Peru’da İsyan Sürüyor, Kısırdöngü de!
Utku Kızılok, 24 Ocak 2023

15 Aralık genel grevine hazırlanan emekçiler, “çözüm olmazsa devrim olur” diye haykırıyorlardı. Oysa çözümü yaratacak olan da bizzat devrimin kendisi! Peru’da ve Latin Amerika’da yıllardır tekrar edip duran kısırdöngünün kırılabilmesi için işçi sınıfının ve emekçilerin kapitalist düzeni yıkma perspektifiyle örgütlenmesi ve hareket etmesi gerekiyor. Sıklıkla ayağa kalkan, bir isyan geleneğine ve kendi delegelerini seçerek mücadele örgütleme kültürüne sahip Latin Amerikalı emekçiler, mücadeleyi daha ileri çekebilecek bir deneyime ve potansiyele sahiptir.

Perulu işçiler, köylüler, öğrenciler, yerliler geçtiğimiz Aralık ayının başından beri darbeci Dina Boluarte hükümetine, yerli ve yabancı tekellerin, ordu, polis, yargı ve burjuva siyaset kurumunun iç içe geçerek oluşturduğu oligarşik yapıya karşı isyandalar. 19 Ocak ulusal genel greviyle birlikte Peru’daki emekçi isyanı hem büyüyüp yaygınlaştı hem de egemen sınıf ile işçi sınıfı ve köylülerin oluşturduğu emekçi kitleler arasındaki uzlaşmaz çelişkiler ve mücadele giderek daha fazla keskinleşti.

Geniş emekçi kitleler, oligarşik yapının hâkimiyeti altındaki verili burjuva kurumsal işleyiş çerçevesinde kendilerinden yana herhangi bir değişiklik yapılmayacağını kavramış durumlar. Bu yüzden derhal darbeci Kongrenin dağıtılmasını, onlarca insanın katledilmesinden sorumlu Cumhurbaşkanı Boluarte’nin istifa etmesini, yeni bir anayasa ve kurucu meclis oluşturulması hedefiyle seçimlere gidilmesini talep ediyorlar. Esasında uzun yıllardır kurucu meclis ve yeni anayasa talepleri etrafında gelişen bir mücadele var ve amaç oligarşik yapının denetimindeki siyasi mekanizmaları kırmaktır. Burjuva düzen çerçevesinde yeni bir kurucu meclis oluşturulmasının ve yeni bir anayasa hazırlanmasının emekçilerin derdine ne kadar deva olacağı başka bir konudur ama verili anda Peru’daki oligarşik yapıyı hedef alan bu talepleri egemen sınıfın karşılaması pek mümkün gözükmüyor. Derinleşen siyasal krizin aşılması ve devrimci kitlelerin öfkesinin yatıştırılıp hareketin pörsütülmesi için Boluarte’nin istifası ve seçimlere gidilmesi gündeme gelebilir ama bu yönde bir adım atılması bugünkü durumu ortaya çıkartan çelişkileri çözmediği gibi daha da şiddetlendirecektir.

