Çocuklara Cinsel Saldırı Vakaları ve Manipülasyonlar
Gülhan Dildar, 23 Temmuz 2018

Seçimlerin hemen ardından ülkenin doğusundan batısına pek çok kentten arka arkaya gelen kayıp çocuk haberleri Türkiye gündemine otur(tul)du. Ağrı ve Ankara’da iki kız çocuğunun kayıp haberlerinin ardından katledildiklerinin ortaya çıkması ve bunlara yeni vakaların eklenmesi toplumda bir yandan çocuklara dair kaygıyı, diğer yandan da bu vahşeti gerçekleştirenlere karşı öfkeyi körükledi. Küçücük çocuklara uygulanan akıl almaz boyutlardaki vahşete duyulan haklı öfke kısa süre içerisinde medya aygıtlarıyla farklı kanallara akıtılmaya başlandı. Sosyal medyada “idam isteriz” kampanyaları başlatılırken, görsel ve yazılı medyada çocuk istismarcılarına karşı idam ve hadım cezalarının uygulanması tartışmaya sokuldu. Seçimlerin hemen öncesinde ise hayvanlara uygulanan vahşet gündeme getirilerek seçim malzemesi olarak kullanılmıştı.

Çarpıtılan gerçekler ve gizlenen hedefler

İnsanlığını, vicdanını kaybetmemiş duyarlı her insan elbette ki kadınlara, çocuklara, hayvanlara uygulanan şiddeti, istismarı, tacizi şiddetle kınar, karşısında durur, yüreğinde öfke duyar. Ancak sorunun kaynağının doğru tespiti ve öfkenin doğru mecralara akıtılması son derece önemlidir. Sorunun kaynağı doğru tespit edilmezse ve çözümünün nereden geçtiği sağlıklı bir şekilde ortaya konulmazsa işçi-emekçi kitleler farkında bile olmadan bir anda kendilerini tek adam rejiminin arkasında yedeklenmiş olarak bulabilirler. Bu anlamıyla burjuva medyada –ki bu medya büyük oranda tek adam rejiminin kontrolü altındadır– 24 Haziran seçimleri sonrasında patlamalı bir biçimde özellikle çocuklara yönelik cinsel saldırı vakalarına yer verilmesi sorgulanmalıdır. İşyerlerinden mahallelere, toplu taşıma araçlarına varıncaya kadar her alanda gündem olan ve toplumda müthiş bir hassasiyet yaratan çocuğa yönelik cinsel saldırı konusu, bir anda tek adam rejiminin hayata geçirdiği baskıcı, anti-demokratik uygulamaların, işsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı, geçim şartlarının ağırlaşması gibi can yakıcı sorunların üzerini örten bir kamuflaj olarak kullanılmaya başlandı. Özellikle sosyal medya kanalıyla kayıp çocuk ilanlarının yaygınlaştırılması, istismar haberlerinin artışı vs. ailelerde endişe ve korku yaratırken, iktidar temsilcileri hadım ve idam tartışmalarının önünü açarak kitleleri bu yöne kanalize ediyorlar.

AKP, iktidara geldiğinden beri hayata geçirmek istediği yasaları, gerçek amaçlarını gizleyecek biçimde makyajlayarak kitlelere farklı kılıflarla pazarladı ve hatta kitlelerin kendisini talep eder noktaya getirerek hedeflerine ulaştı. Örneğin 2007 yılının ilk aylarında bir anda Türkiye’nin çocuk pornosunun dünyadaki bir numaralı merkezi haline geldiği ileri sürülerek, internet kafelere yapılan baskınlar, çocuk pornografisi ticaretini iş edinenlere yönelik yapılan polisiye operasyonlar ve gözaltılar sansasyonel bir biçimde ülke gündemine oturtulmuştu. Bu haberlerin hemen ardından da, çocuk pornografisini engelleme bahanesiyle, internetin sıkı bir denetim altına alınmasını sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılması gündeme getirilmişti. Çocuk pornosu meselesi, düzene muhalefet eden politik sitelere yönelik baskıların arttırılmasını ve bu sitelerin kapatılmasının kolaylaştırılmasını sağlamak üzere internet üzerindeki denetimi arttırmanın bahanesi olarak kullanılmıştı. Şimdi ise her kesimden insanın hassas olduğu “çocuk istismarı” konusu idamın yeniden yasalaştırılabilmesi için kullanılıyor. İdamın başta çocuklara yönelik olmak üzere tecavüz ve şiddetin önüne geçemeyeceği gerçeği bir yana, sadece bu “suçlarla” yargılananlar için kullanılmayacağı da bir o kadar kesin. Totaliterleşmenin giderek azgınlaştığı, en ufak muhalif bir sese dahi tahammülün kalmadığı, binlerce siyasi mahkûmun, yüzden fazla gazetecinin tutsak edildiği bir ülkede idamın ne amaçla kullanılacağını görmek için kâhin olmaya gerek yok! “Çocuk istismarına karşılık yeni dönemde idam ve hadımı düşünüp tartışacağız” diyen AKP sözcüsü Mahir Ünal’ın seçimlerin hemen sonrasında idamı yeniden gündeme getirmesi tesadüf değildir. Gayet planlı ve hedefli bir çalışmanın dışavurumudur. “Önce insanların sabrını taşır ve artık bir şeyler yapılmalı noktasına getir, sonra da kitlelerin geri yanlarından faydalanarak çare olarak idamı öne sür…” Taktik bu! Erdoğan, kitlelerden yükselen idam taleplerine “anayasal değişiklik gerekli, yavaş yavaş yapacağız” derken; baş işbirlikçisi Bahçeli de “AKP hazırsa MHP dünden vardır” diyerek idam korosuna katılırken iktidara desteklerini esirgemeyeceklerini bildirdi.

