Gladkov’un Çimentosu: Yalnız Kalan Devrimin Çelişkileri
Akın Erensoy, 20 Ekim 2006

Umudun serüveni

1917 Ekim Devrimiyle tarihte ilk kez, ezilen, dışlanan, itilen, hor görülen, baldırı çıplaklar denilerek aşağılanan sınıflar, kendilerini bu konuma düşüren sömürü sistemini, kapitalizmi alaşağı ettiler. Yıktılar onu! Tarihte ilk kez ezilenler, giriştikleri büyük ölçekli bir kavgadan muzaffer çıktılar! Spartaküs’ün ve yoldaşlarının yüreğinde bir kıvılcıma dönüşen, onları yakıp kavuran yeni bir toplum ideali, asırlar sonra 1917 Ekim Devrimiyle bir gerçekliğe dönüşme şansı buldu. Spartaküs’ün ve yoldaşlarının kavgaları, zalimlere karşı verdikleri insanüstü mücadele, yüreklerimizde daima yaşayacak! Onlar köleliğin zincirlerinden kurtulmayı, özgürlüğü öyle özlemişlerdi ki, bu özlemlerini anlatabilmek için Roma’ya karşı ayaklandıktan sonra kurdukları kente Güneş Şehri adını verdiler. Evet, onların isteği güneş kadar parlak, güneş kadar ulu, güneş kadar geniş ve sıcacık bir toplumdu. Ama o günkü toplumsal gelişme düzeyi tüm bu özlemlerin hayata geçmesine izin verecek nesnel şartları sunmuyordu.

Umudun serüveni devam etti ve serüvencilerin isyanı hiç bitmedi. 1831 Lyon ayaklanmasındaki baldırı çıplaklar, “çalışarak yaşamak ya da savaşarak ölmek!” diye bağırıyorlardı. Bu sözler esasında tüm insanlık tarihini özetlemektedir. Savaşarak ölmeyi göze alan ve bizlere eşsiz bir miras bırakan 1848 Haziran barikatlarının savaşçılarını unutmamak gerekiyor. Barikatlarına çivilenmiş binlerin ölümü ve oluk oluk akan kana rağmen işçi sınıfı yirmi yıl sonra bir kez daha ayağa kalkmaktan geri durmayacaktı. 1871’de Parisli işçiler, Komünarlar, göğü fethetmeye çıkıyorlardı; öyle yüce, öyle engindiler!

Sonra devrim ateşi Rusya’ya sıçradı. Rusya bir çelişkiler ülkesiydi. Geçmiş ve gelecek bir yumak oluşturarak iç içe geçmişti. Birbirinden yalıtık, şehirlerden kopuk, merkezi idarenin vergi alımları dışında pek bağ kurmadığı bu köylü dünyası, kendi kapalı âleminde yaşıyordu. Milyonlarca köylünün yeknesak bir yaşam sürdürdüğü Rusya’yı makinelerin gümbürdeyen sesi uykusundan uyandırdı. Makinalı üretim demek olan kapitalizmin Rusya’ya girmesiyle birlikte sessizlik kesin olarak bozuldu. 1905 Rus devrimi bozulan sessizliğin ilk büyük işaretiydi. Çarlık askerlerinin parlayan çizmeleri altında kalan, binlercesi kurşuna dizilen işçiler, beyaz karları kanlarıyla boyadıklarında, bir daha asla silinmeyecek bir iz bıraktılar gelecekteki kuşaklara. O izin peşinden giden 1917’nin Rus işçileri, Çarlık hanedanlığını yıktılar. 1905 işçilerinin kanlarıyla sulanmış meydanlarda şimdi devrim şarkıları söyleniyordu. Burada durmayarak, Bolşeviklerin önderliğinde ileri atılan Rusya işçi sınıfı, 1917 Ekim Devrimiyle de kendi iktidarını kurdu.