Kongre darbesinden bugüne

Hatırlanacağı üzere 7 Aralıkta solcu Cumhurbaşkanı Pedro Castillo, Kongre tarafından görevden alınarak tutuklanmıştı. Esasında 7 Aralık Peru’daki siyasi krizin derinleşerek yeni bir düzeye yükselmesi olarak tarihe geçti. Büyük kapitalistlerin, maden patronlarının ve geleneksel düzen temsilcilerinin denetimindeki Kongre, Castillo’nun emekçilerden yana herhangi bir değişiklik yapmasına izin vermezken, onu görevden almak için ardı ardına hamleler yaptı. Nitekim Kongre, 7 Aralıkta yolsuzluk suçlamasıyla Castillo’yu görevden uzaklaştırmak için üçüncü kez oylama yapacaktı. İşte bu ortamda yani siyasal krizin sürüp gittiği ve çıkışsızlığın derinleştiği koşullarda Castillo, oligarşi tarafından hazırlanan hükümet darbesini görerek o sabah karşı hamlesini yaptı ve Kongreyi feshetti. Açıklamasına göre “acil durum hükümeti” kurulacak, en kısa sürede Kongre seçimlerine gidilecek, yeni bir kurucu meclis oluşturulacak ve dokuz ay içinde yeni bir anayasa hazırlanacaktı. Fakat bu hamleyi yaparken emekçileri seferber etmeyen ve izlediği siyaset nedeniyle yalnızlaşan Castillo, bir anda kendisini bir boşlukta ve burjuva düzen cephesinin şiddetli saldırısı altında buldu. Zaten darbeye hazırlanan sağcı Fujimorist cephenin denetimindeki Kongre ve burjuva siyaset kurumları, karşı atağa geçerek Castillo’yu demokrasiyi katletmekle ve darbe yapmakla suçladılar. Derhal toplanan Kongre “kalıcı ahlâki yetersizlik” ve “anayasayı ihlâl” gerekçeleriyle Castillo’yu görevden alırken, onun yerine, daha düne kadar Castillo’nun yardımcısı olan ve hükümetinde bakanlık yapan Dina Boluarte’yi yeni cumhurbaşkanı olarak seçti.

Emekçi kitlelerin yaklaşık bir hafta boyunca görece sessiz kalmasından güç alan burjuvazi, siyasal krizi kendi lehine çözdüğünü düşünüyordu. Oysa hazırlıksız yakalanan emekçilerin sessizliğinin ardında açığa çıkmayı bekleyen bir fırtına vardı. Nitekim özellikle 12 Aralıktan itibaren ülke genelinde Kongre darbesine karşı protestolar başladı. Ülkeyi birbirine bağlayan anayollar kapatılarak bloke edilirken, madenciler başkent Lima’ya doğru yürüyüşe geçti. Polisin 7 kişiyi katletmesi, darbeci hükümet ile öfkeli emekçi kitleler arasında nasıl kapanmaz sınıfsal bir uçurum olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Castillo’yu darbeci olmakla suçlayıp kendisini demokrasinin temsilcisi olarak lanse eden Boluarte, darbeci oligarşik hükümetini ancak polis ve asker zorbalığıyla ayakta tutabilirdi ve nitekim öyle de oldu. Emekçilerin 15 Aralık ulusal genel grev kararına olağanüstü hal ilan edip ordu ve polisi kent ve kırsal bölgelere göndererek cevap verdi. Lima’da emekçiler yürüyüş yaparken polisin askeri düzende slogan atarak geçit töreni yapması ve askerlerin savaş düzeninde sevk edilmesi darbeci hükümetin nasıl korktuğunun ama aynı zamanda gücünü nereden aldığının göstergesiydi. OHAL’e ve 15 bölgedeki sokağa çıkma yasağına rağmen işçiler, köylüler, yerliler ülke genelinde meydanlara inmekten geri durmadılar. Ayacucho’da havaalanını ele geçiren emekçilere saldıran askerlerin birçok insanı katletmesi ve öldürülen insan sayısının 20’ye yükselmesi mücadelenin daha da keskinleşmesine neden oldu. Castillo’nun cumhurbaşkanı yardımcısı olarak Peru Libre (Özgür Peru) partisinden seçilen ve oligarşinin safına geçen Boluarte’ye hain diyen emekçiler, o andan itibaren onu katil ilan ettiler. O günden beri neredeyse her slogan ve yürüyüşlerde söylenen her şarkının içinde “katil Dina Boluarte” (Dina, Asesina) var.