Tek adam rejiminin ne kadına ve çocuğa yönelik saldırıların önüne geçmek, hayvan haklarını korumak gibi bir derdi vardır, ne de bugüne kadar sistematik bir çalışması, planı… Bugüne kadar CHP’li, HDP’li milletvekillerinden defalarca kadın ve çocuk haklarına yönelik bakanlıklar, kalıcı komisyonlar kurulması tekliflerine, yaşanan vakaların araştırılmasına yönelik soru önergelerine rağmen AKP iktidarı muhalefetten gelen seslere kulaklarını tıkadı, duymazdan, görmezden geldi. AKP iktidarı, 2011 yılında Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığını kaldırarak yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını kurdu. Erdoğan’ın son “sekretarya”sında ise bu bakanlık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile birleştirilerek Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı haline getirildi. İcraat olmadıktan sonra bakanlığın isminde “kadın” ya da “çocuk” kelimelerinin olması elbette ki bir şeyi değiştirmez. Ancak bu değişim de tek adam rejiminin işçi ve emekçilerin çalışma koşullarına verdiği önemin, kutsiyet atfettiği aileye, kadına, çocuğa bakış açısının bir yansımasıdır!

AKP’li bakanların, milletvekillerinin, çeşitli düzeylerdeki siyasetçilerin kadınların ve çocukların yaşadıkları acılar karşısında bugüne kadar sarf ettikleri sözler, yoruma muhtaç olmadan meşreplerini açıkça ortaya koyuyor. Kadına yönelik erkek şiddeti geleneksel şiddetin, yani “karı-koca” kavgasında erkeğin uyguladığı zorbalığın ötesine geçerek düzey yükseltmiş, her gün sokak ortasında kadınlar şiddete maruz kalıp katledilirken, AKP’li siyasetçiler “kadına şiddet algıda seçiciliktir” gibi sözler sarf ederek vahim tablonun üzerini kapatmaya çalıştılar. Ekranlardan iktidardakilerin zihin derinliklerinden yansıyanların sadece küçük bir kısmını duyuyoruz elbette ki. Bugün çocuk tecavüzleri üzerinden idamı yasalaştırmak isteyenlerin kendi “mahallelerinden” olan Ensar Vakfında yaşanan tecavüz olayı sırasında “bir kereden bir şey olmaz” dediklerini ve olayı nasıl örtbas ettiklerini hatırlatmadan geçmeyelim. Ayrıca bugün ikiyüzlüce “suçlu”ya en ağır cezaların verilmesinden, azgınca idamdan bahsedenler, mahkeme salonlarına takım elbiseli, kravatlı çıkan tecavüzcülerin, katillerin “haksız tahrik” ve “iyi hal” indirimlerinden nasıl yararlandırıldıklarından bahsetmiyorlar! Diyarbakır’da yüzde 50 zihinsel engelli bir erkek çocuğuna tecavüz eden taksiciye, mahkemenin “erken boşalma” indirimini uygulaması tüyler ürperten örneklerden sadece biridir maalesef…

