Merhaba, ben metal fabrikasında asgari ücrete çalışan bir işçiyim, anneyim. Asgari ücretli çalışan milyonlarca işçi gibi bizim de gözümüz kulağımız asgari ücret zammındaydı. 25 Aralık akşamı bir anda apar topar yeni asgari ücretin açıklandığını duyduk. Yeni asgari ücret hayırlı olsun, dediler, 22.104 TL! Yapılan bu yüzde 30’luk artışla ne haliniz varsa görün diyorlar açıkçası! “İşçiyi enflasyona ezdirmeyeceğiz” diye nutuk atıyorlardı ama TÜİK’in açıkladığı yüzde 47’lik resmi enflasyon oranının bile altında kaldı. Yani ezmek ne kelime silindir gibi üzerimizden geçiyorlar. 1 Ocak sabahı her yıl olduğu gibi yine gözümüzü zam haberleriyle açtık. Marketlerde ürünlerin değiştirilen zamlı etiket fiyatlarını bir kenara koyalım, iktidar da yapacağını yapmakta elini ardına koymadı! Vergi, harç ve cezalara yeni yılda yüzde 43,93 zam yaptı. Yani yüzde 30 olan asgari ücret zammından 14 puan daha fazla zam yapılmış oldu. Bunun yanı sıra akaryakıt, alkol ve tütün ürünlerindeki Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) de arttı. Her yıl Kasım ayında “yeniden değerleme oranı” miktarına göre belirleniyormuş bu zamlar. Madem bu değerlenme oranı yüzde 43,93 çıkıyor, sıra bizim ücretimize gelince zam oranı neden yüzde 30’da kalıyor? Üstelik yeni yılın ilk gününden itibaren zamlarla karşılaşırken, biz zamlı ücretlerimizi ancak Şubat ayında alacağız.
Asgari ücrete yapılan zam bir açıdan beklediğimiz gibiydi bir açıdan da bizi çok öfkelendirdi. Beklediğimiz gibi derken bunu hak ettiğimiz anlamına gelmiyor elbette ki… Ama aylarca “hedef enflasyon” oranında zam yapılacağı söylenip herkesin beklentisi düşürüldü, 25 bin TL’nin üzerinde bekleyen neredeyse yoktu. Temmuz ayında zaten asgari ücrete zam yapılmamıştı. Ev kiralarının, gıda fiyatlarının uçtuğu bir dönemde 22.104 TL ile bir kez daha açlığa, sefalete mahkûm ettiler bizi. Asgari ücretle ay sonunu getirmemiz imkânsız. Gün geçtikçe zorlaşan hayat koşuları nedeniyle fabrikada artık sürekli mesaiye kalmaya başladık. Özellikle evini tek başına geçindirmek zorunda olan çoğu arkadaşımız 8 saatlik vardiyanın üzerine bir vardiya daha çalışıyor. Yani günlük 16 saat çalışarak gelirini/ücretini bir miktar yükseltebiliyor. Hâl böyle olunca neredeyse tüm vaktimiz fabrikada geçiyor, eve gittiğimizde halimiz bile kalmıyor. Ailelerimizle evde bile doğru düzgün vakit geçiremiyoruz. Dışarıya çıkıp yemek yemeyi, sinemaya, tiyatroya gidip sosyalleşmeyi çoktan unuttuk, bunları saymıyoruz bile. Sağlıklı bir yaşam için haftada en az 2-3 defa kırmızı et veya balık yememiz gerektiği söyleniyor fakat biz asgari ücretle değil haftada 2-3 defa et yemeyi evimize doğru düzgün sebze alamıyoruz. Türk-İş’in 30 Aralıkta açıkladığı “Açlık ve Yoksulluk Sınırı” verilerine göre;
Yukarıdaki veriler de gösteriyor ki asgari ücret sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmeye bile yetmiyor. Tek başına yaşamak mümkün değil. Mutfak enflasyonunun yıllık ortalaması asgari ücrete yapılan zammın iki katından bile fazla. Her şey artık ateş pahası ama televizyon kanallarına çıkıp pişkin pişkin “fakir hayat en sağlıklı hayat” diyorlar. “Bakın asgari ücret elli de olsa elli verin yine elli harcar insanlar. Yüz verin yüz harcarlar. Bunun sonu yok ki. Her zaman söylerim fakir hayat en sağlıklı hayat. Yani asgari ücrete üzülmesinler, kendi hayatlarını asgari ücrete göre organize etsinler” diyen utanmazlar, “kuru fasulyede protein, et de protein diyebiliyorlar. Mütevazılığı öğrenmeniz gerekiyor” diyerek akıl veriyorlar. Şatafatlı hayatlarından bir parça olsun ödün vermeyip bizden asgari ücretle mütevazılığı öğrenmemiz gerektiğini söyleyenlerin gidip bir market fiyatlarına bakmalarını veya emekçilerin nasıl bir yoksulluk ve yoksunlukla yaşam mücadelesi verdiklerini anlamalarını bekleyemeyiz. Çünkü onlar geçmişte “ekmek bulamıyorlarsa, pasta yesinler” diyen, bugün “hurmalı manda yoğurdu” tarifi veren “biz şiir yazmıyoruz şiir gibi yaşıyoruz” diyenlerin sınıfından geliyorlar. Bizi ağır zamlar, yüksek enflasyon altında düşük ücretlerle yaşam savaşı vermek zorunda bırakanlar, sefalete mahkûm edenler tabi şiir gibi yaşarlar…
Geçenlerde fabrikada bir kadın arkadaşım çocuklarının dışarda balık yemek istediğini ama gidemediklerini söyledi: “Dört kişiyiz bir gün dışarda yemek yersek en az 2000 TL harcayacağız, nasıl gidelim o parayla acil bir ihtiyacımızı karşılarız ancak” dedi. İnsan durup düşünmeden, sorgulamadan edemiyor. Biz nasıl ve ne için yaşıyoruz, sadece çalışmak için mi? Bir gün ağız tadıyla ay sonunu getirme kaygısı olmadan dışarda yemek yemeyi, yaşamdan tat almayı hak etmiyor muyuz? Yaşamlarımız evden işe, işten eve bir yük hayvanından farksız geçiyor. Bu gidişat insanın kendisine olan öz saygısını zedeliyor, değersizlik hissiyatını derinleştiriyor. Böyle olunca da umutsuzluk ve çıkışsızlık duygusu büyüyor, içe kapanma, kendini toplumdan yalıtma ve depresyon yaygınlaşıyor.
Bu gidişata dur diyecek olan bizleriz. Kabullenmek yerine reddetmeli ve mücadele etmeliyiz. Biz işçiler, emekçiler hele de mutfaktaki yangınla en çok boğuşan biz kadınların bu sefalet koşullarına karşı durmamız gerekiyor. Asgari Ücret ve İşçi Sınıfı yazımızda şöyle demiştik: “İşçi ailesinin en temel yaşam gereksinimlerini elde edebilmesi için esasında eline geçmesi gereken ücret, yoksulluk sınırı olarak tanımlanan 67 bin liradır. Bu rakam hem bir işgücünün asgari üretim fiyatı hakkında hem de asgari ücretin artırılması talep edilirken neyin ölçü alınması ve nereye bakılması gerektiği konusunda da fikir vermektedir. Bu nedenle biz, asgari ücretin dört kişilik bir ailenin ihtiyaçlarına göre belirlenmesini savunuyoruz!” Bu talebimizi tüm işçi ve emekçilere ulaştırmalı ve bizi umutsuzluğa, çıkışsızlığa iten bu düzene karşı birleşmeli, kenetlenmeliyiz.