Yapılan araştırmalara göre halkın yüzde 85’i mevcut Kongreden memnun değil ve yaklaşık yüzde 70’i (bir yıl öncesine göre 22 puan daha fazla) bir kurucu meclis seçilmesini istiyor. Kitlelerin devrimci bir ruhla ayağa kalktığı bugünkü koşullarda Peru egemen sınıfı, erken seçime gidilmesine bile razı değil. Bu yüzden emekçi isyanını asker ve polis gücüyle bastırmaya girişirken, Castillo’yu 18 ay boyunca cezaevinde tutmak üzere yargıdan çarçabuk bir karar çıkardı. Kongre ise seçimlerin 2024’te yapılacağını açıkladı. Elbette amaç zaman kazanmak ve bu arada kitlelerin isyanını bir şekilde bastırıp oligarşik yapının siyasal mekanizmalarını korumaktır. Ancak korkunç bir işsizlik ve yoksulluk sarmalında olan emekçilerin hiçbir talebinin karşılanmaması ve üstelik neredeyse her gösteride birçok insanın katledilmesi sınıf mücadelesini daha fazla körüklüyor. Nitekim yeni yılla birlikte protestolar yeniden başlarken, 10 Ocakta ülkenin güney bölgesinde (Juliaca, Puno vb.) Aymara dili konuşan yerlilerden 19 kişinin katledilmesi emekçilerin hem acısını hem de öfkesini bileyip keskinleştirdi. Darbeci hükümetin militarist bir karakter alması ve ülkeyi kan banyosuna dönüştürmesi, Lima’daki öğrencilerin ve beyaz yakalı kesimlerin de eylemlere daha fazla katılmasına neden oldu. Özellikle ülkenin güneyinde “Lima’yı al” sloganı yaygınlaşırken, mücadeleci bir çizgiyi hâkim kılmaları için sendika liderleri üzerindeki emekçi baskısı arttı. Bunun üzerine, halkı oyalamak amacıyla diyalogdan söz eden Boluarte’nin “ulusal anlaşma” toplantılarına katılan Peru Genel İşçi Sendikaları Federasyonu (CGTP) liderliği, 19 Ocakta ulusal genel grev çağrısı yaptı.

Sendika binasını kuşatan ve sendika liderlerini gözaltına alan polis, İnka İmparatorluğunun dört idari bölümüne atıfla ülkenin dört bir tarafından (marcha de los 4 Suyos)[1] Lima’ya yürüyüş çağrısı kararının alınmasını engelleyemedi. Bu kararın ardından polis emekçilerin başkente ulaşmasını engellemek için yolları kapatırken, darbeci hükümet de 15 Ocakta OHAL süresini Lima’da 30 gün boyunca uzattı. Çürümüş, şımarık ve elitist oligarşi medyası ise aşağıladığı emekçilere terörist diyerek ve yürüyüşün dışarıdan finanse edildiğini söyleyerek eylemleri karalamaya başladı. Ancak tüm bunlar, acı ve öfke yüklü emekçilerin yürüyüşe ve genel greve büyük bir seferberlikle hazırlanmasının önüne geçemedi. Emekçiler kendi aralarında para toplayarak seçtikleri delegeleri Lima’ya gönderirken, ülkenin dört bir tarafından başkente gidilirken geçilen her yerleşim yeri büyük bir eylem alanına dönüştü. 19 Ocakta ülkede hayatı durduran emekçi kitleler; “katil Dina”, “Castillo’ya özgürlük,” “yeni bir kurucu meclis ve anayasa” slogan ve talepleriyle meydanları inlettiler. Gösteri ve yürüyüşler birçok kentte ayaklanma boyutuna yükselirken, asker ve polis emekçilerin ele geçirdiği Arequipa Havaalanını ancak silah gücüyle geri alabildi. Sıkıştıkça daha fazla orduyu devreye sokan darbeci Boluarte hükümeti, Lima’da tankları meydanlara indirerek emekçilerin Kongre ve Başkanlık binalarına yürümesinin önüne geçebildi.

