Küba’da Gösteriler ve Emperyalist İkiyüzlülük
Utku Kızılok, 23 Temmuz 2021

11 milyon insanın yaşadığı bu yoksul ülke, ABD emperyalizminin ağır ve yıkıcı ambargosu altında nefes alamaz durumdadır. Burjuva Batı basını ve Batılı yönetimler, Küba’daki gösteriler bağlamında bir kez daha emperyalist ikiyüzlülüğünün yeni bir örneğini sergilediler. Mesela Batı basını ekonomik çöküş ve kıtlıktan söz ederken, tartışmasız şekilde bunun ABD yaptırımlarından kaynaklandığına dair tek kelime etmiyor ya da geçiştiren bir tutum sergiliyor.

Küba’nın San Antonio de los Baños kentinde 11 Temmuzda gerçekleştirilen gösterilerin yankısı sürüyor. Esasında bu kentteki gösteriler 1994’te Havana’nın Malecon bölgesinde yaşanan gösterilere kıyasla son derece zayıftı ve şimdilik devamı da getirilebilmiş değil. Lakin emperyalist Batı basınının söz konusu gösterileri abartarak sunması ve kitlelerin “komünist” rejime karşı ayağa kalktığını propaganda etmesi, keza ABD Başkanı Biden’ın aynı minvaldeki açıklamaları Küba’yı dünya kamuoyunun gündemine taşıdı. Gösterilerin başlamasından hemen sonra Biden, Küba halkının otoriter rejimden bıktığını ve ondan kurtulmaya çalıştığını, uzun zamandır böylesine büyük bir gösterinin görülmediğini ve Küba halkının yanında olduğunu söyledi. Daha sonra ise hem Biden hem de Beyaz Saray sözcüleri, özgürlükleri desteklediklerini ve Küba’nın komünizmin başarısızlığını tescillediğini açıkladılar. Görüleceği üzere bir yandan özgürlük söylemi üzerinden ABD’nin emperyalist müdahalesi meşrulaştırılmaya çalışılırken, bir yandan da Küba’daki ekonomik çöküş, yoksulluk ve kıtlık komünizmle özdeşleştirilerek insanlığın kurtuluş hayaline kara çalınıyor.

Elbette tarihsel ömrünü doldurmuş kapitalizmin girdiği çıkmazda debelendiği, toplumsal eşitsizliğin akıl sınırlarını zorladığı, milyarlarca insanın açlık çektiği, emekçiler için geleceğin giderek karardığı, Amerika’da genç kuşakların sosyalizm düşüncesine doğru kaydığı koşullarda Biden yönetiminin komünizmi öcüleştirmesi boşuna değil. Zira kapitalist sömürü düzeni her geçen gün dünyamızı daha fazla cehenneme çevirirken, emekçilerin isyan dalgası bir ülkeden ötekine sıçrayarak büyüyor. Yeni bir dünya özlemi genç kuşaklardan başlayarak kitlelerin düşünce dünyasında kök salıyor. Sosyalizmi yararlı bir şey olarak görmediğini söyleyen Biden, bir taraftan Demokrat Parti içinde siyaset yapan ve emekçilerden yana bastıran “sosyalist” kesimlere (Sanders, Ocasio-Cortez vb.) vuruyor, öte taraftan ise kamu harcamalarını arttırmaya dönük programı bile sosyalizm olarak eleştiren burjuva gericiliğinin kalesi konumundaki Cumhuriyetçi Parti yönetiminin yüreğine su serpiyor. Şu hususun altını kalınca çizmek lazım: Batılı emperyalist güçlerin ya da kimi sol kesimlerin iddiasının aksine, Küba’daki rejimin sosyalizmle uzaktan yakından ilgisi yoktur. 1960’ların başında, SSCB’nin varlığında bürokratik diktatörlük olarak şekillenen[1] ve günümüzde kapitalizme entegrasyon sürecinde olan Küba’daki rejimin karakteri burada bizim için tartışma konusu değildir.

