Lenin’i Anlamak/2
Utku Kızılok, 1 Nisan 2013

2. Bölüm

Devrimin yolunu zahmetli çalışma hazırlar

Petersburg’da faaliyet yürüten 20 Marksist çevre, 1895’te Lenin öncülüğünde, “İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği” adı altında bir araya getirilmişti. Bu birlik, işçi kitleleriyle bağ kurmaya, sosyalist düşünceleri işçilere taşımaya ve devrimci bir parti yaratmaya çalışıyordu. Her türlü demokratik hakkın yok sayıldığı Çarlık despotizmi altında, tüm sendikal ve siyasal faaliyetler gizli bir şekilde yürütülmek zorundaydı. Bu zor koşullar altında, işçi sınıfına daha yaygın bir şekilde ulaşmak amacıyla bir gazete çıkartmaya girişen Mücadele Birliği, hedefine ulaşamayacaktı. Polis baskını sonucunda Lenin ve Martov dâhil örgütün ana kadroları tutuklandı ve gazete planı hayata geçirilemedi. Rusya’da ilk kez gerçek anlamda planlı ve programlı çalışan, işçi sınıfıyla bağlar kuran ve bir parti yaratmaya odaklanan bu devrimci örgütün yürüyüşü, geçici olarak durdurulmuş oldu. Önce cezaevine atılan ve sonraki yıllarda ise Sibirya’ya sürgüne gönderilen Lenin, bu dönemdeki çalışmaların önemini vurgular. Lenin, çalışmaların biçimsel açıdan çok göze çarpmadığını, yapılan işlerin görünürde mühim olduğu izlenimi vermediğini ama aslında işçi sınıfı içinde devrimci faaliyetin temellerinin atılması bakımından bir hayli önemli olduğunu belirtmiştir. Krupskaya, Lenin’den Anılar’da bu hususun ehemmiyetine dikkat çeker: “Sorun kahramanca işler yapmak değil, fakat kitlelerle sıkı ilişkiler kurmak, onlara yaklaşmak, onların en güzel umutlarının aracı olmayı öğrenmek ve onları saflarımızda toplamak, canlandırmaktı.”[1] (abç)

Sebatkâr ve zahmetli çalışmalar olmadan, emek verilmeden ve gerekli ter akıtılmadan başarıya ulaşılamaz. Görünüşte çok devrimci olan, kişileri ya da örgütleri heyecanlandırma ve tatmin etmekle sınırlı kalan bir faaliyetin işçi kitleleri ileriye çekemeyeceği açıktır. Devrimci faaliyetin ana amacı işçi kitleleri durdukları noktadan ileriye çekmek, bilinç dönüşümüne uğratmak ve kapitalizme karşı mücadeleye sevk etmektir. Aksi durumda, işçi sınıfının mücadelesini ileri taşımayan her çaba, Lenin’in önemle belirttiği üzere, coşkulu sloganlar üzerinde yükselen devrimci lafazanlıktan öteye geçemez. Bu bakımdan, en gerici dönemlerde dahi uygun çalışma biçimleriyle işçilere ulaşmayı ve onları ileriye çekmeyi bilmek gereklidir. İşçi sınıfının sendikal, siyasal, devrimci örgüt ve bilinç düzeyinin geri olduğu bugünün Türkiye koşullarında da, bu zahmetli görev değişmemektedir. İşçi sınıfının sendikal örgütlülüğü öylesine diplere vurmuş bulunuyor ki, geniş işçi kitleleri sendikal bilinçten dahi yoksundurlar. Düşük ücretlere, uzun çalışma saatlerine ve ağır çalışma koşullarına, taşeronlaştırmaya ve iş kazalarına karşı kitlesel ve yaygın bir mücadele doğup gelişememektedir. Öyle ki, gelirlerini bir nebze olsun artırmak isteyen işçiler, kendi rızalarıyla fazla mesaiye kaldıkları ve hatta işyeri yöneticilerini bu yönde zorladıkları için ekonomik ajitasyonun en geri düzeyi bile karşılık bulamamaktadır. İşte bu zor koşullar altında sınıf devrimcileri, sebatla işçi kitleleriyle bağ kurmak ve ileriye çekmek için çalışmaktadırlar. Şu an için başka da bir yol yoktur.

