Emperyalist Maceracılığı Meşrulaştırma Çabaları
Utku Kızılok, 21 Aralık 2015

Ortadoğu’daki emperyalist savaş kritik bir eşiğe gelirken, paylaşım masasına güçlü bir şekilde oturmak isteyen emperyalist-kapitalist güçler mevzi tutmaya çalışıyorlar. Önümüzdeki dönemde Suriye’nin nasıl şekilleneceği, hiç kuşkusuz Ortadoğu’daki emperyalist paylaşımın genel seyrine bağlı olacaktır. Lakin şu hususu da hesaba katmak lazım: Bugün Irak, Suriye ve Yemen gibi ülkelerde çeşitli güçler üzerinden dolaylı olarak kozlarını paylaşan emperyalist-kapitalist devletler, hiç beklenmedik anda doğrudan karşı karşıya gelebilirler. Bu hiç de zayıf bir ihtimal değildir. Aslında Ortadoğu’da sürüp giden emperyalist savaşın genel eğilimi bu yöndedir. Akdeniz’e bu denli yoğun bir savaş yığınağının yapılması tesadüf değildir. Emperyalist savaşın dinamikleri bunu zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla çok daha yıkıcı bir düzeye sıçrayacak ve daha da genişleyecek bir emperyalist savaş süreciyle karşı karşıyayız.

Ortadoğu’da ve özellikle de Suriye’de yoğunlaşmış biçimde devam eden emperyalist savaşta önemli bir dönemece gelinmiş durumda. Türkiye’nin bir Rus savaş uçağını düşürmesiyle birlikte Ortadoğu’daki emperyalist kapışmanın seviyesi oldukça yükselmiş bulunuyor. Ekonomik-siyasi yaptırımlarla Türkiye’ye karşılık veren ve Suriye özelinde onu sıkıştıran Rusya, öte taraftan da Akdeniz’e ve Suriye’ye daha fazla savaş gemisi ve savaş uçağı yığınağı yapmaktadır. Türkiye ile Rusya ihtilafı başladıktan hemen sonra, ABD emperyalizminin kontrolündeki NATO da savaş gemileriyle Akdeniz’de sahne aldı. İngiltere ve Almanya gibi ülkeler, “IŞİD’le mücadele” bahanesiyle parlamentodan tezkere çıkartarak savaşa katılacaklarını açıkladılar. Tüm bunlar olurken, geçtiğimiz günlerde Türkiye, Musul yakınlarına yüzlerce asker ve 25 tanktan oluşan bir savaş gücü gönderdi. Topraklarının işgal edildiğini, Türkiye’nin askeri gücünü derhal geri çekmesi gerektiğini, aksi halde gerekeni yapacağını açıklayan Irak merkezi hükümetiyle Türkiye arasında tırmanan gerilim hâlâ devam ediyor.

Tüm bunların anlamı şudur: Ortadoğu’daki emperyalist savaş kritik bir eşiğe gelirken, paylaşım masasına güçlü bir şekilde oturmak isteyen emperyalist-kapitalist güçler mevzi tutmaya çalışıyorlar. Önümüzdeki dönemde Suriye’nin nasıl şekilleneceği, hiç kuşkusuz Ortadoğu’daki emperyalist paylaşımın genel seyrine bağlı olacaktır. Lakin şu hususu da hesaba katmak lazım: Bugün Irak, Suriye ve Yemen gibi ülkelerde çeşitli güçler üzerinden dolaylı olarak kozlarını paylaşan emperyalist-kapitalist devletler, hiç beklenmedik anda doğrudan karşı karşıya gelebilirler. Bu hiç de zayıf bir ihtimal değildir. Aslında Ortadoğu’da sürüp giden emperyalist savaşın genel eğilimi bu yöndedir. Akdeniz’e bu denli yoğun bir savaş yığınağının yapılması tesadüf değildir. Emperyalist savaşın dinamikleri bunu zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla çok daha yıkıcı bir düzeye sıçrayacak ve daha da genişleyecek bir emperyalist savaş süreciyle karşı karşıyayız.

