AKP’nin Çifte Standardı
Gülhan Dildar, 30 Kasım 2015

Geçtiğimiz günlerde Manisa’da Gülen cemaatine yönelik operasyonlar gerçekleştirilmiş ve başörtülü kadınlar kelepçelenerek gözaltına alınmışlardı. Sosyal medyada yüzlerce kez paylaşılan başörtülü kadınların kelepçeli görüntüleri, burjuva medyada geniş yer bulmuş ve tartışma konusu haline getirilmişti. Bu konu Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan İçişleri Bakanına, Bülent Arınç’tan Manisa Valisine kadar pek çok üst düzey devlet yetkilisinin de gündemine girdi. Haberin duyulmasıyla birlikte Davutoğlu derhal ilgili polisler hakkında inceleme başlatılması ve Emniyet Müdürünün de açığa alınması talimatını verdi. Hemen ardından ise Manisa Emniyet Müdürü görevinden uzaklaştırıldı.

Manisa Valiliği, Davutoğlu’nun konuşmasının ardından ayrımcı dili sürdürerek şu açıklamayı yaptı: “Hukuki süreçte suçluluğu sabit olmayan hiç kimsenin, hele de toplumda çok olumlu bir imajla algılanan başörtülü bayanların, şartları oluşmadan böyle bir işleme tâbi tutulmaları her kademede üzüntüyle karşılanmıştır.” AKP kurmaylarından Bülent Arınç da duyduğu derin üzüntüyü şöyle ifade etmişti: “Geçtiğimiz günlerde Manisa’da yapılan bir operasyonda vicdanları yaralayan görüntüler ekranlara yansımış ve kamuoyunda haklı tepkilere yol açmıştır… Büyük bir infiale yol açan ve masum insanları rencide eden bu olay karşısında, sayın başbakanımızın soruşturma açılması için talimat vermesi ile emniyet müdürünün görevinden alınması yerindedir ve her türlü takdiri, teşekkürü hak etmektedir. Bu vesile ile sayın başbakanımıza teşekkürlerimi arz ediyor; bundan sonrası için de, masum insanların bu tür hukuksuz uygulamalarla karşılaşmamasını temenni ediyorum.”

Gündemi epeyce işgal eden bu olay sonucu hızla gösterilen tepki, bir kez daha AKP hükümetinin toplumu dindar/muhafazakâr olanlar ve olmayanlar şeklinde kutuplaştırma siyasetini gözler önüne sermiştir. Gülen cemaatinden de olsa başörtülü kadınların kelepçelenmesi karşısında derin üzüntü duyduklarını ifade eden AKP’li siyasetçiler, bu durumun kendi tabanlarında herhangi bir tepkiye yol açmasını önlemek için farklı ağızlardan defalarca kınama ihtiyacı duydular. Ancak sıra direnişçi işçilere, devrimci, demokrat kadınlara, ezilen Kürt halkına gelince durum bambaşka oluyor. Vicdanlar taşlaşıyor, kör, sağır, dilsiz kesiliyorlar. TC’nin tarihinden bugüne kadar bu çifte standarda pek çok örnek sıralayabiliriz. Ancak otoriterleşme çizgisinin gün be gün kalınlaştığı son birkaç aylık süreçte yaşananlar “bu kadar ayrımcılık, çifte standart da fazla artık” dedirten cinstendir.

Başörtülü kadınlara kelepçe takılması ile art arda gelen YÖK protestolarından ekranlara yansıyanlar yeterince çarpıcıdır. Protestocu öğrencilere bıraktık kelepçe takmayı polis azgınca saldırmış ve öğrencileri, hatta muhabirleri yere yüzükoyun yatırarak ters kelepçelemişti. İstanbul Üniversitesi önünde gerçekleştirilen protestoda polislerden biri “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” derken görüntülenmişti. Gözaltına alınan öğrenciler, saatlerce ters kelepçeli halde bekletilmeleri sonucu ellerinde kalıcı doku kaybı olduğunu söylüyorlar. YÖK protestoları son örneklerden biridir sadece. Bugüne kadar defalarca, mücadeleci kadınların polis tarafından saçlarından sürüklenerek, yerlerde tekmelenerek gözaltına alındığına tanıklık ettik. Birkaç yıl önce KCK operasyonları adı altında önde gelen siyasetçiler de dahil olmak üzere yüzlerce Kürt gözaltına alındı, yıllarca tutsak edildi. Bu da yetmedi elleri kelepçeli halde tek sıra haline getirilerek fotoğrafları çekildi. Baskı ve sindirme politikasının bir aracı olarak bu görüntüler medyaya servis edildi.

