Rusya’daki Protestoların Gösterdikleri
Utku Kızılok, 1 Şubat 2021

Rusya’da, 23 Ocakta, Moskova’dan Çin sınırındaki Vladivostok’a kadar 60 kentte on binlerce insanın sokaklara dökülerek Putin’i istifaya çağırması, doğal olarak dünya genelinde yankı uyandırdı. Protestolar, Rusya’da hâlihazırda muhalif lider olarak öne çıkan Navalnıy’ın çağrısıyla gerçekleştirildi. Navalnıy, geçtiğimiz Ağustosta zehirlenmiş ve Almanya’ya giderek tedavi olmuştu. 17 Ocakta Rusya’ya döner dönmez havaalanında gözaltına alınarak tutuklandı. Putin rejimi, daha önce tutuklanıp şartlı tahliye edilen Navalnıy’ın tahliye kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle tekrar tutuklandığını söylese de gerçekliğin bu olmadığı açık. Navalnıy’ın Rusya siyasetinde çok belirleyici bir yer tuttuğu söylenemez. Ancak rejimin toplumsal tepkinin ortaya çıkabileceği tüm kanalları dinamitlemesi, onun içeride ve dışarıda öne çıkmasını sağlıyor. Dolayısıyla tutuklamanın asıl nedeni, toplumdaki tepkinin açığa çıkmasına ve bunun da muhalefeti canlandırmasına fırsat tanımamak, bu arada Navalnıy’ı destekleyen Batı’ya mesaj vermektir.

Navalnıy, geçmişte ırkçı ve büyük Rus şovenisti politik bir çizgi izlemiş birisi ve bu çizgiyi terk edip etmediği belirsizdir. 2008’de dişçi kılığında çektiği propaganda videosunda göçmenleri çürük dişe benzeten ve toplumdan temizlenmeleri gerektiğini söyleyen Navalnıy, Kafkasya halklarını da hamamböceğine benzeterek hakaretler savuruyor ve Putin’in bu halklara karşı yumuşak siyaset izlediğini savunuyordu. Putin karşısında muhalif bir figür olarak sivrilmeye çalışan Navalnıy, 29 Nisan 2017’de Guardian gazetesine verdiği mülakatta, yaptığı videolardan dolayı pişman olmadığını söylemişti. Fakat besbelli ki emekçilerin dikkatini çekmek için söylemini değiştirdi, Putin’i yıpratmak için yolsuzluk ve rejimin otoriterliği konusunu gündeme getirdi. Aynı röportajında Navalnıy, tüm otokrat rejimlerin bir gün sona erdiğini ve Putin rejiminin de son bulacağını söylüyordu.

Verili koşullarda Navalnıy’ın hem Putin rejimi için ciddi tehdit oluşturacak bir siyasi gücü yok hem de son derece tartışmalı birisi. O halde Batı neden Navalnıy’ı destekliyor? ABD ve AB, Putin’i zayıflatmak ve Rusya’yı uluslararası alanda daha kontrol edilebilir bir noktaya çekmek için yıllardır Batı yanlısı güçlü bir muhalefet hareketi yaratmaya çalışıyor. Ancak bu doğrultuda bugüne kadar yol aldıkları söylenemez. Zira Putin rejimi, eski satranççı Garry Kasparov örneğinde olduğu üzere, Batı yanlısı en küçük muhalefet hareketini bile ezip sindirmekten geri durmadı. Sözde Komünist Partisi dâhil var olan tüm muhalefet partileri ise, gerçekte rejimin bir parçası konumundalar. Bu muhalif partiler de rejimin çizdiği çerçeveye riayet ediyor ve toplumsal çelişkilere odaklanmayarak, Rusya ile Batı’nın (özel olarak ABD) karşı karşıya gelmesinden doğan sorunları gündem ediyor, Batı karşıtı bir siyaset izliyorlar. İşte bu koşullarda Navalnıy, yalnızca Putin karşısındaki burjuva muhalefet için değil ama aynı zamanda Batı için de desteklenmesi gereken bir muhalif lider haline gelmiş oluyor. Nasıl ki Rusya ABD’de Trump’ı, AB’de ise aşırı sağı ve faşist partileri destekleyerek Batılı emperyalist ülkelerin iç dengelerini bozmaya ve güçsüzleştirmeye çalışıyorsa, Batı da Navalnıy üzerinden aynısını yapmaya çalışıyor. Nitekim Navalnıy’ın tutuklanması üzerine ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı Antony Blinken şu açıklamayı yaptı: “Navalnıy’ın sesi pek çok Rus vatandaşının sesi. Bu sese kulak verilmeli, bu ses susturulmamalı. Navalnıy’ın güvenliğinden endişe duyuyoruz.” Keza Navalnıy’ın hamiliğini üstlenmiş olan Almanya da onu kullanarak Putin üzerinde baskı kurmaya çalışıyor.