Savaş giderek karmaşık bir hal alıp yoğunlaşırken, Rus savaş uçağını düşüren ve Musul’a asker yığmaya kalkan Türkiye, ne pahasına olursa olsun Ortadoğu’daki savaşa çok daha aktif bir şekilde katılmak istiyor. Daha da önemlisi, Ortadoğu’nun en önemli gücü, paylaşım sofrasının ana belirleyenlerinden biri olmayı hayal ediyor. Egemenler, ülkeyi her geçen gün savaşın ortasına çekecek adımlar atarken, ne yazık ki geniş emekçi kitleler durumun ciddiyetinin farkına varmış değiller. Örgütsüz ve bilinçsiz kitleler henüz savaşın korkunç bir yıkım anlamına geldiğini kavrayamıyor, egemenlerin ideolojik yönlendirmesi altında savaşa “evet” deme noktasına itiliyorlar. AKP’nin emperyalist siyasetinin ideologları, Türkiye burjuvazisinin emperyalist heveslerini kitlelerin bilincinde meşrulaştırmak için bilhassa onların korkularını kamçılamaktan geri durmuyorlar.

Meselâ AKP’nin emperyalist siyasetinin açık sözlü ideologlarından Yeni Şafak genel yayın yönetmeni İbrahim Karagül, sürekli bir şekilde bu korkuları depreştirmek için kalem oynatıyor. Bir taraftan Türkiye’nin emperyalist emellerini Osmanlı coğrafyasını kapsayacak şekilde ortaya koyan Karagül, öte taraftan bu siyaseti haklı çıkartmak için korkuları körüklüyor: “Bu aşamadan sonra Türkiye’yi sadece Anadolu sınırlarına hapsetmek mümkün değildir. 20. yüzyıl Türkiye’si bizim için bir gelecek güvencesi vermemektedir. Kızıldeniz’de ne varsa, Basra Körfezi’nde ne varsa, Doğu Akdeniz nasıl bir hükümranlık alanıysa doğrudan bizimle ilgilidir. Kafkaslardan elimizi çektiğimiz an, Balkanlardan uzaklaştığımız an, Irak’tan Suriye’ye uzanan yeni harita çalışmalarını uzaktan seyrettiğimiz an elimizde Anadolu bile kalmayacaktır. Suriye sınırı boyunca oluşturulan yeni cepheyi sınırlarımızın  sıfır noktasında karşılamayı seçtiğimiz an, bu cephe Anadolu içlerine, şehirlerimize, köylerimize gelecektir. Biz biliyoruz ki, Anadolu’nun savunması Saraybosna’dan, Bakü’den, Şam’dan, Bağdat’tan başlar. Dahası Kızıldeniz’den, Hazar’dan, Süveyş’ten başlar. Bizim jeopolitik hafızamız bize bunu söyler.”[1]

Bu emperyalist ideolog, birçok hususu özellikle vurgulu yazmakta, öne çıkartmaktadır. Dikkat edileceği üzere, güdülen emperyalist siyaseti meşrulaştırmak için keskin bir ikilem konmaktadır: Ya Türkiye geniş bir alanda egemenlik ve paylaşım için siyaset yürütecek, gerektiğinde bu uğurda savaşa girmekten çekinmeyecek ya da Anadolu elden gidecek! Örgütsüz kitlelerin bu savları sorgulaması ve gerçekleri açığa çıkartarak tutum alması elbette mümkün değildir. Kitleler açısından yaşadıkları toprakların parçalanması, evsiz barksız kalıp sonu gelmeyecek bir yıkımın içine sürüklenmeleri anlamına gelmektedir. Bu durum, Osmanlı’nın dağılması sonrasında Anadolu topraklarına sığınan kitlelerin tarihsel hafızasında hâlâ canlıdır. Zaten AKP ve burjuva ideologlar özellikle geçmişe dayanan bu korkuları kaşımakta, bunu yaparken Osmanlı hayallerini de propaganda etmektedirler.

