Cephede 1914 Noel Ateşkesi ve 1917 Ekim Devrimi

Cephede 1914 Noel Ateşkesi ve 1917 Ekim Devrimi

Bir grup işçi ve öğrenci olarak bir araya gelip Ateşkes filmini izledik ve 1917 Ekim Devrimini andık. Birinci Emperyalist Dünya Savaşı, 1917 Ekim Devrimi ve günümüzdeki savaş ve yaşadığımız pek çok sorun üzerine sohbet ettik. Kapitalist sömürü düzeninin her alanda büyük krizler yarattığı günümüzde savaşı ve Ekim Devrimini konuşmak, tarihsel hafızamızı yenilemek çok önemli. Çünkü büyük altüst oluşların yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. Teknolojik gelişme almış başını gidiyor ama biz bu teknolojiyle ya da üretici güçlerle yeni bir toplum kuramıyoruz. Yoksulluk, işsizlik, geleceksizlik, ruhsal hastalıklar, depresyon, ekonomik kriz, göç krizi, ekolojik kriz, savaş, soykırım, demokratik hakların yok edilmesi, baskıcı ve faşist rejimlerin kurulması, iş cinayetleri, kadın cinayetleri… Çürümüş kapitalist sistemin yarattığı sorunlar saymakla bitmiyor.

Adına Üçüncü Dünya Savaşı dediğimiz emperyalist savaş, Ortadoğu’dan Ukrayna’ya birçok cephede devam ediyor. 14-15 yaşında çocuklar yanarak can veriyor ya da inşaattan düşerek ölüyor yaşadığımız ülkede. Uluslararası işçi sınıfı, iki yüz yıldır tüm bu sorunları yaratan kapitalizme karşı mücadele ediyor. Bu mücadelede çok büyük başarılar elde etti, haklar kazandı ama defalarca yenildi, örgütlü gücünü kaybetti. İnsanlığı boğan kapitalizme karşı bu mücadele yani sosyalizm mücadelesi sürecek. İşte bu noktada büyük Ekim Devrimini hatırlamalı, anmalı, kavramalı ve deneyimlerimizden öğrenmeliyiz.

Emperyalist savaş

20. yüzyıl, dünya tarihi için eşi benzeri olmayan olayların bir arada yaşandığı yoğun bir yüzyıl olmuştur. Her ne kadar insanlık tarihinde daha önce de çok önemli değişimler olmuşsa da, tarihin gerçek anlamda bir dünya tarihi haline gelişi temel olarak kapitalizm döneminde, özel olarak da onun en yüksek aşamasını temsil eden emperyalizm döneminde yani 20. yüzyılda olmuştur. 20. yüzyılda egemen olan emperyalist-kapitalist sistem, dünyanın en kuytu köşelerinde kendi içe kapalı düzenlerinde yaşayan onlarca halkı modern burjuva iktisadi-siyasal süreçlerinin anaforuna çekmiştir. Dünya bu tarihten itibaren kaynayan bir kazandır artık. Ve hiçbir halk istese de tek başına bu ağın dışında kalamaz. Burjuvazi 19. yüzyılda kendi üretim tarzını egemen kıldığında Marx, kapitalist üretim ilişkilerinin yayılma karakterini görerek burjuvazinin kendi suretinde bir dünya yaratmak istediğini söylemişti. Gerçekten de 20. yüzyılın başı, burjuvazinin dünyayı kendi istediği temellerde dönüştürmesinin ve kendi suretinde bir dünyayı yaratma sürecinin gerçek tarihidir.[1]

1900’lerin başında dünya büyük ölçüde emperyalist devletler tarafından paylaşılmıştı. Asya ve Afrika’yı sömürgeleştirip yağmalayan Avrupalı emperyalistler, buralarda yaşayan halklara tarifsiz acılar yaşatmışlardı. Üzerinde güneş batmayan imparatorluk İngiltere, dünyanın en güçlüsüydü. Ancak sahneye yeni güçler çıkıyordu. Bunlardan biri Almanya idi. Yeni yetme Alman emperyalizmi yeni pazarlara ulaşmak, büyük bir güç hâline gelmek istiyordu. İngiltere ise Almanya’nın yükselişini durdurmak niyetindeydi. Dünya pazarının yeniden paylaşılması artık kaçınılmaz hâle gelmişti. Nitekim emperyalist güçler, insanlığı hiçe sayarak dünyayı ateşe verdiler. Savaş patlak verdiğinde İngiltere, Fransa ve Rusya bir tarafta; Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu ise diğer tarafta yer aldı. Bu iki cephe arasında 1914-18 arasındaki emperyalist savaş 18 milyon insanın canını alırken, yan yana yaşayan halklar bölünüp parçalandı, sonu gelmeyen acılar çekildi.