Lenin, işçi sınıfının çeşitli halkalarını yakalayan ve ortak bir noktaya çeken bir mücadele anlayışına hayat vermiştir. Sınıfın geri kesimlerinin düzeyine prim vermeden onları ileri çeken yol ve yöntemlere işlevsellik kazandırmak son derece önemlidir. Bunun olabilmesi için Lenin, öncelikle teorik sorunların ele alınması, çözümlenmesi, ideolojik ve politik netlik zemininin oluşturulması gerektiğini belirtiyordu. Yaygın örgütlü propaganda ve ajitasyonun olabilmesi için diyordu, doğru teorik çözümleme çok önemlidir. Ancak ardından ekliyordu; teorik çözümleme, ideolojik-politik netlik zemini yetmez. Ayrıca bunları canlı hayatın ve dolayısıyla pratiğin diline çevirmek gerekir.

Lenin’in yön vermeye çalıştığı Rusya’daki devrimci faaliyet pek çok sorunun üstesinden gelmek zorundaydı. Çarlık istibdadının yıkılması, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması, sendikaların yasallaşması, işçi sınıfının ekonomik yaşam koşullarının düzeltilmesi ve daha da önemlisi yığınların kapitalizme karşı mücadele çizgisine çekilmesi ve bunu yapacak bir devrimci partinin örgütlenmesi faaliyeti devrimci hareketin önünde durmaktaydı. Buradan da anlaşılacağı üzere öncelikle devrimciler örgütüne, bunun yanı sıra değişik tipte işçi örgütlerine ve çalışma biçimlerine ihtiyaç vardı. Ne var ki, çeşitli sorunlar bağlamında geliştirilen çalışma biçimlerinin birbirinin yerine geçirilmemesi, ama aralarına kalın duvarlar da çekilmemesi ve bunların birbirini tamamlayacak şekilde, bir bütünlük içinde yürütülmesi gerekliydi. Fakat yanlış kavrayışlar nedeniyle iktisadi haklar için verilen mücadele ve bu temelde yürütülen ajitasyona saplanıp kalınmakta, siyasal ajitasyon ve kapitalizmin yıkılması gerektiği propagandası es geçilebilmekteydi.

Meselâ bir siyasi akım olarak ekonomistler, işçilerin yaşam koşulları uğruna verdikleri mücadelenin kendiliğinden bir siyasal bilinç doğuracağını ve işçilerin, kapitalizmin yıkılması gerektiği bilincine bu sayede varacaklarını söylüyorlardı. Ekonomistleri şiddetle eleştiren Lenin, iktisadi ajitasyonun ve mücadelenin tek başına yeterli olmayacağını, devrimci/sosyalist propaganda ve siyasal ajitasyon olmadan işçilerin kendiliğinden kapitalizmin yıkılması gerektiği fikrine ulaşamayacağını belirtiyordu. Bu kaydı düştükten sonra Lenin, tüm mücadele biçimlerinin bir bütün olduğunun altını çiziyordu. Sosyal Demokratların Görevleri adlı broşüründe, komünistlerin, işçilerin en acil ekonomik ajitasyonuyla, işçi sınıfının en acil politik taleplerinin ajitasyonunu –yani her grevde, işçilerle kapitalistler arasındaki her çelişkide polis tiranlığını ve mutlakıyetin zalimliğini açıkça göstererek yapılan ajitasyonu– birleştirdiğini belirtmekteydi. Lenin, konuya şöyle dikkat çekiyordu: “Eğer işçilerin yaşamında, ekonomik ajitasyon için kullanılmayacak tek bir ekonomik sorun yoksa, politik alanda da, politik ajitasyon konusu olarak hizmet etmeyecek hiçbir sorun yoktur. Sosyal Demokratların çalışmasında ajitasyonun bu iki türü, bir madalyonun iki yüzü gibi ayrılmaz biçimde birbirine bağlıdır. Gerek ekonomik gerekse de politik ajitasyon proletaryanın sınıf bilincinin gelişimi için aynı şekilde vazgeçilmezdir.”[2]

Lenin, siyasal ajitasyon olmadan işçilerin sınıf bilincinin tam anlamıyla gelişmeyeceğini ve bu durumda işçi sınıfı mücadelesinin burjuvazi karşısında zayıf düşeceğini belirtiyordu. Meselâ, emperyalist savaşların amacını ortaya koyan, savaşları yaratanın kapitalizm olduğunu ve kapitalizm yıkılmadan savaşların son bulmayacağını gözler önüne seren ajitasyonun, işçilerin siyasal sınıf bilinci kazanmasında çok büyük rolü vardır.

