El Şebab Saldırıları ve Kenya’daki Emperyalist Kapışma
Gülhan Dildar, 2 Ocak 2015

Radikal İslamcı El-Şebab örgütü, Aralık ayı başında Kenya’da 36 madenciyi kurşuna dizerek katletti. Bu olaydan bir hafta kadar önce ise bu örgüt, bir otobüsü durdurarak yine Müslüman olmayan 28 yolcuyu katletmişti. “İslami terör” meselesi, tamamının Hıristiyan olduğu madencilerin katledilmesiyle yeniden Kenya’da gündeme taşındı. Kenya 2011 yılında Somali sınırına asker gönderme kararı almış ve Afrika Birliği Misyonu’nda (AMISOM) ön saflarda yer alarak savaşmıştı. Kenya, bu girişiminden beri Somali merkezli El-Şebab örgütünün saldırılarının hedefi haline geldi. Radikal İslamcı örgütün 2013 yılında Kenya’nın başkenti Nairobi’de bir AVM’ye düzenlediği baskın hatırlanabilir meselâ. Bu baskında El- Şebab, zengin bir semtte bulunan AVM’yi 4 gün boyunca işgal etmiş ve 67 kişiyi katletmişti.

Örgüt, gerçekleştirdiği saldırıların Somali’ye asker gönderme kararına misilleme olduğunu duyurdu. Son dönemde özellikle Hıristiyan işçilerin katledilmesi dikkat çekicidir. Gerçekleştirilen madenci katliamı sonrasında işçiler, çeşitli yürüyüş ve eylemlerle Kenyatta hükümetini protesto ettiler. Baskılar sonucu içişleri bakanı ve emniyet müdürü istifa etmek zorunda kaldı. İstifaları onaylayan Kenyatta ise halka birlik olma çağrısı yaptı ve “terörle mücadelede tereddüt yok” diyerek nüfusunun %83’ünün Hıristiyan olduğu ülkede kitlelerin öfkesini yatıştırmaya çalıştı. Bu arada fırsattan istifade, baskı yasalarını da ağırlaştırdı.

El-Şebab’ın gerçekleştirdiği saldırılar Kenyatta hükümetini zora sokmuş durumda. Bu arada, Kenya’da askeri birlikleri bulunan İngiltere, ABD ve BM, El-Şebab’ın gerçekleştirdiği saldırılardan ve dolayısıyla sıcak bakmadıkları Kenyatta yönetiminin zora girmesinden faydalanarak askeri güçlerini tahkim ediyorlar. Batılı emperyalistler, radikal İslamcı örgütler saldırılarını arttırdıkça sözümona terörle mücadele gerekçesiyle daha da tahkim ettikleri askeri güçlerinin varlığına meşruiyet kazandırmış oluyorlar. Yoksul halkları birbirlerine boğazlatan, Afrika’yı yağmalayan emperyalist güçler, gerçekleştirdikleri katliamların üzerini “İslami terörle mücadele” şalıyla kapatmaya çalışıyorlar.

Emperyalist-kapitalist güçler, kapitalist düzenin içinde bulunduğu derin krizden nüfuz alanlarını genişleterek ve pazar paylarını arttırarak çıkmaya çalışıyorlar. Çeşitli jeo-stratejik bölgelerin yanı sıra petrol, doğalgaz, maden yatakları bakımından zengin olan bölgeler emperyalist kapışmanın en çok alevlendiği noktalar oluyor. Uzun yıllardır başta ABD olmak üzere Batılı emperyalistlerin dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan Çin’le yaşlı kıta Afrika’da karşı karşıya gelmeleri işte bu nedenledir. Tabiri caizse taşı toprağı altın olan bölgeler, emperyalist kapışma sonucunda kan ve gözyaşına boğuluyor.

Kenya, Somali, Sudan, Mali, Güney Afrika, Nijerya, Kongo, Orta Afrika Cumhuriyeti gibi petrol, doğalgaz, maden rezervleri (uranyum, altın gibi) bakımından zengin topraklara sahip ülkelerde Çin yatırımlarını büyüterek nüfuz alanını genişletmektedir. Askeri anlamda kıtaya yığınak yaparak Çin’in bölgedeki etkisini kırmak isteyen ABD, Fransa, İngiltere gibi emperyalist güçler ise, bölgede karışıklıklar yaratarak, halkları manipüle edip birbirine kırdırmanın zeminini döşemektedirler. İşte bu nedenle Afrika ülkelerinde “terör” eylemlerinin, iç savaş derecesinde çatışma ve karışıklıkların var olması ne tesadüftür ne de kendiliğinden gerçekleşmektedir. Çin’in önünü kesmek isteyen ABD ve diğer Batılı emperyalistlerin ikiyüzlü politikaları nedeniyle kıtada darbeler, siyasi karışıklıklar, kabile savaşları, iç savaşlar eksik olmamaktadır. Bu karışıklığı kendileri için avantaja çeviren emperyalist güçler, kıtadaki askeri birliklerini arttırmaktadırlar.