Baksanıza AKP’nin ideologu haritalar çizmekte ve paylaşım savaşından nereleri kapmak istediklerini daha şimdiden yazmaktan imtina etmemektedir: “Son bir şeye dikkat çekeyim: Musul-Halep çizgisi Türkiye’nin geleceğini koruma çizgisidir. Bu çizgi savaş sebebidir. Bu kuşak hiçbir şekilde bölgede bir başka ülkenin inisiyatifine terk edilmeyecektir. Biz kendimizi bu çizgi üzerinden savunamazsak, işgal Anadolu’nun içlerine kadar ilerleyecektir. Biz kendi haritamızı şekillendiremezsek, bir bölge haritası çizemezsek onlar bütün bölgenin haritasını değiştirecekleri gibi Anadolu için de yeni bir harita çizeceklerdir. Öyleyse biz de bu haritayı Musul-Halep arasında çizeriz.” Bu satırlarda yer alan “Anadolu elden gider” vurgusu gerçekten de işin bahanesidir. Gerçek, bir zamanlar Osmanlı egemenliği altında kalan, petrol ve enerji yatakları açısından son derece zengin olan topraklara el koyma arzusudur.[2]

AKP’nin emperyalist ideologları, Türkiye’nin bu emperyalist siyasetine ideolojik kılıflar bulmaya çalışırken, Türkiye’yi; kendi topraklarını, çevresini ve bilhassa da İslamı savunan “mazlum” konumuna oturtuyorlar. Bunlara bakacak olursak Türkiye sütten çıkmış ak kaşık! Karagül gibileri, karşıtlıklar üzerinden hedef düşman yaratırken, özellikle de bunu Şii-Sünni ekseni üzerine oturtmayı ihmal etmiyorlar. Karagül, tüm yazılarında dönüp dönüp İran’ı hedef almakta ve öyle ki Rus emperyalizmini bile Şii ve “şeytan” İran’ın oyuncağı konumuna indirgemektedir. Peşpeşe kaleme aldığı yazılarında, İran’ın “İslamî İran” olmak yerine emperyal İran olmayı, geleneksel Fars haritasının dışına taşmayı seçtiğini yazıyor: “Moskova ve Tahran Suriye üzerinden Türkiye’yi vurmaktadır. Terörle mücadele gerekçesiyle başlatılan işgal harekâtı doğrudan Türkiye’nin çıkar alanlarına yöneltilmiştir.”[3] Ya da “işin esası, Suriye’de verilen savaş şu an itibariyle bile bölgeseldir. Durdurulamazsa, kontrol altına alınamazsa, İran’ın zaferiyle sonuçlanırsa bir sonraki cephe Basra Körfezi’nde açılacak, bir iki yıla kadar bölgeye müdahaleler başlayacak, bu müdahale de İran ordusunun doğrudan S. Arabistan’a yönelmesine yol açacaktır.”[4]

Öncelikle şu hususun altını kalınca çizmek gerekiyor: Bugün Ortadoğu’da yoğunlaşmış emperyalist dünya savaşının bölgedeki önemli aktörlerinden biri hiç kuşkusuz İran’dır. İran’ın aynı Türkiye gibi Ortadoğu’da emperyalist arzularını hayata geçirmek istediği ve bu temelde Şiiliği kullandığı bir gerçektir. Ancak Türkiye bu emperyalist kapışmanın dışında değildir. O, bu emperyalist kapışmanın ana aktörlerinden biri olmak için yanıp tutuşmaktadır. “Savaşa dâhil olmazsak Anadolu elden gidecek” diyerek dehşet senaryoları çizenler, Şii karşıtlığı temelinde İran’ı hedef gösterenler, tüm kötülüklerin kaynağı olarak diğer emperyalist güçleri sunanlar, kendi emellerinin ve suçlarının, kitleleri sürüklemek istedikleri maceranın üzerini kapatmak istemektedirler.

