İstihbarat Savaşları ve “Dost Ülke” Yalanı
Utku Kızılok, 1 Ekim 2014

Emperyalist-kapitalist hegemonya mücadelesi kızıştıkça, istihbarat savaşları da kızışıyor. Ekim 2013’te ABD’nin Almanya başbakanı Merkel’i uzun süre dinlediği ifşa edilmişti. Geçtiğimiz Ağustos ayında ise, Alman Der Spiegel dergisi Almanya’nın Türkiye’yi dinlediğini ve gizli devlet bilgilerini elde ettiğini açıkladı. Böylece Türkiye’nin, ABD ve İngiltere’den sonra Almanya tarafından da dinlendiği açığa çıkmış oldu. İstihbarat amaçlı yapılan bu dinlemeler, çeşitli nedenlerden ötürü ifşa edilmiş olanlar yalnızca. Gerçekte tüm emperyalist-kapitalist devletler; ekonomik, askeri, teknolojik ve siyasi güçleri ölçüsünde birbirlerini dinliyor ya da bu doğrultuda çaba harcıyorlar.

Meselâ ABD, Rusya, Çin, Almanya, İngiltere ve Fransa gibi emperyalist güçlerin birbirlerini dinlemek için her yola başvurdukları ve özellikle de emperyalist hegemonya mücadelesinin yoğunlaştığı Asya, Afrika ve Ortadoğu’daki ülkeleri dinledikleri bir sır değil. Bu noktada ABD’nin elinin bir hayli uzun olduğunu, Ulusal Güvenlik Dairesi (NSA) aracılığıyla son derece gelişmiş bir teknolojiyle söz konusu dinlemeleri yaptığını belirtmek lazım. Ancak yalnızca büyük emperyalist ülkelerin istihbarat servisleri dinleme yapmıyor; Türkiye, Hindistan, Brezilya veya İran gibi güçlerin kendi bölgelerindeki ülkeleri dinlediklerini veya bu doğrultuda çalıştıklarını da belirtmek gerekiyor. Emperyalist-kapitalist güçler birbirlerini dinlemek için yeni yöntemler geliştirirken, aynı zamanda kendi istihbarat ajanlarını karşı tarafın istihbarat servislerinin içine sokarak doğrudan bilgi toplama yoluna da gidiyorlar. Üstelik bu yeni bir olgu da değil. Büyük devletler ve imparatorluklar kurulduğundan bu yana, egemenler, rakiplerinin zaaflarını ve gizli bilgilerini öğrenmek ve onları ekonomik ve askeri açıdan alt edebilmek için kendi ajanlarını devreye sokmakta ve bu yönde çalışan devasa örgütler yaratmaktadırlar.

İstihbarat savaşları, kapitalizmin emperyalizm döneminde, bilhassa bilgisayar, internet ve uydu teknolojisinin geliştiği günümüzde yepyeni bir boyut kazanmış durumda. Örneğin ABD’nin Merkel’i cep telefonundan dinlemesi, bu gerçeğin bir ifadesidir. Günümüzde, söz konusu teknolojik imkânlarla dünyanın dört bir tarafı dinlenebilmektedir. Bilgisayar teknolojisinin ilerlemesiyle, TV’lerden buzdolaplarına kadar “akıllı cihazlar”ın bile dinlemelerde kullanıldığı dile getirilmektedir.

Kapitalizm bir dünya ekonomisi ve dünya pazarı yaratmış, dolayısıyla pazar ve yatırım alanları üzerinde kıran kırana bir rekabeti ve emperyalist savaşları da beraberinde getirmiştir. Pazar ve yatırım alanları üzerinde hâkimiyet kurmak isteyen emperyalist-kapitalist güçler, bir taraftan kitle imha silahları geliştirip askeri olarak kendilerini güçlendirirken, öte taraftan istihbarat servisleri aracılığıyla rakipleri hakkında askeri, ekonomik ve siyasi bilgiler elde etmeye ve böylece onların karşısında güçlü bir pozisyon kazanarak amaçlarını gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Meselâ ABD ya da diğer emperyalist güçler, herhangi bir ülkeyi dinleyerek ya da ajanları aracılığıyla gizli bilgileri ele geçirdiklerinde, dinlenen ülkeyi askeri ve ekonomik açıdan sarsmaktan ya da bu noktalarda önünü kesmekten tutun da, iç siyasete müdahaleye ve şantaj yapmaya kadar çeşitli biçimlerde kullanmaktadırlar. Keza istihbarat örgütleri aracılığıyla nüfuz alanlarında pek çok provokasyon ve sabotajlara girişmekte, etnik ya da dinsel görünümlü iç savaşları kışkırtarak kendi siyasetlerini ve dolayısıyla kendi çıkarlarını egemen kılmaya çalışmaktadırlar. Tüm bu süreçlerde dinlemelerin ve güçlü istihbarat örgütlerinin rolü çok büyüktür. Hiç kuşku yok ki bir ülkenin istihbarat örgütünün gücü ile (bu aynı zamanda o ülkenin ekonomik ve askeri açıdan da güçlü olduğu anlamına gelir) dünyadaki siyasi gücü arasında doğrudan ilişki vardır.

