G20 Zirvesi: Şov Bitti, Sorunlar Baki
Utku Kızılok, 2 Temmuz 2019

G20 toplantısı 28-29 Haziranda Japonya’nın Osaka kentinde yapıldı. İleri ve orta gelişmiş kapitalist ülkelerin oluşturduğu G20, dünya gayri safi hâsılasının beşte dördünü, ticaretin ise dörtte üçünü temsil ediyor. Keza dünya nüfusunun üçte ikisi G20 ülkelerinde yaşıyor. Amerika, Çin, Avrupa Birliği, Rusya gibi emperyalist sistemin tepesindeki güçler ile orta gelişmiş ülkeler halkasının en üstünde duran Hindistan, Brezilya, Arjantin, Endonezya, Türkiye vb. devletlerin oluşturduğu G20, aslında kapitalist sistemi domine eden güçlerin toplandığı bir kurum. Resmi bir bağlayıcılığı olmasa da, sistemin biriken sorunları büyük ölçüde bu zirvede ele alınıyor ve emperyalist-kapitalist sistemin ortak çıkarları doğrultusunda politikaların oluşturulması hedefleniyor.

ABD’nin Çin’e açtığı ticaret savaşı ve bu kapsamda yürütülen pazarlıklar, Suriye savaşı, ABD’nin İran’ı kuşatma hamleleri, ABD-Türkiye arasındaki S-400 füze gerilimi vb. konular Osaka’daki zirvede öne çıkan gündem başlıklarıydı. Emperyalist ve kapitalist liderler, güçlü pozlar eşliğinde gülücükler saçtılar. Trump, tam bir tüccar kurnazlığıyla tüm ülke liderlerine mavi boncuk dağıttı. Onları çetin ceviz ve sıkı pazarlıkçı ilan etti, herkesle çok iyi anlaşıp çok iyi çalıştığını söyledi. Erdoğan, şovcu Trump’la yan yana gelmeye, her vesileyle sözde had bildirmeye çalıştığı dünyanın en güçlü ülkesinin lideriyle samimi pozlar vermeye özel önem verdi. Keza Macron’un omzuna elini koyarak, yukarıdan bir edayla, aklınca Türkiye’nin ne denli büyük bir güç olduğunu gösterdi! İngiltere başbakanı May, Putin ile görüşmesinde buz gibi bir görüntü vererek ve onun yüzüne bakmayarak Rusya karşısında tavizsiz bir görüntü çizdi! Böylece tüm ülke liderleri pozlar kesip iç kamuoyuna mesaj verdiler. Fakat oluşturulmak istenen imaj ile gerçeklik birbirine taban tabana zıttır. Dünya burjuvazisinin zirvesine damgasını basan bölünme ve çatışmadır.

Kapitalist sistemin yol açtığı devasa sorunlar, her geçen gün büyüyor. Dünya ekonomisinin son derece cansız büyümesi, kapitalizmin tarihsel krizini yeniden ve yeniden doğruluyor. Nitekim yayınlanan zirve bildirisinde ekonomik büyümenin düşük tempolu seyrine, ticari ve jeopolitik gerilimlerin şiddetlenmesine ve bunun yarattığı risklere dikkat çekiliyor. Esasında Dünya Bankası dâhil uluslararası burjuva kurumlar, son dönemde sıkça dünya ekonomisindeki büyümenin yavaşladığını söyleyip beklentileri düşürüyorlar. Her daim ifade ettiğimiz gibi, kapitalist ekonomi adeta sürünüyor. Bu tempoda büyüyen bir ekonominin sömürücü efendilerin derdine derman olmadığı açıktır. Burjuva ideologlar ne derse desinler, hangi kavrama başvururlarsa vursunlar, bu tablo kriz tablosudur. Üretici güçleri sıçramalı bir şekilde ilerletme, ekonomiyi canlandırma, pazarları devindirip genişletme potansiyellerini büyük ölçüde tüketen kapitalist sistem, tarihsel olarak tıkanmış ve çıkmaza saplanmıştır. Elif Çağlı’nın dikkat çektiği gibi tarihsel tıkanıklık, kapitalist sistemin işleyişinde ortaya çıkan durgunluk eğilimini besleyip derinleştiriyor.

