Yemen’de Derinleşen Siyasal Çıkışsızlık
Utku Kızılok, 1 Şubat 2015

Kapitalist sistemin içine yuvarlandığı tarihsel kriz ve ona bağlı olarak gelişen emperyalist savaş, emperyalist paylaşıma konu olan tüm bölgelerde verili siyasal istikrarı bozarak yeni çatışma alanlarının doğmasına neden oluyor. Yemen’de egemen güçler arasındaki iktidar mücadelesi ve günden güne derinleşen siyasal istikrarsızlığın yeniden bir iç savaş olasılığı doğurmuş olması bu gerçeği gözler önüne sermektedir. Hiç kuşku yok ki, kendi çıkarları için Yemen’deki iktidar kavgasının değişik cephelerinde saf tutan emperyalist-kapitalist güçler, ortaya çıkan siyasal buhranın doğrudan sorumlusudurlar.

Ülkedeki Şiilere dayanan Husi ya da diğer adıyla Ensarullah Hareketi, 21 Eylül 2014’te başkent Sana’yı büyük ölçüde ele geçirdi. Petrol fiyatlarının yüzde 30 indirilmesi ve tüm toplum kesimlerini kapsayacak yeni bir hükümet kurulması başta olmak üzere birçok talep ileri sürdü. Ancak Husilerin talepleri karşılanmazken, siyasal kriz gün geçtikçe derinleşti. Husi Hareketine bağlı militanlar Ocak ayının ortalarında Sana’daki cumhurbaşkanlığı sarayını kuşattı ve bir hafta geçmeden Başbakan Halid Mahfuz Bahhah hükümeti, bilahare Cumhurbaşkanı Abdurrabu Mansur Hadi istifa etti. Böylece yönetim fiilen Husilerin eline geçmiş oldu.

İstifalardan sonra yeni bir hükümetin kurulması ve yeni bir anayasanın hazırlanması doğrultusunda egemen güçler arasında sürdürülen pazarlıkların sonuç vermemesi üzerine Husiler, ortaya çıkan siyasal boşluğu doldurmak ve diğer tüm kesimleri kendilerine tâbi kılmak amacıyla harekete geçmiş bulunuyorlar. 6 Şubatta Cumhurbaşkanlığı sarayında yapılan bir toplantıda, Ensarullah Hareketinin denetimindeki Devrim Komiteleri bir anayasa bildirisi açıkladı. Meclisi fesheden sözümona bu Devrim Komiteleri, meclisin yetkilerini üstlenecek 551 kişilik bir Ulusal Geçiş Konseyi, cumhurbaşkanının yetkilerine sahip olacak 5 kişilik bir kurul ve ayrıca Ulusal Güvenlik Konseyi oluşturdu.

Ancak hem içerideki çok sayıda güç odağı hem de ABD, AB ve Suudi Arabistan gibi güçler, Husilerin iktidarı şekillendirmesine karşılar. Buna karşın İran ve onun dolayımıyla Rusya ve Çin’in Husileri desteklediğini belirtmek lazım. Yemen, Arap Yarımadasının güneybatı ucunda, yani Kızıldeniz’in Aden Körfezi aracılığıyla Hint Okyanusuna açıldığı bölgede yer almaktadır. Dünya ticaretinin önemli bir kısmı Aden Körfezi yolu kullanılarak yapılmaktadır. Petrol sevkiyatı başta olmak üzere uluslararası deniz ticaretinin kontrol edilmesi bakımından Yemen’in konumu oldukça önemlidir. Hem bu konumundan hem de farklı mezhep ve aşiretler arasında sürüp giden iktidar kavgasından ötürü Yemen, nüfuz alanları yaratmak isteyen emperyalist-kapitalist güçlerin ilgi odağı olmaktadır.