İstihbarat, emperyalist-kapitalist güçler arasındaki rekabet ve mücadelenin en temel ayaklarından birini oluşturur. Bu nedenle istihbarat servislerinin karşılıklı olarak birbiriyle mücadelesini ifade etmek için kullanılan “istihbarat savaşları”, emperyalist kapışmanın bir başka biçimde kendini dışa vurmasıdır. İstihbarat servislerinin üstlendiği rol o denli önemlidir ki, meselâ iki kutuplu dünyada SSCB ile ABD’nin başını çektiği ve adına “soğuk savaş” denen mücadelede, istihbarat servisleri cephenin en önünde savaşıyorlardı. Her iki taraf da muazzam paralar yatırıp bu yönde altyapı tesisleri inşa ederek ve devasa istihbarat aygıtları örgütleyerek, karşılıklı olarak birbirlerinin askeri ve ticari bilgilerini ele geçirmeye, karşı tarafın içine yerleştirdikleri ajanları aracılığıyla çeşitli sabotajlar yaparak birbirlerini yıpratmaya ve geriletmeye çalışıyorlardı. Meselâ ABD istihbarat servisi CIA ve NATO öncülüğünde örgütlenen Gladyo türü kontrgerilla örgütlenmeleri de bu “soğuk savaş” sürecinin bir parçasıydı ve hedefi SSCB’nin etkisini güçlendirecek sosyalist hareketlerin yükselmesinin önüne geçmekti. Bu tür örgütlerin sabotaj ve provokasyonlarla toplumu nasıl baskı altına almaya, işçi hareketini ve sosyalist hareketi nasıl bastırmaya çalıştığını Türkiye’den çok iyi biliyoruz.

SSCB çöktükten sonra, burjuvazi öncülüğünde başlatılan ideolojik propagandanın bir yönü, “soğuk savaş”ın bittiği, kapitalizmin artık savaşlar üretmeyeceği ve dolayısıyla eskisi gibi istihbarat savaşlarının da olmayacağıydı. Kapitalizmin savaşlar üretmeyeceği kocaman bir yalandı, ama “soğuk savaş”ın bittiği doğruydu. Zira tüm dünyayı pençesine alan ve çeşitli biçimlerde yürütülen sıcak emperyalist savaşlar dönemi başlıyordu. SSCB’nin çökmesiyle birlikte muazzam topraklar kapitalist dünyaya eklendi ve ortaya devasa pazar ve yatırım alanlarının yanı sıra enerji yatakları çıktı. Bu durum, kapitalizmin içine yuvarlandığı tarihsel krizle de birleşerek emperyalist güçler arasındaki hegemonya savaşını alabildiğine kızıştırdı. Bugün Ortadoğu başta olmak üzere Güney Asya, Kafkasya, Kuzey ve Orta Afrika’da emperyalist-kapitalist güçlerin nüfuz mücadelesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan savaşlar sürüp gitmektedir. Özetle her açıdan kapitalist sistem bir istikrarsızlık ve kriz sürecinden geçmektedir. Bu istikrarsızlık ve kriz süreci, kendi doğasına uygun olarak gericileşme ve çürümeyi de beraberinde getirmektedir. Nitekim emperyalist-kapitalist güçler bir taraftan devrimci işçi hareketinin yükselmesine ve düzeni tehdit etmesine karşı tüm toplumun dinlenmesi ve kontrol altında tutulması dâhil olmak üzere polis devleti uygulamalarını devreye sokarken, öte taraftan da emperyalist hegemonya kavgasında kendi önlerini açmak amacıyla istihbarat servislerini güçlendiriyor ve bu alanda hamleler yapıyorlar.