El-Şebab nereden çıktı? Saldırıları kimin işine yarıyor?

Daha baştan net bir şekilde belirtmek gerekiyor; emperyalist savaş koşulları Ortadoğu’da IŞİD’in, Nijerya’da Boko Haram ya da Afrika’nın çeşitli bölgelerinde El-Kaide bağlantılı diğer radikal İslamcı örgütlerin ortaya çıkmasına ve büyümesine zemin yaratıyor. Somali merkezli radikal İslamcı El-Şebab örgütünü ortaya çıkaran da bizzat ABD emperyalizminin müdahalesidir. Halkları etnik, dinsel, ulusal ayrılıklar temelinde bölüp parçalayan ve birbirine kırdıran emperyalistler, bu politikalarıyla aynı zamanda radikal İslamcı örgütlerin doğmasına vesile olmakta ve onların güçlendirecek toplumsal koşulları yaratmaktadırlar: “Somali’de 1991 yılında diktatör Siad Barre’nin devrilmesinin ardından ülke karışıklığa sürüklendi. ABD öncülüğündeki BM güçlerinin işgali bu karmaşayı daha da içinden çıkılmaz hale getirdi ve bir direnişe de yol açtı; nihayetinde BM «Barış Gücü» 1995 yılında ülkeden çekildi. Ardından İslam Mahkemeleri Birliği (İMB) adlı siyasi oluşum hâkimiyetini kurdu. Ancak Batı İMB’yi istemediğinden Hıristiyan Etiyopya’nın askeri birlikleri ülkeyi işgal etti ve İMB’yi ülkenin güneyine sürdü. Somali fiilen ikiye bölünmüş oldu. Bu durum İslami hareketin içindeki radikal kanadın güçlenmesini ve öne çıkmasını sağladı, çünkü işgal kuvvetlerine karşı savaşı onlar örgütlediler ve halk da onları destekledi. İMB’nin içinden çıkan El Şebab kısa sürede etkili bir güç haline geldi. Yani El Şebab’ı doğuran ve güçlenmesine vesile olan bizzat Batı’nın «terörle mücadele»si oldu. Gelinen noktada El Şebab, El Kaide çatısı altına da girerek aslında sadece Somali’de değil tüm bölgede etkin bir güç haline gelmeye niyetli olduğunu da ortaya koymuş oldu.” (Kerem Dağlı, Afrika’da Yürüyen Emperyalist Kapışma, MT, no:104)

Doğrudan karşı karşıya gelmeyen emperyalist güçler, kozlarını nüfuz alanlarındaki yerli güçler üzerinden paylaşıyorlar. Böylece emperyalist-kapitalist devletler, dünyanın dört bir yanını kan gölüne çevirmekten kaçınmıyorlar. Pek çok Afrika ülkesinde olduğu gibi Kenya’da da Müslüman ve Hıristiyan halklar karşı karşıya getirilerek emperyalist planlara alan açılmak isteniyor. Bir yanda halklar birbirlerine düşmanlaştırılıp boğazlatılırken, diğer yanda yaratılan siyasi istikrarsızlıklar ve iç karışıklıklarla devlet yönetimlerine ayar çekilmeye çalışılıyor. Çin’e yakın olmakla bilinen ve Batı tarafından istenmeyen Kenyatta’nın başkanlığındaki Kenya’da meydana gelen gelişmeleri de emperyalist savaşın bir parçası olarak değerlendirmek gerekiyor.

Asya’dan Afrika’ya, Kafkasya’dan Ortadoğu’ya varıncaya kadar dünyanın birçok bölgesi yoksul halklar, işçi ve emekçiler için cehenneme çevrilmiş durumda. Bugün boğaz boğaza getirilen, katliamlara maruz kalan işçi-emekçi kitleler ancak kendilerini ezen ve sömüren egemenlere karşı birlik olurlarsa yeryüzünü tüm insanlık için bir cennete çevirebilirler. Emperyalist güçlerin oyunlarını bozacak, bölgedeki radikal İslamcı örgütlerin kanlı provokatif saldırılarının önüne geçecek olan Afrikalı işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesi olacaktır. İşçi sınıfı etnik, dinsel, ulusal her türlü ayrımı bir kenara bırakıp burjuvazinin o ya da bu kanadının arkasına takılmadan bağımsız siyasal bir hat izlemelidir. İşçi sınıfının kurtuluşunun yolunun açılması, onun kendi bağımsız siyasi örgütlülüğünün yaratılıp güçlendirilmesinden geçiyor.

İlgili yazılar