Garp Cephesinde Yeni Bir şey Yok!
Utku Kızılok, 15 Şubat 2006

Birinci ve İkinci Emperyalist Savaşta milyonlarca insan öldü, Avrupa kıtasında taş üstünde taş kalmadı. Ama bugün burjuva ideologları bizlere rahat olmamızı öğütlüyorlar. Bu korkunç dünya savaşlarının bir daha asla yaşanmayacağını, geçmişte yaşananlardan gerekli derslerin çıkarıldığını vaaz ediyorlar. Oysa kapitalist sistem sürekli savaş üreten bir mekanizmadır, o ortadan kalkmadan da savaşlar asla son bulmayacaktır.

Dünyanın birçok bölgesinde on binlerce insanın yaşamını yitirdiği savaşlar yaşanıyor; emperyalistler yeni bir uluslararası savaşın kara bulutlarını dolaştırıyorlar dünyamızın üzerinde. Bizler bu uluslararası kapışmanın parçası olarak görülmesi gereken bir emperyalist savaşı yanı başımızda, Irak’ta, her gün onlarca insanın ölümüne tanık olarak yaşıyoruz. Böylesi koşullarda, savaşın ne demek olduğunu anlatan eserleri hatırlatmak önem kazanıyor. Tarih bilincimiz olmadan, ne bugün yaşananları anlamamız ne de yarın olabilecekleri öngörmemiz mümkün.

* * *

Savaşı anlatan ve üstelik bunu yaşamış bir insan olarak anlatan yazarların en önemlilerinden biri Erich Maria Remarque’dır. Savaş karşıtı yazarların öncülerindendir Remarque. Onun, Garp Cephesinde Yeni Bir şey Yok kitabı dünyaca ünlü savaş karşıtı bir klasiğe dönüşmüştür. Gerçekleri tüm çıplaklığıyla anlatmakta, insanın savaş anında yaşadığı duyguları çok canlı olarak gözler önüne sermektedir.

Yazar, Garp Cephesinde Yeni Bir şey Yok‘un devamı niteliğindeki Dönüş Yolu adlı romanında ise savaşın bitmesiyle başlayan cephe dönüşünü işler. Savaşın bitişini, başlayan 1918 Alman devrimini, karşı-devrimin üstün gelmesini ve geri dönen askerlerin korkunç bir travmaya kapılıp topluma uyum sağlayamamasını etkileyici bir dille anlatır.

Garp Cephesinde Yeni Bir şey Yok

Yazar, Birinci Emperyalist Savaşa Alman ordusundan katıldığında daha 17 yaşında bir lise öğrencisidir. Savaş heyecanının tüm halkı esir aldığı, burjuva ideolojisinin insanların bilincine ket vurup gözlerini kör ettiği günlerde o da savaşa tutkuyla katılmak isteyenlerden biridir. Alman burjuvazisi, emekçi yığınları kendi emelleri doğrultusunda kullanmak maksadıyla hiç aralıksız, Alman halkının ne kadar üstün bir millet olduğunun propagandasını yapar. Topluma militarist bir kültür egemen kılınır; daha savaş başlamadan çok önceleri tüm ortaokul ve lise öğrencileri birer asker gibi yetiştirilmeye başlanır. Kışladaki askeri eğitimin aynısı okullarda da verilir ve burjuva ideolojisinin yıkıcı zehri genç beyinlere zerk edilir. Savaş, adeta bir ülkü halinde sunulur gençlere. Yeni yerlerin keşfedilmesi, başka ülkelerin fethedilmesi ülküsü!

Tüm gençler, yaşlarının bir döneminde kendilerini kanıtlamak isterler; bunu bilen Alman egemen sınıfı, kendisini ortaya koymak isteyen genç kuşağa savaşı romantik bir hale büründürerek sunar. Böylelikle romantik bir ülkü haline büründürülmüş savaş, genç kuşakları yakıp tutuşturur. Savaş bandolarının çalınıp şenliklerin başlamasıyla bu tutku daha da kabarır. Savaş korkunç bir yıkım, yok etme, ölüm demek değil, topluca oynanan şenlikli bir oyundur gençlik için. Alman burjuvazisi gençliği özellikle bu yönde manipüle eder; savaşa katılmak bir gençlik aşkına dönüştürülür böylece.