Burjuvazinin çözüm getiremediği ve getiremeyeceği derin toplumsal çelişkiler Rusya işçi sınıfını herkesin beklediğinden önce siyasal iktidara taşımıştı. Tarihsel çelişkiler onu, bu görevi yerine getirmeye mecbur etmişti. Ancak iktidarın Rusya’da ele alınmasıyla iş bitmiyordu. İşçi sınıfının iktidarını koruyabilmesinin ve sınıfsız topluma doğru ilerleyebilmesinin tek bir yolu vardı: dünya devriminin başarısı! Eğer devrim yaşayacaksa, bu, Avrupa’daki devrimlerin imdada yetişmesiyle mümkün olacaktı. Ama Avrupa’da ve özellikle Almanya’da devrim muzaffer olamadı. Sosyal demokrasi işçi sınıfını burjuvazinin kuyruğuna taktı. Almanya’da 1918 Kasım Devrimi boşa çıkartıldı ve diğer devrimci durumlar Bolşevik önderliğin eksikliği dolayısıyla siyasal iktidarın fethine dönüştürülemedi. Böylelikle Rusya’da Ekimle iktidara gelen proletarya dünya burjuvazisi karşısında yalnız kaldı.

Yeniden inşa ve bürokrasi

Gladkov’un orijinal adı Çimento olan veTürkçeye Fabrika ve Çimento adlarıyla çevrilen kitabı, toplumsal gerçekçi bir üslupla kaleme alınmış bir roman. Gladkov bu romanında devrimi ve etkilerini, yeni bir dünya kurma mücadelesini konu edinirken, döneminin ve sonrasının Sovyet romanlarının büyük bölümünden farklı olarak, ülkenin yeniden inşası sürecinin çelişkilerine ve bu bakımdan temel bir olgu olan bürokrasinin uç verişine de kendi tarzında ışık tutar. Biz de roman hakkındaki değerlendirmemizde onu emsallerinden ayıran bu yönüne odaklanacak ve romanda bürokrasinin oluşumu ve görünümlerine ilişkin hususları öne çıkaracağız.

Roman önemli bir tarihsel kesiti aktarmaktadır. İç savaşın bitimi ile Yeni İktisadi Politikanın (NEP) uygulanmaya başladığı günlerde geçiyor kitabın konusu. Rusya’nın deniz kıyısı kentlerinden birisinde, ölüme terk edilmiş bir çimento fabrikasının yeniden faaliyete geçirilmesini konu edinen roman, sanayinin veya fabrikanın işçilerin hayatındaki yerini özellikle öne çıkartıyor. Fabrikada çalışmanın işçileri nasıl değiştirdiğini ve bilinçlerine nasıl bir etkide bulunduğunu günlük yaşam üzerinden veriyor. Arka planda sanayinin neredeyse tümüyle tahrip olduğu, ülkenin tam anlamıyla bir harabeye döndüğü ve iç savaştan sağ çıkan işçilerin işsiz güçsüz yığınlar halinde karamsarlık ve uyuşukluk içinde bekleştikleri bir tablo söz konusudur. En acil sorun yıkımın etkilerinin bertaraf edilmesi, yani ülkenin yeniden inşasıdır. Bu faaliyet başladığı ölçüde, tüm zorluklara rağmen, karamsarlık ve uyuşukluk havasını kırıcı bir etki yaratmaktadır. Ne var ki iç savaşın bitimi aynı zamanda yeni bir bürokrasinin oluşmakta olduğuna da tanıklık etmekte ve açılan yeni dönem bu olguyu da içermektedir. Roman yeni dönemin bu gerçek çelişkisini başarılı biçimde ortaya sermektedir. Böylece bir yanda üretici toplumsal faaliyete geçmenin canlandırıcı, umut verici yönü ana çizgi olarak romanda hayat bulurken, diğer yanda doğmakta olan bürokrasinin varlığı duyurulmaktadır.