İşte ABD’nin Almanya’yı; İngiltere, Almanya ve ABD’nin Türkiye’yi dinlemesinin arkasında böylesi bir süreç yatmaktadır. Esasında bu ülkelerin tamamı rakipleri tarafından dinlendiklerini bal gibi de bilmektedirler. Dinlemeler ifşa edildikten sonra, meselâ Merkel’in ABD, Türkiye’nin ise Alman yetkililerine “dost ülkeler birbirlerini dinler mi?” yönündeki sitemi anlamsız, daha çok da diplomatik ve kamuoyuna yönelik bir mesajdır. Amaç karşı taraf üzerinde baskı yaratmaktır. Kapitalizm sermayenin acımasız rekabeti üzerinde yükselmektedir ve bu düzen altında “dost ülke” söylemi yalandan ibarettir. Nitekim ABD’ye dost siteminde bulunan Alman egemenlerin, aynı dost sitem Türkiye’den gelince –Türkiye’yi dişine göre görmekten ve onu kamuoyu önünde hırpalamak istemekten kaynaklı olarak– “ne dostu canım, biz yalnızca müttefikiz” demeye getirmeleri bu gerçeği gözler önüne seriyor. Şunu da belirtmek lazım ki, bu dinlemeler durup dururken ifşa edilmemiştir. Aslında bu dinleme bilgisinin kamuoyuna sızdırılması da sürüp giden istihbarat savaşlarının kendini dışa vurmasıdır. Türkiye’nin Almanya tarafından dinlendiğinin ifşa edilmesinin arkasında ABD’nin olduğu ve bu iki ülke arasında aynı zamanda bir istihbarat savaşının yürüyüp gittiği söylenmektedir ki, bu gayet muhtemeldir. Böylece ABD, Almanya’nın Türkiye gibi önemli bir ülkeyi dinlediğini sızdırarak sadece kendisinin dinleme yapmadığını, dinlenmekten yakınan Almanya’nın da başkalarını dinlediğini ifşa ederek karşı tarafı sıkıştırmaktadır.

Türkiye’nin dinlenmesi ise elbette tesadüf değildir. Oldukça önemli bir coğrafyada yer alan Türkiye, bilhassa son dört beş yıl içinde Ortadoğu’da, geçmişe nazaran daha fazla dikkate alınan bir ülke haline gelmiştir. Alt-emperyalist bir konuma yükselen Türkiye, AKP eliyle oluşturulan bir emperyalist siyaset izlemektedir. Son derece hırslı ve yeni yetme telâşıyla hareket eden AKP hükümeti yönetimindeki TC, kendi emperyalist siyasetini hayata geçirmek amacıyla Suriye’deki iç savaşı açıktan kışkırtıp bunun bir parçası olurken, aynı zamanda Ortadoğu’da Sünni eksenli bir çizgi geliştirmeye girişmiş ve bilindiği üzere El-Nusra ve IŞİD türü katliamcı radikal İslamcı örgütleri desteklemekten de geri durmamıştır. Mısır, Suriye, Irak ve tüm Ortadoğu’da olup bitenler noktasında Türkiye ile ABD ve Avrupalı emperyalist güçler arasında çok ciddi görüş farklılıkları ve sorunlar çıktığı herkesin malûmudur. İşte tüm bunlardan dolayı Türkiye, doğal olarak tüm emperyalist güçlerin ilgi odağı haline gelmekte ve belki de geçmişe nazaran daha fazla gözetim altında tutulmaktadır. Almanya dâhil diğer emperyalist güçler, gayet tabii olarak Türkiye veya başka yeni yetme emperyalistlerin ortaya çıkarak kendilerine ortak olmasını istemezler. Nitekim son süreçte Batılı emperyalist güçlerin yoğun bir şekilde AKP’nin üzerine giderek Türkiye’yi sıkıştırmaları da bu gerçeğin ifadesidir. Öyle ki Alman gazeteleri Türkiye’nin gizlice atom bombası ürettiğini bile yazmaktadırlar. Bu sıkıştırma, hem Türkiye’nin hırslı emperyalist politikasına dizgin vurmak hem de onu kendi çizdikleri çerçeve içinde rol almaya zorlamaya dönüktür.

Almanya’nın Türkiye’yi dinlediği ifşa edildikten sonra AKP’nin sergilediği tutum da dikkat çekicidir. Hükümet sözcüleri, birkaç “sert” içerikli açıklamanın dışında meseleyi kapatma yönünde hareket ettiler. Hatta İçişleri Bakanı Efkan Alâ, Almanya’nın Türkiye’yi dinlemesinin normal olduğunu bile söyledi. Kuşkusuz Bakan, bu sözleriyle Türkiye’nin önemini vurgulamak istiyordu. Gerçek olan şudur ki, AKP bu dinleme meselesinin kamuoyunda çok tartışılmamasını ve bir an önce kapatılmasını istemiştir. Zira AKP hükümeti, Alman gizli servisinin dinlemelerle hangi bilgileri elde ettiğini çok iyi bilmektedir. Meselâ söz konusu bu bilgilerin içinde bir dolu yolsuzluk ve rüşvet ilişkisinin olduğu da kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla AKP gizli çamaşırları ortalığa saçılmadan meseleyi kapatırken, muhtemelen kapalı kapılar arkasında Almanya ile pazarlıklara girişmiştir.