“İktidarı ele geçirmek için hukukun üstünlüğünü yıkmak istiyorsunuz” diyerek emekçilere seslenen Boluarte, bunu cezasız bırakmayacaklarını söylüyordu. Nitekim o gün asker ve polis kurşunuyla dört kişi daha katledildi. Ancak emekçiler genel grevin ikinci gününde de Lima dâhil birçok kentte darbeci hükümete karşı sokaklara çıkarak kitlesel gösteriler düzenlemeye devam ettiler. Açık bir asker ve polis şiddetine dayanan Boluarte liderliğindeki rejim, genel grevi ve kitle hareketini ezmeye çalışıyor. Grevin ikinci gününde polis, Lima’ya gelen ve Ulusal San Marcos Üniversitesinde kalan kimi delegeleri ve öğrencileri gözaltına almak için panzer kullanarak okulun kapısını kırarken, devletin savaş düzeni aldığı mesajı verilmek istenircesine üniversite binası üzerinden helikopter uçuruldu. Peru’daki oligarşik yapının kuklasına dönüşen Boluarte, emekçileri katlederek ve kitle hareketini ezmeye girişerek “hukukun üstünlüğü”nü koruyor! Elbette Boluarte’nin “hukukun üstünlüğü” dediği şey, kapitalist düzenin dokunulmazlığı düşüncesinin siyasal/kavramsal ifadesinden başka bir şey değil. Boluarte, işçi ve emekçileri kapitalist efendilerin maşası konumundaki bir hükümeti ve böylece hukukun üstünlüğünü yıkmak istemekle suçluyor! İşçi sınıfı eninde sonunda bu “suçu” işleyecektir ve işlemek zorundadır.

Latin Amerika’da Peru, Peru’da Latin Amerika!

20 yıldan fazla bir süredir Latin Amerika genelinde işçi sınıfı ve yerliler/köylüler ardı ardına isyan edip ayağa kalkıyor. Kitle hareketi, Peru dâhil birçok ülkede sayısız kez burjuva iktidarları devirdi ve devrimci durumlar oluştu. Lakin işçi sınıfı iktidarı kendi eline alıp kapitalist düzeni tasfiye edemediği için, yükselen devrimci kitle hareketi reformist partileri veya solcu başkanları iktidara taşımanın kaldıracına dönüşüyor. Kapitalist düzenin yıkılması gibi bir perspektifi olmayan bu solcu başkanlar, karşılarında oligarşik yapıyı ve onun denetimindeki siyasi mekanizmaları buluyorlar. Tepeden tırnağa rüşvet ve yolsuzluğa gömülmüş, devlet kaynaklarının sınırsızca yağmalandığı, işçi ve köylülerin dizginsizce sömürüldüğü, yoksulluğun katlanılmaz bir hal aldığı bu yapıyı korumaya çalışan egemen sınıf, emekçi kitlelerden ve solcu başkanlardan nefret ediyor. Özelleştirilerek tekellerin denetimine terk edilen maden, elektrik veya petrol şirketlerinin kamulaştırılmasına, kronik işsizliği ve korkunç yoksulluğu bir parça yumuşatarak emekçilerin yaşamında iyileştirme yapmaya dönük programlara şiddetle karşı çıkıyor. Solcu başkanların geleneksel düzen mekanizmalarının dışına çıkmayacaklarına dair açıklamaları, iç ve dış sermaye kesimlerine şirin gözükme çabaları, emekçilere vaat ettikleri programlarından büyük ölçüde vazgeçerek burjuvaziye verdikleri tavizler de onları nefret objesi olmaktan kurtaramıyor. Egemen sınıf, talepleri karşılanmayan kitlelerin demoralize olmasından da yararlanarak, fırsatını bulduğu anda denetimindeki siyasal mekanizmaları kullanarak bu solcu devlet başkanlarını devre dışı bırakıyor. Nitekim Brezilya’dan Bolivya’ya, oradan Peru’ya son yıllarda birbiri ardına solcu devlet başkanlarına karşı hükümet darbelerinin yapılması durumu özetliyor. Tabii, başarısız da olsa Venezuela’da Chavez’e karşı doğrudan askeri darbe girişimini de devirme yöntemlerine eklemek gerekiyor.

