İnsan-İşçi Olarak Değer Görmek İstiyoruz!
Kocaeli'den bir kadın metal işçisi, 6 Eylül 2024

Hayatın emekçi insanlar için giderek zorlaştığı dönemler, aynı zamanda insanların yaşamlarını sorguladıkları dönemlerdir. Garip bir dönemde yaşamıyor muyuz? İnsanlık hem her şeye sahip ama hem de işsizlik, açlık ve yoksullukla boğuşuyoruz. Hepimizin elinde dünyanın öteki ucundaki insanlarla iletişim kurabildiğimiz, ansiklopediler dolusu bilgilere ulaşabildiğimiz cep telefonları var. Çok ileri teknolojiye sahip insanlık, üstelik her geçen gün de daha fazlasına sahip oluyoruz. Peki, bu teknoloji sayesinde daha insani koşullara ulaşabiliyor muyuz? Kendimizi daha fazla değerli hissediyor muyuz? Ne yazık ki hayır! İşyerinde gördüklerim, sosyal medyada karşıma çıkanlar, dünyadaki durum da HAYIR diye haykırıyor.

Gerek sokak röportajlarında mikrofon tutulan insanlar gerekse çalıştığımız yerlerde, etrafımızdaki insanlar öfkeyle duygularını dile getiriyorlar. Hayatlarının ne kadar zorlaştığını, yaşama güçlerinin kalmadığını ve her şeyden önemlisi “değer” görmediklerini söylüyorlar. Fabrikadaki işçi, emekli, ofis çalışanı veya öğrenci, sokaktaki amca-teyze herkes…  Peki, neden değer görmüyoruz ve insan için değer görmek neden bu kadar önemli?

Geçtiğimiz günlerde mesai saatimiz bitip servise bindiğimizde, birlikte çalıştığımız Selma Abla “oh be bugün de bitti” dedi, bütün yorgunluğuyla. “Nasıl yani Selma Abla ne bitmesi gün bizim için yeni başlıyor aslında, patrona çalıştığımız zaman bitti sadece” dedim. Bir an durdu, “biz kendimiz için bir şey yapamıyoruz ki” dedi. Her birimizin etrafında nice Selma Ablalar var elbette, sabahın köründe girdiği fabrikadan akşam çıkıp kendi yaşamı için bir şey yapamayan. Her geçen gün giderek zorlaşan bu yaşam koşullarında mesai saati bitimini bekleyen ve günün bittiğini, artık rahatlayabileceğini düşünen milyonlarca insan… İnsanlar içlerinde kim bilir hangi yeteneklerle doğuyorlar! Herkes aslında yaşama çok şey katmak, var olmak ve değer görmek istiyor. Ama biz bu yetenekleri açığa çıkarabilecek imkânlara sahip olamıyoruz. Üretip var etmemize rağmen değer görmüyoruz, aşağılanıyoruz.

Geçenlerde sitemizde yer alan Marksizm ve Özgürlük adlı yazıyı okuyordum. Tam da bu konu ele alınıyordu. Bu düzende hepimizin özgür olduğu söyleniyor ya, tam bir yalan! Selma Abla ya da herhangi bir işçi, ben veya sen ne kadar ve nereye kadar özgürüz? Biz özgür değiliz, bize özgürlük diye pazarlanan şey, şu patrona değil de bu patrona emek gücümüzü satmaktır. Ben dün deri patronuna işgücümü satıyordum, bugün metal patronuna satıyorum. Şimdi ben özgür müyüm? Yazımızda dendiği gibi; “Özgürlük sadece baskı ve zorlamanın olmaması değil, aynı zamanda toplumdaki bireylerin birbirleriyle uyum içerisinde kendilerini var etmesidir. Özgürlük kişinin yeteneklerini, becerilerini, arzularını en üst seviyede gerçekleştirebilmesidir. İnsan, doğuştan itibaren belirli tarzda yaşamak için programlanmış değildir. Zaman içerisinde uygun koşullar oluştuğunda kendi potansiyellerini açığa çıkartır, özelliklerini geliştirir, kendisini yeniden ve yeniden üretir. İnsan toplumsal, kültürel bir varlıktır ve sürekli değişip dönüşür. Ancak bu doğayla ve diğer insanlarla etkileşim içerisinde olmakla mümkün olabilir.”

Bir yük hayvanı gibi çalışmaktan bitap düşüyoruz ve kendimizi insan gibi hissettiğimiz anlar, iş dışında kalan, biraz uzanıp dinlenebildiğimiz anlar oluyor. İşçi sınıfının büyük önderi ve öğretmenimiz Marx, günde 8-10 ve hatta 12-14 saat çalışan ve harap olan, işten enerjisi bitmiş olarak çıkan bir işçinin kendini neden insan gibi hissetmediğini anlatır. İnsan gibi hissedebilmemiz için tükenene kadar çalışmadığımız koşullar lazım. İnsan gibi hissedebilmemiz için boş zaman lazım ki bu da ancak iş saatlerinin kısaltılmasıyla olur. İnsanın hayatta kalabilmesi için beslenmesi, uyuması, barınması lazım. Tamam, ama bunlar en doğal ihtiyaçlarımız. Sadece bunları yaparak insan olabilir miyiz? Çünkü yük hayvanları da bunları yapıyor. Kendimizi insan gibi hissettiğimiz şeyler bunların dışında olmalı öyle değil mi? Gerçek anlamda insanlaşmak için yaşamsal zorunlu ihtiyaçları karşılamanın ötesine geçmemiz lazım. Zorunlu ihtiyaçlar için harcanan süreyi kısaltabilir, buna karşılık kültürel, sosyal, zihinsel ihtiyaçlarımız için ayrılan zamanı artırabiliriz. Hayatın güzelliklerinin tadına varmak, değer görmek, yaşamdan keyif almak hepimizin hakkı ve buna olanak da var. Az önce cep telefonlarından, ileri teknolojiden söz ettim. Öyle bir durum var ki robotlarla üretim yapmamız, ağır işlerin üstesinden gelmemiz mümkün ki zaten birçok araba fabrikasında bunlar kullanılıyor.

Yaşamı anlamlı kılan ve insanın kendisini değerli hissetmesi yaşama bir şeyler katarak sağlanabilir. Her gün oturduğumuz yerden durup durup söylenmek insanı bir adım bile ileri götürmez, aksine yaşamını iyice anlamsızlaştırır. Bu kadar zor yaşam koşullarına, hayat pahalılığına, insanı değersizleştiren düzene karşı mücadele etmezsek, bu adaletsiz düzeni değiştirmek için emek vermezsek hepimiz kaybolup gideceğiz! Aklımızdan hiç çıkarmamamız gereken bir şey var ki bu yaşamda işçiler olarak hepimiz çok değerliyiz. Bu düzenin bizleri değersizleştirip yutmasına izin vermemeliyiz. Geleceğimiz ve çocuklarımız için yaşamı anlamlı kılan mücadeleden asla vazgeçmemeliyiz. Ancak bu şekilde bizi değersizleştiren sömürü düzenine karşı durabiliriz ve daha yaşanabilir, daha güzel günlere ulaşabiliriz.

Marksizm ve Özgürlük

İlgili yazılar