İç Güvenlik Yasası: AKP’nin Düzeni
Akın Erensoy, 2 Mart 2015

Her geçen gün otoriterleşme doğrultusunda bir adım daha atan AKP hükümeti, polis devleti uygulamalarının sınırlarını sürekli olarak genişletiyor. “İç Güvenlik” paketi adıyla Meclis’te görüşülen yasa tasarısı, anti-demokratik ve gerici uygulamalarla dolu. Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu ve İl İdaresi Kanunu’nda yapılan değişiklik maddelerinin içeriği şöyle:

Polisin silah kullanma yetkisi daha da genişletiliyor. Meselâ polis, kendisine veya başkalarına, işyerlerine, konutlara, kamu binalarına, okullara, yurtlara, ibadethanelere, araçlara ve kişilerin tek tek veya toplu halde bulunduğu açık veya kapalı alanlara molotof, patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı ve benzeri silahlarla saldırdığını iddia ettiği kişilere karşı silah kullanabilecek. Çok açık ki polise son derece keyfi yetkiler veriliyor. Halihazırda her türlü hak arama gösterisine saldıran, bu saldırıda gaz ve plastik mermi kullanan polisin, “kolluk kuvvetlerine, camiye, kamu binasına ya da esnafın dükkânına saldırıyorlar” bahanesiyle tereddütsüz silahına sarılacağı su götürmez bir gerçektir.

Polis devleti uygulamalarını kalıcı hale getiren bir diğer madde ise, silah sayılan nesnelerin listesinin genişletilmesidir. Daha önce anti-demokratik/gerici yasalarla taş, sopa, havai fişek gibi maddelerin kullanılması suç kapsamına alınmıştı. Devlet ve onun kitleler üzerindeki sopası olan polis her türlü şiddet tekelini elinde bulundurup toplumsal muhalefet üzerinde terör estirirken, ezilen ve sömürülen kitlelerin bu şiddet karşısında kendisini savunması egemenler tarafından cezalandırılıyor. Ancak AKP hükümeti, önceki gerici yasalarla yetinmeyerek “suç” kapsamına aldığı nesnelerin listesini genişletiyor ve sözde suçun ceza alt sınırını yükseltiyor. Yakınlarda çıkartılan bir yasayla havai fişek ve molotof bu kapsama alınmıştı. Ancak AKP bununla da yetinmeyerek zincir, demir bilye ve sapanı da aynı kapsama sokuyor. Ayrıca ceza alt sınırı 2 yıl 6 aya çıkartılarak cezanın ertelenmesinin önüne geçilmek isteniyor. Böylece polis, canının istediği şekilde hareket edecek ve taş, sapan, bilye vb. kullandıkları gerekçesiyle, başta Kürt gençleri olmak üzere polise karşı koyan herkesi cezaevine gönderebilecektir.

Halihazırda polis ve burjuva devletin yargısı, verili yasaları kullanarak dilediği gibi gözaltı ve tutuklama yapabilmektedir. Polis terörüne karşı taşla tepkisini dile getiren Kürt çocuklarına verilen cezalar hâlâ akıllardadır. Molotof attığı iddiasıyla yüzlerce Kürt ve sosyalist tutuklanmakta ve cezaevine konmaktadır. Nitekim tam da AKP, “iç güvenlik” paketini zorbalıkla Meclis’ten geçirmeye çalıştığı gün, Mersin’den bir ceza haberi geldi. Mahkeme, “yakarak kamu malına zarar verme, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma” gerekçeleriyle dört çocuk için ağırlaştırılmış ömür boyu hapis istedi.

Mücadele edenleri cezalandırarak iradelerini kırmaya dönük bir başka anti-demokratik uygulamaysa şudur: Gösterilerde yüzlerini tamamen veya kısmen kapatanlar, iki yıl altı aydan dört yıla kadar hapisle cezalandırılacaklar. Aynı maddenin devamında şöyle deniliyor: “Yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşıyarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyerek katılanlar ile kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşıyarak veya bu nitelikte sloganlar söyleyerek veya ses cihazları ile yayınlayarak katılanlar altı aydan üç yıla kadar, hapis cezası ile cezalandırılırlar.” Hiç kuşku yok ki buradaki birinci hedef Kürt hareketidir. AKP hükümeti, Kürt hareketinin gençler üzerinden kent meydanlarında ortaya koyduğu direnci kırmak istiyor. Lakin söz konusu gerici maddeler, aynı zamanda tüm sosyalist hareketi ve işçi eylemlerini de kapsıyor. Meselâ polisin, herhangi bir sendikanın ya da işçi örgütünün önlük, şapka ve flamasını üniforma biçiminde telakki ederek müdahale etmesinin önü açılmış oluyor.