Ancak savaş hiç de bir aşk değildir; daha bunu trenlere binip cephelere yollanırken anlarlar askerler. Oyun bitmiş, her şeye bir ciddilik hâkim olmuştur; onların hiç de hesap etmediği korkunç olaylar başlamıştır. Henüz cepheye ulaşmadan, ölenlerin, sakat kalanların haddi hesabı olmadığını görürler. Hastaneler yaralılarla dolup taşarken, morglar ölü yığınına dönmüştür. Bu ilk şok, yani gerçeğin korkunç yüzü, başlarının üzerinden kara bulutlar olarak dolaşıp gider. Ama ne zaman ki kendilerini cephede bulurlar ve karşı siperlerden atılan toplar yanı başlarına düşmeye başlayıp birkaç kişi paramparça olur, işte o zaman savaşın bir oyun olmadığını tüm çıplaklığıyla görerek anlarlar. Her tarafta paramparça olmuş cesetler, kol ve bacaklar, bağıran, inleyen yaralılar ve durmaksızın süren top atışı: yer gök barut ve kan!

Savaş, korkunç bir altüst oluşla yeni bir çağı açıyordu 1914’te. Savaşla birlikte o güne kadarki tüm toplumsal yapılar köklerinden sarsılır, kitleler tüm yeknesak yaşamlarından sıyrılarak savaş devinin kucağına düşerler. Halklar birbirlerinin boğazına sarılırlar. Egemen sınıflar ise hiç de eski alışkanlıklarını değiştirmezler başlangıçta; onlar yine zevk ve sefa içinde, salonlarda lakırdıyla günlerini geçirmektedirler. Fakat bu kez, muhabbetin konusu savaş ve yeni fethedilecek ülkelerdir. Diğer halklar iğrenç bir tiksinti uyandırır onların gözünde; dünün süprüntü askerleri ya da ayaktakımı veya alt tabakanın meydana getirdiği askerler ise kahraman ilan edilivermişlerdir birden bire. Şimdi kahraman askerlerden beklenen savaş sanatını uygulamaları, ülküleri uğruna çarpışarak yeni zaferler kazanmalarıdır. Ancak egemen sınıfların bu yüce ruhluluğu kısa zamanda yerini önce tedirginliğe, sonra da korkuya bırakacaktır.

Savaşın uzaması toplumu derinden sarsacak ve kitleleri bir iç dönüşüme uğratacaktır. Askerler bir süre sonra kandırıldıklarını kavrayacaklardır. Savaşın yıllarca sürmesi, ölüm ve yaşam çizgisindeki askerlerin kendilerine başka bir dünya yaratmasına neden olur. Savaşın içinde çocukluklarından kurtulan askerler, kan ve barutun havasına alışırlar; bir taraftan duyuları körelir, bir taraftan da umutsuzluğa düşerler. Artık hiç bir şeyin anlamı kalmamıştır onlar için. şimdi artık ölümler normal sayılmakta ve mümkünse acısız bir ölümü tercih etmektedirler. Nitekim kitabın ismi, değişen pek bir şeyin olmadığını, savaşın devam ettiğini anlatmaktadır. Yazar kitabının sonunu şöyle bağlar: ‘Garp cephesinde yeni bir şey yok.’ Ve devam eder: ‘Yüzükoyun düşmüştü ve yerde uyur gibi yatıyordu. Sırt üstü döndürdükleri zaman fazla ıstırap çekmemiş olduğunu gördüler. Yüzünde, öyle sakin bir ifade vardı ki, bu sonuçtan âdeta memnun kaldığı sanılırdı.