Kızıl Ordu saflarında yiğitçe savaşmış, ölümlerden dönmüş bir işçi üzerinden işlemeye başlıyor romanını Gladkov. Başkahraman özellikle usta bir sanayi işçisinden seçilmiş. Dediklerini kararlılıkla yerine getirmeye çalışan, meseleleri geç kavrasa da sağlam kavrayan ve basite indirgeyerek çözen, yapılan işlerde savsaklamaya mahal vermeyecek kadar disiplinli, çalışkan bir işçi portresi çiziyor Gladkov’un Gleb’i. Böylelikle Gladkov devrimin ve ülkenin yeninde inşasının kimlerin üzerinde yükseldiğini kendince ortaya koymuş oluyor. Ne var ki Gladkov’un militan işçisi Gleb, tek başına bürokrasiye karşı pek bir şey yapamaz. Muhtemelen Gladkov, öyküyü yaşanmış bir olaydan almış; militan işçilerin varlığına karşın bürokrasinin gelişmesinin durdurulamadığını anlatarak bürokrasiyi teşhir etmeye çalışmış. Kitaptan çıkartılması gereken en önemli ders ise, örgütlü bir güç olunmadan bürokrasiye karşı mücadele verilemeyeceğidir.

İlginçtir, Gladkov bürokrasiye yönelik eleştirisini, “mahallenin delisi” denebilecek, işsiz güçsüz ve sürekli konuşan, eleştiren birisi üzerinden vermeye başlıyor ilk önce. Yuk adında bir işçi sürekli bürokrasiye karşı öfkesini dile getiriyor ve bürokrasinin yüzündeki maskeyi indireceğini söylüyor. Bürokrasiye karşı mücadeleyi kiminle, hangi kuvvetle vereceği belirsiz Yuk’un. İdari merkezleri ellerinde tutanları, konuşarak yerlerinden kovmak o kadar kolay olmasa gerek! Yuk’un mücadele yöntemi oldukça naif ve böyle olduğu için kimse dikkate almıyor. Fakat “mahallenin delisi” genellikle doğru söyler. En açık, doğru ve ağır eleştirileri bürokrasiye Yuk getiriyor. Gladkov’un kitabından anlıyoruz ki, bürokrasiye karşı öfke duyan, rahatsız olan militan işçiler var; ama örgütsüzler. Onları disipline sokacak bir yapılanma yok. Yuk, böyle bir yapının denetiminde disipline edilmediği için tek başına kalıyor ve söylediklerinin bir hükmü olmuyor. İşte söyledikleri: “Bürokrasi sizi veba gibi kemirmeye başladı. Ölen yoldaşlarımızı yeni gömdük daha… Kanları bile kurumadı mezarlarında. Ne görüyorum şimdi? Herkes yazıhanelere saltanat kurup oturmuş, generaller gibi üniformalar giyip çalım satmaya başlamış. Neyle uğraşıyorlar? Formalite işlerle, paketlerin üstüne adres, kapıların üstüne ‘Girmek Yasaktır’ diye yazmakla. Yakında birbirlerine zat-ı şahaneleri filan demeye başlarlar.”

Bu pasajdaki en önemli ve araya sıkıştırılmış olan şey, kapıların üzerlerine “Girmek Yasaktır” ibaresinin asılmasıdır. Bu bürokrasinin ne derece gelişkin olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Zira söz konusu olan bir işçi devletidir ve işçi devletinin işlerinin yürütüldüğü yerlerdir. Oysa işçi devletinde bürokratik bir işleyiş olamaz, olmamalıdır. Ancak ne yazık ki, artık çeşitli idari merkezlerde bürokratik işleyiş başlamıştır. Bürokrasi kendine özel bir alan yaratmış, bir dokunulmazlık zırhıyla donanmıştır. “Girmek Yasaktır” ibaresinin asılması, buralarda çalışanların ayrıcalıklı olmasından başka bir şeyi ifade etmiyor. Kapılarını dışarıya kapatanlar giderek işçilerden koparlar ve onlara tepeden bakmaya başlarlar. Değişim kendi düşüncesini de yaratır! Yuk, bu kadrolardan söz ederken isyanını dile getiriyor: “Ama işçilerin, parti militanlarının durumuna ne demeli? Dünkü arkadaşlarımız önemli mevkilere, kilit noktalara gelir gelmez değişiveriyorlar.” Gerçekten de parti militanları kilit noktalara gelir gelmez “Girmek Yasaktır” levhalarını kapılarına asıveriyorlar.