Şiddetlenen hegemonya krizi, Afrika’dan Ortadoğu’ya birçok bölgeyi kasıp kavuran emperyalist savaş, sistemin her alanda istikrarsızlaşması, burjuva siyasal gericiliğinin ve otoriterleşmenin tırmanması da kapitalizmin bugünkü kriziyle bağlantılıdır. Kapitalizmin tarihsel krizi, ABD’nin bizzat kendi hegemonyası altında oluşturduğu uluslararası kurum ve kaideleri sulandırmasına ve işlevsiz kılmasına yol açıyor. Bir zamanlar bu tür zirvelerin sonuç bildirileri ABD’nin hegemonyası altında şekillendirilir, uluslararası sistemin çıkarları adına karşı çıkanların sesi boğulurdu. Oysa hâlihazırda zirve bildirisine itiraz eden bizzat ABD’dir. Meselâ Osaka zirvesi bildirisinde Paris İklim Anlaşmasından söz edilmesine rağmen, ABD’nin bu anlaşmadan neden çekildiğine dair iri bir paragraf konuldu. Bu, zirvedeki krizin ve yarılmanın açıkça ifadesidir. Dolayısıyla hegemonya krizinin de bildiriye yansımasıdır. Yine bu sonuç, kapitalist sistemde iklim değişikliğinin durdurulamayacağını da gözler önüne seriyor. Kapitalist rekabet, iklim değişikliğinin durdurulmasının önünde engeldir. Mesele tek başına ABD’nin Paris İklim Anlaşmasından çekilmesi de değildir. Zira bu anlaşma korunmasına rağmen gerçek anlamda kalıcı adımlar atılmıyor. Emperyalist rekabetin kızışmasıyla ABD Paris İklim Anlaşmasını yırtıp atmış ve aslında kapitalizm altında insanlığın kurtuluşu olmadığını bir başka yolla göstermiştir.

Trump şov

Zirvenin en önemli gündem maddelerinden biri, Çin ile ABD arasında sürdürülen ticaret savaşında anlaşmaya varılıp varılmayacağıydı. Bilindiği gibi, 30 Kasım 2018’de Arjantin’de düzenlenen G-20 toplantısında bir araya gelen Trump ile Çin devlet başkanı Şi’nin vardığı “ateşkes” gereğince ticaret savaşına üç ay süreyle ara verilmişti.[*] Ne var ki yürütülen pazarlıklar tıkandı, en azından ABD’nin arzu ettiği sonuç çıkmadı. Böylece Trump, ABD pazarını Çin mallarına kapatma doğrultusunda yeni bir adım daha attı. Yüz milyonlarca dolarlık Çin ürününe getirilen yüzde 10’luk gümrük vergisi yüzde 25’e yükseltildi. En önemlisi, ulusal güvenlik gerekçesiyle ABD’li şirketlerin Huawei’ye donanım ve yazılım (android sistemi gibi) satmasına kısıtlama getirilmesiydi. Bu şirket, sadece dünya pazarındaki ikinci en büyük akıllı telefon üreticisi değil. Aynı zamanda telekomünikasyon altyapı sistemleri üretiyor. Çin, ABD ile giriştiği teknoloji yarışında bir hayli yol almış bulunuyor. ABD, Çin’in kendisini yakalayıp geçmesini engellemek için acımasız bir savaş yürütüyor ki, ticaret savaşının bir başka nedeni de budur. İşte Osaka görüşmesi bu koşullarda yapıldı. Trump ve Şi’nin Osaka’daki görüşmesinin ardından yapılan açıklamada, pazarlık ve müzakereye devam kararı alındığı belirtildi. Görüşmelere yeniden başlanması kararının ardından, Trump, ABD’nin hem Çin mallarına getireceğini açıkladığı ek vergileri uygulamayacağını hem de Huawei’ye konan yaptırımların gevşetileceğini söyledi. Trump, yaptığı basın toplantısında, Çin’in yüksek miktarda ABD tarım ürünü alma sözü verdiğini söyledi. Trump buna benzer bir açıklamayı 6 ay önce de yapmış, fakat istediğini alamamıştı. Bu pazarlıkların nereye varacağını bugünden kestirmek güç, ancak kesin olan şudur ki, Çin ABD pazarına bağımlı olduğu kadar, ABD de Çin pazarına bağımlıdır. Ulusal güvenlik gerekçesiyle Huawei’ye mal satışı engellenen şirketlerin Trump’ın politikalarını eleştirmeleri de bu gerçekliğin ifadesidir.