11 milyon insanın yaşadığı bu yoksul ülke, ABD emperyalizminin ağır ve yıkıcı ambargosu altında nefes alamaz durumdadır. Burjuva Batı basını ve Batılı yönetimler, Küba’daki gösteriler bağlamında bir kez daha emperyalist ikiyüzlülüğünün yeni bir örneğini sergilediler. Mesela Batı basını ekonomik çöküş ve kıtlıktan söz ederken, tartışmasız şekilde bunun ABD yaptırımlarından kaynaklandığına dair tek kelime etmiyor ya da geçiştiren bir tutum sergiliyor. Burjuva Batı basınının ve Biden’ın ikiyüzlüce tutumunu şu örnekte de görebiliriz. Hatırlanacağı üzere yine bir Latin Amerika ülkesi olan Kolombiya’da milyonlarca emekçi açlık ve yoksulluğa, baskı ve zorbalığa karşı ayağa kalktı. ABD’nin ve oligarşinin adamı Başkan Duque, emekçilerin isyanını kanla ezmek için polisi devreye soktu ve emekçilere karşı tam anlamıyla bir savaş başlattı. Polis yüzden fazla insanı katlederken, çok daha fazlasını yaraladı. Fakat Küba’da özgürlükçü kesilen Batı basını ve Biden yönetimi Kolombiya’daki bu katliam karşısında benzeri bir tutum sergilemedi. Keza İsrail devleti Filistin halkını katlederken Biden İsrail egemenlerinin buna hakkı olduğunu savundu; İsrail’e dönük her eleştiri Batı basınında anti-semitizm olarak damgalanıp boğuldu.

1960’ların başından bu tarafa Küba, ABD emperyalizminin yıkıcı ambargosu ve kuşatması altındadır. SSCB’nin ayakta olduğu ve desteğini sürdürdüğü dönemde bu ambargo bugünkü gibi bir yıkıma yol açamıyordu. Ne var ki Sovyetler Birliği’nin tarih sahnesinden ayrılmasıyla Küba ekonomisi tam bir çöküş yaşadı. 1990’ların ilk yarısında ülke ekonomisi yüzde 40 küçüldü. Gıda, sağlık ve enerji alanındaki hammadde ihtiyacı karşılanamaz oldu. Yiyecek dağıtımı sınırlanırken, halk temel gıda ve ihtiyaç maddelerine ulaşamadı. Karaborsaya düşen ihtiyaç maddelerinin fiyatı fırladı. Bu dönemde enerji yetersizliğinin getirdiği yoksunluk öyle bir düzeye varmıştı ki, Fidel Castro bu sayede bisiklet çağına girildiğini söyleyerek ülkenin yüz yüze geldiği durumu ironik şekilde tasvir ediyordu.

2000 dönemeciyle birlikte Küba’da kapitalizmle bütünleşme doğrultusunda daha fazla adım atılırken, ülke turizme ve yabancı sermaye yatırımlarına daha fazla açılırken, aynı dönemde Latin Amerika’da burjuva sol iktidarların yükselmesi Küba’ya görece nefes aldırmıştı. Venezuela, Brezilya, Bolivya ve Arjantin gibi ülkelerde sol iktidarlar, oluşturdukları ekonomik ve ticaret ağına Küba’yı da dâhil ettiler. ABD karşısında Latin Amerika milliyetçiliğinin temsilcisi konumundaki Chavez liderliğindeki Venezuela, bu yıllarda petrolden elde ettiği gelir sayesinde Küba’ya yardım edebildi. Latin Amerika’daki bu sol burjuva iktidarlar ve Çin’in yardımları sayesinde Küba nefes alabildi.

2015 Ocağında ABD Başkanı Obama’nın o zaman Küba’nın Devlet Başkanı konumundaki Raul Castro’yla yaptığı görüşmede yaptırımların kaldırılması gündeme geldi. Zira Küba 2010’dan itibaren kapitalizme entegrasyon yolunda daha fazla adım atmaya başlamıştı. Ancak 2016’da ABD’de başkanlık koltuğuna oturan Trump, Obama’nın kapitalizmle bütünleşme sürecini hızlandırarak Küba’yı çözme ve rejim değişikliğinin ekonomik temelini güçlendirme politikasından vazgeçti. Trump, Latin Amerika’daki sol iktidarları boğma ve iktidardan düşürme planının bir parçası olarak, Küba’ya uygulanan ambargoyu alabildiğine ağırlaştıracak adımlar attı. Küba, Venezuela ve benzerlerine karşı izlediği stratejinin amacı şuydu: Ekonomik olarak bu ülkeleri yalnızlaştırmak, ekonominin çökmesini sağlamak ve kitlelerin haklı öfkesini rejim değişikliğine kanalize etmek! Kapitalizm 2020’ye tarihinde benzeri görülmedik bir krizle girerken ve buna salgın eşlik ederken, yalnızca bu dönemde 50 yaptırım daha devreye sokuldu. Salgın nedeniyle turizm gelirinin de kesildiği bu koşullarda, yüzde 11 küçülen Küba ekonomisi çöktü.