Tüm ülkelerde milliyetçi propaganda yürütülüyor ve o güne kadar yan yana yaşayan halklar birdenbire düşmanlaştırılıyordu. Birbirleriyle sorunları olmayan ve yan yana, dostluk içinde yaşayan insanlar egemenlerin milliyetçi propagandaları sonucu birbirlerinden kopartıldılar. Savaşla birlikte halkların ve emekçilerin nasıl büyük acılar çektiği sayısız romana ve filme konu olmuştur. Ateşkes filmi de böyle bir filmdir. Filmin daha ilk giriş sahnesinde her ülkenin eğitim sisteminin şekillendirdiği okullardaki çocukların, başka halkları düşman olarak gördükleri konuşmalarla başlıyor. Savaşın başladığı haberi insanlara ulaştığında şaşkın bir sevinçle karşılanıyor, çünkü savaşla birlikte hayatlarının farklı olacağı düşüncesi oluşturulmuştu. Şenliklerle cepheye gönderilen yoksul emekçilerin çocukları çok kısa bir süre sonra savaşın gerçek yüzünü görmeye başlarlar.

Ancak savaş yurtseverlik türküleri söylemeye benzemiyordu. Milyonlarca ölü, yıkım ve açlık, burjuvazi ile emekçi sınıflar arasındaki çelişkiyi her geçen gün büyütüyordu. Askerler, 1914’te dünya savaşı başladıktan kısa bir süre sonra hatta trenlerle cepheye gitmeye başladıklarında savaşın yoksullar için açlık, sefalet ve ölüm; zenginler içinse ceplerini daha da doldurmak, sermayelerini büyütmek anlamına geldiğini anlarlar. Hayal kırıklığı ve hoşnutsuzluk öfkeye dönüşerek hem askerler hem de toplum içinde birikmeye başlar.

Noel Ateşkesi

Ateşkes filmi, 1914 yılı Noelinde yani savaşın başlamasından sadece birkaç ay sonra Batı cephesindeki İskoç, Fransız ve Alman askerlerinin bir gecelik de olsa üst rütbelilerin haberi olmadan kendi inisiyatifleriyle savaşa ara vermelerini konu edinir. Hattın arkasında Vosges köyünde Noel çanı çaldığı vakit, askeri olmayan fevkalade bir şey meydana gelir. Alman, İskoç ve Fransız askerleri kendiliğinden barış yapıp düşmanlıktan vazgeçerler. Birbirlerini ziyaret edip siperler boyunca dolaşır, sohbet eder, birbirlerinin ezgilerine kulak verir, hep bir ağızdan şarkılar söyleyip dans ederler. Ve şaraplarını, konyaklarını, sigaralarını Alman kara ekmeği, bisküvi ve jambonla değiştirirler.

Ateşkes ile oluşan kardeşleşme ortamı öylesine güçlü etki yaratır ki Noel bittikten sonra da askerler birbirlerine ateş etmeyi reddeder, “yaşa ve yaşat” ilkesini hayata geçirirler. Filmde askerlerden birinin söylediği gibi, karşı cephede kendisi gibi açlık ve sefalet koşullarında soğukta yaşam savaşı veren bir asker, aynı ulustan midesine kızarmış hindileri indiren bir generalden veya üst rütbeli birinden çok daha yakındır kendisine. Savaş artık sınıfsal farklılıkları çok daha net bir biçimde gözler önüne sermektedir. İngiliz tugayında yer alan 19 yaşındaki Henry Williamson annesine yazdığı mektubunda o geceki kardeşleşmeyi şöyle aktarır:

“Anne, bu mektubu sana siperden yazıyorum. Saat sabahın 11’i… Yanımda (kok) kömürü ateşi, karşımda ise saman dolu ıslak sığınak var. Gerçekte siperler ve yerler cıvık cıvık çamurlu. Buranın dışında her yer dondurucu. Ağzımda, Prenses Mary’nin hediyesi bir pipo. Pipoda da tütün. «Elbette, ne var ki bunda» diyeceksin. Fakat bekle biraz. Piponun içinde Alman tütünü var. Diyeceksin ki ya bir mahkûmdan ya da ele geçirilmiş bir siperden aldın. Ah, sevgili anneciğim, hayır! Bir Alman askerinden aldım. Evet, kendi siperinden gelen, kanlı canlı bir Alman askerinden… Dün İngilizler ve Almanlar siperlerin arasındaki alanda buluşup el sıkıştılar, birbirlerine hatıralar verdiler ve yeniden el sıkıştılar. Evet, bütün Noel günü boyunca ve tam da ben bu satırları yazarken bile. Muhteşem, değil mi?[2]