Kuvvetle vurgulamalıyız ki, politik mücadele işçilerin karşısına geçip kuru bir sosyalizm propagandası yapmak ya da teorik nutuklar atmak değildir. Lenin’in mütemadiyen dile getirdiği gibi, kapitalizmin çelişkileri ve bunun toplumsal görünümleri üzerinden yürünerek işçi kitlelerinin dikkati sistemin bozukluğuna ve düzeltilemez oluşuna çekilmelidir. Elbette der Lenin, işçi ile kapitalist arasında çelişki olduğunu, işçinin sömürüldüğünü açıklamak yetmez; bu çelişkilerin toplumsal hayatta nasıl somutlandığını, ne gibi sonuçlara yol açtığını ve işçilerin buna karşı ne yapması gerektiğini de ortaya koymak gereklidir. Somut bir örnek verelim: Meselâ iş kazalarını konu alan bir ajitatör meseleyi iki şekilde de ele alabilir. Konuyu ekonomik ajitasyonla sınırlı tutarak, Türkiye’de iş kazaları sonucu her ay yüzlerce işçinin ölmekte ve daha fazlasının da sakat kalmakta olduğuna, iş kazalarının adeta savaş gibi tahribat yarattığına vs. değinir. Oysa bunların yanı sıra iş kazalarına yol açan şeyin sermayenin birikim yasaları olduğu, kârını artırmak isteyen kapitalistin tüm maliyetleri aşağıya çekmek için gerekli iş güvenliği önlemlerini almadığı,bu nedenle de kapitalizm varlığını sürdürdüğü müddetçe iş kazalarının sona ermeyeceği gibi temel hususları da işleyen bir ajitasyon sınıf bilincinin geliştirilmesi amacına çok daha uygundur. Hatta bunu Türkiye kapitalizmiyle bağını kurarak ilerletmek de mümkündür. Meselâ, Türkiye’nin uluslararası siyasette belirleyici ölçüde rol oynamak ve alt-emperyalist bir güç olarak bölgede nüfuz sahibi olmasını sağlamak amacıyla AKP ve burjuvazinin, ne pahasına olursa olsun ekonominin büyümesini sağlamaya karar verdiklerine vurgu yapıp, tüm bunları emperyalist atılım politikasına bağlamak güzel bir siyasal ajitasyon olarak değerlendirilebilir. Demek ki filan işyerinde yaşanan bir iş kazası ile bu emperyalist politika arasında bağ kurmak gayet mümkündür. Böylelikle iş kazalarına karşı kampanya yürüten işçi sınıfı devrimcileri, ajitasyonu asla iş kazalarının ekonomik içeriğiyle sınırlamamış ve kapitalizm karşıtı siyasal mücadele boyutuna taşımış olurlar.

İşçi sınıfının mücadele yöntemleri ele alınırken şu husus akılda tutulmalıdır: Asıl mesele sendikal mücadeleyi aşıp geçen bir mücadele perspektifi ortaya koyabilmek ve bu doğrultuda hareket edebilmektir. Lenin, ekonomik ve siyasi ajitasyonun farklı kompartımanlara bölünmesine kesinlikle karşı çıkmıştır. Lenin, Fabrikalarda İşçilerden Para Cezası Kesilmesine İlişkin Yasa Üzerine Bir Açıklama benzeri pek çok broşür ve makale kaleme almış, en sıradan işçiyi yakalayacak sorunlar üzerinde durmuş ama iktisadi talepler etrafında ördüğü ajitasyonu mutlaka siyasal/sosyalist ajitasyona bağlamıştır. Lenin, ekonomistlerle tartışırken, işçi sınıfının yaşam koşullarını iyileştirmeye dönük sendikalist iktisadi taleplerle ve bu talepleri hayata geçirmeyi önüne koyan bir siyasetle yetinilemeyeceğini belirtiyor ve işçilerde sosyalist bilinç oluşturmak gerektiğini söylüyordu: “Sosyal demokratların görevi, ekonomik zemin üzerinde politik ajitasyondan ibaret değildir, onların görevi (…) ekonomik mücadelenin işçilerde uyandırdığı politik bilinç kıvılcımlarından, işçileri sosyal demokrat politik bilinç düzeyine yükseltmek için yararlanmaktır.”[3]