AKP hükümeti, polisin hayatın her alanına müdahale etmesinin yolunu açmaktadır. Yeni düzenlemeyle birlikte polis, mahkeme kararı olmaksızın istediği aracı ve kişiyi arayabilecek. Keza polis devleti uygulamalarını pekiştirecek şekilde, vali ve kaymakama (mülki amir) polise gözaltı emri verme hakkı verilmektedir. Bilindiği üzere bugünkü mevzuatta polisin zaten yakalama yetkisi bulunmaktadır. Polis, yakalama işleminden sonra savcıyla irtibata geçmektedir. Yeni düzenlemede ise “Suçüstü halleriyle sınırlı olmak kaydıyla, mülki amirlerce belirlenecek kolluk amirleri tarafından, 24 saate kadar gözaltı kararı verilebilir. Şiddet olaylarının yaygınlaşarak, kamu düzeninin bozulmasına yol açabilme durumunda gözaltı süresi 48 saate çıkabilir” deniyor. Yani son derece keyfi ve polis devleti uygulaması olduğu açık olan bir düzenleme ile karşı karşıyayız. Gözaltına alınan devrimciler, sosyalistler, işçiler ve Kürtler “kamu düzeninin bozulmasına yol açabilir” denilerek 48 saat boyunca içeride tutulabilecek ve toplumsal mücadelenin yükseldiği koşullarda karakollar ve cezaevleri dolup taşacak.

Yeni düzenlemelerle vali ve kaymakamlar özel bir konuma yükseltilmektedir. Vali, polise gözaltı emri verebileceği gibi, sözümona “suçun aydınlatılması” ve “suç faillerinin bulunması” adına da talimatlar verebilecek. Bu düzenleme, AKP’nin toplumsal gösterilerden nasıl da korktuğunu ve toplumsal muhalefeti polis devleti uygulamalarıyla denetim altına almak istediğini gözler önüne seriyor. Üstelik vali ve kaymakam da devreye sokularak, İçişleri Bakanlığı eliyle tüm ipler AKP hükümetinin elinde toplanıyor. Böylece burjuva demokrasisinin alâmetifarikası kuvvetler ayrılığı ilkesi ve onun temel bir bileşeni olan yargı da devre dışı bırakılıyor.

AKP, gerici düzenlemelerde sınır tanımamaktadır. Daha birkaç ay önce “makul şüpheli” yasası yürürlüğe sokulmuştu. Polis, canının istediği kişiyi “şüpheli” bularak gözaltına alma yetkisiyle donatıldı. Mevcut polis yetkileri zaten oldukça geniş ve cezalar son derece ağırdır, ama AKP hükümeti bunlarla yetinmeyerek tüm toplumu gerici ve boğucu polis devleti uygulamalarının kıskacına almak ve daha da önemlisi, getirdiği yasalarla emekçi kitlelere gözdağı vererek “sakın mücadeleye yeltenmeyin, oturun oturduğunuz yerde” demektedir.

AKP’nin düzeni!

Şurası gerçek ki, getirilen anti-demokratik/gerici düzenlemelerin başlıca hedeflerinden biri Kürt hareketidir. Yani AKP, arzuladığı tipte bir toplum yaratma noktasında otoriter yasaları devreye sokarken, aynı zamanda bu yasaları Kürt hareketine karşı bir pazarlık kozu ve sopa olarak kullanmak istemektedir. Bir yandan çözüm sürecinde tarihi bir adım atıldığından bahseden, demokratikleşme maddelerinden dem vuran AKP, öte yandan 6-7 Ekim olaylarını örnek göstererek bu tip hareketlere izin vermemek için bu yasanın elzem olduğunu söylemekte, yani Kürtler hak aramak için sokağa dökülürlerse “kafalarını ezmemiz için bu yasalar şart” demektedir. Davutoğlu valilere, toplumsal hareketler karşısında zaafa düşmeyip derhal gereğini yapma emri vermektedir.

Yasanın görüşmeleri sırasında Meclis’te başlayan tartışmalarda AKP vekillerinin HDP vekillerine saldırarak yaralamaları, “iç güvenliğin” ne anlama geldiğinin ilk işareti olmuştur. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Başbakan Davutoğlu ve AKP vekilleri; sanki polis zaten anti-demokratik/gerici yetkilerle donatılmamış gibi, “kamu düzeni” için polise yetki vermekten ve düzenin sağlanmasından dem vuruyorlar. Anti-demokratik düzenlemeleri savunurken, Avrupa ülkelerinde de benzeri yasaların yürürlüğe sokulduğunu söylüyorlar. Gericiliği gericilikle meşrulaştırmaya çalışmak böyle oluyor işte!

