1 Eylül Dünya Barış Günü olarak anılıyor. Her 1 Eylül’de dünyada ve Türkiye’de barış kapsamında etkinlikler yapılıyor, mitingler örgütleniyor. Bu sene 31 Ağustosta İstanbul’da ve birçok kentte, bir gün sonra ise özellikle Diyarbakır’da kitlesel bir miting örgütlendi. Tüm mitinglerde barış sloganları atıldı; savaşın son bulması, çatışmaların ve düşmanlıkların bitmesi istendi. Özellikle Kürt anneler, yoğun duyguyla atıyorlar bu sloganı. Çünkü Kürt sorunu demokratik haklar tanınarak çözülmüyor; süren haksız savaş yüzünden yoksul Kürt ve Türk ailelerin çocukları yaşamını kaybediyor, ailelerin yüreği dağlanıyor. Bu yüzden, barışı herkesten çok anneler istiyor. Aynı Filistinli anneler gibi, her an tepelerine düşecek olan İsrail bombalarıyla çocuklarının paramparça olmasını istemiyorlar; yaşamak, bir halk olarak tanınmak, saygı görmek, horlanıp aşağılanmamak istiyorlar.
Ne zaman barıştan söz edilse, aklıma Yannis Ritsos’un şiiri geliyor aklıma:
Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.
Dünyamız, emekçiler, çocuklar, kadınlar, biz gençler barışa ihtiyaç duyuyoruz. Ama sosyalist gençler olarak biliyoruz ki insanın insanı sömürdüğü, kâr düzeni kapitalizmde kalıcı barış olmaz, olamaz.
1 Eylül, 1939’da Nazi Almanyası’nın Polonya’yı işgaliyle başlayan emperyalist İkinci Dünya Savaşının başladığı gündür. Pazarların, ticaret yollarının, doğal kaynakların paylaşımı için yürütülen savaş, insanlık tarihinin gördüğü en büyük yıkımlardan biriydi. 70 milyon insanın ölümüne yol açtı. ABD emperyalizmi, iki Japon kenti olan Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atarak, insan aklının hayal edemeyeceği bir felakete neden oldu. Aradan 86 yıl geçti ama dünyaya barış ve huzur gelmedi. 20 yıldan fazla bir süredir, özellikle ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgal etmesinin ardından büyüyen emperyalist savaş, her geçen gün yayılıyor. Bu savaşlar başladığında, ben henüz doğmamıştım. Gelecek Bizim Gelecek Sosyalizm sitesinde, o döneme ait yazıları okurken dehşete kapılıyorum. Çünkü o günden bu güne savaş büyümüş. Düşünüyorum da, “kapitalizm ayakta kaldıkça savaşlar son bulmaz” ifadesi ne kadar da doğru.
Bugün savaşın yol açtığı en büyük acı Filistin’de, Gazze’de yaşanıyor. ABD emperyalizmin desteğiyle İsrail, açık bir soykırım yürütüyor; kadınlar, çocuklar, gazeteciler hedef alınıyor, bir halk topyekûn yok edilmek isteniyor. Barışı, Gazze’deki Filistin halkından başka kim en çok isteyebilir ki?
Bu mektubu, katil İsrail devletinin canlı yayında Gazze’de gazetecileri öldürdüğünü gösteren videoyu izlediğimde yazmak istedim. Nasıl bir acı, nasıl bir çaresizlik aynı zamanda! 5’i gazeteci, 20 kişi o an orada katledildi, üstelik İsrail bombaları altında kalan insanların cansız bedenleri çıkartılırken! O an orada katledilen gazetecilerden biri de kadındı; adı Mariam Dagga’ydı. İsrail’in uyguladığı soykırım sürerken, çocuğunu ailesine bırakıp gazetecilik yapmaya başlamıştı. Katil İsrail egemenleri, gazetecileri öldürerek gerçeği de öldürmek istiyor; dünyada hiç kimsenin Gazze’de olanlardan haberi olmasın istiyorlar ama başaramayacaklar. Mariam gibi gazetecilerin, Gazze’deki Filistin halkının sesini dünyadaki emekçiler duyuyor.
Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların
sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.
Barış, ışın demetleridir yaz tarlalarında,
iyilik alfabesidir o, dizlerinde şafağın.
Herkesin kardeşim demesidir birbirine, yarın yeni bir dünya
kuracağız demesidir;
ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.
Barış budur işte.
Barış istiyoruz, barışa özlem duyuyoruz. Ama barış dediğimiz şey burjuva hükümetlerin masalarda imzaladığı kâğıtlar değildir. Onların barışı, kapitalist çıkarlarının barışıdır. Bugün bize “barış” diyenler, aynı anda savaş bütçelerine milyarlar akıtıyorlar. Yani aynı ağızla hem barış hem savaş konuşuyorlar. Biz biliyoruz ki barışı ne burjuva hükümetler ne de emperyalistler getirmeyecekler. Kapitalizm ayakta kaldıkça savaş da devam edecektir. Barışı ancak örgütlü işçi sınıfının mücadelesi getirebilir. Gerçek barış, işçi sınıfı burjuvaziyi devirip kendi iktidarını kurduğunda mümkün olacaktır. Bu yüzden, işçi sınıfının her ülkede burjuvaziye karşı mücadele edebilmesi, enternasyonal dayanışmayı büyütmesi ve sosyalizm uğruna mücadele edebilmesi için örgütlenmesi gerekiyor. Bizlerin görevi de daha fazla bilinçlenmek, devrimci Marksizmi derinden kavramak, kültürel olarak dönüşmek ve devrimci gençler haline gelerek bu mücadeleye omuz vermek, ileri çekmektir!