Lenin, bıkıp usanmadan bilinç unsuruna, yaygın devrimci propaganda ve ajitasyonun ancak örgütlü bir şekilde yürütülebileceğine vurgu yapar. Propaganda ve ajitasyon konusunu ele alırken, komünist kadroların bu doğrultuda kendilerini sürekli olarak eğitmeleri ve kitlelerle bağ kurmayı öğrenmeleri gerektiği üzerinde durur. Aksi halde kişinin devrimciliği biçimsel olmanın ötesine geçemez ve pratikte devrimci çalışmaya hizmet etmez. Örneğin, bir propagandacı, bir ajitatör ve bir örgütçü olan Lenin, insanları dinlerken konunun içine derinlemesine giriyor, meselelerinin özüne odaklanıyor ve gerekli malzemeyi bulup çıkartıyordu. İnsanları dinlemeyen, karşısındaki insanın ne istediğine, düzeyine ve yönelimlerinin ne olduğuna odaklanmayan, kendi kafasındaki düşünceleri aktarmaya yoğunlaşan, içten ve ilerletici davranmayan kişi gerçek bir örgütçü olamaz.

Kiminle nerede ve nasıl konuşulduğu önem taşır. Tüm yönleriyle örnek alınması gereken Lenin, işçi kitleleriyle konuşurken onların geri düzeyine prim vermez, ama hiçbir zaman ezici davranmadan onları ilerletecek bir çizgiye çekmeye çalışırdı. İşte bu nedenle işçiler ve köylüler Lenin’e saygı duyarlardı. Krupskaya’nın şu gözlemleri oldukça değerlidir: “İşçilerin, köylülerin –yoksul ve orta köylülerin–, Kızılorduluların yanına tenezzül ederek değil, tersine bir arkadaş, eşit biri olarak yaklaşırdı. Onlar onun için «propaganda objeleri» değildi, onlar çok çeken, birçok şeyi düşünmüş olan, kendi durumları için özen talep eden, yaşayan insanlardı. «Bizimle tam bir ciddiyetle konuşuyor» diyordu, onunla ilgili olarak işçiler ve özellikle sade arkadaş tavrına değer veriyorlardı.”[4]

“Propaganda ve ajitasyonun berraklığı temel koşuldur” diyen Lenin, basit ve açık, yığınlar tarafından anlaşılır bir dil kullanılması gerektiği üzerinde duruyordu. Lenin, komünist kadroların propaganda ve ajitasyonda uzmanlaşması ve deneyim kazanması gerektiğini sıklıkla söylemekteydi. Lenin’in şu sözleri, gerek bu konuda gerekse diğer konularda örnek alınmalıdır: “Devrimci deneyim ve örgütsel ustalık edinilebilen şeylerdir. Yeter ki insanda gerekli özellikleri edinme/öğrenme isteği olsun! Yeter ki insan hatalarının farkına varsın, devrimci meselelerde bu, yarı yarıya düzelme demektir.”[5]

Devrimci tutkunun ve iradenin cisimleşmesi olarak Lenin

Savaşın getirdiği gericilik ortamında son derece zayıf düşen Bolşevik Parti, Şilyapnikov’un söylediğine göre 1917’nin başında, “Kanlı Pazar”ın yıl dönümünde bir bildiri dahi yayınlayamamıştı. Şubat devrimi başlayıp silahlı ayaklanma evresine yükseldiğinde ise, partinin Rusya’daki merkezi ne yapacağını bilmez haldeydi. Troçki’nin ifadesiyle; “Önderlik hadiseleri uzaktan izliyor, tereddüt ediyor, gecikiyor, kısaca yönetemiyordu. Hareketin kuyruğuna takılmış gidiyordu.” Şubat devriminden sonra parti, Stalin ve Kamanev liderliğinde büyük ölçüde Menşevik çizgiye kaymış ve burjuva rejimin tesis edilmesini desteklemeye başlamıştı. Tüm tarihçiler şu soruyu sorarak cevap ararlar: Nasıl oldu da bu parti 1917 Ekiminde proleter devrime önderlik edip dünya tarihinin gidişatını değiştirebildi? İşte bu noktada Lenin sahneye çıkmaktadır.