Bu bakış açısına sahip olanlardan çocuk tecavüzlerine, kadına yönelik şiddete çare beklenebilir mi? Bıraktık çözüme katkı sunmalarını, AKP’nin dinsel taassuptan beslenen, kadını erkeğin yanında ikincil pozisyona iten zihniyetinin kapitalist çürümeyle birleşmesi sonucu bu sorunların daha da katmerlendiğini görüyoruz. AKP, eğitim sistemindeki değişikliklerle bir yandan itaatkâr, kanaatkâr bir nesil yaratmaya çalışırken öte yandan cinsiyetçi, ayrımcı politikaları devreye sokmuştur. Kız ve erkek öğrencilerin ayrı dersliklerde okutulmasının yaygınlaştırılmak istenmesi, kadını erkeğin yanında ikincil pozisyona iten, onu “fıtratı” gereği eşit görmeyen zihniyetin beslenmesi, erkeğin kadına her türlü eşitsiz davranışını doğallaştırmış oluyor. Keza Türkiye’nin tarihsel arka planının yarattığı bazı nesnel olumsuzluklar da (Asyatik despotizm, sivil toplum geleneğinin oluşmaması, kapitalizmin geç gelişmesi vb.) erkeğin kadını bir birey olarak tanımamasında önemli bir faktördür. Erkek, kadını “söz dinlemesi” gereken, ona dilediği gibi hükmedeceği bir köle gibi görmektedir. Kuşkusuz sorunu tümüyle AKP iktidarının politikalarına indirgeyemeyiz. Ancak iktidarın hayata geçirdiği politikaların, kadın sorununa, çocuk ve hayvan haklarına yaklaşımının üstünden de atlayamayız.

İstatistikî verilerin yansıttıkları ve yansıtamadıkları

Kadına ve çocuğa yönelik şiddet ve cinsel saldırı sorunları Türkiye’ye özgün değildir. Dünyanın en ileri kapitalist ülkelerinde dahi sorunlar artmaktadır. Türkiye’de maalesef kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet, taciz, tecavüz vakalarına ait düzenli bir veri tutma mekanizması olmadığı gibi, vakaların büyük kısmı gizli tutuluyor. Cinsel saldırı vakaları ve özellikle de ensest vakalarının büyük kısmı açığa çıkmıyor. Tecavüzcülerin tahminen yüzde 5’i ortaya çıkarken yüzde 95’i gizli kalıyor. Ensest saldırıların ise binde biri ortaya çıkıyor. Bu vakaların büyük kısmı gizli kaldığı için net bir veriye ulaşılamasa da, açığa çıkan vakaların sayısı bile durumun vahametini göstermeye yetmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tahminlerine göre dünya genelinde kız çocukların yüzde 20’si ve erkek çocukların yüzde 10’u çocukluk döneminde cinsel ilişkiye zorlanmakta ya da diğer cinsel şiddet türlerine maruz kalmaktadır. Dünyada son 4 yılda çocuklara yönelik taciz veya şiddet uygulamaları yüzde 90 artmış durumda. Bu artışın Türkiye’de kat be kat fazla olduğu belirtilmektedir (Meclise verilen araştırma önergesinde son 10 yılda çocuklara yönelik cinsel saldırı vakalarının yüzde 700 arttığı ileri sürülüyor). Araştırmalar, Türkiye’de cinsel tacize uğrayan çocukların oranının %25’lerde seyrettiğini ve Türkiye’nin bu konuda dünyada üçüncü sırada yer aldığını gösteriyor. Çocuk Hakları Bakanlığı ve çocuğa yönelik cinsel saldırıların araştırılmasına ilişkin daimi bir komisyon kurulması önerisini Meclis gündemine taşıyan HDP Milletvekili Filiz Kerestecioğlu’nun sunduğu verilere göre, sadece 2016 yılında çocuklara yönelik cinsel saldırı suçlamasıyla 15 bin 51 dava açılmış. 2006’da açılan dava sayısı ise 2415 idi. 2016’da evlenen her 100 kişiden 18’i çocuk. Son 10 yılda evlendirilen kız çocuğu sayısı 482 bin 908! Yine son 10 yılda, 15-17 yaş arası 17 bin 789 ve 15 yaş altındaki 244 kız çocuğu doğum yapmış. Adliyelerdeki 4 tecavüz davasından biri çocuklarla ilgili. Türkiye’de ortalama olarak günde 3 kadın cinayete kurban gidiyor.