Tam da yukarıda özetlediğimiz durum nedeniyle Peru yıllardır bir siyasal krizden ötekine sürükleniyor. Uzun yıllar ülkeyi otokratik bir rejimle yöneten Fujimori’nin siyasal geleneğinin takipçisi olan Fujimoristler; ulusal ve uluslararası tekellerin, ABD’nin, medyanın, ordu ve burjuva devlet yapısının yani domuz topu gibi birleşmiş oligarşinin en gerici temsilcisi olarak Kongrede çoğunluğu ellerinde tutuyorlar. Bugüne kadar birçok kez seçimleri kazanan solcu devlet başkanları, geleneksel siyasal mekanizmaların engelini aşıp Kongrede çoğunluğu sağlayamadılar. Egemen sınıfın ve yerleşik siyasal yapının çıkarlarına ters hareket eden her devlet başkanı, Kongre yoluyla yani bir hükümet darbesiyle görevden uzaklaştırıldı. Mesela 2018’in Martında cumhurbaşkanı seçilen solcu Vizcarra’nın başına da aynı şey geldi. “Kendini bir nevi «partiler üstü» bir pozisyona yükselterek siyasi kampanyalar için özel finansmanı yasaklayan, milletvekillerinin yeniden seçilmesini engelleyen, ikinci bir yasama organı oluşturmaya çalışan bir yasal düzenleme için anayasa referandumunu gündeme”[2] getiren ve yolsuzluğa karşı mücadele kampanyası başlatan Vizcarra, 9 Kasım 2020’de Castillo gibi “anayasal düzeni bozmak” gerekçesiyle iktidardan indirildi. Bu çürümüş yapının temsilcileri o denli körleşmiş durumdalar ki Vizcarra’nın yerine ordunun desteklediği bir kişiyi, onun da istifa etmek zorunda kalması üzerine ise bir Dünya Bankası uzmanını başkan seçebildiler. Fakat kitlelerin meydanlara inip büyük gösteriler düzenlemesiyle, Kongre tarafından cumhurbaşkanı seçilen egemen yapının temsilcileri her seferinde istifa etmek zorunda kaldılar. Böylece Peru peş peşe 5 devlet başkanı değiştirirken, siyasal kriz de giderek derinleşti.

İşte bu koşullarda gidilen seçimlerde Pedro Castillo, çürümüş yerleşik siyasal yapıdan bıkıp usanan işçi ve emekçilerin temsilcisi olarak öne çıktı. Castillo, 2017’deki Öğretmenler Sendikası öncülüğünde 75 gün süren öğretmenler grevinin liderlerinden biriydi. Kırsal bölgede öğretmenlik yapan, başında geniş hasır şapkasıyla yerli ve sosyalist bir kimliğe sahip Castillo, oligarşik yapının nefretini kazanacak tüm özellikleri taşıyordu. Yerli ve en alt sınıftan gelen, üstelik de burjuva kültürüne ait olmayan birisinin Peru devletinin başına oturması olasılığı kibirli egemen sınıfı çileden çıkartmaya yetiyordu. Elbette Castillo’nun sembollerle dolu kimliği kadar ve ondan daha fazla, ileri sürdüğü düşünceler ve emekçilere verdiği vaatlerdi egemenleri çileden çıkartan. Esasında Castillo’nun ileri sürdüğü talepler, zaten uzun zamandır işçi ve emekçilerin uğruna mücadele ettiği taleplerdi: Özelleştirmeye karşı kamulaştırma, yeni bir anayasa ve kurucu meclis, yolsuzluğa karşı mücadele vb. Camisea gaz sahasının devletleştirileceğini söyleyen Castillo, bakır ve altın madenlerini işleten çokuluslu şirketleri de var olan sözleşmeleri yeniden müzakere etmeye çağırıyor ve kabul etmedikleri durumda kamulaştırma tehdidinde bulunuyordu. Esasında müzakere çağrısı, burjuvaziye yapılmış bir uzlaşı çağrısından başka bir şey değildi. Seçimler yaklaştıkça bu çizgiyi daha da kalınlaştıracaktı.