Hatırlanacağı üzere, benzeri dinlemeler sonucunda elde edilen AKP’nin yolsuzluk ve rüşvet ilişkileri 17 Aralık 2013’teki yolsuzluk operasyonuyla ortalığa saçılmıştı. AKP ve Gülen Cemaatinin tutuştuğu iktidar kavgasında Cemaat, rüşvet ve yolsuzluk ilişkilerini açığa saçarak AKP’ye ve Erdoğan’a ağır bir darbe vurmak istemişti. Polis ve yargının yürüttüğü bu operasyondaki gizli bilgilerin ve konuşmaların, CIA gibi istihbarat servisleri olmadan kolayına elde edilemeyeceği çok açtıktır. AKP’ye ve Erdoğan’a ayar vermek isteyen ABD ve Batılı emperyalist güçlerin istihbarat servislerinin dinleme yoluyla elde ettikleri bilgileri Gülen Cemaatinin devlet içindeki yapılanmasına aktardıkları, birlikte iş tuttukları ve operasyonla amaçlarına ulaşmak istedikleri kuvvetle muhtemeldir. Aslında bunun böyle olduğunu AKP çok iyi bilmektedir. Zira 2007’den sonra AKP’nin, askeri-sivil Kemalist bürokrasinin gücünü kırmak amacıyla başlattığı Ergenekon operasyonlarında kullandığı gizli bilgilerin önemli bir kısmı da hiç kuşku yok ki CIA’nin Türkiye içindeki dinlemeleriyle elde edilmişti. O gün kendi çıkarları gereği AKP bu dinlemeleri kullanmaktan geri durmamıştı.

Kapitalizmin doğası bu: Emperyalist-kapitalist güçler olanakları dâhilinde birbirlerini dinlerken, aynı zamanda toplumu da kontrol altında tutmaya çalışıyorlar. Çoğu kapitalist devlet belki rakiplerini dinleyemiyor, ama içeride toplumu dinlemekten ve baskı araçlarını geliştirmekten geri durmuyor. Meselâ AKP hükümeti, hem emperyalist emellerinin bir gereği olarak hem de içeride mutlak bir iktidar kurmak amacıyla asker ve polis merkezli istihbarat birimlerini dağıtıp onları MİT’e bağlarken, bir taraftan da tüm internet trafiğini kontrol altında tutmak üzere adım atmıştır. Geçtiğimiz günlerde yürürlüğe giren torba yasa kapsamında yer alan bir yasayla, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na (TİB) özel yetkiler verilmiştir. Buna göre TİB’in, internet üzerinde hangi kullanıcının hangi adresi ziyaret ettiği, hangi kişi ile ne zaman ve ne kadar süreyle iletişim kurduğu yönündeki önemli bilgilere ulaşmasının önündeki “mahkeme kararı” şartı kaldırılmıştır. Şubatta yapılan değişiklikle internet kullanıcılarının trafik bilgilerinin 6 aydan 2 yıla kadar erişim sağlayıcıları tarafından saklanması zorunluluğu getirilmişti. Bu bilgiler ancak bir suç soruşturması veya kovuşturması kapsamında mahkemelerce talep edildiği zaman, TİB tarafından erişim sağlayıcıdan alınarak mahkemeye sunulmaktaydı. Ancak son yasayla bu madde değiştirildi ve artık internet kullanıcılarının bilgilerini TİB tutacak. Hâkim tarafından karar verilmesi halinde ise ilgili kurumlara verilecek. Böylece AKP hükümeti, TİB eliyle istediği kişileri (ve aslında toplumu) internet ortamında istediği gibi izleyerek bilgilerini anti-demokratik bir şekilde kayıt altına alma olanağına kavuşmuştur. TİB kanalıyla mahkemeler devre dışına çıkartılmakta ve hükümetin hoşuna gitmeyen yayınlar yapan internet sitelerine anında müdahale edilmesi mümkün hale gelmektedir.

Kapitalist krizin derinleştiği ve emperyalist savaşın yaygınlaştığı günümüz istikrarsızlık koşullarında, burjuva devletler düzenin bekası için her yönden baskı araçlarını geliştiriyorlar. Anti-demokratik yasaların devreye sokulması, toplumun gözetlenmesi, devletin elinde tuttuğu şiddet araçlarının kuvvetlendirilmesi gibi polis devleti uygulamaları uzun süredir yürürlüktedir. Kapitalist istikrarsızlığın derinleştirdiği emperyalist çürüme ve gericileşme koşullarında burjuva demokrasisi sapır sapır dökülmektedir. Sistem her yönüyle çürürken, burjuvazi, sömürü düzenini sürdürmek amacıyla elde avuçta kalan tüm özgürlükleri ortadan kaldırmak ve toplumsal hayatı yarı açık cezaevine dönüştürmek istemektedir. Elbette insanlık kapitalizme, çürümeye ve bu yarı açık cezaevine mahkûm değil. Bunun için insanlığın ilerleyişinin önündeki kapitalizm engelini kaldırmak yeterlidir.

1 Ekim 2014

İlgili yazılar