Devrimci İsyan Bayrağını Yükselt!
Utku Kızılok, 15 Aralık 2005

Hayal ve gerçek

Marx, bireyin mutluluğu toplumun mutluluğundan geçer demişti. Marx’ın vurguladığı üzere insan toplumsal bir varlıktır ve birey, toplum gerçek mutluluk düzeyine ulaştığında mutlu olabilir ancak. Oysa kapitalist düzen altında insanlar huzursuz, kaygılı ve mutsuzdurlar; burjuvazi insanın toplumsal varlığına karşı ‘bireysel’ var oluş fikrini yüceltmekte ve kolektivist değerleri insanın gelişimine ve doğasına yabancıymış gibi sunmaktadır. Burjuvazi üretimin kolektif olarak yapılmasına karşı çıkmazken, üretilen ürünlerin toplumsal paylaşımına karşı çıkmakta, özel mülkiyeti ve bireyciliği kutsamaktadır: her şey ‘bireysel kurtuluş’ için!

Toplumun ‘dolayısıyla da kendisinin’ mutluluğu ve refahı için burjuva düzene karşı mücadele etmek, genç kuşaklara öylesine ‘korkunç’ bir şey olarak sunulmaktadır ki, devrimci mücadelenin saflarına katılmak adeta ‘aklını kaçırmak’la eş anlama gelmektedir. Bu durum, içinden geçtiğimiz gericilik yıllarının boğucu atmosferini çarpıcı bir biçimde gözler önüne sermektedir. Sosyalizm hayalinin ‘çökmesi’ ve işçi sınıfının dünya ölçeğinde bir gerileme içine girmesiyle burjuvazi, komünist dünya görüşüne karşı ideolojik saldırılarını her alanda yoğunlaştırmış ve tarihsel hafızadan yoksun genç kuşaklar üzerinde etkili de olmuştur. Türkiye’de de 1980 faşist askeri darbesiyle ağır bir yenilgi alan işçi sınıfı ve onun genç kuşakları, burjuva gericiliğini daha katmerli bir şekilde yaşamışlardır.

İşçi sınıfının örgütsüz, devrimci öncüden yoksun olduğu ve kapitalizme karşı devrimci darbeler indirmek üzere harekete geçemediği koşullarda, her düzeyde bir güvensizlik, güvencesizlik insanları esir almaktadır. Tek başına kaldığı hissiyatıyla kıvranan insanlar, bir yolunu bulurlarsa bireysel kurtuluşlarını sağlayabilecekleri yanılgısına rahatlıkla savrulabilirler. Bireysel kurtuluş dürtüsü kapitalist toplumda burjuvazinin ideolojik çarpıtmaları sonucunda insanın gerçek amacı haline gelerek toplumsal kurtuluş mücadelesinin önüne geçmektedir.

Toplumsal kurtuluşa ve kolektivizme savaş açan ve verili durumu bir doğa kanunu veya kader olarak gösteren burjuvazinin insanlığa sunduğu nedir? Savaşlar, açlık ve sefalet, işsizlik, fuhuş ve uyuşturucu! Dahası insanın çürümesi, manevi yozlaşması ve kendi varlığına yabancılaşarak sefilleşmesi! Burjuvaziye göre bu, olağan bir durumdur ve doğanın kanunudur: ‘güçlü olan ayakta kalır!’ Bu duruma başkaldırmak beyhude bir çabadır, en iyisi herkes çalışmalı ve kendisini kurtarmalıdır!

Bu propagandanın bir ayağı da ‘sınıf atlama’ hayalidir. Bu meyanda işçi sınıfına ve yoksul emekçilere ‘orta sınıf’ yaşam biçimi pompalanır. Özellikle Türkiye gibi kapitalizmin orta ölçekte geliştiği ve küçük-burjuvazinin toplumsal yaşamda önemli bir yer tuttuğu ülkelerde, bu sınıfların gençliği ‘orta sınıfa atlama’ hayaliyle yanıp tutuşmazlar sadece, uğradıkları bilinç çarpılması sonucunda sınıfsal köklerinden de utanır hale sokulurlar.