Dönüş Yolu

Remarque, Dönüş Yolu‘nda, yenilmiş Alman İmparatorluğu’nu ve patlayan devrimi, kitlelerin umutla devrime katılmalarını, askerlerin terhisten sonra ikiye bölünerek bir kısmının devrimin, diğer bir kısmının ise karşı-devrimin saflarına katılmasını anlatıyor. Kitabın girişi savaşın son günlerini anlatsa da, kitap bir savaş kitabı sayılmaz. Savaş sonrasında terhis olmuş askerlerin toplumla bağ kuramamasını, işsiz güçsüz sokaklarda dolaşmalarını, gelişen devrimi ve ardından gelen karşı-devrimi anlatması bakımından oldukça önemli Dönüş Yolu. Zira 1918’in toplumsal krizini, yükselen devrimci dalgayı ve Sosyal Demokrasinin ihanetini, Spartakistlerin yetersizliğini çok yalın bir şekilde anlattığından dolayı, öğreneceklerimiz var bu kitaptan. Askerler ne düşünürler, aç susuz ve işsiz güçsüz kalmış yığınlar ne istemektedir, tepkileri ne olmaktadır: tüm bunları içten bir dille ve hiçbir abartmaya yer vermeden anlatıyor Remarque.

Terhis olan askerlerin cephe hatlarından çıkıp yollara düşmeleri sırasında yaşanan ilginç bir olayı anmadan geçmeyelim: ‘Amerikalılar bizleri görünce şaşırıyorlar. Konuşmaları yarıda kesiliyor. Ağır ağır yaklaşıyorlar. Arkamızı sağlama almak için bir sundurmaya doğru geri geri çekilip, bekliyoruz. Yaralıları ortamıza alıyoruz. Bir dakikalık bir sessizlikten sonra, sırık gibi uzun bir Amerikalı mangadan ayrılıp bize el sallıyor. ‘Hello arkadaş!’ Adolf Bethke de elini havaya kaldırıyor: ‘Arkadaş!’ Gerginlik azalıyor. Amerikalılar yanımıza geliyor. Bir saniye içinde sarılıyoruz. Esir düştükleri veya vuruldukları zaman böyle yakından görmemiştik onları.

Amerikalı askerler de Alman askerlerini o güne kadar yakından görmemiştir. Yıllarca düşman diye karşı cephelerde birbirlerinin boğazına sarılan bu askerler gerçekte aynı sınıfın evlatlarıdır. Yoğun bir burjuva milliyetçi ideolojinin etkisinde kalan askerler, savaşta çarpışırken öldürdüklerinin kimler olduklarını sorgulamaya pek zaman bulamazlar; dahası karşıdakiler de aynı durumdadır ve sürekli bir kör dövüşü yaşanır. Ölüm ve yaşamın ne demek olduğunu çok iyi bilen askerler, aradaki düşmanlıkların kırıldığı ortamlarda dostça sarılmaktan geri durmazlar. Her iki taraftaki insanlar da aynı refleks içindedir; savaşın tüm iğrenç yüzünü görmüşler ve bunun kendi savaşları olmadığının öyle ya da böyle farkına varmışlardır. O güne kadar hiç tanımadıkları insanların kendileri gibi emekçi sınıflardan olduğunu ve düşman olmadığını, cani hiç olmadığını kesinkes anlamışlardır. İşte bu, buzların eridiği ve kardeşçe bir ilişkinin gelişmekte olduğu anlardır. Böylesi birçok örnek mevcuttur. 1917 Rus Devrimi olduktan sonra Rus ve Alman askerlerinin savaşmayı bir kenara bırakıp, kendi mevzilerini terk ederek, günlerini birlikte geçirdikleri bilinmektedir. Rus askerleri bildiriler dağıtarak devrimi anlatırken, Alman askerleri de onlarla devrimi tartışmaktan ve kendi komitelerini örgütlemekten geri durmamışlardı.