Yemen’de siyasi dengeler

Kapitalist açıdan az gelişmiş bir ülke olan Yemen’de, nüfusun neredeyse %75’i kırsalda yaşamaktadır ve toplumda aşiret bağları oldukça güçlüdür. Nüfusun yaklaşık %40’ı Şii mezhebinin Zeydi koluna bağlıyken, Sünni inancında olanlar toplumda çoğunluğu oluşturmaktadır. Kırın henüz çözülmemiş oluşu, gerçek anlamda bir kentleşme sürecinin gerçekleşememesi, dolayısıyla aşiret ve mezhep yapısının güçlü kalması, egemenler arasındaki iktidar kavgasının biçimini de belirlemektedir. Bundan dolayı egemen güçler arasındaki iktidar kavgası modern burjuva kurumlardan ziyade, güçlü aşiretler ve mezhepler üzerinden yürütülmektedir. Hiç kuşkusuz aşiret ve mezhep kavgası biçimini alan çatışmalar, aslında egemen güçlerin çıkar çatışmasından başka bir şey değildir. Bu durum devlet kurumlarını da şekillendirmekte, meselâ devlet ve özellikle ordu, aşiret ve mezhep kavgalarına paralel olarak yarılabilmektedir.

Aşiretlerin güçlü olması ve bazı bölgelerde kontrolü ellerinde tutmalarından dolayı merkezi devlet yapısı Yemen’de daima zayıf kalmış ve bu durum çatışmaları beslemiştir. Aşiretlerin ülke siyasetinde bu denli baskın olmasının bir başka nedeni, hiç kuşkusuz emperyalist-kapitalist güçlerin bu aşiretler üzerinden kendi çıkarlarını egemen kılmak istemeleri ve dolayısıyla onları destekleyip beslemeleridir.

Halihazırda Suudi Arabistan ve İran, Sünni ve Şii mezhepleri üzerinden Yemen’de nüfuzlarını artırmak amacıyla kıran kırana bir kavga veriyor. Meselâ Suudi Arabistan bazı aşiretleri İran’ın desteklediği Ensarullah/Husi Hareketine karşı kullanıyor. Husiler; bu aşiretlere, Müslüman Kardeşler’in Yemen uzantısı olan Islah Partisine ve aynı zamanda El-Kaide’ye karşı savaşıyor. Mısır’da Müslüman Kardeşler’e cephe alarak askeri darbeyi destekleyen Suudi Arabistan, kendi çıkarları temelinde Yemen’de Islah Partisini desteklemekten geri durmuyor. Ancak yıllarca Yemen üzerinde etkili olan, kendisine bağladığı generaller aracılığıyla siyasal süreçleri kontrol eden Suudi devleti, Husilerin güçlenmesi ve iktidarı ele geçirmesiyle etkisini önemli ölçüde yitirmiştir.

Yemen’deki karmaşık siyasal tablonun bir bölümünü ise El-Kaide oluşturmaktadır. 1990’ların başından itibaren ülkede varlığını sürdüren El-Kaide, Güney’deki Sünni aşiretler ile petrol üretimi ve satışı konusunda işbirliği yapmış ve giderek güçlenerek bazı bölgeleri kontrol eder hale gelmiştir. Uzun bir süredir merkezi hükümet ile El-Kaide arasında çatışmalar sürmekteydi. “Arap Baharı”yla iktidardan indirilen Ali Abdullah Salih diktatörlüğü döneminde ABD ve İngiltere, merkezi hükümetle birlikte El-Kaide’ye karşı ortak operasyonlar düzenlemekteydiler.

Güney Yemen’de ise Güney Hareketi oldukça etkilidir. Bu hareketin içinde kendini solcu olarak tanımlayanlar daha baskındır. 1990’ların başına kadar Yemen, Kuzey ve Güney olarak iki ayrı ülkeye bölünmüş durumdaydı. Güney’de SSCB yanlısı bir iktidar söz konusuyken, Kuzey Yemen, Suudi Arabistan ve ABD’nin denetimi altında emperyalist-kapitalist kampın çıkarları temelinde hareket ediyordu. Her ne kadar 1990’ların başında Güney ve Kuzey birleştiyse de, bu birleşme Kuzey’in silah zoruyla sağlandığı için gerçek anlamda bir birleşme olamadı ve dolayısıyla yeni ihtilaflar doğurdu. Merkezi devlet yapısını elinde tutan Kuzey’deki iktidarın Güney eyaletleri üzerinde baskı kurması, buralara ekonomik kaynak ayırmaması halk kitlelerinde tepkiye neden oldu. Özellikle 2007’den itibaren merkezi hükümete karşı geniş protesto gösterileri düzenlenmeye ve bu gösterilerde bağımsızlık talebi dile getirilmeye başlandı. Bu süreçte çeşitli örgütlerin oluşturduğu Güney Hareketi, bağımsızlık talebiyle merkezi hükümete karşı silahlı mücadele vermektedir.