Sınıf atlama hayalleri öğrenci gençlik içinde kendine daha güçlü bir zemin bulur. Üniversiteli olmak bu hayallerin manivelâsı olarak sunulmaktadır. Türkiye’de her yıl iki milyon kişinin üniversite sınavlarına girmesi bu bilinç çarpıklığının ve ‘körleşmenin’ çarpıcı bir ifadesidir. Bu gerçekten de hayal ile gerçek arasında yaşamak demektir; zira sınavı yalnızca 300 bin kişi kazanmakta ve bunlardan mezun olanların önemli bir kısmı işsizler ordusuna katılmaktadır. Fakat her şeye karşın ünvanlar, statüler ve tüketim üzerinden kendine kimlik edinme bugünün gençliğinin temel düsturu yapılmaktadır. İyi bir üniversiteden diploma almak, yüksek kazançlı bir iş, takım elbise giymek, araba ve ev sahibi olmak ve bunları ‘pazarlayacağı’ bir çevre, istenen yaşam biçimi olmuştur.

Küçük-burjuvazi ünvanlara bayılır, konum ve statüler onun amentüsüdür. Bir başka deyişle tüketim, ‘orta sınıflar’ için toplumdaki statü ve konumun temel göstergesidir. Burjuvalaşma hayali ile proletaryanın saflarına itilme gerçekliği arasında sıkışıp kalan küçük-burjuvazi hezeyana sürüklenir; bu durum onu proletaryayı küçümseme ve ondan kendini ayırt etme gayretine iter. Kendini çılgınca bir tüketime kaptırarak burjuvazi karşısındaki aşağılık kompleksini unutmaya çalışır; toplumsal ilişkilerini ne kadar çok tüketim yapıldığı üzerinden kurar. İşte işçi-emekçi kitlelere ve genç kuşaklara ‘bireysel kurtuluş’ olarak sunulan budur!

İnsanların müreffeh bir yaşam arzulamaları elbette ki doğaldır ve insanlığın sömürüsüz toplum mücadelesi bunu amaçlamaktadır. Fakat insanın kendi doğasına yabancılaşmadığı, açlık, yoksulluk, gelecek kaygısının olmadığı bir yaşam ancak kapitalist sömürü düzeninin yıkılmasıyla mümkündür. Genç kuşaklar hayal âleminde günlerini tüketerek yaşamlarını heba etmek yerine, devrimci Marksist dünya görüşüyle donanarak kapitalizmi yıkmak üzere mücadeleye atılmalılar.

Burjuvazi ehlileştiriyor-sinikleştiriyor

Burjuvazi, işçi-emekçi kitleleri her düzeyde yürüttüğü ideolojik savaşımla kontrol altına almaya çalışır. Devlet eliyle uygulanan şiddet, baskı ve korkutma operasyonuna diğer ideolojik aygıtların devreye sokulması eşlik eder. Bir taraftan her türlü yöntemi kullanarak gençlerin devrimci saflara katılmasının önüne geçmeye çalışılırken, diğer taraftan da devrimci saflara katılmış gençliğin ensesinde boza pişirerek onları yılgınlığa sürüklemek istenmektedir. Kapitalist toplumu sorgulayan ve ona devrimci isyan bayrağını açarak baş kaldıran bir gençliğin varlığı burjuva düzenin bekası için oldukça tehlikelidir. Burjuvazi genç kuşakların bu ‘karanlık yollara’ sapmaması için her düzeyde önlemini alır ve daha ‘yılanın başı küçükken ezilmeye’ çalışılır. Burjuvazi, yaşadığı toplumun verili gerçekliğini bir kader olarak kabul eden ve boyun eğen bir toplum arzulamaktadır. Zira ehlileştirilmiş, sinikleştirilmiş ve kişiliksizleştirilmiş bir toplumda mücadelenin başını çekecek olan genç kuşaklar burjuvaziye karşı devrimin isyan bayrağını açamazlar.