Navalnıy’ın tutuklandığı dakikalarda, yine onun sunumunu yaptığı “Putin’in Sarayı” adlı iki saatlik bir belgesel Youtube üzerinden yayına sokuldu. Navalnıy bu belgeselde Putin’in geçmişini, ajanlık yıllarını, en tepeye yükselişini, Karadeniz kıyısında 1,3 milyar dolara kendisine devasa bir saray yaptırmasını, rejimin yolsuzluk batağına gömülmesini anlatıyor. Yani Navalnıy Rusya’ya döndüğünde başına nelerin geleceğini biliyordu ve besbelli ki bu doğrultuda bir hazırlık yürüttü. Tam da Biden’ın ABD’de başkanlık koltuğuna oturduğu hafta, tutuklanacağını bile bile Rusya’ya dönmesi bir tesadüf değil. Amaç Putin’i sıkıştırarak Batı karşısında savunmaya itmekti. Nitekim tutuklanır tutuklanmaz hem söz konusu belgeseli yayınladı hem de kitleleri eyleme çağırdı. Daha önce bu tür çağrıları pek de iplemeyen Putin rejimi, bu sefer medyayı devreye sokarak ve devlet kurumları üzerinden tehditler savurarak gösterilere katılımı engellemeye çalıştı. Fakat tüm engelleme ve tehditlere rağmen, Rusya’nın onlarca kentinde dondurucu soğuk altında on binlerce insan sokaklara döküldü. Polis, önemli bir kısmını liseli gençlerin oluşturduğu kitlelere saldırarak ve 3 binden fazla insanı gözaltına alarak protestoları zorbalıkla bastırmaya çalıştı.

Protestoların, Rusya’yı yakından takip eden birçok uzmanın da belirttiği gibi, Navalnıy’a sahip çıkmanın çok ötesine geçen bir anlamı var. Rusya, önceki yıllarda da protesto gösterilerine sahne olmuştu. Ancak 2012’deki gösterileri bir kenara bırakırsak, burjuva muhalefetin tüm gösterileri cılız kaldı ve rejimin gazabına uğradı. 2012’de yapılan seçimlere hile karıştırıldığı gerekçesiyle düzenlenen gösteriler, SSCB’nin çökmesinden sonra en kitlesel protesto hareketi olarak tarihe geçerken, Batı medyasına da “Rusya baharı”nın başladığı rüyaları gördürmüştü. O dönem gösterilere katılanlar esas olarak burjuva ve küçük-burjuva kimi muhalif kesimlerdi. Fakat kısa zamanda rejim tarafından boğuldu. 23 Ocaktaki gösterilerse 2012’den sonra en yaygın ve hatta onu aşıp geçen bir kitleselliğe ulaştı. Keza bu seferki protestolara, burjuva ve küçük-burjuva kimi muhalif kesimlerin yanı sıra, emekçi saflardan da katılım söz konusudur.