Dönüş Yolu‘nun amacı bir anlamda, savaştan bitkin çıkmış askerlerin durumunu anlatmak ve bu askerlerin devrimle olan ilişkisini kurmaktır. Uzun yıllar cephelerde kalmış ve her an öldürülme tehlikesi içinde yaşamış bu askerlerin toplumla bağ kurması kolay değildir. Ama öte yandan, klasik deyimle hayat da devam etmektedir. Cephede edinilmiş dostluklar, ölüm arkadaşlıkları toplumsal yaşamın içinde parçalanıp gidiverir. O güne kadar dost olan askerler, sivil yaşama geçince, devrimin de etkisiyle kendi sınıfsal doğalarına göre hareket etmeye başlarlar. İşçiler yine işçidir ve yoksullukları işsizlikle birleşince çekilmez bir hal alır; az ya da çok mülk sahibi sınıfın çocukları ise ayrıcalıklarını kaldıkları yerden sürdürürler. Cephelerde can ciğer olan askerler tez zamanda sınıfsal bir bölünme yaşarlar.

Sonra devrim Sosyal Demokrasi eliyle boğazlanır ve egemen sınıflar kendi işlerini yürütmeye devam ederler. Burjuva kurumlar çalışmasını sürdürür. Daha düne kadar, egemen sınıflar cephelerdeki askerleri kahraman olarak ilan ederek ikiyüzlüce alkışlamışken, şimdi onların paspas kadar değeri yoktur. Askerler, burjuva düzen için çarpışarak ölmüşler ve çevrelerinden yüzlerce arkadaşlarını yitirmişlerdir; fakat bunlar çoktan unutulmuştur. Bir olaydan dolayı mahkemeye düşen askerleri egemen sınıfların intizamlı çalışan kurumları ağır bir şekilde cezalandırmaktan geri durmaz. Yoksul sınıfın bu üyelerinin yaşadıkları, bir kez daha sınıfsal ayrışmayı gözler önüne sermekte ve savaşın kimin savaşı olduğunu ortaya koymaktadır.

1918 Devriminin nasıl bir umutsuzluk içinde yitip gittiğini anlattığı sahneler bakımından kitap oldukça önemli. Devrimin emekçi sınıflara getirdiği pek bir şey yoktur. Burjuva düzen olduğu gibi devam etmektedir. Sosyal demokrat SPD kitleleri kandırmaya devam eder; devrimi burjuvazinin çıkarları doğrultusunda rayından çıkartır. Oysa yoksul sınıfların ihtiyacı olan, sorunlarının bir an önce çözülmesidir. Binlerce işçi doğru düzgün ücret alamadığı gibi ücretler düşüktür; işsizlik had safhadadır; binlerce asker savaşta sakat kalarak sokağa terk edilmişken, yüz binlercesi terhis olduktan sonra işsiz kalmıştır. Köylüler yoksulluk içinde kıvranmaktadır; kentli küçük-burjuvazi mülkünü kaybederek açlığın pençesine düşmüştür. Yani ezilen geniş yığınların umudu devrimdir. İşçiler ve askerler, SPD devrime ihanet ettikten sonra tekrar sokaklara çıkmaktan ve bir kez daha silaha sarılmaktan geri durmazlar. Ama ne yazık ki, Rusya’daki toplumsal krizi bir devrimle emekçi kitlelerin iktidarını kurma doğrultusunda çözen Bolşevik Parti Almanya’da yoktur; Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht önderliğindeki Spartakistler ise çok güçsüzdür. Devrim başarıya ulaşamaz.

Kitabın en trajik sahnelerinden biri binlerce işçi ve askerin Berlin’de gösteriler düzenleyerek hükümet binalarına karşı yürüyüşe geçtikleri andır. Berlin’de gece boyunca olaylar yaşanır. Belediye binasını saran göstericiler içinde askerler de vardır; buna karşın belediye binasını koruyan askerlerin ve rütbelilerin bir kısmı aynı askerlerin cephe arkadaşlarıdırlar. Ancak sınıfsal ayrışma, bu cephe arkadaşlarını karşı karşıya getirmekten geri durmaz. Ve göstericilerin önünde yürüyen askerler, yine cephe arkadaşları tarafından yere indirilir; öldürülür. Düzen safındaki askerler tüm kitlenin üzerine kurşun yağdırır. İşte bir sahne: ‘Evlerin kapı ağızlarında yüzüstü yatmaktayız. Kurşunlar vınlıyor. İnsanlar haykırışıyor. Kapılıp sürükleniyoruz. Nefretten çılgın gibiyiz. Kaldırımlar kan içinde. Yine askerler olduk. Savaşın gümbürtüsü ve kudurması yine üzerimizden akıp geçiyor, aramızda ve içerimizde dolaşıyor. Her şey bitti. Makineli tüfekler arkadaşlığı delik deşik etti. Askerler askerlere ateş açıyor. Arkadaşlar arkadaşlara ateş ediyor. Bitti, her şey bittiâ?¦