Bugün Ortadoğu’da emperyalist savaşın derinleşmesinde ve bilhassa Suriye’nin tam anlamıyla bir yıkıma sürüklenmesinde Türkiye egemenlerinin rolü çok büyüktür ve bunun unutturulmasına izin verilemez. Elbette emperyalist savaş, kapitalizmin içine yuvarlandığı derin tarihsel krizden kaynaklanmaktadır. Krizini aşmak ve sorgulanan emperyalist hegemonik gücünü yeniden tesis etmek üzere Ortadoğu’daki emperyalist savaşı başlatan ABD emperyalizmidir. Lakin emperyalist savaşın Ortadoğu’da yoğunlaşmasından sonra Türkiye burjuvazisi bu savaşın bir parçası olmak için can atmıştır. Türkiye egemenlerinin, özellikle Özal’dan bu yana Musul ve Kerkük petrollerine el koymak için nasıl da fırsat aradığı malûmdur. ABD 2003 yılında İkinci Körfez Savaşını başlattığında, o dönem yeni iktidara gelen Erdoğan liderliğindeki AKP, ABD’nin yanında, bilhassa Güney Kürdistan’dan savaşa dâhil olmak ve Türkiye egemenlerinin tarihsel emellerini hayata geçirmek için mücadele vermişti. Bu fırsat kaçınca, Türkiye, bu kez ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin yürütücüsü rolüne soyunmuştu. Paylaşımdan iri bir lokma kapmak ve uluslararası siyasi dengelerin şekillendirilmesinde söz sahibi olmak isteyen Türkiye egemenleri, Afrika’dan Kafkasya’ya emperyalist emellerini gerçeğe dönüştürmek için, aynı diğer emperyalist-kapitalist güçler gibi saldırgan ve kirli bir politika yürütüyorlar.

AKP sözcüleri ve ideologları, Türkiye’nin Osmanlı geçmişini ve Sünni mezhebini emperyalist hevesleri doğrultusunda bir kaldıraca, bir fırsata çevirmek istemektedirler. Bu noktada Karagül’ün sözleri meseleye açıklık kazandırıyor: “İşte bu yüzden, her ülke, imparatorluk dosyalarını tozlu raflardan indirmek, kendi haritasına dönmek zorunda. Dikkat ederseniz, Rusya aynısını yapıyor, İran aynısını yapıyor… Türkiye de aynısını yapıyor. Yapmak zorunda, yapacaktır da.”[5]

Dikkat edileceği üzere AKP’nin ideologları, emperyalist amaçlarını hep başka devletlerin yaptıkları üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Elbette bunu yaparken, tarihsel olguları da çarpıtmaktan geri durmuyorlar. Rusya’nın bir imparatorluk geçmişi olduğu ve birinci emperyalist savaşa dünyayı paylaşmak için katıldığı doğrudur. Ancak bir imparatorluk geçmişi olan İran, Rusya ve Osmanlı gibi emperyalist savaşa dâhil değildi. AKP ideologlarının İran’ı bu kadar öne çıkartıp hedefe koymalarının nedeni, aslında Türkiye’nin Ortadoğu’da İran’ı ana rakip olarak görmesidir. Bu nedenle Türkiye egemenleri, uzun bir süredir İran karşısında belirleyici bir güç olmak için politika geliştiriyorlar. Meselâ Erdoğan’ın 2009’da İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’e “one minute” çıkışı yaparak İsrail’e ders vermesi ve Arap kitlelerinin duygularının okşanmasının bir amacı da buydu. Böylece Filistin davasına sahip çıkar görünerek Ortadoğu halklarının sempatisi kazanılacak ve özellikle Şii İran’ın anti-İsrail politikasıyla Ortadoğu ve Filistin halkı nezdinde kazandığı itibar onun elinden alınmış olunacaktı. Yani Ortadoğu’da kendisine alan açmak isteyen AKP liderliğindeki Türkiye, daha en başından itibaren Sünni eksene dayalı bir politikanın temellerini döşemek için harekete geçmiştir. “Arap Baharı”yla Müslüman Kardeşler’in Mısır’da iktidara gelmesiyle bu politika çok daha özgüvenle sürdürülmüştür. Daha sonra Müslüman Kardeşler’in iktidardan düşürülmesine ve bu noktada Suudi Arabistan’ın önemli bir rol oynamasına rağmen, AKP bu politikasından vazgeçmiş değildir. Nitekim önce Sünni cephenin Yemen’e savaş açmasını destekleyen Türkiye, birkaç gün önce de Suudi Arabistan öncülüğündeki Sünni savaş ittifakına katılmıştır.