Lenin devlet aygıtının henüz eski kalıntıları içinde taşıdığını, tam anlamıyla sökülüp atılamadığını sıkça söylemişti. İşçi sınıfı daha soluk almaya fırsat bulamamıştı ki, iç savaş başlamıştı. Bu savaşla birlikte Rus ekonomisinin alt yapısı tamamen çöktü; açlık ve sefalet başladı. Emperyalist ülkeler beyaz orduları besleyerek, silahlarla donatarak kızıl ülkenin üzerine saldılar. Burjuvalar, toprak sahibi köylüler her yerde devrime karşı sabotajlar düzenlediler. İç savaşta, devrimin mimarı olan binlerce bilinçli işçi öldü. İç savaş koşullarında zorunlu birtakım yöntemlere başvuruldu. Ortaya çıkan proletarya devleti Çarlık devlet aygıtının kalıntıları üzerinde yükseldi ve kimi yerde bizzat onun unsurlarını devralmak zorunda kaldı. Önceleri devrime karşı direnen devlet memurları taifesi, proletaryanın kararlılığı karşısında sinmiş ama devlet aygıtının içine gömülmüştü.

İç savaşın bitmesiyle birlikte yeni bir dönem açıldı. Yıkılan her şey yeniden kurulmaya çalışılıyordu. Bu yeni inşa döneminde, iç savaşta eli silahlı proletarya artık silahlarını bırakıp işyerlerine dönüyordu. Şimdi, kendine ayrıcalıklı bir yaşam biçimi yaratmış olan ve devlet idari aygıtını elinde bulunduran bürokrasinin borusu ötmeye başlamıştı. Devrimin başını kaldırıp bunları kökten temizleme fırsatı bulamaması nedeniyle, bunlar zamanla Bolşevik kadroları bastırıp ikinci plana ittiler. Birden bire her şeyin bürokratların ellerine kaldığı görüldü. Bu kesim giderek toplumdan kopuyor, kendi içinde bir dünya yaratıyor ve işçi sınıfı kitlelerine tepeden bakmaya başlıyordu. İdari mekanizmayı elinde bulunduranlar, kararlara proleterlerin etki etmesini istemez olmuşlardı artık; “onlar ne anlarlardı bu işlerden” ya da “onlar siyasetten anlamazlar ki” gibi bir bakış açısıyla işçi sınıfını aşağılamaya başlamışlardı.

Gladkov, açlık ve sefaleti, günlük yaşamın tekdüze donukluğunu, uyuşukluğunu ve tüm bunların parti militanlarına nasıl sirayet ettiğini oldukça güzel betimliyor. Bir tarafta karışıklık, beyaz karşı-devrimci hareketin durmayan sabotajları ve öte tarafta giderek Sovyet devleti içinde başlayan çürüme; gelişen bürokrasi işçi iktidarının üzerine bir dağ gibi çökmektedir. “Şu girdiğimiz delikte küflenmeye başladık biz. Günlük hayatın sıkıntısı hepimizi birer köstebek gibi körleştirdi. İhtilâl başka şey ister oysa.” Ya da “günlük hayatın çarkına kaptırmıştık kendimizi, dön babam dönüyordum. Saçmalayıncaya kadar tartışıyorduk, boş yere tartışıyorduk bir sürü şeyi. Bürokrasi yavaş yavaş benliğimize girip yerleşiyordu” diyor Polya.