Devrimin başarısızlığı, bununla birlikte toplumsal krizin devam etmesi, kitlelerde hiç bitmeyen bir huzursuzluğa ve umutsuzluğa yol açar. Devrim yenilmesine karşın, burjuvazi düzeni bir türlü sağlayamamıştır. Kitlelerin düzene duydukları nefret, komünist bir önderlik tarafından doğru yola kanalize edilememiş ve yerini umutsuzluğa bırakmıştır. Bu umutsuzluk gelecekte faşizmi iktidara taşıyacaktır. Küçük-burjuva kitleler devrime arkalarını dönerek umutsuzluklarının hesabını devrimden sormaya başlayacaktır. Bunu ise, bizzat Nazizmi destekleyerek, işçi sınıfına saldırarak yapacaklardır. Perişan askerler, işsizlikten bunalmış askerler, sakat kalmış ve birer süprüntüye dönüşmüş askerler, hayatta kalabilmek ve yaşama umutlarını sürdürmek için, düzen vaat eden faşizme bağlanacaklardır. Dönüş Yolu faşizmin yükselmesini anlatmıyor, hatta bu konuya değinmiyor. Fakat toplumsal çöküşün tablosunu çok iyi veriyor. İnsanlar umutsuzca intihar ediyor; bir kısmı çıldırıyor. Devrimin muzaffer olamadığı koşullarda toplumsal krizin karşı-devrimle son bulduğunu, akabinde ise Almanya’da faşizmin yükseldiğini bugün biliyoruz. Dönüş Yolu, bu sürecin toplumsal koşullarını anlatıyor.

Bir taraftan ise Alman egemen sınıfları gelecekteki savaşa hazırlanıyorlar. Okul çocuklarına yine savaş bir ülkü olarak sunuluyor. Bir önceki savaşta yenilen askerler birer düşman, Bolşevik vatan haini olarak damgalanıyorlar. Gelecekte, Alman onurunu şimdiki öğrenci-askerler kurtaracaklardır! Eğitim yaptırılan öğrenciler, ormanda dolaşan askerleri gördüklerinde, ‘yaşasın cephe! yaşasın cephe!’ diye slogan atarlar. Bu sahnede bir asker, ‘Evet, böylece her şey yeniden başlıyor‘ demektedir. Devrimin yenilmesi sonucunda, burjuvazi umutsuz yığınları kendi çıkarları için kullanmaya devam etmekte, kuşkusuz öncesinde düzenini sağlamlaştırmaktadır. Evet, her şey yeniden başlamaktadır ve gelecekteki savaşta Alman emperyalizmi için çarpışanlar işte bu küçük neferler olacaktır!

Emperyalist savaş çanlarının dünya üzerinde çalındığı bir ortamda, Remarque’nin bu iki önemli kitabını yeniden gündeme almak, genç kuşaklara savaşın ne menem bir şey olduğunu anlatmak bakımından önem taşıyor.

Son olarak şunu söyleyelim ki, bu iki kitap bir bütündür ve mutlaka birlikte okunmalıdır. Daha az bilinen ve bulunan Dönüş Yolu savaşın sonrasında yaşananların anlaşılması bakımından oldukça yararlıdır. Dahası Dönüş Yolu devrim karşı-devrim kapışmasını, toplumsal yıkımın nasıl faşizme giden yolu açtığını anlatması bakımından mutlaka okunması gereken bir kitaptır.

15 Şubat 2006

İlgili yazılar