Rusya’daki devrimci hareketin ve devrimin tarihi gösteriyor ki Lenin, devrimci tutkunun, iradenin ve yoğunlaşan eylemin cisimleşmesidir. Tüm karmaşıklığıyla tarihsel olaylar gelip bir yol kavşağında durduğunda, Lenin, bütün gücüyle, yılmaz mücadele azmiyle müdahale etmiş ve gidişatı değiştirmiştir. Nisanda Rusya’ya dönmesinden sonra Lenin’in, parti merkez komitesiyle ve parti örgütleriyle haftalarca süren, sinirleri altüst eden ve sonunda partiyi Menşevik çizgiden kopartarak devrim rayına sokan mücadelesi; ya da Eylülden Ekim Devriminin başladığı ana değin, neredeyse her gün mektuplar, makaleler, çağrılar kaleme alması, peş peşe yapılan pek çok toplantıda bütün gücüyle ayaklanmanın başlatılmasını savunması ve karşıt görüşlerin ağırlığına rağmen yılmayıp partiyi ayaklanmaya önderlik etmeye ikna etmesi, onun nasıl bir kişilik olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle, Lenin’in karakteri ve mücadelesi daima ilgi uyandırmış ve onlarca araştırmanın konusu olmuştur. Ancak belirtmeliyiz ki, Lenin’in kişiliği 1917’de birden bire ortaya çıkmadı; devrimci tutkuyla hareket eden Lenin’in mücadelesi Bolşevik Parti’yi yarattı ve parti için verdiği mücadele onun kişiliğini, iradesini ve kararlılığını daha da güçlendirdi.

Lenin için devrim, esas olarak teorik alanda doğru çözümlemeleri ortaya koymak, tarihsel gidişata işaret etmek ve bunun entelektüel hazzını yaşamak değildir. Lenin için devrim, bugün üstesinden gelinmesi gereken en acil ev ödevleridir. Lenin ile devrimin ilişkisi, kalabalık ve yaşam şartları ağır bir ailenin yükünü sırtlamak zorunda kalan, bu yönde kendini feda eden sorumluluk sahibi bir insanın, ailesiyle olan ilişkisi gibidir. Lenin Rusya’nın gerçek bir devrim toprağı olduğunu çok derinden hissediyor ve 1902’de Ne Yapmalı’da şunları yazıyordu: “Tarih önümüze şimdi, herhangi bir başka ülkenin proletaryasının karşı karşıya kaldığı bütün acil görevlerin en devrimcisi olan bir acil görev koymuştur. Bu görevin gerçekleştirilmesi, sadece Avrupa gericiliğinin değil, aynı zamanda (şimdi diyebiliriz ki) Asya gericiliğinin de en güçlü dayanağının yıkılması, Rus proletaryasını, uluslararası devrimci proletaryanın öncü müfrezesi durumuna getirecektir.”[6]

Gerçekten de 1917 Ekim Devrimiyle Rus proletaryası, uluslararası proletaryanın öncü müfrezesi konumuna yükselmiştir. İşte bu sonuçta, nesnel koşulun olgunlaşması ile devrimci tutku ve iradeyle çalışan Lenin’in öznel faktörü şekillendirmesinin ve hazır hale getirmesinin karmaşık ve diyalektik bir ilişkisi vardır. Devrimin temel öznel koşulunun yaratılmasında Lenin’in çalışması hayatidir. Bu noktada, Lenin’in coşkulu çalışmasına dair bazı örnekler ufuk açıcı olacaktır: 1900’lerin başlarında Sibirya’da sürgünde olan Lenin, bir taraftan teorik sorunlara yanıt ararken ve bu konuda çalışmalar yaparken, öte taraftan merkezi çalışma sağlanamadığı için ülkenin çeşitli bölgelerinde birbirinden bağımsız faaliyet yürüten grupların birleştirilmesi, tek merkezden idare edilmesi ve böylece yakıcı hale gelen işçi sınıfının devrimci partisine hayat verilmesi için planlar yapmaktaydı. Lenin soruyordu: Nereden başlamalıyız? Bu yolda, öncelikle ilk işin Rusya’yı kapsayacak ve böylece hareketi hem birbirine bağlayacak hem de ideolojik-politik merkezileşmeyi sağlayacak bir gazete çıkartılması olduğunu söylüyordu. Yurtdışında çıkartılacak bu illegal gazetenin Rusya’ya dağıtılması için muazzam disiplinle hareket eden bir ekip gerekiyordu. Gazeteyi dağıtacaklar, aynı zamanda ülkedeki örgütler ile örgüt merkezi arasındaki ilişkiyi de kuracak ve devrimci çarkın dönmesini sağlayacaklardı. Sibirya sürgünü bitmeden, gerek gazetenin nasıl çıkartılacağı gerekse nasıl dağıtılacağı üzerine çalışmaya başlamıştı. Bu çalışma hakkında Krupskaya şunları yazıyor: “Vladimir İlyiç neredeyse hiç uyumuyordu ve son derece zayıflamıştı. Planının en ince ayrıntıları üzerinde çalışmak amacıyla bütün gece oturuyordu. Konuyu Krizhizhanovski ve benimle tartışıyor, Martov ve Potresov’la (Lenin’in Mücadele Birliği’nden yoldaşları, Sibirya’nın değişik yerlerinde sürgündüler -UK) mektuplaşıyor ve onlarla yurtdışına çıkmak için hazırlıklar yapıyordu. Günler geçip süre azaldıkça, Vladimir İlyiç’in sabrı ve tahammülü kalmıyor, bir an önce kendini çalışmaya verebilmek için giderek sabırsızlanıyordu.”[7]

