bakanlığı yapmış ya da gizli polis teşkilatının başında bulunmuş olanlar var. Yani bu muhalefet kadroları eski Stalinist bürokrasinin yöneticileridir. Anlaşılacağı gibi bir çete diğer bir çeteye karşı iktidar mücadelesi başlatmış bulunuyor. ABD emperyalizmi ise Kırgızistan’da siyasi nüfuzunu artırmak amacıyla, şimdi, devrilmesini istediği Akayev hükümetinin bu eski yöneticilerini demokrasi havarisi ilan ediyor.

Askar Akeyev’in kaçmasıyla iktidar diğer çetenin elebaşlarından Kurmanbek Bakiyev’in eline geçmiş bulunuyor. Haziranda yeni seçimlerin yapılacağı sözünü veren Bakiyev, o zamana kadar geçici Başbakan ve Devlet Başkanlığı görevlerini yürütecek görev yapacak. Rusya ve ABD, yeni yönetimle rahat çalışacaklarını ve bir sorunları olmadığı mesajını vermişlerdir.

Kırgız ve emperyalist burjuvaziyi kaygılandıran başka bir konu ise yağmalama olaylarının baş göstermesi. Bişkek’te birçok yer yağmalanıp yakıldı. Emperyalist sözcüler ve şimdi başa geçen Kırgız çetesi bu duruma şaşırmış gözüküyor. örgütledikleri kitleler bu noktada kontrol dışına çıkarak kutsal özel mülke dokunmuşlardır. şüphesiz bunda özel olarak ilerici bir yön bulunmuyor. Sokak göstericileri yalnızca kısa bir süre için ihtiyaç maddelerini yağmalamışlardır, yoksa üretim ve dağıtım araçlarına el koyma ve örgütleme söz konusu değildir. Zaten gerçek anlamda bir halk hareketi de söz konusu değildir. Ne var ki bu kadarıyla dahi olsa, bu durum burjuvaziyi korkutmaya yetmektedir; zira böyle olayların emsal teşkil etmesini istememektedir. Egemen sınıflar, çatışmalar sürerse olayların kendi denetimlerinden çıkacağından korkuyorlar ve genişleyen olayların nerede duracağını kestiremiyorlar. Ancak kesin olan bir şey var ki, emperyalist hegemonya savaşının müdahale alanı genişledikçe nüfuz alanlarındaki statükolar sarsılmakta ve bu değişim beklenmedik gelişmelerin de önünü açma potansiyeli taşımaktadır.

Bir gün kızıl devrim geri gelecek!..

Dünya işçi sınıfı başını kaldırıp bakacak durumda olsaydı, çürümüş burjuva düzenin temsilcilerinin onunla nasıl da alay ettiğini görürdü. Ama varsın şimdilik burjuvazi tahtının keyfini sürsün. Tekelci mali-sermayenin medya baronları varsın devrimden dem vursunlar; burjuvazinin uşağı yazar-çizer takımı, liberaller güruhu, gözü yaşlı entelijensiya burjuvazinin demokrasi rüzgârlarını selamlasın! Gerçek devrimci bir yükselişin olmadığı ve kapitalist düzeni tehdit etmediği bugünkü koşullarda dünya burjuvazisi, bir zamanlar ağzına dahi almaktan imtina ettiği kavramları sere serpe, pervazsıca kullansın! Burjuvazi şimdilik emperyalist savaşın üzerini demokrasi ve “devrim” şalıyla örtsün, turuncu ve kadife veya gül ve lale “devrimleri” sırasını savsın! Gün gelir ve su akacağı yolu bulur! Elbet bunların tozunun atılacağı kızıl devrimlere yine sıra gelir!

Tarih ironilerle doludur; ironiler tarihsel gelişim çizgisini belirleyen sınıf mücadelesinin yükselmesi öncesinde nelerin yaşandığını betimlemesi bakımından da manidardır. Burjuvazinin bugün bu kadar devrimden dem vurduğu bir konjonktürü, geleceğin nesilleri sınıf mücadelesi tarihinde bir durgunluk, bir gerileme dönemi olarak kayıtlara düşeceklerdir. Lakin kapitalist düzeni tehdit edecek sınıf mücadelesinin devrimci şafağı da yine bu gericilik döneminde mayalanacaktır. Akıntıya karşı yüzmek, ideolojik mevzileri korumak, Marksizmin berrak ışığını bu karanlığın ortasında söndürmeden geleceğe taşımak tam da bugünün görevidir.