Egemen sınıfın nefret dolu kara propagandasına rağmen Castillo seçimlerde ikinci tura kaldı ve Haziran 2021’de tüm engelleri aşarak cumhurbaşkanı seçilmeyi başardı. Ne var ki Kongrenin sağın denetiminde kaldığı, kitlelerin ise seferber edilmediği, en önemlisi kendisine ait bir örgütlenmenin/partinin ve kadroların olmadığı koşullarda, kırsaldan gelip devletin tepesine oturan Castillo’nun üzerine bastığı zemin son derece çürük ve kaygandı. Nitekim kısa sürede, çok uluslu şirketlerle bağlantılı 17 tekelin hâkimiyeti altındaki Kongreyi, burjuva devlet yapısını ve medyayı karşısında buldu. Baskı altında kalan Castillo, neredeyse hiç direnmeden başbakanlarını ve bakanlarını görevden alarak tavizler vermeye başladı. Orduyu rahatsız ediyor diye başbakanı, taşeronluk sistemine karşı çıktığı ve kapitalistlere radikal geldiği için çalışma bakanını görevden uzaklaştırdı. Böylece onlarca bakanın görevden alındığı ve kabinenin 5 kez değiştiği bir siyasal kriz tablosu çıktı ortaya. Castillo, düzen cephesine güven vermek için Özgür Peru Partisinden istifa etmesine, bakır ve maden işletmeleri konusunda geri adım atmasına rağmen burjuvaziyi tatmin edemedi. Temmuz 2022’de Reuters, Castillo’nun ılımlı bir çizgiye gelmesine rağmen Peru maden patronlarının ona olan inancını yitirdiğini yazıyordu.

Kitlelere yaslanmayan, burjuva devlet yapısı ve siyasal mekanizmaları içinde kendisine dayanak arayan Castillo, sonunda yalnız kaldı. Bir çıkış yolu bulmak ve kendisine karşı hazırlanan darbeyi önlemek amacıyla Kongreyi görevden aldığını açıkladı. Ancak umutsuzca giriştiği bu hamlesinde, burjuvazinin gözüne girmek için göreve getirdiği bakan ve başbakanları bile onu yalnız bıraktı. Yardımcısı Boluarte, ihanet ederek oligarşinin devlet başkanı olarak seçilmeyi kabul etti ve bugün bildiğimiz süreç başladı. Şimdi işçi ve emekçiler, bir kez daha ayağa kalkarak hem Castillo’ya özgürlüğünü vermek hem de taleplerini hayata geçirmek için mücadele veriyorlar.

Yerleşik egemen yapı, var olan siyasal işleyiş mekanizmalarını bir milim bile esnetmeye yanaşmıyor. Çok açık ki bu oligarşik burjuva düzen yapısının emekçilerden yana gerçek ve kalıcı çözüm üretmesi mümkün değil. Tam da bu gerçekliği kavrayan emekçi kitleler, tüm yürüyüşlerde şöyle haykırıyorlar: Bu demokrasi artık demokrasi değil! Özellikle kapitalizmin tarihsel sistem kriziyle birlikte burjuva demokrasisi giderek daha fazla kabuğa dönüşmüş ve düzen her alanda daha fazla gericileşmiştir. Burjuva demokrasisinin siyasal mekanizmaları, biçimsel olmanın ötesine geçemiyor. Latin Amerika’da gördüğümüz üzere, sınıf mücadelesi keskinleştiğinde o biçimsel mekanizmaların ardından oligarşinin faşizan yüzü sırıtıyor. Emekçi kitlelerin kurucu meclis ve yeni anayasa talebinin hayata geçmesi de gerçek ve kalıcı bir çözüm üretemez. Kapitalist düzen çerçevesinde kalındığı, kapitalist özel mülkiyet sürdüğü ve 17 tekel hâkimiyetini koruduğu müddetçe hiçbir köklü değişim olmaz; işsizlik ve sömürü son bulmaz.