Zirvenin ardından Trump Çin devlet başkanı Şi’yi, ülkesinin 200 yıllık tarihinde en büyük lider olarak tanımlamaktan geri durmadı. Trump’ın hareket çizgisine hâkim olan onun tüccar mantığıdır. Zirveye katılan bütün liderleri “büyük, harika insanlar” olarak ilan etmesinin nedeni de budur. Aslında böylece kendisini de büyük, çetin ve pazarlıkçı liderlerle görüşüp başa çıkan, iş kotaran, kazanım elde eden bir konuma oturtmuş oluyor. Keza bir taraftan İran, Kuzey Kore ya da Rusya’ya en ağır askeri ve ekonomik yaptırımları uygularken, öte taraftan sanki hiçbir sorun yokmuş gibi mesajlar veriyor. Şu sözler Trump’a ait: “Putin’le harika bir görüşme gerçekleştirdik. ABD ile ticaret yapmak istediklerini düşünüyorum, kaynakları çok fazla. Zengin toprakları, petrolleri, mineralleri ve bizim sevdiğimiz bu tür benzer şeyleri var. Birlikte harika iş çıkarabiliriz. Rusya ile çok az ticaret yapıyoruz ki bu çok saçma.” Oysa aynı Trump, Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımları ağırlaştırıyor ve onun ABD karşısında askeri olarak güçlenmesini engellemeye çalışıyor. Rus doğalgazının doğrudan Almanya ve Avrupa’ya ulaşmasını engellemek için baskı yapıyor. Öte yandan Trump, İran ve Kuzey Kore’ye ağır yaptırımlar uygulayarak bu ülkelerin ekonomilerini sarsmak ve böylece onları pazarlık masasına oturtmak istiyor. Unutmamak lazım ki bu yaklaşım tam da tekelci sermayenin doğasından kaynaklanır. Ekonomisi çökmüş, iflasın eşiğine gelmiş ülkelerin ABD’nin karşısında pazarlık gücüne sahip olmayacakları açıktır.

Trump’ın şovu, kuşkusuz kişiliğinin yanı sıra, onun stratejik ve taktik hamlelerinin bir parçasıdır. Sonuçta karşımızda aptal değil, tekelci burjuvazinin en acımasız taktiklerini uygulayan bir kapitalist vardır. Onun ne yapacağının kestirilemeyeceği imajı, aslında bilinçli olarak yaratılmıştır. Böylece rakipleri karşısında bunu bir üstünlüğe dönüştürebilmektedir. Trump’ın Osaka’daki zirvenin orta yerinde Kuzey Kore lideri Kim’le görüşmek istediğine dair bir tweet atması, onun bu yaklaşımının ifadesidir. Nitekim Kim ile görüşen Trump, bununla da yetinmeyerek Kuzey Kore sınırını geçip bu ülke topraklarına ayak basan ilk ABD başkanı oldu. Trump’ın şovunun amacı, ticareti öne çıkartmak, yumuşama mesajları vererek Kuzey Kore egemen sınıfı içinde bir çatlak oluşturmak ve aynı zamanda onu Çin’den uzaklaştırmaktır. Esasında Vietnam’ın şu anki durumu yeterince bilinç açıcıdır. Vietnam, en fazla ABD sermayesi çeken ülkelerden biridir. Bu coğrafyada yer alan Vietnam’ın kapitalist dönüşümü ve sahip olduğu ucuz işgücü, Batı sermayesinin ağzını sulandırıyor.