Bugün Yemen’de iktidarı ele geçiren Şii/Zeydi Husiler, Yemen’de belirleyici güç olmaya çalışan İran’ın da desteğiyle Bedreddin el Husi öncülüğünde 1992’de “İnanan Gençlik” adıyla siyaset sahnesine çıktılar. Şiiler üzerindeki baskı ve dışlamanın son bulması, iktidarda kendilerine yer açılmasını isteyen Husiler ile merkezi hükümet arasında sürüp giden çatışmalar, 2003’te kapsamlı bir iç savaşa dönüştü. Ensarullah’ın kurucu lideri Bedreddin el Husi 2004’te öldürüldü ve iç savaş geniş bir bölgeye yayılarak yüz binlerce insanın göç etmesine neden oldu. 2010’da yapılan ateşkese kadar Suudi Arabistan, Yemen ordusunu desteklemekle kalmadı, sınırlarının ihlal edildiğini iddia ederek doğrudan Husilere karşı havadan ve karadan askeri operasyonlar düzenledi. Lakin gerilla taktikleri kullanan Husiler, kendi yaşadıkları Sa eyaleti başta olmak üzere birçok bölgenin kontrolünü ellerine geçirmeyi başardılar. 2011’de ise Arap coğrafyasını saran halk isyanları Yemen’e ulaşarak Husilerin iktidarı ele geçirmesinin önünü açtı.

“Arap Baharı”yla başlayan süreç

Tunus ve Mısır’ı saran halk isyanları kısa bir süre sonra Yemen’e de sıçrayacaktı. Ne var ki Yemen’deki gösterilere katılan yoksul kitlelerin motivasyonuyla, onlar üzerinden kendi egemenlik alanlarını genişletmek isteyen egemenlerin motivasyonu birbirinden farklıydı. İşsizliğin %42 olduğu ülkede gıda fiyatları oldukça yüksekti ve nüfusun ekseriyeti günde 2 dolarlık bir gelirle yaşamını idame ettirmeye çalışıyordu. Bunun yanı sıra, 10 milyondan fazla insan açlık tehdidi altında bulunuyordu. İsyan eden kitleler, yolsuzluklara son verilmesini, gelir dağılımında adalet sağlanmasını, demokratik hak ve özgürlüklerin önünün açılmasını ve 1978’de iktidara oturup 33 yıldır kitleleri baskı altında tutan Ali Abdullah Salih’in ekonomik kaynakları kendi yandaşlarına dağıtmayı bırakmasını talep etmekteydiler. Ancak kitleler bu istemlerle sokaklara dökülürken, emperyalist-kapitalist güçlerin de dâhil olduğu egemen güçler kapalı kapılar arkasında iktidar için pazarlıklar yürütüyorlardı.

Nitekim bu pazarlıkların bir sonucu olarak Ali Abdullah Salih, iktidardan ayrılmak zorunda kaldı. ABD ve Suudi Arabistan’ın desteğiyle Salih’in yerine yardımcısı Abdurrabu Mansur Hadi geçirildi. Böylece Batı emperyalizminin ve Suudi Arabistan’ın çıkarlarını garanti altına alan geleneksel statükocu yapı devam etmiş olacaktı. 21 Şubat 2012’de yapılan seçimlere tek aday olarak giren Hadi, Şiiler, Sünnilerin bir kesimi ve ayrıca Güney Hareketi tarafından boykot edildiyse de iktidar koltuğuna oturdu. Sonuçta Salih’in gitmesi ve onun yerine Hadi’nin sözümona seçimlerle iktidara gelmesi ne kitlelerin sorunlarını çözdü ne de Yemen’deki siyasal krize son verdi.