15 Aralık genel grevine hazırlanan emekçiler, “çözüm olmazsa devrim olur” diye haykırıyorlardı. Oysa çözümü yaratacak olan da bizzat devrimin kendisi! Peru’da ve Latin Amerika’da yıllardır tekrar edip duran kısırdöngünün kırılabilmesi için işçi sınıfının ve emekçilerin kapitalist düzeni yıkma perspektifiyle örgütlenmesi ve hareket etmesi gerekiyor. Sıklıkla ayağa kalkan, bir isyan geleneğine ve kendi delegelerini seçerek mücadele örgütleme kültürüne sahip Latin Amerikalı emekçiler, mücadeleyi daha ileri çekebilecek bir deneyime ve potansiyele sahiptir. Daha da önemlisi, kapitalizme karşı mücadelenin tek tek ülkeleri aşarak kıta düzeyine yükselmesi bir zorunluluktur. Zira Peru’da ya da bir başka Latin Amerika ülkesinde işçi sınıfı iktidarının ayakta kalmasının başka bir yolu yoktur. 


24 Ocak 2023


[1] 1990’da iktidara gelen Japon asıllı Alberto Kenya Fujimori, işçi sınıfının kazanılmış haklarına kapsamlı bir saldırı başlattı. Neoliberal politikalar doğrultusunda kamu bankalarını, madenleri ve sanayi kuruluşlarını özelleştirdi; işten atmalar hızlanırken, sendikalar zayıflatıldı. Devlet kaynaklarını yağmalayan ve işçi sınıfını daha fazla sömüren sermaye sınıfı palazlandı, kamu hizmetlerinin küçülmesi ve artan işsizlik nedeniyle işçi ve emekçilerin yoksulluğu alabildiğine derinleşti. İktidarın iplerini eline geçiren Fujimori, burada da durmayarak iki kanatlı Kongreyi dağıttı ve devlet başkanının yetkilerini artıran yeni bir anayasa hazırladı. Demokratik hakları yok eden ve kurduğu otokratik rejimle toplumu baskı altına alan Fujimori, Aydınlık Yol gerillalarına karşı büyük bir katliama girişti. 2000 yılına gelindiğinde toplumdaki hoşnutsuzluk artmış, rüşvet ve yolsuzluğa gömülerek çürüyen rejim kırılgan hale gelmiş, egemen sınıf içindeki gerilimler büyümüştü. Mayıs ayındaki seçimleri hileyle kazanan ve yolsuzluk görüntüleri patlayan Fujimori’nin rejimi sarsılmaya başlamıştı. Nitekim işçi ve emekçiler, aynı 19 Ocaktaki gibi ülkenin dört bir tarafından (marcha de los 4 Suyos) Lima’ya bir yürüyüş başlattılar. Gelişen kitle hareketi, egemen sınıf içindeki gerilim ve rejimin zayıflaması nedeniyle Fujimori daha fazla tutunamadı ve 13 Kasımda Japonya’ya kaçtı. 2007’de tutuklanan Fujimori iki kez yargılanıp cezaevine atılırken, oligarşik yapı Mart 2022’de serbest kalmasını sağladı.

[2] Kerem Dağlı, Peru’ya Bir Devrim Gerek!, www.marksist.net

İlgili yazılar