Genç kuşakları ehlileştirmede ekonomik zor, işsizlik ve açlık tehdidi zaten güçlü etmenler iken, bunun üzerine bir de ideolojik aygıtların etkisi biner. Dünyaya gözlerini açtığında burjuvazinin temel kurumlarından biri olan ‘kutsal aile’den ilk ‘terbiye’sini alan çocuklar, sonraki yıllarda burjuva eğitim kurumları aracılığıyla ‘burjuva birey’ kalıbına dökülürler. Henüz dünyayı anlama ve kavrama çağındaki çocuklar rekabetçi, insanın değersiz, buna karşın mevki-statü ve ‘malın’ ise her şey olduğu burjuva ideolojisi ve kültürüyle yoğrulurlar. Burjuva ideolojisinin bilinç çarpıtma operasyonu devlet kurumlarının uyguladığı baskı ve şiddetle desteklenir. Türkiye gibi ülkelerde ise bu baskı ve şiddet çok daha yoğun ve geniş kapsamlı bir hal alır. Çocuklar daha küçük yaşlardan başlayarak horlanır, azarlanır ve dayağın cennetten gelen eşsiz güzelliği ve zarafetiyle hizaya sokulurlar. İlkokul sıralarından başlayan ve lise sıralarında devam eden bu terbiye etme ve kalıplaştırma operasyonu, üniversite sıralarında daha incelmiş biçimlerde devam eder. Hiç kimsenin kendisini ‘sürüden’ ayırmamasını sağlayacak tek tip formalarıyla her gün itile kalkıla sıraya sokulan, bilmem kaç türlü marş ve ant okuyan çocuklar, kişiliklerini sakatlayan ve onları alıklaştıran, tüm edimlerini baskılayarak doğmadan öldüren bu bitmez tükenmez işkenceye senelerce maruz kalırlar.

Bu süreç sonucunda işçi-emekçi kitleler ve onların genç kuşaklarının bilinci öylesine bir çarpılmaya uğrar ki, egemen sınıfın çıkarları uğruna savaşın ve ölümün kucağına atılmaya itiraz etmezken, sıra kendi sınıflarının kurtuluşuna geldiğinde tereddüt ederler. Özellikle gericilik dönemlerinde toplumsal yaşamın her alanında bir tutuculaşma, atalet ve akıl dışılık egemen hale gelir. Emekçi kitleler, içinde yaşadıkları koşullara, haksızlıklara ve politikaya duyarsızlaşırlar.

“Kutsal aile” devrede

Genç kuşaklar devrimci mücadeleye atıldıklarında ilk karşılarına çıkan genellikle aileleri olmaktadır. Burjuvazinin her vakit övgüler düzdüğü, evlilik kurumuyla yüceleştirdiği o ‘kutsal aile’, genç kuşakların karşısına kapitalist düzenin ilk gardiyanı olarak çıkmaktadır. Türkiye’de 1980 askeri faşist darbesiyle işçi sınıfının ağır bir yenilgi alarak sahneden çekilmesiyle başlayan gericilik yılları, aileler üzerinde burjuvazinin ideolojik etkisini daha da artırmıştır. Faşist darbeyle topluma hâkim olan korku ve siniklik, burjuva ideolojisiyle tamamlanınca ailelerin bilincinde gerçekten de bir çarpılma meydana gelmiş bulunmaktadır. Öyle ki, aileler çocuklar üzerindeki baskı ve denetimlerini akıl almaz boyutlara vardırmış, genç insanlar güneş batmadan evin yolunu tutar hale gelmişlerdir.

Kendi sınıfının toplumsal kurtuluşu için devrimci mücadeleye katılan çocuklarına aileler adeta ‘akıl hastası’ muamelesi yapmakta, mücadele saflarını terk etmeleri için yoğun çaba harcamaktalar. Çekirdek aile olarak anne-baba başta olmak üzere tüm akrabalar duygusal bağlarını kullanarak çocuklarının üzerine gitmekte ve onları her yönlü baskı altına almaktalar. Burjuva ideolojisinin yarattığı bilinç bulanıklığının etkisinde kalan aileler, çocuklarına ‘kimseye güvenmemelerini’ ve kendi bireysel kurtuluşları için çalışmaları gerektiğini öğütlemektedirler. Kapitalist toplumun rekabet, yarış, kısa yoldan zengin olma, insanı meta sayma anlayışı, aileler tarafından genç kuşaklara unutmamaları gereken değerler olarak sunulmaktadır.