Ancak AKP egemenleri umduklarını bulamadıkları gibi, izledikleri siyaset onları Ortadoğu’da bir çıkmaza sürüklemektedir. İşte bu nedenle, bir taraftan hiç beklenmedik ve maceracı hamleler yaparak kendilerine alan açmaya dönük bir politika izlerken, öte taraftan da “İslam âleminin koruyucusu” pozları kesmektedirler. Nitekim Türkiye’nin emperyalist heveslerine meşruiyet sağlamak isterken, meselenin bu boyutu özellikle öne çıkartılıyor. Meselâ Suudi Arabistan ve Kâbe’nin İran’ın tehdidi altında olduğunu söyleyen Karagül, Sünni-Şii düşmanlığını körüklerken, hem içeride hem de dışarıda Sünni kitleleri korkutmak istiyor. Peki, Kâbe’yi kim koruyacak? Elbette Türkiye! Karagül şöyle yazıyor: “Artık açık konuşma zamanı. Zor da gelse, rahatsız edici de olsa, gerçek cümlelerle tartışma zamanı. Türkiye’nin bugün, bütün riskleri göğüsleyerek, durduğu nokta, Kabe’yi savunma noktasıdır. Kabe’nin koruyucusu Allah’tır. Kim bilir, belki bu Türkiye’nin eliyle olacaktır!”[6]

Karagül gibileri, bir taraftan dehşet senaryoları çizip kitlelerin bilincini felçleştirmek isterken, öte taraftan da Türkiye’ye tarihsel misyonlar biçiyorlar. Bu uğurda böbürlendikçe böbürleniyorlar. Türkiye’nin emperyalist emellerini meşrulaştırmak için önce mezhepçi bir anlayışla Şii İran hedefe konuyor, şeytanlaştırılıyor ve arkasından Osmanlı’nın mirasçısı Türkiye Müslüman dünyanın tek temsilcisi ve ümmetin kurtarıcısı olarak sunuluyor. Zaten baksanıza, bu görevi de Türkiye’ye Allah vermiş!

Türkiye’nin zaten savaşın içinde olduğunu belirten Karagül, Osmanlı’nın son dönemiyle Türkiye’nin yüz yıl sonra benzeri konumda olduğunu söylüyor. Böylece kitlelerin bilincinde bunun bir “ölüm-kalım sorunu” olduğu düşüncesi hâkim kılınmak isteniyor: “Süveyş Kanalı’ndan Afganistan’a kadar neredeyse bütün dünyaya direnmeye çalışan Osmanlı’nın son nesli ile aramızdaki zaman nasıl da bir anda kapandı, bunca yıl nasıl da bu kadar kısa zamanda ortadan kalktı, ellerimiz nasıl da onların eliyle birleşti.” Bunları yazan Karagül, lafı, Ermeni kırımının örgütlenmesi rolünü üstlenmiş İttihat Terakki’nin Teşkilat-ı Mahsusa’sına getiriyor: “O Teşkilat-ı Mahsusa’nın, bir çöküş dönemini durdurmaya çalışan yürekli insanlarının kendi aralarında yaptıkları konuşmalarla, bölge ve dünya değerlendirmeleriyle bugün bizim konuşmalarımızın, değerlendirmelerimizin nasıl da aynı cümlelerden oluştuğunu görmüyor musunuz?”[7]

Yüz yıl sonra gerçekten de ilginç bir kesişme ve benzerlik söz konusudur. İttihat Terakki ile AKP farklı ideolojik temel ve anlayışlara sahipmiş gibi görünüyorlardı, fakat işin aslında milliyetçi-devletçi anlayışları aynı. Ayrıca, emperyalist hevesleri, tutkuları, körlükleri; emperyalist maceracılığı meşrulaştırmak için başvurdukları “İslam ümmetini kurtarma ya da çöküş” senaryoları da aynı! Daha önce İttihat Terakki ile AKP’nin benzerliklerine dikkat çekerken şöyle yazmıştık:

“Bugün AKP’nin Türkiye’nin emperyalist ideolojisinin merkezine oturttuğu İslam söylemi ve aslında Türk-İslam sentezi, İttihat Terakki’nin Birinci Dünya Savaşı boyunca tüm Müslümanları ve aynı zamanda Orta Asya’daki Türkleri kendi yanına çekmek amacıyla savunduğu ideolojinin kardeşidir. AKP, emperyalist ideolojisine güçlü tarihi bir arka plan oluşturmak amacıyla Osmanlı’ya dönmekte ve Osmanlı’nın mirasına sahip çıkmakta, yani İttihat Terakki’nin bıraktığı yerden başlamaktadır. Elbette son dönemindeki Osmanlı ile bugünkü Türkiye tümüyle farklı koşullara ve gelişmişlik düzeylerine sahip ülkelerdir, fakat heveslerle gerçekliğin örtüşmemesi ortaktır. Türkiye, alt-emperyalist bir düzeye yükselmiş bulunmaktadır ve AKP yönetimi hızlı bir şekilde emperyalist basamakların üst sıralarına tırmanmayı hayal etmektedir. Bu temelde, Türkiye burjuvazisinin gücüyle örtüşmeyen son derece maceracı bir emperyalist siyaset izlenmektedir. Hülasa-i kelâm, onun hadsiz emperyalist heveslerine denk düşen bir gerçeklik yoktur.”[8]