Elbette Putin rejimi Navalnıy’ı Batı’nın maşası olarak damgalıyor ve gösterilerin arkasında “yabancı parmağı” olduğunu söylüyor. Burjuva çerçevede dahi demokratik hakların kullanılmasına izin vermeyen otoriter ve totaliter rejimler, baskı ve zorbalığı meşrulaştırmak ve kitle gösterilerini itibarsızlaştırmak için derhal “yabancıların oyunu” karalamasına başvuruyorlar. Batılı emperyalist güçlerin Rusya’daki burjuva muhalefeti desteklediği tartışmasızdır. Ne var ki bu durum, ne Putin rejiminin zorbalığını haklı kılar ne de kitlelerin demokratik hak ve özgürlük istemlerinin haklılığına halel getirir. Çok açık ki Putin rejiminin tüm zorbalığına ve göz açtırmamasına rağmen bu denli yaygın ve kitlesel gösterilerin yapılması, toplumda biriken hoşnutsuzluğun bir yansımasıdır.

Putin’i ne ayakta tutuyor?

Putin’in iktidara oturduğu 2000 yılının ardından Rus ekonomisi, bu dönemde petrol ve doğalgaz fiyatlarının yükselişe geçmesiyle toparlanmış ve önemli bir büyüme kaydetmişti. Rusya petrol ihracatında birinci, doğalgaz ihracatında ikinci sıraya yükselirken, “Devlet işletmesi olan Gazprom (doğalgaz şirketi) dünyanın en büyük şirketleri arasına girdi. Petrol ve doğalgaz satışından sağlanan döviz girdisi dış ticaret açığının kapanmasını sağladı, döviz rezervleri artınca Ruble istikrar kazandı. Ekonominin olumlu sinyaller vermesi daha önceleri yurt dışındaki bankalara akan birikimlerin Rusya’ya dönmesini sağladı. Dışarıdan sermaye girişinin de başlamasıyla beraber ekonomide hızlı bir büyüme dönemine girildi. İktisadi temelin güçlenmesi Rus egemenlerinin özgüvenini pekiştirdi.”[1]

Hatırlanacağı gibi, SSCB çökerken Rusya’da kaotik bir dönem başlamıştı. “Devlet mülkiyetindeki üretim araçlarının özelleştirilmesi süreci, tarihin en büyük yağmasına sahne oldu. SSCB dönemi boyunca egemenliği elinde tutan bürokratik sınıf, işbirliği içerisinde olduğu yeraltı ekonomisinin zenginleriyle birlikte korkunç bir yağma gerçekleştirdi. Kapitalist restorasyon süreci yolsuzluk ekonomisi yarattı. Restorasyon sürecinde yaratılan türedi burjuvalar dünyanın sayılı zenginleri arasına girdi. Bu arada Rus mafyası da dünyanın en güçlü mafyalarından biri haline geldi. Kapitalist restorasyon süreci, içe kapalılık koşullarında ayakta durabilen pek çok işletmenin dünya kapitalizmine entegrasyonun başlamasıyla birlikte rekabet edemez hale gelmesine yol açtı. Dolayısıyla üretici güçlerde kısmi bir yıkım gerçekleşti. Emtia fiyatlarının dünya fiyatlarına denkleşmesi sürecinde yıllık enflasyon %2500’e kadar yükseldi. Madenler, petrol, doğalgaz gibi hammaddeler devletçe belirlenen düşük fiyatlar üzerinden satın alınıyor ve dünya fiyatları üzerinden satılıyordu. Dünya fiyatları ile Rusya’daki malların fiyatları arasındaki farklılık «giderilirken» suyun başını tutan fırsatçı bir kesim spekülasyon ve yağma ile muazzam ölçüde zenginleşiyordu. Enflasyonun %2500’e ulaştığı bir ortamda devlet, özel sektöre %10 ilâ %25 arasında değişen faiz oranlarıyla kredi bahşediyordu.” (agm)