Trump’ın yaklaşımına ilişkin bir başka örnek, Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile görüşmesinden verilebilir. Görüşme sonrasında şu açıklama yapıldı: “Görüşmede, Ortadoğu ve küresel petrol piyasalarında istikrarın güvence altına alınmasında Suudi Arabistan’ın kritik rolü, İran’dan yükselen tehditler, ABD ile Suudi Arabistan arasında artan ticaret ve yatırım, ayrıca insan hakları meselelerinin önemi konuları ele alındı.” Formaliteden iliştirilmiş son kelimeleri bir kenara koyarsak, bu açıklamayla Suudi Arabistan’ın Ortadoğu’da ABD için ne denli önemli olduğu ortaya konmuş oluyor. Kapitalist çıkarlar söz konusu olduğunda, yalnızca Trump değil egemenlerin hiçbiri için demokrasi ve insan hakları bir anlam ifade etmez. Meselâ Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinin Muhammed bin Selman ile yaptığı görüşmede gündeme gelip gelmediğine ilişkin bir soru üzerine Trump, bin dereden su getirdikten sonra, Suudi Arabistan’ın yüz milyarlarca dolarlık silah aldığını, ABD sanayisi ve ekonomisi için eşsiz olduğunu söyledi. Emperyalist-kapitalistler için mesele bu kadar yalındır. Kimi burjuva liderlerin diplomatik dile başvurması, onların özde farklı olduğu anlamına gelmemektedir.

“Trump şov”da onun övgülerine mazhar olan bir başka lider de Erdoğan’dı. Trump-Erdoğan görüşmesinde gündeme gelen konuların başında S-400 füze sistemleri vardı. ABD-Türkiye arasındaki sorunların sorumlusu olarak Obama’yı ilan ederek bir taşla iki kuş vurmak isteyen tüccar kurnazı Trump, kameralar karşısında, tam da Erdoğan’ın hoşlandığı tarzda hareket etti. Türkler büyük savaşçıdır diyen Trump, Erdoğan’ın çetin ceviz olduğunu ama kendisinin onunla iyi anlaştığını söyleyerek ona övgüler yağdırdı. Türk heyetiyle görüşürken, durup dururken şu sözleri sarf eden de Trump’tı: “Ne kadar güzel insanlar. Bunlarla anlaşmak çok kolay. Hiçbir Hollywood setinde bu kadar güzel insanı bir arada bulamazsınız.” Trump’ın inceden inceye eğlenmediğini kim söyleyebilir? S-400 meselesine dair asıl sorumlunun Obama olduğunu, çünkü onun Türkiye’ye Patriot füzeleri satmayarak Rusya’ya ittiğini, bu konuda Erdoğan’ın haklı olduğunu söylemekten de geri durmadı. Böylece Trump, Obama’yı suçlayarak onun politikasının ABD’yi dış politika alanında sıkıntıya soktuğunu söyleyerek, gelecek yıl yapılacak başkanlık seçimleri için iç kamuoyuna mesaj da vermiş oldu.

Trump, Erdoğan’ı övüp ona hak veriyormuş gibi konuşurken, aslında arkada çetin pazarlıklar yürümüştür. Erdoğan’ın ABD’yle ticaret hacmini 100 milyar dolara çıkarmaktan söz etmesi, Trump’ın bu ılımlı sözler karşılığında neler aldığının ipuçlarını vermektedir. Bu “ticaret hacmi”nin Türkiye açısından neredeyse tek taraflı bir “alım” anlamına geldiği de ortadadır. Alınması planlanan 30 Boeing uçağının sayısının 100’e çıkarılması ve açıklanmayan silah alım vaatleri bu “hacim” içindeki en şişkin kalemlerdir. Bu vaatlerin Trump’ı memnun ettiği açıktır, ama iki ülke arasında gerilen ilişkilerin çok daha derin boyutları düşünüldüğünde mesele bu kadar basit değildir. Nitekim kapalı kapılar ardındaki görüşmeler bittikten sonra ABD adına yapılan açıklamanın içeriği ve tonu, hiç de Trump’ın şovundaki gibi değildi: “Görüşmede Başkan Trump, Türkiye’nin, Rusya’dan alacağı S-400 hava savunma sistemiyle ilgili endişelerini dile getirdi ve Türkiye’yi, NATO İttifakını güçlendirecek savunma işbirliği konusunda ABD ile birlikte çalışmaya teşvik etti.” Sonuçta Türkiye’nin önüne konan bellidir. Verilen pozlar, çizilen güçlü lider imajı ve Trump’tan alınan övgüler sorunların çözülmesini sağlamıyor. Türkiye, ABD ve Rusya arasında sıkışıp kalmıştır ve bu sıkışıklıktan bedel ödemeden kurtulmanın bir yolu yoktur. 

2 Temmuz 2019


[*] https://gelecekbizim.net/ticaret-savasinda-son-durum/

İlgili yazılar