Bugün tüm dünyada, kapitalist krizin ve giderek genişleyen emperyalist savaşın yarattığı koşulların bir sonucu olarak burjuva düzen daha da gericileşmektedir. Burjuva siyasetindeki çürüme ve gericileşme her alanda kendisini dışa vururken, sömürü düzenini tahkim etmek isteyen egemen sınıf, polis devleti uygulamalarıyla toplumu baskı altına almaktadır. Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra anti-demokratik/gerici uygulamalara hız verilmiştir. Meselâ geçtiğimiz ay Fransa’da şahit olduğumuz üzere, Avrupa’da “terör” saldırıları bahane edilerek ya da yoksulların isyanını bastırmak üzere, “düzen sağlamak” adı altında polis devleti uygulamalarının sınırları genişletilmiştir. Hiç kuşku yok ki bu uygulamalarla olağanüstü rejimlerin temelleri döşenmekte ve egemenler, kriz ve savaş koşullarını da dikkate alarak olası devrimci ayaklanmalara karşı önlemler almaktadırlar. İşte AKP’nin gerici düzenlemeleri de söz konusu sürecin ve korkunun bir sonucudur. Dolayısıyla peş peşe devreye sokulan polis devleti yasalarının, iddia edildiği gibi toplumun huzuru ve refahıyla uzaktan yakından ilişkisi yoktur. AKP’nin “kamu düzeni” dediği şey, kapitalist sömürü düzeninin güvenlik altına alınması ve devletin emekçi kitleler üzerindeki sopasının güçlendirilmesidir.

AKP birbiri ardına çıkardığı baskı yasalarıyla iktidarını güvence altına almak istemektedir. AKP’nin ve bilhassa da Erdoğan’ın bir taraftan iktidarını mutlaklaştırmak ve on yıllara yaymak istemesi, öte taraftan ise emperyalist paylaşımdan daha fazla pay almak üzere izlediği saldırganlık, hem burjuva siyaset sahnesinde hem de toplumda günden güne artan bir gerilime neden olmaktadır. Erdoğan’ın, başkanlık sistemini savunurken “bizim tarihimizde, genlerimizde, geleneğimizde başkanlık sistemi, liderlik sistemi var” diyerek açıktan sultanlığa soyunması ve anayasayı ayaklar altına alarak bir despot gibi hareket etmesi, toplumsal gerginliği ve egemen sınıf içindeki çelişkileri daha da keskinleştirmektedir. Çözümsüz kalan ve Ortadoğu ölçeğine büyüyerek uluslararası bir boyut kazanan Kürt sorunu, AKP ve düzen açısından başlıca tehditlerden biridir. Diğer taraftan işsizliğin, düşük ücretlerin, taşeronluğun ve uzun iş saatlerinin pençesinde kıvranan milyonlarca işçinin alttan alta biriken tepkisinin çeşitli biçimlerde kendisini dışa vurması da AKP’yi korkutmaktadır. İşte tüm bunlardan ötürü AKP, polis devleti uygulamalarını yaygınlaştırarak toplumu çok yönlü baskı altına almak, sindirmek ve tüm patlama dinamiklerini ezmek istemektedir.

Aslında polis devleti uygulamalarıyla Erdoğan’ın başkanlık arzusu bir ve aynı planın parçasıdır. Erdoğan, burjuva siyaseti ve burjuva devlet kurumları dâhil tüm toplumun üzerine çıkarak mutlak, hikmetinden sual olunmaz bir “despot başkan” olmayı ve her şeyi kendi bakış açısından şekillendirmeyi arzu etmektedir. Erdoğan’a göre, Türkiye’nin içinde bulunduğu çelişkiler ancak bu yolla aşılabilir ve Türkiye ancak bu yolla emperyalist emellerine ulaşabilir. Polis devleti uygulamalarıyla baskı altına alınarak sindirilen toplumda hiç kimse hiçbir şekilde sesini çıkartamayacak ve “despot başkan” liderliğinde “güçlü ve iradeli” bir devlet inşa edilecektir. Hiç kuşku yok ki bu rejim en iyi ihtimalle bir tür Bonapartizm olacaktır.

Doğal olarak böyle bir rejimde hak ve özgürlüklerden söz etmek de mümkün değildir. Olsa bile yalnızca kâğıt üzerinde kalmaya mahkûmdur. Nitekim böylesi bir toplum yolunda AKP, bir taraftan polis devleti uygulamalarını genişletirken, öte taraftan da her türlü hak arama eyleminin önünü kesmeye çalışmaktadır. Metal grevi başta olmak üzere işçi grevlerinin “milli güvenliği bozucu nitelikte” olduğu gerekçesiyle yasaklanması bu yüzdendir. AKP, işçilerin mücadele etmediği, grevlerin olmadığı, sınıfsal ve toplumsal hak arama bilincinin gelişmediği, sınıfsal çelişkilerin bastırıldığı ve dolayısıyla kapitalist sınıf için dizginsiz sömürü koşullarının sağlandığı bir düzen yaratmaya çalışmaktadır. İşçi sınıfının itaatkâr ve kanaatkârlaştırıldığı bu düzen, aynı zamanda polis devleti uygulamalarıyla ve “despot başkan”la desteklenmiş bir işgücü rejimi olacaktır.

İşte bu gerçeklik karşısında, başta işçi sınıfının öncü kesimleri olmak üzere tüm katmanları arasında AKP’nin sermaye lehine hayata geçirdiği politikalar ve polis devleti uygulamaları teşhir edilmeli, demokratik hak ve özgürlükleri de içeren acil talepler eşliğinde işçi kitleleri mücadeleye çekilmelidirler. 

2 Mart 2015

İlgili yazılar