Kapitalist üretim ilişkileri hâkim kılınmaya, toplumsal ve siyasal alan bu doğrultuda dönüştürülmeye çalışılıyordu ama eski bürokrasiden peyda olmuş burjuvaların/oligarkların mücadelesi merkezi yapının büyük ölçüde zayıflamasına yol açmıştı. “Gelişmiş bir burjuvazinin olmadığı, bürokrasiden bozma burjuvazinin ise devlet mülkiyetini yağmalamakla meşgul olduğu koşullarda, kapitalizm adına sorunları çözecek tek güç olarak bürokrasi kalıyordu. Zira yalnızca bürokrasinin sürekliliği vardı. Bürokrasinin tepesinden gelen ve geniş yetkilerle donatılan Boris Yeltsin, her ne kadar sivil ve bağımsız bir imaj çizmeye çalışsa da, gerçekte, belirleyici tek siyasi güç olan bürokrasiye dayanmaktaydı. Ancak devleti kurtarma ve burjuva düzeni oturtma göreviyle karşı karşıya kalan Rus bürokrasisi ve Boris Yeltsin, bu görevinde kararsız davranışlar sergiledi. Emekçi kitleler baskı altında tutulurken, karmaşayı arttıran ve ulaştıkları ekonomik güç sayesinde kendi kişisel otoritelerini devletin yerine geçirme yönünde hareket eden türedi burjuva oligarklar denetim altına alınmamış, alınamamışlardı. Çürüyen bürokrasi tepeden tırnağa rüşvete batmış, devlete ait işyerlerinin içinin boşaltılmasına dâhil olarak ve merkezkaç güçlerle çıkar birliği yaparak merkezi otoriteyi bizzat sarsmıştı.”[2] İşte Putin bu koşullarda iktidara oturmuştu.

Rus gizli istihbaratından gelen ve otoriter bir kişiliğe sahip olan Putin’in bu özelliği ve sert politik tutumu, devleti güçlendirmeyi ve kapitalist işleyişi yerleştirmeyi amaçlayan burjuva klikler tarafından da desteklendi. Çeçenistan ve Dağıstan’daki ulusal mücadeleleri acımasızca kanla bastıran Putin, Rusya içindeki özerk cumhuriyetleri doğrudan merkezi otoritenin denetimine soktu. Hatta geçtiğimiz yıllarda özerkliklerini de büyük ölçüde ortadan kaldırdı. Yine iktidara geldiği süreçte, devlet başkanlığı yetkilerini daha da artırarak halk tarafından seçilen bölge valilerini kendine bağladı. Merkezi otoriteyi güçlendiren ve bürokrasiyi büyük ölçüde denetimi altına alan Putin’in en önemli icraatlarından biri de, muazzam bir zenginliği elinde tutan oligark burjuvaları hizaya getirmesiydi. Kimi zaman bunlara ait işyerlerini devletleştirdi ve hatta onları cezaevine attı. Böylece bir Bonaparte olarak kendisini sınıflar üstü hakem konumunda sunan Putin, hem egemen sınıf içindeki çıkar kavgalarını ve gerilimi yumuşatma bakımından hem de sefalete itilen emekçilerin yaşam koşullarında kimi iyileştirici adımlar atma bakımından, egemen sınıf ile işçi sınıfı arasında dengeleyici bir rol oynadı.

Rus ekonomisinin 2008 küresel krizine kadar büyüme kaydetmesi ve güçlenmesi, Putin rejiminin kapitalist işleyişi oturtmasında belirleyici bir etken oldu. Merkezi devlet otoritesinin güçlenmesi, iç siyasette istikrarın sağlanması, ekonominin büyümesi, kapitalist piyasa işleyişinin oturması ve ordunun modernize edilmesi kendisini uluslararası siyasal alanda da hissettirdi. Gürcistan, Ukrayna, Suriye ve Libya örneklerinde gördüğümüz üzere, Rusya emperyalist hegemonya mücadelesinde kutup başlarından biri olarak öne çıktı. Uluslararası siyasal alanda itibarsızlaşmış olan Rusya, böylece Putin’le birlikte yeniden dünya politika sahnesine geri döndü. Bu durum büyük Rusya ülküsünü canlandırıp milliyetçiliğin zeminini güçlendirirken, Putin’e olan desteği de arttırdı.