Şu anda ekonomiden sağlığa birçok alanda kıtlık yaşanıyor. İnsanlar doğru düzgün ilaç ve ekmek bulamıyor. Öyle ki günlük hayatın parçası olan en basit ürünlere ulaşmak bile imkânsız hale gelmiş durumda. Süreklileşen elektrik kesintileri yaşamı çekilmez hale getiriyor. Zaten Küba Devlet Başkanı Diaz-Canel de, gösterilerin ardından yaptığı konuşmasında verili durumu sergilemek zorunda kaldı: “Tüm bu durumlar, ülkede kıtlığa yol açtı. Özellikle ekonomik kalkınma ve üretim sürecinde ve ihracata katkıda kritik önemde olan gıda, ilaç, hammadde ve tedarik alanlarında kıtlıklar yaşandı. İki önemli öğe kesintiye uğradı: İhracat ve kaynaklara yatırım. Üretim sürecinden ürün geliştirmeye ve halkımıza hizmet sağlamaya kadar büyük çapta bir kesinti yaşandı. Aynı zamanda, akaryakıt ve yedek parçalarda sınırlamalar yaşadık. Tüm bunlar biriken sorunlarla birlikte bir memnuniyetsizlik düzeyi yarattı.”

İşte bu koşullarda doğal olarak emekçilerin öfkesi büyüyor. ABD emperyalizmi, kendi örgütlenmelerini kullanarak bu öfkeyi Küba’daki rejime karşı harekete geçirmeye çalışıyor. Nitekim 11 Temmuzdaki gösterilerinden önce #SOSCuba etiketiyle Twitter üzerinden Küba’daki rejim karşıtı paylaşım yapan ve uluslararası kamuoyuna (yani ABD’ye) Küba’ya müdahale çağrısında bulunan 2 milyondan fazla hesabın sahte olduğu anlaşılmış durumda. Esasında Bolivya, Venezuela ve Latin Amerika’daki diğer sol iktidarlara karşı sosyal medya üzerinden örgütlenen sağcı kampanyanın bir Küba versiyonu söz konusudur.

Latin Amerika’da ABD emperyalizmiyle derinden iç içe geçmiş oligarşi ve onun siyasi temsilcisi sağ/muhafazakâr/faşizan burjuva partiler, sol iktidarları düşürmek için her yola başvuruyorlar. Latin Amerika’da burjuva sol, kitlelerin devrimci kalkışmasının üzerine oturup iktidara yükseldiğinde, emekçilerin içine itildiği derin yoksulluğu hafifleten bazı sosyal programları hayata geçirdi. Ancak bu iktidarların yoksullardan yana kamu harcamalarını arttırmaları ve etraflarında yeni bir burjuva kesim yaratmaları (mesela Venezuela’da Bolivarcı burjuvazi) ve böylece devlet kaynaklarının bir bölümünün yön değiştirmesi, yıllardır ülkeyi çiftlikleri gibi yöneten Latin Amerika oligarşisi için tahammül edilemezdi. Latin Amerika oligarşisi yıllardır ABD emperyalizmiyle birlikte bu sol iktidarları ezmek için çalışıyor, komplolar ve darbeler örgütlüyor. Bu noktada Brezilya’dan Venezuela’ya emekçi kitlelerin artan hoşnutsuzluğundan yararlanmaktan geri durmuyor. Mesela dünya ekonomisindeki krizin etkisiyle petrol fiyatlarındaki gerileme, Venezuela veya Brezilya’da sosyal harcamaların kısılmasına neden oldu. Gerek bu durum gerekse bu iktidarların yolsuzluğa gömülmesi emekçilerin tepkisini büyütürken, oligarşinin elini güçlendirdi. Kitlelerin tepkisinin arttığı koşullarda komploları için daha elverişli bir ortam bulan oligarşi, Brezilya’dan Ekvador’a sol iktidarların düşmesinde bu tepkiyi kullandı.

Bu tablo, Latin Amerika’da bir kısırdöngüye işaret ediyor. 2000 dönemecinden bu tarafa kıta işçi sınıfı defalarca ayağa kalktı, devrimci durumlar yaşandı. Ancak bu devrimci durumlar doğrudan demokrasi anlamına gelen işçi sınıfı iktidarına ilerletilip kapitalizm tasfiye edilemedi. Kitle hareketinin üzerine basarak iktidara yükselen burjuva sol partiler hem devrimci durumları pörsüten bir işlev gördüler hem de yukarıdaki tablonun oluşmasına neden oldular. Bu durum, Latin Amerika’da işçi sınıfı için çıkışın nerede olduğunu da aslında apaçık ortaya koyuyor. Latin Amerika’nın diğer ülkelerinde işçi sınıfının kaderi değiştiği zaman, şüphe yok ki Küba işçi sınıfının kaderi de değişmiş olacak! 

23 Temmuz 2021


[1] Küba devrimine ve Küba’daki rejimin karakterine ilişkin ayrıntılı değerlendirmelerimiz için bkz. Akın Erensoy, Küba: Ulusal Devrimden Bürokratik Diktatörlüğewww.gelecekbizim.net

İlgili yazılar