Özellikle Türkiye gibi ülkelerde aileler çocuklarını bir yatırım aracı olarak da görmekteler. Üniversite okuyan iyi bir iş bulmalı ve ‘aile ekonomisine’ en üst düzeyde katkı yapmalıdır; işçi genç, kazandığı parayı ‘aile fonu’na aktarmaya devam etmelidir. Eğer gençler devrimcileşir de ‘aile fonu’na akan para kesilirse bu hiç de olumlu bir durum değildir! Aileler kendi gelecekleri için adeta çocuklarını yatırım fonu, ‘menkul kıymet’, yani hayat sigortası olarak görmekteler. Kapitalist toplumun yarattığı güvensizlik ortamı kuşkusuz bunda önemli bir rol oynamaktadır.

Kurtuluş mücadelede!

Fakat burjuvazinin tüm ideolojik çarpıtmalarına ve manipülasyonlarına rağmen güneş balçıkla sıvanmıyor. Kapitalist toplumun yarattığı savaşlara, yıkımlara, işsizliğe, açlık ve yoksulluğa, insanı bunaltan ve ‘hiçleştiren’ yapısına karşı mücadele bayrağını elden bırakmayanlar da var. Yukarıda da vurguladığımız üzere insan toplumsal bir varlıktır; devrimci mücadeleye katılarak kapitalist düzenin akıl dışılığına karşı isyan bayrağını açmak her şeyden önce insanlık tarihine, geçmişten bugüne taşınan tüm bilgi ve kültürel birikime sahip çıkmak anlamına geliyor. İnsanın sosyal bir varlık olarak geçmişten günümüze taşıdıklarına sahip çıkmak ve gelecek kuşaklara taşımak tüm insanların toplumsal-tarihsel görevidir. Aksi takdirde, Marx’ın dediği gibi, ‘adam öküz olmayı seçmişse, elbette insanlığın acılarına sırtını dönebilir ve kendi postunun derdine düşebilir.’

Kapitalist toplum, insanın bilinçli bir varlık olarak tüm yanlarını geliştirebileceği, henüz çözülmemiş ve karanlıkta kalan birçok özelliğini aydınlatarak, her yönüyle kendi gerçekliğinin bilincine varmasını sağlayacak bir toplum değildir. İnsanlığın daha gelişmiş ve müreffeh toplumlar kurmasının ve insanın kendisini sınırsızca geliştirmesinin koşullarını sunan üretici güçler, kapitalist toplumda bir avuç asalağın elinde bulunuyor. Bilim ve teknolojinin geldiği aşama ile insanın kapitalist toplumdaki ortalama bilinç düzeyi ne yazık ki tezat bir durum oluşturuyor.

Toplumsal ilişkilerin yerini, yani insanla insan ilişkisinin yerini insanla meta ilişkisi alıyor. Kapitalizm toplumu hızla depresif bir ruh halinin içine çekmekte ve milyonlarca insan ‘mutluluk’ haplarıyla yaşamaktadır. Bireysel kurtuluş hülyaları ile yaşayan ve burjuva topluma karşı mücadeleyi erteleyen her insan, her geçen gün kapitalist çürümüşlüğün bataklığına biraz daha gömülmektedir:

Genç işçi ve emekçi, kapitalizm altında manevi ve fiziki niteliklerini geliştiremez. Bu düzen kendisine, ruhunu ve vücudunu yıpratıp mahvedeceği koşulları sunar. O, çalıştığı sürece sermayenin bir uzantısı gibidir ve bireyselliğini asla duyumsayamaz. Yalnızca çalışmadığı zaman kendisi olabilme ve kendi varlığını hissedebilme şansına sahiptir. Fakat özellikle günümüzde, tüm yaşam alanının boş zamanları da içine alacak şekilde sermaye tarafından örgütlenmesiyle birlikte bu şans da buhar olup havaya karışmaktadır. Böylece, bilinçsizliğin çıkmazına saplanan ve kapitalizmin dayattığı yaşam tarzına karşı muhalif tutum alamayan kişi, hayatının tüm saatleri itibarıyla adeta sermayenin kuklasına dönüştürülmektedir. (Elif Çağlı, Marksizm ve Gençlik, Marksist Tutum dergisi, no.2)

Gerçekten de insanların, ‘bireyselliklerini’ duyumsayabilmeleri kapitalizmde mümkün değildir. Dış dünyaya kapalı, kendi dışında olup bitenlere kayıtsız, duyarsız, ‘ben’ini seven, sürekli iç dehlizlerine yönelen ve giderek ‘kendi içinde’ kaybolan hastalıklı bir varlığa dönüşürler. Kapitalizmde doğasına uygun bir yaşam sürdüremeyen insan, kendi etkinliğine, yani emeğine ve doğasına yabancılaşır; sapkın davranış biçimleri geliştirir. Örneğin ABD’de her on dakikada bir kadına tecavüz edildiği söylenmektedir; diğer yandan tarikatlar yayılmakta, insanlar kendilerini avutacakları kör bir çıkışsızlığa hapsolmaktalar.

Sınıf atlama hayalleriyle yaşamlarını heba eden genç kuşaklar, gerçekte devrimin isyan bayrağını kapitalizme karşı yükselttiklerinde kendileri olabileceklerdir. Ancak o zaman burjuva toplumunun duygu ve düşüncelerde yarattığı parçalanmışlık, kişilik bölünmesi ve hastalıklara karşı savaşılabilir. Burjuva toplumunun her türlü çirkefinden kurtulmak isteyen tüm insanların, hayatı gerçek boyutlarıyla kavramak ve yaşayabilmek için duygu ve düşüncelerini aynı safta birleştirmeleri gerekmektedir. Ve bunu tüm insanlara ancak, kapitalizme karşı devimci mücadele verebilir. Bu mücadele sonucunda kurulacak olan geleceğin sınıfsız toplumu, ‘insanla doğa ve insanla insan arasındaki uzlaşmaz çatışmaları ortadan kaldıran, insanın duygularını kelimenin gerçek anlamında insanlaştırıp varlığının toplumsal ve doğal özüne uygun hale getiren bir düzen olacaktır. Bugün kapitalizmin sömürüsü ve baskısı altında yaşamı sürüklemeye çalışan bahtsız kitleler, ancak kapitalizmi yıkıp sınıfsız toplum düzenine ilerlemeye koyulduklarında kişiliklerinin serpilip geliştiğini, maddi ve manevi ihtiyaçlarını tatmin edebildiklerini duyumsayabilecekler. Sınıfsız toplum düzeni, bireysel ve toplumsal çıkarların uyumunu sağlayan, en soylu insani ilkelerin benimsendiği ve bu değerlerin yaşamın vazgeçilmez bir parçası durumuna dönüştüğü bir toplumsal aşama olacak.’ (Elif Çağlı, age)

Genç kuşaklar yarınların büyük ateşini yakacak enerjiyi kendilerinde ve alazları ise Marksizmde bulacaklardır. Kapitalist düzenin kahredici ve aşağılatıcı yaşamına karşı ‘onlar, devrimci proletaryanın kapitalist topluma karşı açtığı isyan bayrağını genç dimağları, coşku dolu yürekleri ve güçlü cesaretleriyle daha da yükseklerde dalgalandıracaklar. Komünist Manifesto‘nun satırları devrimci gençliğin andı olacak: Sınıfları ve sınıf uyuşmazlıkları ile birlikte eski burjuva toplumunun yerine, her insanın özgür gelişiminin, insanların tümünün özgür gelişiminin koşulu olduğu yeni bir toplum kuracağız!’ (Elif Çağlı, age)

İlgili yazılar