Lenin, planlarına öylesine odaklanmıştı ki, gazete sanki bir an önce hayata geçmezse tüm işçi hareketi yenilecek, bir şeyler yıkılıp gidecek ve telafisi olmayan bir yola girilecekti. Gazetenin önemini böylesine yoğun duyumsuyor ve planının ilk aşamasına bir an önce hayat vermek istiyordu. Lenin’in hayatı ve mücadelesi üzerine yazmış olan bir tarihçi, Lenin’in Sibirya sürgününden dönerkenki halini şöyle betimlemektedir: “Dinlenme molalarını bile kısa kısa ve seyrek veriyor; fakat nerede bir sürgün veya sürgün topluluğu ile karşılaşma fırsatı bulsa duruyor, tüm Rusya’ya seslenen bir gazete planından söz ederek, onları ikna etmeye çalışıyordu… Sürgündekilerin hepsi de, Vladimir’in bu basit ama pratik planlarındaki büyüklüğü ve onun tek bir noktaya yığılmış irade gücünü teslim ettiler.”[8] Öyle ki Lenin, 29 Temmuz 1900’de yurtdışına çıktığında, planlarını gerçeğe dönüştürme arzusu onu adeta histerik bir ruh haline sürüklemişti.

Lenin gazeteye daha önce hiç görülmemiş yeni bir anlam yüklemiştir. Gazetenin ideolojik-politik-örgütçü yanına dair vurgular ise –özellikle sosyalist harekette– Lenin’in başarısından sonradır. O zamanlar Lenin’in dışında hiç kimse, Rusya’daki Marksist hareketin kurucusu Plehanov dâhil olmak üzere Iskra’yı çıkartan diğer liderler de gazetenin muazzam işlevini kavrayamamışlardı. Fakat Rusya’daki koşullardan ötürü gazete, bu koşulları aşıp devrimci hareketi canlandırmak isteyen Lenin için devrimci faaliyetin merkezinde yer almaktaydı. Nereden Başlamalı adlı makalesinde gazetenin önemini şöyle anlatmaktadır: “Gazete sadece kolektif bir propagandist ve kolektif bir ajitatör değil, aynı zamanda kolektif bir örgütleyicidir. Bu bağlamda o, inşa halindeki bir binanın çevresine kurulan iskeleyle kıyaslanabilir; binanın krokisini gösterir, inşaat işçileri arasında irtibatı kolaylaştırır, iş bölümü yapılmasına ve örgütlü çalışmayla ulaşılmış genel sonuçların görülmesine yardımcı olur.”[9]