Lenin’in daha 1920’de, devletimiz bürokratik bir işçi devletidir, işçi sınıfı bundan kendini korumalıdır sözlerinde bir kaygıya dönüşen her şey gerçek olur; işçi devleti kendini bürokrasiden koruyamayacaktır. Partinin devlet aygıtıyla iç içe geçmesi nedeniyle Bolşevik kadrolar da gelişen bürokrasi illetinden uzak duramazlar; bürokrasiye karşı çıkanlar ise temizlik adı altında partiden uzaklaştırılacak ve gelecekteki büyük “temizlik”lerin ve karşı-devrimin önü açılacaktır. Lenin’in varlığının yarattığı manevi otoritenin ortadan kalkmasıyla daha bir özgüven bularak saldırganlaşacaktır bürokrasi. Önce Bolşevik Parti ve bilahare devlet, tamamıyla bürokrasinin karşı-devrimci etkisine girecektir.

Bürokratik karşı-devrimin ayak sesleri

İç savaşın bitmesiyle birlikte her şeyin örgütlenmesine yeniden başlandı. Fakat işçi devleti Avrupa’da devrimlerin muzaffer olamaması sonucunda yalnız kalarak boğulma tehlikesiyle yüz yüze geldi. Bolşevik Partisinin Lenin ve Troçki gibi önderleri, işçi devletini yaşatabilecekleri kadar yaşatma derdindeydiler. Böylelikle devrim yenilgiye uğrasa bile, Lenin’e göre gelecek kuşaklara mütevazı bir deneyim bırakılmış olacaktı. Avrupa’daki devrimler imdada gelene kadar, Rus devrimi nefes almalı ve boğulmamalı diyordu Lenin. Bu amaçla köylülüğe ve küçük-burjuvaziye tavizler verildi. Böylelikle NEP uygulanmaya başlandı. İşçi devletinin siyasi hegemonyası altında, kısmen de olsa kapitalist pazara geri dönüldü Sovyet Rusya’da. Çünkü açlık ve kıtlık tüm toplumu kasıp kavurmakta, çocuklar gıdasızlıktan sapır sapır dökülmekteydi.

NEP’in amacı bellidir; işçi devletini ayakta tutmak! Tahıl ve diğer yiyecek ürünlerini kuyularda saklayan veya toprakları bilinçli olarak ekmeyerek devrimi sabote eden köylülük, serbest pazar ilişkileriyle piyasaya çekilir. O güne kadar ortalıklarda gözükmeyen ürünler birden bire ortaya çıkar. Toplumsal yaşam canlanmaya başlar; bulunmayan yiyecek maddeleri tekrar bulunur hale gelir. Kısmen de olsa açlık giderilmiş olur. Fakat NEP devrimci iktidarın bir geri adım atması, köylülüğe ve esasında ortada gözükmese de burjuvaziye verilmiş zorunlu bir tavizdir. Ama verilen bu tavizler, pazar ilişkilerinin yeniden başlamasına ve eski pisliğin yeniden üremesine neden olur. O güne kadar fare deliklerine saklanan tefeciler, vurguncular, zengin köylülük, yeniden ortaya çıkarak pazaryerlerini doldurur. Devlet aygıtı içinde egemenliğini kuran bürokrasi çok hızlı bir şekilde tefecilerle can ciğer kuzu sarması olur. Bu iki kesim kendi içinde alttan alta bir dayanışma ağı örer ve çıkarlarının zedelenmesine karşı ortak tutum takınırlar. Bürokrasi NEP’le birlikte derinlere kök salarak filiz vermiştir.