Bizler geçmişi hatırlayarak bugünü anlayabilir ve yaşananların ebedi olmadığını görebiliriz. Tarihsel gelişim çizgisini belirlemiş ve geçmiş kuşakların kayıtlara düştüğü, sınıfımızın belleğini oluşturan mücadeleleri hatırlatmakta yarar var. Dünya burjuvazisinin ağzına pelesenk yaptığı devrim sözcüğü bir retorik olmaktan öte, sınıfımızın tarihinde, burjuvaziyi titreten, kapitalist düzeni yerle bir edecek devrimler anlamına gelmektedir. Mali-sermayenin baronlarının, sözümona “açık toplum” örgütünün sözcüsü George Soros gibi sahtekârların ülkesi Amerika’da, 20. yüzyılın başında burjuvazinin en çok korktuğu kavramlar devrim ve Bolşevizm idi! İşçi sınıfının en küçük hareketini acımasızca bastıran ve bunu da bizzat çeteler örgütleyerek yapan Amerikan tekelci burjuvazisi, bırakın devrimi, sendikal örgütlenmeden bile ölesiye korkmakta, işçilerin birleşmesi tehlikesi karşısında adeta kudurmaktaydı. 1886 1 Mayısın da yine 8 saatlik iş günü mücadelesi başlatan işçi önderlerini idam eden aynı Soroslardır. 1909’da kadın işçilerin 8 saatlik işgünü mücadelesini bastırmak için 100’ü aşkın kadın işçiyi fabrikaya kapatarak yakan Soros gibilerin sermaye düzenidir. İkinci Emperyalist Savaş sonrasında komünistlere karşı yürütülen “Cadı Kazanı” avını unutmadık, unutmayacağız. ABD emperyalizminin dünyada neler yaptığını anlatmaya ne hacet!

Bugün dünya burjuvazisi devrim imgesini işçi kitlelerinin bilincinde çarpıtarak ters yüz ediyor. Oysa devrim ne sıradan bir siyasal iktidar değişikliği, ne kadife, ne turuncu, ne de güldür! Burjuva tarih içinde yaşanan en büyük devrim Rus işçilerinin 1917 Ekiminde gerçekleştirdikleri kızıl devrimdir. Proleter devrim binlerce yıllık köhne yapıların yıkıldığı ve o güne kadar ezilen ve sömürülen geniş yığınların bizzat kendilerini iktidar olarak örgütledikleri büyük bir altüst oluştur. Proleter devrimle birlikte kitleler ile politika arasındaki tüm duvarlar yıkılır ve işçi kitleleri, köylüler, küçük-burjuvazi siyaset arenasına girer. Ekim Devrimi ile birlikte proletarya tarihte ilk kez iktidar olmayı başarmıştır. Siyasal iktidarı fetheden işçi sınıfı tüm burjuva kurumları darmadağın etmiş, burjuva devleti parçalamıştır. Burjuva devlet cihazını kıran-dağıtan işçi sınıfı, öz-yönetim organları olan Sovyetler üzerinden yeni bir örgütlenme yaratmıştır: işçi demokrasisi! Her düzeyde örgütlenen, işyerlerinden başlayarak üretime ve yönetime katılan proletarya, modern tarihin en demokratik siyasal toplumunu, işçi demokrasisini kurmuştur.

Sovyetler biçiminde örgütlenen işçi demokrasisi, burjuva devlet cihazını parçalamakla kalmamış, kapitalist üretim ilişkilerine ve mülkiyet tarzına da son vermiştir. Böylece her şeyin meta olduğu, üretimin genelleştirilmiş meta üretimi olduğu kapitalist düzen son bulmuştur. 1917 Ekim Devrimi öylesine büyük ve öylesine engindi ki, dünya kapitalist düzenini sallamaya muktedir oldu. Kapitalist tarihi yörüngesinden çıkartarak tarihin gidişatını değiştirdi. Komünist Manifesto’da yazıldığı üzere tarihin sınıflar mücadelesi tarihi olduğu en iyi bu dönemde anlaşılabildi. İşte bu devrimin adı kızıl devrimdi ve amacı kapitalist düzeni kökünden kurutmaktı. Bir gün yine kızıl devrim gelecek ve insanlığın başına musallat olmuş bu kapitalizm belâsını tüm dünyadan defedecek. 

3 Nisan 2005

İlgili yazılar