Gerek dünyadaki gerekse Türkiye’deki bu çarpıcı veriler, sorunun çok ciddi boyutlarda olduğunu gösteriyor. Küçücük çocuklara tecavüzden hayvanlara uygulanan vahşete, kadınların güpegündüz kalabalıklar içerisinde kaçırılmasına, dövülmesine, katledilmesine tanıklık ettiğimiz “tuhaf” zamanlardan geçiyoruz. Tam bir insanlıktan çıkmışlık hali var. Dolayısıyla mesele bugün burjuva medyanın sunduğu gibi tekil olaylar, “kötü”, “canavar” birkaç kişinin işlediği suçlar olarak değerlendirilemez ve tek başına o kişilerin cezalandırılmasıyla çözülebilecek basit bir sorun değildir. Medyada meselenin kaynağına inen derin tartışmalara yer verilmiyor, sorun tekil kişiler üzerinden yansıtılıyor. Ortada gün geçtikçe çürüyen bir kapitalizm bataklığı dururken burjuvazi kitleleri sinekleri avlamakla oyalamaya çalışıyor. Oysa bataklık var oldukça etrafa pis kokular yaymaya, sineklerin çoğalması için uygun ortam sağlamaya devam ediyor, edecek de… Sorunun çözüm rotasının belirlenebilmesi için öncelikle “suçun” ve “suçlunun” üremesini sağlayanın kapitalist bataklık olduğunun kavranması gerekmektedir.

Sorunun kaynağı ve çözümü

Kapitalizmin çıkmazı, derinleşen kriz, yayılan emperyalist savaş ve dünya genelinde gün geçtikçe ilerleyen anti-demokratikleşme, otoriterleşme eğilimiyle birlikte toplumların ruh ve akıl sağlığı da giderek bozulmakta ve akıl almaz olayların sayısı artmaktadır. Kapitalizm her alanda şiddet üretiyor ve bu şiddet özellikle en zayıf olanlar üzerinde patlak veriyor. Kadınlar, çocuklar, hayvanlar şiddetin hedefi haline geliyorlar. Türkiye örneğinde olduğu gibi bu şiddet eğilimi totaliter, tek adam rejimleri altında daha fazla besleniyor ve tam bir çıldırmışlık haliyle dışa vuruyor.

Sorunun çözülememesi çoğu zaman eğitimsizlikle, geri kalmış ülke olmakla, caydırıcı ve ağır cezaların olmamasıyla açıklanmaktadır. Sorunun kaynağının geri kalmışlık veya eğitim sorunu olmadığını, ileri kapitalist ülkelerdeki tecavüz, çocuk “istismarı”, kadına şiddet vakalarının devam etmesi ve kapitalist çürümeyle bağlantılı olarak her geçen gün daha da artması göstermektedir. Eğitim düzeyi ve toplumsal refah bakımından örnek olarak gösterilen İsveç’te Birleşmiş Milletler verilerine göre, 2014 yılında tecavüz olaylarına karışma oranı 100 binde 65’tir. Bu oran, 2003 yılında 25 idi. Keza emperyalist piramidin tepe ülkesi olan ABD’de tecavüz vakalarındaki artış bu bakımdan çarpıcıdır. Bazı eyaletlerinde idam cezası dâhil ağır cezaların uygulandığı ve hapishane nüfusunun hayli yüksek olduğu ABD’de yılda on bin tecavüz yaşanmaktadır. Tüm bu gerçeklikler sorunun kaynağının suçu üreten, suçluyu yaratan kapitalist sistem olduğunu tekrar ve tekrar kanıtlamış oluyor. Elbette ki eğitim, kapitalist gelişmişlik düzeyi veya suçlunun yargılanması ve ceza alması önemli etmenlerdir. Ancak bu etmenler köklü çözüm sağlayamazlar.

Kadınların, çocukların, hayvanların aslında tüm ezilenlerin, haksızlığa uğrayanların haklarının gelişimi her daim mücadeleyle mümkün olmuştur. İşçi sınıfının kadınıyla erkeğiyle kapitalizme karşı verdiği mücadele bu hakların gelişiminde etkili olmuştur. 8 Mart geleneği, Ekim Devrimi gibi sınıfımızın tarihsel örnekleri sorunun çözümüne dair ışık tutmaktadır. Çocukların güzel günler göreceği, mutlulukla dolacağı, kadınıyla erkeğiyle tüm toplumun doğayla uyum içinde yaşayabileceği günler için hazırlanmalı, tek tek kişilerin değil suçu ve suçluyu yaratan kapitalizmin ipini çekmek için mücadele etmeliyiz!

İlgili yazılar