Lenin, çok iyi örgütlenmiş, çok iyi işbölümü yapmış, çok iyi disipline olmuş, ekipler halinde çalışan, sınıf hareketiyle çok iyi bağlar kurmuş bir devrimci aygıt yaratmak istiyordu. Bir bilimadamı ve bir mühendis edasıyla, tutkuyla bu aygıtı nasıl yaratacağını düşünmüş ve bu temelde çalışmıştır. Devrimci faaliyete aktif olarak katıldığı andan itibaren devrimci örgüt ve partinin önemine vurgu yapmıştır. 1900 yılının sonunda, Hareketimizin Acil Görevleri adlı makalesinde şöyle yazmaktaydı: “Eğer güçlü bir biçimde örgütlenmiş bir partiye sahip olursak, tek bir grev, siyasi bir gösteriye, hükümete karşı kazanılmış siyasi bir zafere dönüşebilir. Eğer güçlü bir şekilde örgütlenmiş bir partiye sahip olursak, tek bir bölgede ortaya çıkan ayaklanma muzaffer bir devrim haline gelebilir.”[10] İşçi sınıfının burjuvazi karşısında başarıya ulaşabilmesi için ne tipte bir parti yaratmak gerektiği sorusuna, sınıf hareketinin tarihini inceleyerek ve Rusya’daki koşulları dikkate alarak bir yanıt üretmiş ve meseleyi tüm yönleriyle ortaya koymuştur. Bir Yoldaşa Mektup ve Ne Yapmalı’da nasıl bir örgüt ve nasıl bir çalışma yapılması gerektiğinin tüm temel taşları döşelidir. Partiyi, sınıf mücadelesinde işçi sınıfının devrimci aracı olarak gören Lenin, “siyasal sorunlarla örgütsel sorunlar birbirinden mekanik biçimde ayrılamaz” demekteydi. Bolşevik Parti diyordu Lenin, bir proleter devrimler çağında yaşayıp yaşamadığımız sorusundan bağımsız olarak kabul ya da reddedilemez! Çünkü çağın siyasal karakteri, işçi sınıfının devrimci örgütlenmesinin karakterini de belirler!

Lenin’in üstünlüğü, teorik olanı pratik ve politik taktiklere çevirebilmesiydi. Nitekim düşmanları da dostları da onun politik dehasının hakkını vermektedirler. Marksist tarihçilerden Pokrovski’nin şu sözleri oldukça manidardır: “Lenin’de olayların köklerine, en derin yerlerine kadar görmesini sağlayan olağanüstü bir yetenek vardı. Bu yanı ile en sonunda, bende Lenin’e karşı bir bağlılık duygusu yarattı. Ben, sık sık Lenin’den ayrılmış, pratik birçok konuda ona karşı çıkmıştım, fakat her defasında da yanılan ben oldum. Bu yanılgılarımı yedi kere tekrarladıktan sonra, artık mantığım başka türlü hareket etmemi söylediği zaman bile tartışmaları kısa kesip Lenin’e uymaya karar verdim.”[11]

En zor şartlar dahi Lenin’i hedefe kilitlenmekten alıkoyamamıştır. Lenin’in tutkusu ve çalışkanlığı neşesine de yansır. İllegal yürütülen çalışma gereği, cezaevinden, mektuplarını kitapların kenarlarına sütle yazıyor ve bunları dışarıya gönderiyordu. Mektup yazarken yakalanmamak için, gardiyanların hücreyi her gözetlemesinde ekmekten yaptığı süt hokkalarını yutuyordu. Krupskaya’ya mektubunda espriyle, “bugün tam altı hokka yuttum” demekteydi. Lenin, zora gelemeyen kimselerin, devrimci mücadelenin kavgasız gürültüsüz olması gerektiği söylemini, tartışmalardan “aman olay çıkmasın” diyerek kaçınma tutumunu sert bir şekilde eleştirmiştir. Güçlüklerin insanları olgunlaştıracağını, hareketin iç tartışmalarının fikirleri zenginleştirip netleştireceğini ve örgütü güçlendireceğini söylemekteydi. İşte bu yaklaşım nedeniyledir ki, 1903’teki bölünme kongresinde “bu acı mücadele, bu tahrikler, bu ısırırcasına tartışmalar, yoldaşça olmayan tavırlar”dan şikâyet eden bir delegeye Lenin şöyle cevap verir: “Kongremiz harika bir şey! Özgür ve açık mücadele. Fikirler belirtildi, görüş ayrılıkları ortaya çıktı, gruplar şekillendi. Eller kaldırıldı, bir karar alındı. Bir evre aşıldı. İleriye doğru. İşte mesele benim için böyle. İşte hayat…” Yoldaşının kendisine şaşkınlıkla baktığını ve omuz silktiğini ifade eden Lenin, “ayrı dillerden konuşuyorduk” diye ekler.[12]