Gladkov, NEP’i kitabında parti militanlarının gözünden vermeye çalışır. Öncelikle NEP’le birlikte gelen değişiklikler bürokratlaşmamış militanları şoke eder. Her şey baş aşağı gitmektedir adeta. Uğruna onca savaşılan devrim, militanların gözleri önünde karşı-devrimci güçler tarafından baltalanmaktadır. Eski ilişkiler yeniden canlanmış gibidir; dayanılacak bir durum değildir bu, samimi ve inanmış militanlar için. Kadın kolları başkanı Polya iyi bir militandır, şöyle der: “Şu şeytanın belası yeni iktisadi politikayı uygularsak, neler olacak o zaman? Tavizlerin, serbest lokantaların, pazarların sonu gelmeyecek. Toprak ağaları, becerikli üçkâğıtçılar yeniden iş adamı maskesine bürünecek, karaborsacılar kol gezecek ülkede.” Polya’nın dediklerinin hepsi gerçek olur kısa zamanda. Polya sözüne şöyle devam eder: “Ölümsüz bir devrimi yaşatabilmek için, ucunda ölüm bile olsa, ilerleyeceğiz! Devrim yangını genişlemeli, bütün dünyayı sarmalı.”Dünya devrimine sahip çıkan bu militanlar çok kısa zamanda partiden temizlenecektir. NEP’in getirdiklerini ve militanların tepkilerini teşhir etmeye devam eder Gladkov Polya’nın ağzından:

“Söyle bana, Gleb, bütün bu olup biteni kavrayabiliyor musun sen? Sokak boyunca öyle şeyler gördüm ki, gözlerim yuvalarından fırladı. … Baktıkça ağrılar giriyor başıma, dişlerimi sıkıyorum öfkemden. Hiçbir şey anlamıyorum bu manzaradan.” Çünkü eski mülk sahibi sınıflar veya yeni bürokratlar sınıfı adayları ortalıkta birer burjuva gibi dolaşmakta, burjuva yaşam biçimine özenti moda haline gelmektedir. Artık bürokratlar ve aveneleri burjuvalar gibi giyinmeye ve onlar gibi davranmaya, işçi sınıfını aşağılamaya başlamışlardır. Gleb şöyle sorar: “Sokaklara çalgılı kahveler açılacak diye ilânlar yapıştırmışlar. Burjuvazi yeniden mi başlıyor yani?”

Polya ise olup bitene anlam veremez: “Şimdi yabancı bir ülkede, çok önemli, vazgeçemeyeceği bir şeyi, onsuz yaşayamayacağı bir şeyi kaybetmiş” gibiydi Polya. Müthiş bir utanma duygusu kaplamıştı benliğini. Şerefine leke sürülmüş kadar eziklik içindeydi; sebebini çözemediği bir ürkeklik gelip oturmuştu böğrüne.” Ve Polya’nın son çığlığı şöyledir: “Pazaryeri haysiyetsizliğine düşürülen devrim…”. Partide başlayan “temizlik”le birlikte Polya ve birçok samimi, inanmış, çalışkan militan üyelikten atılacak ve yalnızlığa terk edilecektir.

Buna karşın, sürekli numaralar çeviren, başında bulundukları devlet kurumları aracılığıyla dolandırıcılık yapan, karaborsacılarla kaynaşmış sabotajcılar güruhu partide yerlerinde kalmaya devam ederler. Yeni yetme, devrim ateşinde pişmemiş genç entelijansiya takımı partide üstünlük taslar. Teknisyenler, mühendisler, yerleştikleri devlet aygıtında parazitlere dönüşenler partide kalmaya devam ederler. Lenin’in, “yakalarında kırmızı kurdeleler taşıyorlar ve sıcak köşelere yerleşiyorlar” diyerek tasvir ettiği eski rejimin kalıntısı bürokratlar, iç savaş sonrasında bu yolu tutan eski Çarlık subayları, devlet ve parti içindeki yerlerini korurlar. Birçok militan sudan sebeplerle partiden çıkartılır. İç savaş yıllarında kahramanca savaşmış birçok militan partiden atıldıktan sonra intihar eder; birçoğu asla kendini toparlayamaz.