Richard Schirrmann adlı bir Alman askeri ise şunları yazıyordu, ertesi yıl:

“Hattın gerisindeki Vosges köylerinde Noel çanları çaldığında, askeri olmayan müthiş bir şey yaşandı. Alman ve Fransız askerleri kendiliğinden barış yapıp düşmanlıktan vazgeçtiler. Kullanılmayan siper tünellerinden geçerek birbirlerini ziyaret ettiler ve şarap, konyak ve sigaralarını Vestfalya kara ekmeği, bisküvi ve jambonla değiş tokuş ettiler. Bu (durum) onların o kadar hoşuna gitti ve o kadar iyi geldi ki, Noel bittikten sonra bile iyi dost olarak kaldılar.”

İngiliz Er Stan Brown, 1981’de askeri tarihçi Paul Nixon’a ateşkesin gelişim sürecini ayrıntılı bir şekilde şöyle anlatıyordu:

1914 Noelinde, isterseniz adına ateşkes deyin, öyle bir şey yaşadık. Hani Noel Günü ateş edilmeyecekti, ama olay tam olarak «hadi» denince olmadı. Noel arifesinde durum bizim açımızdan şuydu: Hâlâ savaştaydık. Ama akşam nöbetteyken, Jerry’lerin [günlük dilde İngilizlerin Almanlara taktığı ad] şarkı söylediğini duyduk. Biz hemen teyakkuza geçtik çünkü en başta bu şarkıların ne anlama geldiğini bilmiyorduk. Almanların tel örgülerinde kâğıt parçaları, paçavralar ve «Mutlu Noeller» yazan türlü türlü şeyler asılıydı. Bazıları Almanca, bazıları İngilizceydi çünkü Almanların çoğu savaştan önce İngiltere’de çalışmıştı. Bir şişe şarap kaldırdılar ve bizim adamlardan biri şişeye ateş etti. Sonra ortalık sessizleşti. O sabah kahvaltı ettik mi bilmiyorum, sanırım ettik ama bir şeyler içtik. Her yer sakindi ve nihayetinde Almanlardan biri üzerinde «Mutlu Noeller» yazan bir kart kaldırdı ve siperin üstüne çıktı. Bizim siperde herkes tereddüt içindeydi; hani «gitsek mi gitmesek mi» ve «bu saçma sapan iş de ne» gibisinden şeyler söylüyorduk. Sonra bir iki Alman daha çıktı. Nihayetinde karar verdik, Eh, dedik, «üzerlerinde tüfek falan yok» ve biz de karşı cepheye, onların yanına gittik. Ve bize Tabur Komutanı olarak gelen bizim Buchanan-Dunlop, şarkı söylemeye öncülük etti resmen! Hepimiz bir yerde toplanmadık, yaklaşık yüz yardalık (dokuz metrelik) bir alana yayılmıştık ve diğerleriyle karıştık. Bize bir şişe şarap ve puro verdiler. Biz de kendi kendimize, «Yahu, bu Almanların memleketinde [Jerry-land] halleri vakitleri bayağı yerinde olmalı» diye düşündük. Bize gelen Noel paketinden çıkan tek şey bir teneke Tickler’s reçeliydi. Biz de sipere geri dönüp Almanlara vermek için iki üç teneke reçel aldık.”

Diplerde mayalanan devrim sahne alıyor

Emekçi kitlelerin umudu tükenirken, bu arada düzenin altını oyan ve devrimi hazırlayan tarihin köstebeği de usul usul ilerliyordu. 18 milyon insanın yaşamına mal olan emperyalist savaşta 1916’ya gelindiğinde 15 milyonluk Rus ordusunun 6 milyonu ölmüş, yaralanmış veya esir düşmüştü. Askerler savaşmayarak firar ediyorlardı. Toplumda biriken tepki, 1917’nin başlarında, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlamalarında patladı. İşçi kadınların yürüyüşü derhal içerik değiştirmiş ve savaş karşıtı bir boyuta yükselmişti. “Ekmek İsteriz”, “Çocuklarımız Açlıktan Ölüyor” sloganlarının yerini “Kahrolsun Çarlık”, “Kahrolsun Savaş” sloganları almıştı. Bu gösteriler tüm işçi sınıfını ve yoksul köylüleri etkiledi. Gösteriler muazzam bir devrime dönüştü. Birkaç gün içinde Rusya’da Çarlık yıkıldı. İşçilerin iktidarı ele almasına Bolşevik Parti öncülük edecekti. Bolşeviklerin üç temel sloganı vardı: Barış, toprak ve tüm iktidar işçi sovyetlerine! Bolşevik Parti, savaşa derhal son verilmesini istiyor ve savaştaki tüm ülkelerin işçilerine çağrı yapıyordu. Toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan işçiler, askerler ve köylüler Bolşeviklerin safına katıldılar, sloganlarını desteklediler. İşçi sınıfı Bolşeviklerin önderliğinde Ekim 1917’de iktidarı ele geçirdi.[3]