“İşte mesele benim için böyle. İşte hayat!” Bu cümlede dile getirilen şey, Lenin’in devrimci kişiliği hakkında çok şey anlatmaktadır. Lenin için mücadele bir varoluş biçimidir ve ötesi anlamsızdır. Bunu, pek çok olay doğrulamaktadır. Meselâ, polis ajanı olarak Bolşevik Parti’nin üst kademelerine kadar sızan ve Duma Temsilcisi olan Malinovski’nin “kirli işleri” sorgulanmaktadır. O sorgu gününde bekleme halindeki Lenin’e ilişkin Buharin şunları yazar: “Alt katta Lenin’in bir oraya bir buraya yürüyüp durduğunu duyuyordum. Terasa çıkıyor, çay hazırlıyor, sonra tekrar geri geliyor ve bir oraya bir buraya yürümeye devam ediyordu. Yürüyor, yürüyor, sonra bir ara duruyor ve tekrar yürümeye başlıyordu. Gece böylece bittiydi… Sabah. Dışarı çıkıyorum. İlyiç hâlâ giyinik. Gözlerinin altında mor lekeler halka halka, hasta gibi suratı. Fakat gülüyor her zamanki gibi, bilinen davranışları, her zamanki emin hali. «Eee, ne diyorsun bakalım, iyi uyudun mu? Ha, ha, ha! İyi. Çay-ekmek. Hadi, biraz yürüyelim mi?» Sanki hiçbir şey olmamış. Sanki o geçirdiğimiz gece bir kâbus değilmiş gibi, acılarla, şüphelerle, düşüncelerle, zihin yorgunluğu ile dolu bir gece değilmiş gibi. Hayır, İlyiç iradesinin çeliğini bir kere daha örse yatırmış ve sertleştirmişti. Bu çeliği ne kırabilirdi?”[13]

Lenin, tümüyle devrime odaklanmıştı. Bu durumdan ötürü, tüm hayatı boyunca sempati ve antipatileri bir kenara bırakarak meselenin politik boyutuna yoğunlaşmıştır. 1917’de defalarca yalnız kalmasına, partili yoldaşlarıyla kıyasıya bir kavgaya tutuşmasına rağmen, kişisel çekişmelere girmedi ve devrimin üstün gelmesiyle tüm kırgınlıkları unuttu. Krupskaya, devrim öncesindeki “O son ay İlyiç, ayaklanma dışında hiçbir şey düşünmedi ve yalnızca ayaklanma için yaşadı” diye yazar. Lenin’in bu yapısı yoldaşları üzerinde daima etkili olmuş ve diğer tüm özelliklerinin yanı sıra, onun liderliğine saygı duyulmasını sağlamıştır. Lenin’in devrimci tutku ve iradesine dair konuşurken ve buradan devrim konusuna doğru ilerlerken şunu asla akıldan çıkartmamak lazım: Lenin’deki devrimci tutku ve irade gücü, ona nesnel koşulları tüm yönleriyle görme, analiz etme, sınıfsal güç ilişkilerini ortaya koyma olanağı vermiştir. Devrimci tutku ve iradeden yoksun olanlar, çoğunlukla verili olayları bildik kalıplarla ve eski, alışıldık düşünce sistematiğiyle açıklarlar. Oysa Lenin’de tam tersidir. Burada diyalektik ilişki bariz şekilde kendini gösterir: Nesnel koşulların devrim için olgunlaştığını gören Lenin, temel öznel faktörün, yani partinin devreye girmesi için yüklenir. Parti devreye girdikçe hem nesnel koşullar daha bir olgunlaşır hem de parti gerçeği tüm yönleriyle daha iyi kavramaya başlar. İşte tüm bunlar 1917 Devriminin özetidir.

1 Nisan 2013

Lenin’i Anlamak/3


[1]  Krupskaya, Lenin’den Anılar, c.1, s.20

[2] Lenin, Seçme Eserler, c.1, İnter Yay., s.485

[3] Lenin, Ne Yapmalı, İnter Yay., s.81

[4]  Krupskaya, İşte Lenin, İnter Yay., s.185

[5]  Lenin, age, s.39

[6] Lenin, age, s.33

[7]  Krupskaya, Lenin’den Anılar, c.1, s.38, düzeltilmiş çeviri

[8] Bertram D. Wolfe, Devrimi Yapan Üç Adam, Kuzey Yay., s.158

[9] Lenin, Seçme Eserler, c.2, s.32

[10] Lenin, Ekonomizm Taraftarıyla Bir Konuşma, Yurt Yay., s. 69

[11] akt: Wolfe, age, c.2, s.59

[12] Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, Yorum Yay., s.185, dipnotta

[13] akt: Wolfe, age, c.2, s.263

İlgili yazılar