Özellikle Güney Hareketi ve Husiler, merkezi hükümetin statükonun devamında ısrar etmesine şiddetle tepki gösterdiler. Şiilerin yaşadığı kuzey bölgesinde denetim kuran ve siyasal ağırlıkları giderek artan Husiler, 2014 Ağustosunda, ekonomik kaynakları kendi yandaşlarına aktaran yozlaşmış hükümete son verilmesi, yoksullara kaynak aktarılması ve Yemen’deki tüm güçleri kapsayacak bir iktidar oluşturulması için çağrı yaptılar. Husilerin taleplerini destekleyen binlerce Şii ve bu arada Sünni kitleler, hükümete karşı protesto eylemleri düzenlediler. Bunun üzerine Hadi yönetimi, hükümeti dağıtmayı ve petrol fiyatlarını %30 indirmeyi kabul etti. Ne var ki siyasal düzenleme noktasında adım atılmadığı gerekçesiyle Husiler bu önerileri reddettiler. Başlayan çatışmalar Husilerin Başkent Sana’yı kuşatması ve 21 Eylülde kontrol altına almalarıyla sonuçlandı. Kitle gösterilerini bastırmak üzere silah da kullanan Suudi Arabistan destekli General Ali Muhsin el-Ahmer ise ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

Birleşmiş Milletler’in devreye girmesiyle Hadi yönetimi ile Husiler arasında bir ateşkes yapıldı ve daha sonra Husilerin ve Güney Hareketi’nin baskısı sonucunda Hadi, Ulusal Barış ve Katılım Anlaşması’nı kabul etmek zorunda kaldı. Buna göre petrol fiyatları düşük tutulmaya devam edecek, teknokratlardan oluşan yeni bir hükümet kurulacak, Hadi’nin danışmanlarını Husiler atayacak, ulusal birlik konferansı düzenlenecek ve tüm siyasi güçleri kapsayan “adil ve eşit” bir yönetim oluşturulacaktı. Hadi, Husilerin Sana’dan ve diğer kentlerden çekilmesine dönük bir anlaşma imzalatmak istediyse de başarılı olamadı.

Aslında Husilerin Sana’yı kontrol etmesi ve elde silah hükümeti denetlemesi, çelişkileri daha da keskinleştirdi. Husilerin etkisini kırmak isteyen Hadi yönetimi, bir taktik olarak ülkenin 6 federal bölgeye ayrılmasını öngören bir anayasa taslağı hazırladı. Fakat 6 bölgeli federal yapı Güney Hareketi’nin çıkarlarıyla örtüşürken, daha az bölgede söz sahibi olacağını hesaplayan Husiler tarafından reddedildi. Husilere göre federal yapı ülkeyi bölecekti. Bu arada varılan anlaşmanın sözleri tutulmazken, Husi karşıtı Sünni aşiretleri silahlandırmaya dönük adımlar atıldı. Harekete geçen Husiler, cumhurbaşkanlığı sarayını ele geçirdiler ve Hadi’ye söz konusu anayasa taslağını gözden geçirmesini de içeren dört maddelik bir öneri sundular. Fakat Hadi bu önerileri reddederek hükümetin ardından istifa etti. Hiç kuşku yok ki bu istifaların amacı bir iktidar boşluğu oluşturmak ve Husileri sıkıştırmaktı. Ancak bir süre bekleyen ve egemen güçler arasında çeşitli pazarlıklar yürüten Husiler, iktidarı kendi denetimleri altında şekillendirecek bir adım attılar.

Şimdi ne olacak?

Hükümeti ve meclisi lağveden Husiler, öngörülen 2 yıllık geçiş sürecinde yönetimi üstelenecek bir Ulusal Geçiş Konseyi, Askeri Güvenlik Konseyi ve cumhurbaşkanlığının yetkilerini üstlenecek bir kurul oluşturdular. Ne var ki Suudi Arabistan’ın kontrolündeki Sünni aşiretler, fırsattan istifade bağımsızlık yönünde ilerlemek isteyen Güney Hareketi, Islah Partisi ve Abdullah Ali Salih’in Kongre Partisi gibi temel siyasi güçler, Husilerin denetimi altındaki bir oluşuma katılmayı reddediyorlar. Batılı emperyalist güçler ve Suudi Arabistan’ın başını çektiği Körfez ülkeleri, Yemen’de darbe yapıldığını söyleyerek Husilerin iktidarına karşı çıkıyorlar. Körfez ülkeleri, Yemen’e müdahale etmesi için Birleşmiş Milletler’e çağrı yaparken; ABD, İngiltere ve bu arada Türkiye Yemen’deki elçiliklerini kapatma kararı aldı. Buna karşın Rusya ve Çin, BM’nin Yemen’e müdahale etmesine karşı çıkıyor.