Polya’nın atılma nedeni şu konuşmasıdır: “Kabullenemiyorum bu durumu… Oluk oluk kan aktı. Açlık çektik. Ve şimdi o ezilmesi için bunca acıya katlandığımız günler tekrar karşımızda… Hangisi kâbustu, bilemiyorum: Akıtılan kanlarımız mı, acı dolu mücadelemiz mi, yoksa bu sarhoş kahveleri ile bu tıka basa doldurulmuş mağaza vitrinleri mi? Neden leş kargalarını tekrar topladık başımıza? Bunca mücadele işçi kulübelerinde sefalet ve açlık eskisinden daha ezici bir ağırlıkla tekrar üzerimize çöksün diye miydi? İçimizde yaşayan, kanımızı kurutan zehirli yılanlar, hırsızlar ve sömürücüler yeniden eski rahat hayatlarına kavuşsun diye miydi bizim mücadelemiz?”

Bürokratlar ve sıcak köşelerine çekilmiş parazitler, samimi militanların bu öfkesi karşısında Lenin’i kendi çıkarları için paravan olarak kullanmaktan geri durmadılar. Lenin gelişen bürokrasiye karşı mücadele seferberliği başlatma niyetindeydi ve yaşasaydı bunu kararlılıkla yerine getirmeye çalışacaktı da. Fakat ömrü yetmedi. Lenin’in ölümüyle birlikte partinin kapıları bilinç düzeyi düşük ve Ekim Devrimini yaşamamış üyelere açıldı ve parti bilinçsiz yığınlarla dolduruldu. Bilinçli ve deneyimli militanların partiden atılmasıyla bürokrasinin önündeki engeller temizlenmiş oluyordu. Bürokrasi, partiye doldurulmuş bilinçsiz yığınlara istediğini kabul ettirmekte hiç zorlanmadı ve bunların üzerine basarak Bolşevik-Leninistleri 1927’de yapılan 15. Kongrede temizledi. Bilahare Komünist Enternasyonal içinde temizliğe girişildi; böylelikle Ekim Devrimi bürokratik bir karşı-devrimle tasfiye edilmiş oldu ve dünya komünist önderliği bürokratik karşı-devrim tarafından katledildi.

Sınıflar kavgası tarihsel bir gerçekliktir; bu gerçeklik Rusya’da proletaryayı kimsenin ummadığı bir süreçte iktidara getirerek çetin bir savaşımın içine sürükledi. Rus devrimi birtakım tarihsel koşulların zorlamasıyla gerçekleşti; herkesin henüz vakti gelmedi dediği bir dönemde Bolşevikler devrime önderlik etmekten geri durmadılar. Karşılaşılan zorluklar ancak dünya arenasında çözülebilirdi; devrimin dünya devrimine genişlemesi, devrim yangınının dünyayı sarması gerekiyordu. Fakat bu gerçekleşmedi. Buna rağmen, Rus proletaryası ve onun Bolşevik önderliği Ekim’i yaşatmaya çalıştı. Yapılması gereken buydu ve şimdi bizler tarihte ilk muzaffer proleter devrimden dersler çıkartarak geleceğe hazırlanıyoruz. Burjuva solcuların, liberallerin, anarşistlerin, döneklerin, Rus proletaryasının karşılaştığı zorlukları öne sürerek ve bürokratik diktatörlükleri sosyalizm katına yükselterek Ekim Devrimine çamur atmasına izin vermemeliyiz. Bununla birlikte çarpılmaların ve yamulmaların üzerini de kapatamayız. Aksi takdirde Ekim Devriminin nasıl bürokratik karşı-devrimle tasfiye edildiğini anlayamayız. Tarih bizim tarihimiz; yengimizden öğrendiğimiz kadar yenilgilerimizden de öğrenmeliyiz. Ekim Devriminin nasıl bürokratikleştiğini anlatan birçok kitap var ve bunlardan biri de Fabrika. Bu kitabı okumak özellikle genç kuşaklar açısından oldukça öğretici olacaktır.

20 Ekim 2006

İlgili yazılar