Fakat Putin, eski istihbarat ve güvenlik bürokrasisinden isimleri devlete ait devasa sanayi kuruluşlarının, bankaların vb. yönetimine yerleştirerek ekonomik alanda mutlak kontrol sağlarken, aynı zamanda devlet kaynaklarının bölüştürülmesini de kendi denetimine alıyor, bu arada etrafındakileri zenginliğe boğuyordu. Petrol ve doğalgaz fiyatlarının düşmesinden dolayı Rus ekonomisi yıllardır genel bir durgunluk yaşarken, Putin etrafındaki kesimler ve tüm oligarklar palazlandı. Mesela Moscow Times’ın yer verdiği bir araştırmaya göre, en zengin yüzde 3’lük kesim ülkedeki toplam finansal varlıkların yüzde 90’ını elinde tutuyor. Keza sayısı 102’ye çıkan süper zenginler (dolar milyarderleri), 486 milyar dolara hükmediyorlar. Üstelik emekçiler işsizlik, yoksulluk ve salgından dolayı sefalet ve boğucu koşullarda yaşarken, bu zenginler servetlerini Nisandan bu tarafa yüzde 20 arttırdılar. Bu tablo, egemenlerin salgına değil işçi sınıfına savaş açtığı tespitimizi bir kez daha doğruluyor.

Görüleceği gibi aradan geçen yıllar boyunca ve son krizle birlikte işçi sınıfının yaşam ve çalışma koşulları ağırlaşırken, devlet kaynakları üzerinde oturan kesimler ile burjuvazinin zenginliği coşmuştur. Yolsuzluk ve rüşvet tüm devlet bürokrasisinin hücrelerine kadar işlemiştir. Dolayısıyla Putin’in, Navalnıy’ın gündeme getirdiği sarayın kendisine ait olmadığı açıklamasına inanmak için bir neden yoktur. Söz konusu sarayın devlet kaynaklarıyla değil de bir oligarkın Putin için inşa ettirmiş olması özde hiçbir şeyi değiştirmemektedir. Bu, sadece yolsuzluğun boyutlarını açıklar. Putin sermaye sınıfı adına istikrarlı bir rejim kurarken ve onun önünü açan politikaları devreye sokarken, işçi sınıfının haklarına saldırmıştır. Mesela 2018’de emeklilik yaşını kadınlarda 55’ten 60’a, erkeklerde ise 60’tan 65’e çıkartmıştır. Ortalama ömrün 70 yaşa kadar düştüğü Rusya’da, insanlara sadece 5-10 yıl gibi kısa bir süre boyunca emekli olma hakkı tanıma anlamına gelen bu değişiklik doğal olarak büyük tepki çekmiştir. Rejimin baskısı altında boğulan gençlerse işsiz ve umutsuzdur.

Kapitalizmin 2020’ye tarihinde benzeri olmayan bir krizle girmesi ve salgının bu krizle birleşmesi Rus ekonomisine ağır bir darbe vurmuştur. Nitekim IMF’ye göre Rus ekonomisi geçtiğimiz yıl yüzde 4’ten fazla küçüldü. Putin rejimi şimdiye dek, toplumun SSCB çöktükten sonra yaşadığı kaos ve travmadan, Batı’nın düşmanlaştırılmasından beslenerek ve açık bir baskı ve zorbalığa başvurarak iktidarını sürdürdü. Fakat sözünü ettiğimiz koşullar, Putin’in yıllardır Rusya’da oynadığı Bonapartist rolün zeminini sarsıp zayıflatıyor. Krizin büyümesi, salgın, artan işsizlik ve derinleşen yoksulluk, yolsuzluğa gömülen Putin rejiminin baskısı toplumu nefessiz bırakıyor. Bu da doğal olarak toplumdaki tepkinin daha fazla birikmesine yol açıyor. Unutmamak lazım ki bir şeyin olgunlaşması için zamanın geçmesi, tabiri caizse ham meyvenin olgunlaşması gereklidir. Geçmişinde Ekim Devrimi gibi muazzam bir deneyim bulunan Rus işçi sınıfı da, elbette yaşadığı travmayı atlatacak ve bir gün mutlaka ayağa kalkacaktır. Tarihsel olarak tıkanmış kapitalizm her alanda sarsılırken, bu sarsıntının etkilerini tüm dünyada görüyoruz. Rusya’daki gelişmeler de bunu doğruluyor. 

1 Şubat 2021


[1] Serhat Koldaş, Yeltsin’den Putin’e Rus Bonapartizmi, marksist.com

[2] Utku Kızılok, “Rus Baharı” mı?, www.gelecekbizim.net

İlgili yazılar