Kısa süre sonra Rusya, Almanya ve Osmanlı ile barış anlaşması imzaladı. Rusya’da işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesi ve savaştan çekilmesi İngiliz, Fransız, Alman askerlerini ve işçilerini derinden etkiledi. Emekçilere umut kaynağı oldu. Genelkurmaylara giden bilgilerde askerlerin Bolşevikleştikleri yazıyordu. Yani askerler artık egemenler için savaşmak istemiyor ve isyan ediyorlardı. Nitekim çok geçmeden huzursuzluk tüm Alman cephelerine yayıldı. İşçiler savaşa karşı greve başladılar. İşçiler ve askerler, aynı Rus kardeşleri gibi kendi konseylerini kurdular. Ve 1918’in Kasımında Almanya’da devrim başladı. İmparatorluk çöktü. Aynı sonuçtan korkan İngiliz ve Fransız egemenleri savaşı bitirmek zorunda kaldılar. Böylece 18 milyon insanın canını alan Birinci Dünya Savaşı, Rusya’daki işçi iktidarı sayesinde son bulmuş oldu.

Biz yeni bir dünya istiyoruz, o dünyanın adı sosyalizm!

Yazılarımızda dikkat vurguladığımız gibi; tüm toplumsal, siyasal, çevresel sorunların aynı düğüm noktasında birleştiği, çok ilginç, çok karmaşık, dünya ölçeğinde büyük toplumsal fırtınalara gebe tarihsel bir süreçten geçiyoruz. Daha önce görülmedik şekilde tarihsel sınırlarına ulaşarak tarihsel ömrünü dolduran kapitalist sistem tıkanmış durumda ve daha fazla yol alacak güçte değil. Yaşlanmış ve kendini yenileme gücünü kaybetmiş sömürü sistemi, her alanda büyük sorunlar yaratıyor. İçten içe, derinden derine ilerleyen çürüme ve çözülme her geçen gün daha fazla ve her alanda açığa çıkıyor. Ekonomik kriz, savaşlar, mülteci dramları, doğa felaketleri, akıl almaz boyutlara ulaşan toplumsal eşitsizlik, tırmanan işsizlik, açlık ve yoksulluk, yozlaşma, kadına şiddetin çığ gibi artması, genç ve çocuk işçilerin tek tek aramızdan alınması… Kapitalizm çıkmazdadır ve insanlığı da çıkmaza sürüklüyor, nefessiz bırakıyor.

İşte böylesi tarihsel bir dönemde Ekim Devrimi ve onun mirası çok önemlidir. Ekim Devrimiyle tarihte ilk kez ezilen, dışlanan, hor görülen emekçiler, sömürücü efendileri yenmeyi başardılar; giriştikleri büyük bir mücadeleden zaferle çıktılar. Bu yüzden Ekim Devrimi, tarihin herhangi bir döneminde gerçekleşmiş ve geride kalmış sıradan bir olay değildir. Tüm insanlık tarihinin en önemli, en kıymetli adımlarından ve eylemlerinden biridir. Dünyanın tüm ezilenleri, sömürülenleri, işçileri, öğrencileri, emekçi kadınları olarak Ekim Devrimiyle gurur duyuyor ve onun mirasına sahip çıkıyoruz. Çünkü Ekim Devrimi bizlere, insanlığın kapitalist çıkmazdan nasıl kurtulacağının yol haritasını sunuyor. Biz yeni bir dünya istiyoruz. Sömürünün, savaşların, yoksulluğun, işsizliğin, kadına şiddetin, kâr hırsı yüzünden doğanın talan edilmediği bir dünya… Kapitalizmin yarattığı benciliğin, rekabetin, yabancılaşmanın, ruhsal hastalıkların olmadığı, gençlerin geleceksizlik sarmalında tükenmediği, çocukların iş cinayetlerinde ölmediği bir dünya… İnsanın özgür olduğu ve yaratıcı güçlerini sonuna kadar kullandığı bir dünya… O dünyanın adı sosyalizmdir!

[1] https://gelecekbizim.net/emperyalist-savas-ve-kitlelerdeki-ic-donusumun-oykusu-1902-dogumlular

[2] https://libcom.org/article/christmas-truce-1914-steven-johns

[3] https://gelecekbizim.net/dunyayi-sarsan-on-gun; https://gelecekbizim.net/ekim-1917-dunyayi-sarsan-kizil-firtina