Ağustos ayında Yüksekova’da Kürt inşaat işçileri, özel harekât polisleri tarafından elleri arkadan kelepçelenmiş şekilde yüzükoyun yere yatırılmıştı. Bir de üstüne “Türkün gücünü göreceksiniz” böğürtülerine maruz kalmışlardı. Bunca baskıya, zulme ise devlet erkânı yine sessiz kalmıştı. Sık sık sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği Kürt illerinde ise burjuva demokratik yasaları dahi hiçe sayılıyor. Korkunç bir devlet terörü uygulanıyor, kadınlar ve çocuklar katlediliyor.

AKP hükümeti 7 Haziran seçimlerinin ardından kapsamlı bir “terör” operasyonuna giriştiğini iddia etti. “Kokteyl terör” safsatasıyla kitlelerin bilincini bulandırmaya çalışan AKP, IŞİD-PKK-DHKP-C gibi örgütlerin tamamına birden operasyonlar gerçekleştirdiğini söylüyor. IŞİD operasyonu kapsamında gözaltına aldıkları kişilere kelepçe dahi takmazken ön kapıdan soktuklarını arka kapıdan çıkarıyor. Ama IŞİD dışındaki ev baskınlarında infazların gerçekleştirilmesine varıncaya dek azgınca polis terörü uygulanıyor. Buna son örnek Dilek Doğan’ın evinde annesi ve babasının gözleri önünde polis tarafından kurşunlanması verilebilir.

Polis kurşunuyla katledilen ve henüz 25 yaşında gencecik devrimci bir kadın olan Dilek Doğan; özel harekât polisleri tarafından katledilen ve cansız bedeni zırhlı araç arkasında sürüklenen Hacı Lokman Birlik; girdiği çatışmada yaralanan, işkence yapılarak vahşice katledilen ve çırıl çıplak soyularak sokağa bırakılan Ekin Van… Bunlar ve daha nice polis katliamlarının ardından devlet ve hükümet kanadından sadece durumu geçiştiren açıklamalar geldi. “Hukuksuzluk varsa araştırılacaktır”, “gereken yapılacaktır” gibi klişe laflar söylenerek olayların üstü ötülmeye çalışılıyor. Ama her ne hikmetse aylar, yıllar geçiyor, “gerekenler” bir türlü yapılmıyor! Yapılansa genellikle katillerin terfilerle ödüllendirilmesi oluyor.

Devletin kolluk güçleri sadece Kürtlere ya da sosyalistlere değil hak arayan, direnişçi işçilere de copuyla, gazıyla azgınca saldırmaktan geri durmuyor. Sendikalaştıkları için işten atılan ve Gebze’de fabrika önünde direniş çadırı kuran IFF Aroma ve Esans Sanayi fabrikasının işçileri, valisiyle, kaymakamıyla, polisiyle devletin baskısıyla karşı karşıyalar. Yine geçtiğimiz aylarda Türk Metal çetesinden istifa eden ve sendikal demokrasi mücadelesi veren Ankara Polatlı’daki ORS işçileri ve işçilerin aileleri, kadın, çocuk demeden jandarmanın azgın saldırısına maruz kalmışlardı.

İtaatkâr, kanaatkâr bir toplum yaratma çabası içinde olan AKP, en ufak bir hak arayışında ya da muhalefette bile devlet terörü ile karşılık vermektedir. Çoktandır sahte demokrat maskesi de düşmüş olan AKP-Erdoğan iktidarının, polis devleti uygulamalarını yaygınlaştırmasına, otoriterleşmeye ve devlet terörüne karşı demokratik hak ve özgürlükler için mücadele etmek elzemdir.

İlgili yazılar