Erdoğan ve Davutoğlu ile İttihat Terakki’nin liderleri Talat ve Enver Paşalar arasındaki benzerlik de dikkat çekicidir. Bunların kurdukları iktidar biçimi, kişilikleri, hevesleri, hırsları, körlükleri ve maceracı yönleri birçok açıdan benzemektedir. Birinci Dünya Savaşına Almanya’nın yanında katılmak için can atan İttihat Terakki’nin paşaları, emperyal heveslerini ve yürüyen paylaşım savaşını, cihat adı altında kutsallaştırmak ve geniş kitlelere bu şekilde benimsetmek istemişlerdi. Meselâ halifeliği de elinde bulunduran Osmanlı, Müslüman coğrafyasına cihat çağrısı yapmış, bu kapsamda Teşkilat-ı Mahsusa ajanları Hindistan, Afganistan, Bulgaristan ve Orta Asya’ya gönderilerek buralardaki Müslüman ve Türk halklar cihada çağırılmıştı. Enver ve Talatların amacı, esaret altında tuttukları uyanış halindeki ulusları bastırmak, çöküşü durdurmak ve topraklarını kaybetmemek, daha da önemlisi Mısır’ı ve Orta Asya’yı (Turan) fethederek İslam coğrafyasının önemli bir bölümünde egemenlik kurmak ve eski gücüne geri dönmekti. İttihat Terakki, kendi emperyal heveslerini hayata geçirmek amacıyla Osmanlı’nın savaşını, aynı zamanda mazlumların kurtarılması olarak da sunuyordu.

Bu maceracı politika, milyonlarca insanın ölmesi ve Osmanlı’nın dağılmasıyla sonuçlandı. AKP’nin ya da Erdoğan ve Davutoğlu ikilisinin amacı Türkiye’nin, en üst basamaktaki emperyalist ülkelerle aynı paylaşım sofrasına oturması, tabiri caizse emperyalist-kapitalist dünyanın Osmanlısı olmasıdır. Bu maceracı emperyalist siyaset, Türkiye’yi Ortadoğu’daki savaşın bir parçası haline getirmiş ve içeride kanlı sonuçlar yaratmaya başlamıştır. Ortadoğu’daki Kürt uyanışına duydukları tepkinin etkisiyle Kürt halkının özgürlük talebine kulak tıkanması ve tankla topla Kürt kentlerine girilerek halkın dize getirilmek istenmesi bu gerçekliğin ifadesidir. Şurası açık ki Erdoğan-Davutoğlu yönetimindeki AKP iktidarının Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olması ve bu maceranın yüz binlerce ve hatta milyonlarca emekçinin canına mal olması son derece yüksek bir olasılıktır. Türkiye’nin işçi-emekçi kitleleri bu emperyalist siyasete karşı çıkmayıp pasif ya da aktif destek verirlerse, Ortadoğu’da yoğunlaşan emperyalist savaşın kurbanı olmaktan kurtulamayacaklar!

19 Aralık 2015


[1] Yeni Şafak, 9 Aralık 2015

[2] Yeni Şafak, 16 Aralık 2015

[3]  Yeni Şafak, 30 Kasım 2015

[4]  Yeni Şafak, 3 Aralık 2015

[5]   Yeni Şafak, 9 Aralık 2015

[6] Yeni Şafak, 9 Aralık 2015

[7] Yeni Şafak, 11 Aralık 2015

[8] Utku Kızılok, AKP ve İttihat Terakki’nin Ortak Hevesleri, Marksist Tutum Dergisi, Kasım 2014, ayrıca bkz: www.gelecekbizim.net

İlgili yazılar