Yalnızlaştırılmaya çalışılan Husiler, dikkat çekici bir şekilde en önemli desteği askeri bürokrasiden almış bulunuyorlar. Ordunun tepe kadroları, 17 kişiden oluşan Askeri Konsey’de yer almayı kabul ettiler. Hadi yönetiminde savunma bakanı olan Mahmud Subhi Askeri Konsey’in başına getirilirken, genelkurmay başkanı ve ulusal güvenlik kurulu başkanı da konsey üyeleri arasında yer alıyor. Ordu, belirli pazarlıklar sonucunda düzenin bekası noktasında Husilerle birlikte hareket etmeyi kabul etmiş gözüküyor.

Ancak Husilere verilen destek yalnızca ordudan ibaret değil. Asıl destek; işsizliğin, açlık ve yoksulluğun pençesinde kıvranan, sürüp giden çatışmalardan usanmış Şii ve Sünni yoksul kitlelerden geliyor. Gösterilere katılan yoksul yığınların “biz haklarımızı elde etmek ve çalınan devrimimizi geri almak için Husi ile birlikteyiz” demesi oldukça manidardır. Yemen’deki sefalet koşullarını dikkate alan Husiler, geniş kitlelerin desteğini almak amacıyla verili statükonun kırılıp atılmasını, işsizliğe ve yoksulluğa çözüm bulunmasını, yolsuzlukların son bulmasını ve devletin petrolü sübvanse etmeye devam etmesini savunuyorlar. Kurdukları Devrim Komiteleri aracılığıyla kitleleri kendi yanlarına çekmeye çalışıyorlar.

Diğer taraftan ise, uzlaşma ve işbirliği kavramlarını öne çıkartarak tüm kesimlerin eşit bir şekilde yönetim sürecine katılması için çağrı yapıyorlar. Yemen’de başlayan devrimi devam ettirdiklerini ve kaosa sürüklenen ülkeyi kurtardıklarını ileri sürerek geniş kitleler nezdinde sempati kazanmayı, aşiret ve mezhepsel bağları güçlü olan kitleleri kendi yanına çekmeyi hedefliyorlar.

Ancak bu çağrılara rağmen siyasal krizin çözülmesi noktasında bir ilerleme söz konusu değil. Egemen güçlerin iktidar kavgası ve giderek keskinleşen çelişkiler, Yemen’i içinden çıkılmaz geniş bir iç savaşa doğru çekmektedir. Kaçınılmaz olarak mezhepsel bir renge de bürünecek böyle bir iç savaş, açlık ve yoksulluğun pençesinde kıvranan emekçilerin canını alıp, Yemen’in korkunç bir yıkıma sürüklenmesine neden olacak. Şurası açık ki Yemen’de derinleşen siyasal buhran, emperyalist-kapitalist boy ölçüşmenin merkezi haline gelmiş Ortadoğu’da yürüyen emperyalist savaştan bağımsız değil. Her geçen gün genişleyen siyasal kriz, çatışma ve savaş, şu gerçeği döne döne gözler önüne seriyor: Kapitalist düzen çerçevesinde bir çıkış yolu yoktur. Ortadoğu’daki savaş bataklığından tek bir çıkış yolu var. O yol, Ortadoğu işçi sınıfının birleşerek tüm egemenleri yarattıkları savaş bataklığına gömmesidir. Yemenli işçi-emekçi kitlelerin de böylesi bir mücadeleye katılmaktan başka şansları yoktur. Gerçek devrim, işçi sınıfı kapitalizme karşı harekete geçtiği zaman başlayacak! İşçi devrimi, tüm sonuçlarıyla birlikte kapitalizmi alaşağı ederek mezhepsel ve etnik kavgaların, açlık ve yoksulluğun olmadığı barış dolu bir dünyanın yolunu açacaktır. 

1 Şubat 2015

İlgili yazılar